SÛFÎLERİN KUR’AN’DAN ALARAK OLUŞTURDUKLARI LİTERATÜRE...

12
The Journal of Academic Social Science Studies International Journal of Social Science Doi number:http://dx.doi.org/10.9761/JASSS3388 Number: 45 , p. 189-200, Spring III 2016 Yayın Süreci Yayın Geliş Tarihi / Article Arrival Date - Yayınlanma Tarihi / The Published Date 02.03.2016 15.04.2016 SÛFÎLERİN KUR’AN’DAN ALARAK OLUŞTURDUKLARI LİTERATÜRE İKİ ÖRNEK: İ’TİSÂM VE FİRÂR TWO QUR'ANIC-BASED EXAMPLES IN THE DEVELOPMENT OF THE SUFI CANON: I’TİSÂM AND FİRÂR Yrd. Doç. Dr. Mehmet Yavuz ŞEKER Mustafa Kemal Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Temel İslam Bilimleri Bölümü Öz Sûfîler, kendi duygu ve düşüncelerine ait fikir dünyalarını meydana getirirlerken, zaman içerisinde, kendilerine göre bir terminoloji oluşturmuşlardır. Kavramların pek çoğunu ise Kur’an’dan istifadeyle terminolojiye dahil etmişlerdir. Bu ifadeler bir yönüyle, sûfîlerin, Kur’an’ı en büyük ve birinci kaynak kabul etmiş olmalarının da ifadesi olmaktadır. Kendilerini Hakk’a vardırmaya azmetmiş sûfîler, kendilerini bir yolcu, hayatlarını da yoldan ibaret görmüş, bu yolun sonunda ise Hakk’ın bulunduğunu kabul etmişlerdir. ‚Seyr-i sülûk‛ adını verdikleri bu yolculukta, karşılaştıkları farklı hal ve makamlara da birer isim vermiş ve onları tanımlamaya çalışmışlardır. İşte bu kavramların peşisıra yer alan ikisi i’tisâm ve firârdır. Yapışmak, tutunmak ve dört elle sarılmak manalarına gelen i’tisâm, kişinin kendisini Al- lah’ın koruması ve kendisine hep güzellikle bakışı altında görmesi, O’nun beğendiklerini yapmaya çalışıp sürekli taat üzere olması şeklinde özetlenebilir. Kaçmak anlamına gelen firâr ise sûfînin mezmum ve kötü bir halden, övülen ve iyi bir hale süratle intikal etmesi, Allah’a taatte bulunmaktan alıkoyan neler varsa hepsinden kaçması olduğu söylenebilir. Bu açıdan i’tisâm, doğrudan Allah’a kaçışı ifade eden firârın başlangıcı, firâr da i’tisâmın bir neticesi gibidir. İman edip Allah’ın dinine yapışan, Kur’an ve Sünnet’e sımsıkı sarılan kul, bu çizgisini devam ettirdikçe, fenâdan bekâya doğru gitgide derinleşen bir kaçış gerçekleştirmektedir. Bu aynı zamanda, yokluğa mahkum herşeyden, varlığı daimî ve bâkî olan Hakk’a firârdır. Anahtar Kelimeler: İ’tisâm, Firâr, Sülûk, Hablullah, İlticâ Abstract In effecting their own world of feeling and thought, the Sufis gradually developed their own nomenclature. Many of these concepts they incorporated into their lexicon benefiting from the Qur'an itself. In a sense, these terms serve as demonstration of the Sufis' acknowledgement of the Qur'an as their first and foremost source. Resolved to reach God, the Sufis have viewed themselves as travellers and their lives as a journey, deeming Him to be at its end. Sufis refer to this spiritual quest as sayr u suluk and have named and attempted to define each of the different states and sta- tions they have encountered on this path. Two terms following directly on from these concepts are firar and i'tisam. I'tisam denotes holding fast and clinging to wholeheartedly, and can be summated as a person's viewing themselves as forever under God's protection and watch, striving to do what

Transcript of SÛFÎLERİN KUR’AN’DAN ALARAK OLUŞTURDUKLARI LİTERATÜRE...

Page 1: SÛFÎLERİN KUR’AN’DAN ALARAK OLUŞTURDUKLARI LİTERATÜRE …isamveri.org/pdfdrg/D03989/2016_45/2016_45_SEKERMY.pdf · 190 Mehmet Yavuz ŞEKER pleases Him, in perfect servitude

The Journal of Academic Social Science Studies

International Journal of Social Science

Doi number:http://dx.doi.org/10.9761/JASSS3388

Number: 45 , p. 189-200, Spring III 2016

Yayın Süreci

Yayın Geliş Tarihi / Article Arrival Date - Yayınlanma Tarihi / The Published Date

02.03.2016 15.04.2016

SÛFÎLERİN KUR’AN’DAN ALARAK OLUŞTURDUKLARI

LİTERATÜRE İKİ ÖRNEK: İ’TİSÂM VE FİRÂR TWO QUR'ANIC-BASED EXAMPLES IN THE DEVELOPMENT OF THE

SUFI CANON: I’TİSÂM AND FİRÂR Yrd. Doç. Dr. Mehmet Yavuz ŞEKER

Mustafa Kemal Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Temel İslam Bilimleri Bölümü Öz

Sûfîler, kendi duygu ve düşüncelerine ait fikir dünyalarını meydana getirirlerken, zaman

içerisinde, kendilerine göre bir terminoloji oluşturmuşlardır. Kavramların pek çoğunu ise

Kur’an’dan istifadeyle terminolojiye dahil etmişlerdir. Bu ifadeler bir yönüyle, sûfîlerin, Kur’an’ı en

büyük ve birinci kaynak kabul etmiş olmalarının da ifadesi olmaktadır.

Kendilerini Hakk’a vardırmaya azmetmiş sûfîler, kendilerini bir yolcu, hayatlarını da

yoldan ibaret görmüş, bu yolun sonunda ise Hakk’ın bulunduğunu kabul etmişlerdir. ‚Seyr-i

sülûk‛ adını verdikleri bu yolculukta, karşılaştıkları farklı hal ve makamlara da birer isim vermiş ve

onları tanımlamaya çalışmışlardır. İşte bu kavramların peşisıra yer alan ikisi i’tisâm ve firârdır.

Yapışmak, tutunmak ve dört elle sarılmak manalarına gelen i’tisâm, kişinin kendisini Al-

lah’ın koruması ve kendisine hep güzellikle bakışı altında görmesi, O’nun beğendiklerini yapmaya

çalışıp sürekli taat üzere olması şeklinde özetlenebilir.

Kaçmak anlamına gelen firâr ise sûfînin mezmum ve kötü bir halden, övülen ve iyi bir

hale süratle intikal etmesi, Allah’a taatte bulunmaktan alıkoyan neler varsa hepsinden kaçması

olduğu söylenebilir.

Bu açıdan i’tisâm, doğrudan Allah’a kaçışı ifade eden firârın başlangıcı, firâr da i’tisâmın

bir neticesi gibidir.

İman edip Allah’ın dinine yapışan, Kur’an ve Sünnet’e sımsıkı sarılan kul, bu çizgisini

devam ettirdikçe, fenâdan bekâya doğru gitgide derinleşen bir kaçış gerçekleştirmektedir. Bu aynı

zamanda, yokluğa mahkum herşeyden, varlığı daimî ve bâkî olan Hakk’a firârdır.

Anahtar Kelimeler: İ’tisâm, Firâr, Sülûk, Hablullah, İlticâ

Abstract

In effecting their own world of feeling and thought, the Sufis gradually developed their

own nomenclature. Many of these concepts they incorporated into their lexicon benefiting from the

Qur'an itself. In a sense, these terms serve as demonstration of the Sufis' acknowledgement of the

Qur'an as their first and foremost source. Resolved to reach God, the Sufis have viewed themselves

as travellers and their lives as a journey, deeming Him to be at its end. Sufis refer to this spiritual

quest as sayr u suluk and have named and attempted to define each of the different states and sta-

tions they have encountered on this path. Two terms following directly on from these concepts are

firar and i'tisam. I'tisam denotes holding fast and clinging to wholeheartedly, and can be summated

as a person's viewing themselves as forever under God's protection and watch, striving to do what

Page 2: SÛFÎLERİN KUR’AN’DAN ALARAK OLUŞTURDUKLARI LİTERATÜRE …isamveri.org/pdfdrg/D03989/2016_45/2016_45_SEKERMY.pdf · 190 Mehmet Yavuz ŞEKER pleases Him, in perfect servitude

190

Mehmet Yavuz ŞEKER

pleases Him, in perfect servitude to Him. Literally meaning 'fleeing', firar is the Sufi's transition

from a blameworthy state to a laudable one, and can be said to refer to their flight from all that pre-

vents them from subservience to God. Thus, i'tisam constitutes the starting point of firar, which ex-

presses the flight to God, the latter being a result of the former. The servant who believes and holds

fast to the religion of God and adheres firmly to the Qur'an and the Sunna actualises an increasingly

deepening escape going from annihilation to subsistence as they advance upon this path. This is

thus an escape from everything that is doomed to nonexistence, to God Whose existence is perma-

nent and everlasting.

Keywords: I’tisâm, Firâr, Suluk, Habl Allah, Iltija'

Giriş

Sûfî anlayışta seyr-i sülûk, cehaletten

bilgiye, kötü ahlaktan güzel ahlaka ve kendi

vücûdundan Hakk’ın vücûduna doğru manevî

ve kalbî bir hareket olarak tanımlanmıştır.1

Allah’a seyr, (Seyr ilallah), Allah’ta seyr (Seyr

fillah) Allah’la seyr (Seyr ma’allah) ve Allah’tan

seyr (Seyr ‘anillah)2 gibi tasnifi yapılan bu

ruhânî yolculukta tabiatı gereği bir

kademeleşme, basittten mürekkebe, iyiden daha

iyiye doğru bir tekâmül söz konusudur. Sûfîler

bu yolculuktaki her bir kademe ve mertebeye bir

isim bulmuş ve onu durumuna göre ‚makam‛

veya ‚hal‛ olarak değerlendirmişlerdir.

‚İ’tisâm‛ ve ‚firâr‛ da sülûk mertebelerinde

kendilerine yer bulmuş iki terimdir. Sûfîler diğer

birçok kavram gibi bu iki kavramı da Kur’an

referanslı olarak kendi düşünce dünyalarına

dahil etmişlerdir.

Bu makalede bu iki kavramın beraberce

ele alınması, onların sülûk mertebelerinde

peşisıra yerlerini almaları ve ikisinin de ‚Allah’a

ilticâ‛ şeklinde ifade edilebilecek bir üst tanım

çerçevesine oturmalarından ötürüdür.

Makalede, bu iki kavram, seyr-i sülûk

derecelerindeki sıraya göre, Kur’an ayetleri

müvâcehesinden değerlendirilip tasavvuftaki

yerleri ifade edilecek, böylelikle, bir yönüyle

sûfîlerin Kur’an’dan nasıl istifade ettiklerine,

diğer yönüyle de sûfîlerin fikir ve düşünce

dünyalarındaki derinliğe dikkatler çekilecektir.

1. İ’tisâm

İ’tisâm, sözlük manası itibariyle ‚bir

şeye yapışmak, tutunmak‛3 ve ‚dört elle

1 Abdurrezzak Tek, Azîz Mahmud Hüdâyî’nin Seyru Sülûk

Anlayışı, Aziz Mahmud Hüdayi Uluslararası Sempozyum

Bildiriler, c. I, s. 179, Üsküdar Belediye Başkanlığı, İstanbul,

2005. 2 Muhammed Ali Tehânevî, Keşşâfu Istılâhâti’l-Fünûn ve’l-Ulûm,

thk. Ali Dehrûc, Mektebetü Lübnan, Beyrut, 1996, I/969, 970;

Uludağ, Süleyman, ‚Sülûk‛, DİA, İstanbul, 2000, cilt: XXXVIII,

sayı: 128; Özköse, Kadir, Tasavvuf El Kitabı, ed: Kadir Özköse,

Grafiker Yay., İstanbul, 2013, s. 233, 234. 3 Ragıb İsfehânî, Mu’cemü Müfredâtı Elfâzi’l-Kur’an, thk. Nedim

Mar'aşlı, Beyrut, Dârü'l-Fikr, tsz, a-s-m mad.

sarılmak‛4 manalarına gelmektedir. Bu

anlamlarından hareketle i’tisâmın, insanın

kendisini Allah’ın koruması ve kendisine hep

güzellikle bakışı altında görmesi,5 Allah’ın

beğendiklerini yapmaya çalışma arzu ve

iradesini (taat) devam ettirmesi, insanın,

korkutucu durumlardan Halleri Değiştiren

(Muhavvilü’l-Ahvâl) Allah’a güvenmesi

şeklinde yorumlarda bulunulmuştur.6

Sülûk mertebeleri içerisinde altıncı

derecede bulunan i’tisâm kavramı,7 Tasavvuf

terminolojisinde bir terim olarak yerini alırken,

Kur’an’da geçtiği yer ve bağlamına göre anlam

ve yorum zenginliği kazanmıştır. Kur’an,

i’tisâmı, bizzat Allah’a ve Allah’ın ipine

(hablullah) olmak üzere iki şekilde ifade

etmektedir:

a. İ’tisâmın direkt olarak Allah’a

nispet edilmesi

İ’tisâmın doğrudan Allah’a nispet

edildiği ayetlerde şunlardır:

‚Ancak tevbe edip hallerini düzeltenler,

Allah’a sımsıkı sarılanlar ve dinlerini (ibadetlerini)

yalnız onun için yapanlar başkadır.‛8 ‚Allah’a iman

edip O'na sımsıkı sarılanlara gelince, Allah onları

kendinden bir rahmet ve lütuf (deryası) içine

daldıracak ve onları kendine doğru (giden) bir yola

götürecektir.‛9 ‚Kim Allah’a sımsıkı sarılırsa

muhakkak ki o doğru yola konulmuştur.‛10 ‚Allah’a

sımsıkı sarılın. O sizin Mevlânızdır.‛11 Bu

ayetlerdeki ‚sımsıkı sarılma‛ ifadesi, itisam

4 Abdurrezzak Kâşânî, Letâifü’l-A’lâm fî İşârâti Ehli’l-İlhâm,

Dâru’l-Kütübi’l-Mısriyye, Kahire, 1996, I, 219; Abdurrezzak

Kâşânî, Tasavvuf Sözlüğü, çev. Ekrem Demirli, İz Yayıncılık,

İstanbul, 2004, s. 34. 5 Ebû Abdurrahman Sülemî, Tefsîru’s-Sülemî vehüve Hakâiku’t-

Tefsîr, thk. Seyyid Umran, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut,

2001, I, 114. 6 Refik Acem, Mevsûâtu Mustalahâti’t-Tasavvufi’l-İslamiyye,

Mektebetü Lübnan, Beyrut, 1999. ‚İ’tisâm‛ mad. 7 İsmail Rusûhî Ankaravî, Minhâcü’l-Fukarâ, haz. Dr. Safi

Arpaguş, Vefa Yay., İstanbul, 2008. s. 271. 8 Nisâ, 4/146. 9 Nisâ, 4/175. 10 Âl-i İmrân, 3/101. 11 Hacc, 22/78.

Page 3: SÛFÎLERİN KUR’AN’DAN ALARAK OLUŞTURDUKLARI LİTERATÜRE …isamveri.org/pdfdrg/D03989/2016_45/2016_45_SEKERMY.pdf · 190 Mehmet Yavuz ŞEKER pleases Him, in perfect servitude

Sûfîlerin Kur’an’dan Alarak Oluşturdukları Literatüre İki Örnek: İ’tisâm Ve Firâr 191

kelimesinin karşılığıdır.

Sûfîlerin bu ayetlerden hareketle

Allah’a i’tisâm hakkında değerlendirmelerde

bulunurlarken, tabiatıyla, kendi bilgi ufku ve

kalbî derinliklerine göre yaklaşımlar ortaya

koydukları görülmektedir; bazıları kulluğa

vurgu yaparlarken, bazıları da her an Allah ile

beraberliği işaretlemişlerdir. Buradan hareketle

i’tisâmın derecelerinin olduğu ve Allah’a iman

ile O’nun maiyyetini paylaşmak arasında geniş

bir yorum zenginliğine sahip bulunduğu

söylenebilir.

Bu bağlamda sûfîlerin konu hakkındaki

fikir ve yaklaşımlarından dikkat çeken bazılarını

şöyle sıralamak mümkündür:

Hakîm Tirmizî (320/932)’ye göre,

Allah’a sımsıkı bağlanma hususunda çabalayan,

Allah’ın fazlı ve rahmeti olmazsa onu elde

edemeyeceğini bilen birisi, kalbini Allah ile

beraber tutabilirse, kötülüklerden korunma

hususunda O’ndan başka hiç kimseye ilticâ

etmez. İşte bu durum, Allah’a i’tisâmda

bulunmaktır.12

Ebû Abdurrahman Sülemî (416/1021),

Allah’a i’tisâm hakkında değerlendirmelerde

bulunurken önce tasavvuf büyüklerinin

sözlerine yer vermiştir. Örneğin, Hz. Cafer

(48/765) ‚Kim Allah’a sımsıkı sarılırsa

muhakkak ki o doğru yola konulmuştur.‛13 ayeti

hakkında ‚Kim Allah hakkında irfanını artırıp

O’nu tanırsa bütün mâsivâdan istiğna eder‛

demiştir. Ebûbekir Vasitî (320/932) ‚Allah’a

i’tisâm, O’ndan O’na olur. Kim bir başkasından

Allah’a i’tisâmda bulunursa, o, Rubûbiyet

hakkında bir zayıflık içerisindedir‛ demiştir.

Ebûbekir Verrâk (280/893) i’tisâmın üç alameti

olduğunu söyleyip onları şöyle sıralamıştır:

‚kalbi, mahlûkatın yardımından koparmak, onu

bütünüyle Alemlerin Rabbine yöneltmek ve

yardım ve kurtuluşu sadece Allah’tan

beklemek.‛14

Ebû Hüseyn Nurî (295/908) de Allah’a

i’tisâmı şöyle tarif etmektedir: ‚İ’tisâm, kalbi ve

sırrı, O’ndan başkasıyla meşgul eden şeylerden

sıyırıp O’nunla halvetini sağlamak, kalbi O’na

ayırıp başka herşeyden boşaltmaktır. O’na

muvâfakatla iştigal etmek ve hep O’nu ikbal

12 Mahmud Abdurrâzık, el-Mu’cemu’s-Sûfî, Dâru Mâcid Asîrî,

Cidde, 2004, I, 436. 13 Âl-i İmrân, 3/101. 14 Sülemî, Tefsir, I, 114.

etmek, O’na dönük olmaktır. Cenab-ı Hakk

‚Allah’a sımsıkı sarılın. O sizin Mevlanızdır.‛

demektedir. Yani siz i’tisâm üzere bulunursanız

O sizi Kendisiyle zengin edecektir.‛ demiştir.15

‚Allah’a i’tisâm, Allah’ın lütfuyla

masiyetten kaçınmak‛,16 bütün vehim ve

tereddütlerden kurtulup terakki etmek,‛17

‚bütün işlerde Allah’a güvenmek, yardım ve

nusreti başkasından değil sadece O’ndan talep

etmek.‛18 olarak da tanımlanmıştır. Allah’a

i’tisâmın, aynı çizgide en başta O’na iman ve

O’nun dinine temessük olduğu ifade edilmiştir.

Bunlarla birlikte, onun, Allah’a güven, tevekkül

ve ilticâı da kapsadığı, bütün bunların

neticesinin ise necat ve zafer olacağına da

dikkatler çekilmiştir.19

İbn Atâullah İskenderânî (709/1309)’nin

i’tisâm hakkında söyledikleri, konu hakkındaki

bütün ayetlerin bir tefsiri olmanın yanında, Nuh

(as)’ın oğlunun başından geçenleri anlatan

ayetlerin de işârî bir tefsiri gibidir. O, Hz.

Nuh’un oğlunun helâkini anlatırken onun

kurtuluş adına gerekli tedbiri almada kendi

başına davrandığını, Allah’ın Nuh (as) için

seçtiği tedbirine razı olmadığını ifade eder.

Nuh’un oğlu, evvela kendi aklının dağına

sığınmış, sonra da kurtulacağını zannettiği dağa

sığınmıştır. Ama kurtulamamış, helâk olup

gitmiştir. Onun helâki zâhirde tufanla, bâtında

ise Allah’ın rahmetinden mahrumiyetle

(hırman) olmuştur.

İbn Atâullah sözlerine şöyle devam

etmektedir:

‚Ey kul! Eğer senin üzerine yıkıcı dalgalar

gelirse o denizde boğulmamak için aklının batıl

dağına rücu’ etme. Lakin Allah’a i’tisâm ve O’na

tevekkül gemisine rücu’ et. Kim Allah’a

i’tisâmda bulunursa o sırat-ı müstakime hidayet

olunur. Kim Allah’a tevekkül ederse Allah ona

yeter. Sen böyle yaparsan senin kurtuluş gemin,

Cûdî dağına emniyetle konar, oturur. Sen de

Allah’a yakınlığın (kurbet) selameti ve vuslatın

15 Sülemî, Tefsir, II, 29. 16 Seyyid Murtaza Zebidi, Tâcu’l-Arûs min Cevâhiri’l-Kamus,

Dâru’l-fikr, Beyrut, 1994, XVII, 483. 17 Hace Abdullah Herevî, Menâzilü’s-Sâirîn İle’l-Hakki’l-Mübîn,

Tasavvufta Yüz Basamak, çev. Abdurrezzak Tek, Emin Yay.,

Bursa, 2008, s. 81. 18 İsmail Hakkı Bursevî, Tefsiru Rûhı’l-Beyan, Mektebetü Eser,

İstanbul, 1389, VI, 64. 19 Şihâbuddin Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî,

Beyrut, 1985, IV, 19.

Page 4: SÛFÎLERİN KUR’AN’DAN ALARAK OLUŞTURDUKLARI LİTERATÜRE …isamveri.org/pdfdrg/D03989/2016_45/2016_45_SEKERMY.pdf · 190 Mehmet Yavuz ŞEKER pleases Him, in perfect servitude

192

Mehmet Yavuz ŞEKER

bereketiyle gemiden inersin.‛20

b. İ’tisâmın Allah’ın ipine nispet

edilmesi

İ’tisâmın Allah’ın ipine (hablullah) izafe

edildiği tek ayette ‚Hep birlikte Allah’ın ipine

sımsıkı yapışın.‛21 denilmektedir. Ebû Hüreyre

(r.a.)'ın rivayet ettiği hadiste Resûlüllah (sas) de

bazı hususlara değinirken hablullah kelimesini

zikretmiştir: ‚Hiç şüphe yok ki Allah, sizin için üç

şeye razı olur, üç şeyi de kerih görür: O’na ibadet

edip hiçbir şeyi O'na ortak koşmamanıza, hep birlikte

Allah'ın ipine sarılıp ayrılığa düşmemenize razı olur.

Dedikodu yapmayı, çok soru sormayı ve mal telef

etmeyi ise kerih görür.‛22

Ayette ve hadiste geçen ‚hablullah‛

kelimesi, genel anlamda, sembolik bir ifade

olarak anlaşılmıştır. Onu, Allah’a itaat edip,

emirlerini gözetlemek şeklinde özetlemek

mümkün olduğu gibi, Kitap ve Sünnete uygun

taatte bulunmak şeklinde tanımlamak da

mümkün gözükmektedir. Hakîm Tirmizî,

Kur’an’ın edebi ile edeplenen birisinin Allah’ın

ipine yapışacağını, o ipe yapışmak suretiyle

kendisini ifsat edebilecek şeylerden

korunacağını ifade etmektedir.23

Abdülkerim Kuşeyrî (465/1072) de bu

manaya yakın yaklaşımlarda bulunmuştur. Ona

göre i’tisâmın hakikati, Allah’a sığınmanın

doğruluğunda, O’na firârın sürekliliğinde ve

O’ndan yardım talep etmenin temâdisinde

kendisini gösterir. Allah’ın ipine yapışmak,

Kitap ve Sünnete yapışmaktır.24

Abdürrezzak Kâşânî (730/1329)

‚Allah’ın ipi olan necat sayesinde Allah’a ilticâ

ediniz ki Allah sizleri azabından korusun.

Allah’ın ipi Kur’an-ı Mecid’dir.‛25 diyerek bu

sımsıkı yapışmanın Kur’an ile Allah’a sığınıp

ilticâ etmek suretiyle olabileceğini ifade etmiştir.

İbn Kayyim Cevziyye (751/1350)

hablullah’ı, İbn Mesud (ra)’ın ‚cemaat‛,

Mücahid ve Atâ’nın ‚ahdullah‛, İbn Mesud,

Katade ve birçok müfessirin ‚Kur’an‛ olarak

anladıklarını aktarmıştır.26 İbn Kayyim Cevziyy

20 İbn Atâullah İskenderânî, et-Tenvîr fî İskâti’t-Tedbîr, thk. Halil

el-Mensûr, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1998, s. 30. 21 Âl-i İmrân, 3/103. 22 Müslim, Kitabu'l-Akdiye, 5; Ahmed ibn Hanbel, Müsned, el-

Mektebetü’l-İslamiyye, İstanbul, 1992, II, 327, 360, 367. 23 Abdurrâzık, Mu’cem, I, 436. 24 Abdurrâzık, Mu’cem, I, 437. 25 Kâşânî, Letâif, I, 219; Kâşânî, Tasavvuf Sözlüğü, s. 34. 26 İbn Kayyim Cevziyye, Medâricü’s-Sâlikîn, thk. Abdulğaniy

Muhammed ibn Ali el-Fâsî, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut,

2004, s. 287.

Allah’ın ipine i’tisâmın insanı dalaletten

kurtaracağını, Allah’ın ipine i’tisâmın hidayete

ve delile uymayı gerektirdiğine dikkatleri

çekmiştir.27

Nizamuddin Nîsâbûrî (850/1447),

hablullah’ın, İbn Mesud’dan rivayetle Kur’an

olduğunu aktardıktan sonra onun Allah’ın dini,

Allah’a itaat, cemaat, tevbe ve ihlas olarak da

anlaşıldığını ifade etmiştir.28

İsmail Rusûhî Ankaravî (1040/1630),

‚Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın.‛29

ayetini ‚Kur’an-ı Mübin’in ve hablullah-ı

metinin manasına istimsak eyleyiniz. Müctemi

olduğunuz halde ey müminler!‛ şeklinde

dillendirmiş ve Hakk yolcusunun ten

vartasından ve beden sevgisinden kurtulup

maneviyata yol bulabilmesi için Kur’an ipine

yapışıp onun buyurduğu yolda gitmesinin

gereğinden bahsetmiştir.30

İsmail Hakkı Bursevî (1137/1725) de

‚hablullah‛ın Allah’ın dini veya kitabı

olabileceğini, bunların ikisinin de insanın

necatına ve matlubuna ulaşmaya sebep

olduklarını ifade etmektedir. O, ayette geçen

‚ip‛ kelimesi hakkında şunları söylemektedir:

‚Zor bir yola koyulan kişi, o yolda ayaklarının

kaymasından korkarsa, iki ucu da bu yola bağlı

bir ipe tutunur ve o korkusundan emin olur.

Ebedî saadet ve Rabbin rızası yolu da aynıdır.

Bu yolunda kayma noktaları, dalalete düşme

yerleri bir hayli fazladır. Böyle bir durumda

Kur’an-ı Azîm’e, şer-i şerîfin kanunlarına ve

Rabb-i Kerim’in delillerine (beyyinât) yapışan

sırat-ı müstakime hidayet edilir, cehenneme

götürücü şeylerden de emin olur.

Bursevî, ‚Hep birlikte Allah’ın ipine

sımsıkı yapışın.‛ ayetini yorumlarken Allah’a

ulaştırıcı her sebebin Allah’ın ipine yapışma

olduğunu, bunun da iyi ameller ve kurbet

vasıtaları ile Allah’a yaklaşma olduğunu ifade

etmiştir. Ona göre i’tisâm varsa ayrılık sebepleri

yok demektir. Zira i’tisâmın yokluğu tefrika

sebebidir.31

Şihâbuddin Âlûsî (1246/1830), ‚Allah’ın

ipine sımsıkı yapışın.‛ ayetindeki hablullahın

Kur’an, Allah’a taat, cemaat, ihlas, İslam,

27 İbn Kayyim Cevziyye, aynı yer. 28 Nizamuddin Nîsâbûrî, Garâibu’l-Kur’an ve Rağâibu’l-Furkan,

thk. Şeyh Zekeriyya Umeyrat, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut,

1416, II, 225, 226. 29 Âl-i İmrân, 3/103. 30 Ankaravî, Minhâc, s. 272. 31 Bursevî, Rûhu’l-Beyan, II, 72.

Page 5: SÛFÎLERİN KUR’AN’DAN ALARAK OLUŞTURDUKLARI LİTERATÜRE …isamveri.org/pdfdrg/D03989/2016_45/2016_45_SEKERMY.pdf · 190 Mehmet Yavuz ŞEKER pleases Him, in perfect servitude

Sûfîlerin Kur’an’dan Alarak Oluşturdukları Literatüre İki Örnek: İ’tisâm Ve Firâr 193

ahdullah, emrullah gibi hususlar olabileceğini

bunların da birbirlerine yakın manalar içerdiğini

ifade etmiştir.32

Elmalılı Hamdi yazır (1349/1942)

hablullah’ın, Allah’a vuslat sebebi olan delil ve

vasıta olduğunu ifadeyle, Allah’ın ipine

i’tisâmın ‚hep birlikte‛ yapılmasının

istenmesinde, cemaat ve ictimaiyete bir emir

olduğunda şüphe olmadığını, söylemekte ve

‚burada cemaat, hablullah değil, ona i’tisâmın

hasılıdır.‛ demektedir.33

Görüldüğü üzere, gerek doğrudan

Allah’a ve gerekse Allah’ın ipine sımsıkı sarılma

şeklinde ifade edilen i’tisamın mana itibarıyla

aynı olduğunu söylenebilir. Burada Kur’an’a ait

bir üslup zenginliği göze çarpmakta olup

Allah’ın ipine sarılmanın, bizzat Allah’a sarılıp

yapışmak olduğu anlaşılmaktadır.

2. İ’tisâmın Çeşitleri

İ’tisâm hakkında yorumda bulunanlar,

i’tisâmı hem kendi içinde, hem de onu yapanlar

açısından sınıflandırmışlardır. Yukarıda ifade

edilen, i’tisâmın, direkt Allah’a ve Allah’ın ipine

olması gibi onun farklı alanlarda nefsin

arzularını hayra yönlendirmek ve şeytanın

tuzağına düşmemek için yapılan uğraşlar

şeklinde tasnifi de söz konusu edilmiştir. Buna

göre örneğin ‚muamelattta i’tisâm‛ Allah’ın

kuvveti ve kudreti ile dünyevi işleri O’nun

istekleri doğrultusunda yapmak, ‚ahlakta

i’tisâm‛ Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmak, O’nun

vahdaniyetinin lazımı olan muhabbetle

cezbolmak, ‚velilikte i’tisâm‛ Allah’ın esmâ

tecellilerinin nuruyla nurlanmak, ‚hakikatta

i’tisâm‛ Allah’ın zatî tecellisine mazhariyetten

ibarettir. Nihayette de, tam bir fenâ haline

ulaşmakla Allah’ın ulûhiyetine ait idrak edilen

bir i’tisâmdan daha bahsedilmiştir.34

İ’tisâmı yapanlar açısından ise o, şu

şekilde kategorize edilmiştir:

a. Avamın i’tisâmı

Toplumun bilgi yönünden en alt

kısmını teşkil eden avamın i’tisâmı, Allah’ın

dinine olup35 O’nun emirlerini gözeterek taat

üzere olmakla gerçekleşir. Bu tür i’tisâmda kul,

uhrevî bir hayrı umduğu veya bir şerden korkup

32 Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, IV, 18. 33 Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Eser

Neşriyat, İstanbul, tsz, II, 1154-1155. 34 Acem, Mevsûât, İ’tisâm mad. 35 Acem, Mevsûât, İ’tisâm mad.

çekindiği için değil, sırf Allah’ın emrine uyduğu

için taat üzere olmaktadır.36

Bir başka açıdan avamın i’tisâmı, zâhirî

haberleri tasdik etmek, Allah’ın mükafat ve ceza

adına yaptığı vaad ve tehditleri kabullenmek,

güç yettiğince emir ve yasaklara uyup Hakk’ın

mağfiretine yapışmaktan ibarettir.37

Avamın i’tisâmı, Allah’ın ipine yapılan

i’tisâm olarak da anlaşılmış ve hem Hakk ile ve

hem de halkla olan muamelelerin yakîn ve insaf

üzere tesisine dikkatler çekilmiştir.38

Avam, Kur’an ayetlerine yapışır, o

konuda herhangi bir tereddüt ve problem

yaşamaz. Allah ve insanlarla olan

münasebetlerini de buna göre düzenler.

Muamelelerin yakîne tesisinin manası budur.

Allah ile olan muamelelerin insaf üzere tesisi,

O’na kulluğun hakkını vermek, Allah’ın

uluhiyetine ait azamet, kibriya, ceberut gibi

sıfatları hususunda O’nunla münazaa

yaşamamak, O’na hamdedip, lütfettiği nimetlere

şükretmek suretiyle O’nu unutmamak,

isyanından vazgeçme adına O’ndan

başkasından yardım dilenmemek şeklinde

yorumlanmıştır. İnsanlarla olan

münasebetlerdeki insaf ise kişinin, başkalarına,

kendisine davranılmasını istediği şekilde

davranmasıdır.39

b. Hasların i’tisâmı:

Bu mertebedeki i’tisâm, Allah’ın ipine

yapılan40 bir i’tisâm olarak yorumlandığı gibi,

onun Kur’an’î bir deyim olan ‚urvetü’l-vüska‛41

36 Kâşânî, Letâif, I, 165. 37 Ankaravî, Minhâc, s. 271. İsmail Ankaravî konu hakkında

şunları söylemektedir: ‚Allah’ın ipine i’tisâm, avamın i’tisâmı

iken bizzat Allah’a i’tisâm havassın i’tisâmı olmaktadır. Zira

suretlere takılıp kalan avam, vasıtasız olarak Allah’a i’tisâmda

bulunmazlar. Onlara uygun hitap ‚Hep birlikte Allah’ın ipine

sımsıkı yapışın.‛dır. Vahdet koltuğunun ortasına kurulmuş

olan haslar ise sebep ve vasıtaları tamamen ortadan kaldırıp

sebeplerin Yaratıcısı’na yöneldikleri için onlara hitap da yine

vasıtasız olarak ‚Allah’a sımsıkı bağlanın.‛ şeklinde

yapılmıştır.‛ (Ankaravî, Minhâc, s. 272, 273) 38 Herevî, Menâzil, s. 81. 39 Cevziyye, Medâric, s. 289. İbn Kayyim el-Cevziyye, bu

yorumları yaptıktan sonra, ‚Allah’a yemin olsun ki Herevî’nin

zikrettiği bu avamın i’tisâmı, hakikatte, haslar üstü hasların

i’tisâmıdır. Fakat o, fenâ ilmi kendisine

lütfedilenlerden/yükseltilenlerden olduğu için konuyu üst

perdeden ifade etmiştir‛ demiştir. 40 Acem, Mevsûât, İ’tisâm mad. 41 Bahis konusu olan ayetler şunlardır: ‚Kim tâğutu (azgınlığı)

reddedip Allah'a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa

yapışmıştır. Allah işitir ve bilir.‛ (Bakara, 2/256) ‚İyi

davranışlar içinde kendini bütünüyle Allah'a veren kimse,

gerçekten en sağlam kulpa yapışmıştır. Zaten bütün işlerin

Page 6: SÛFÎLERİN KUR’AN’DAN ALARAK OLUŞTURDUKLARI LİTERATÜRE …isamveri.org/pdfdrg/D03989/2016_45/2016_45_SEKERMY.pdf · 190 Mehmet Yavuz ŞEKER pleases Him, in perfect servitude

194

Mehmet Yavuz ŞEKER

(kopmaz kulp) ya olduğu da ifade edilmiştir.42

Yalnız, urvetü’l-vüska’ya yapılan bu i’tisâmın

gerçekleşmesi de bazı şartlara bağlanmıştır:

Bunların ilki, kulun kendi iradesinden tecerrüd

ederek Allah’ın iradesine sığınması şeklinde

gerçekleşir. Böyle bir kulun artık kendine ait

iradesi kalmamıştır. Ebû Yezid Bistâmî (261/874)

‚İrade etmemeyi irade ediyorum.‛ diyerek bu

hususu dile getirmiştir.43 Şartların bir diğeri,

insanlara karşı olabildiğince güzel bir ahlakla

muamele etmektir. Bu, tasavvufun hakikatidir.

Ebûbekir Kettânî (322/933)’nin de dediği gibi

‚Tasavvuf ahlaktan ibarettir. Senin ahlakın ne

kadar yüksek olursa, tasavvufun da o ölçüde

yüksek ve ziyade olur.‛ Bu seviyedeki bir

i’tisâmı gerçekleştirebilmek için olması gereken

üçüncü şart ise kişinin zâhirî/bâtınî bütün

dünyevî bağlardan gönlünü kurtarmasıdır. Bu

husus şu şekilde de ifade edilebilir: mal mülk, ne

zaman insanın kalbinde değil de elinde olursa, o

çok bile olsa ona zarar vermez. Ne zaman ki mal

mülk insanın kalbinde olursa, elinde hiç bir şey

olmasa bile ona zarar verir.44

İ’tisâmda ayrıca, kulun kendisini

Allah’a varmaktan alıkoyan açık gizli bütün

engel ve manileri terkedip muhabbetullah ipine

yapışması da söz konusu edilmiştir.45

c. Haslar üstü hasların i’tisâmı:

Doğrudan Allah’a yapılan bu i’tisâmda

kulun, kendisine veya bir başkasına nispet ettiği

benlikten Hakk’ın hüviyetine, bizatihî O’na

ilticâı bahis mevzuudur.46 Böyle bir i’tisâmda

bulunma konumundaki kul Allah’tan başka

herşeyden uzaklaşıp Allah’a sımsıkı bağlanır.

Sırat-ı müstakime hidayet olunan bu kimse

Cenab-ı Hakk’ı artık vasıtasız müşâhede etme

konumunda olup Allah’a, mâsivâsız bir şekilde

temessük etmektedir.47

Genel olarak bu tür bir üçlü

kategorilendirme ile birlikte, en üst mertebe olan

haslar üstü hasların da üstündeki bir seviyenin

i’tisâmından söz edilmiştir. Bu, haslar üstü

hasların i’tisâmındaki durum olan kulun

kendisine veya bir başkasına nispet ettiği

benlikten Hakk’a ilticâsının da ötesinde, Allah’ın

sonu Allah'a varır.‛ (31. Lokman, 22) Bu ayetlerdeki mananın,

i’tisâmla hemen hemen aynı olduğunu söylemek mümkündür. 42 Herevî, Menâzil, s. 81. 43 Kâşânî, Letâif, I, 165. 44 Cevziyye, Medâric, s. 290. 45 Ankaravî, Minhâc, s. 271. 46 Kâşânî, Letâif, I, 165. 47 Ankaravî, Minhâc, s. 272.

rubûbiyetinin hukukunu zâyi, ubûdiyetin

gereklerini ihmal endişesinden kaynaklanan bir

Hakk te’dibi söz konusudur. Bu, bir önceki

i’tisâmla beraber gerçekleşen bir başka

i’tisâmdır.48 Bu i’tisâmda, Allah’a çok daha

derince bir yönelme ve sığınma olduğu

söylenebilir. Bu ifadeleri zikreden Kâşânî bir

de‚İ’tisâmın İttisali‛nden söz etmektedir ki ona

göre bu, Cenab-ı Hakk’a vuslata mazhar olmuş

hasların halidir. Bu seviyede kul, artık başka bir

hiç şeyi görmeyip sadece Cenab-ı Hakk’ı

müşâhede etmektedir.49

3. Firâr

‚Kaçma ve uzaklaşma‛50 manalarına

gelen firâr da i’tisâm gibi sûfî düşüncede

kendine yer bulmuş kavramlardandır. Sülûk

mertebelerinin yedincisini teşkil eden firâr51,

‚fânî olandan Ezelî olana kaçmaktır.‛52 Bu cümle

‚olmayandan, yok olmayana kaçış.‛ şeklinde de

ifade edilmiştir ki burada ‚Olmayan‛, bütün

varlık; ‚yok olmayan‛ da Allah’tır.‛53 Bunun

manası vücûdu kendinden olmayan, fenâya

mahkum olan şeyden, vücûdu daimî ve bâkî

olan Hakk’a firâr etmektir.54

Firâr, sûfînin mezmum ve kötü bir

halden, övülen ve iyi bir hale süratle intikal

etmesi, Allah’a taatte bulunmaktan alıkoyan ne

varsa hepsinden kaçmasıdır. Bu kaçış, hevânın

istilası, dünyaya meyil ve amelleri ifsat eden

nefsânî garazlar gibi masiyete sevkedici

herşeyden bir kaçış olduğu gibi seyr-i sülûkteki

azme fütûr verecek herşeyden de bir

uzaklaşmadır.55

Abdülkerim Kuşeyrî’nin şu sözleri

insanın psikolojik durumunu da göstermesi

bakımından dikkat çekicidir:

‚İnsan şu iki halden birisi üzeredir; o

ya bir şeye rağbet edip yönelme veya bir şeyden

çekinme, ya ümit veya korku, ya da bir faydayı

48 Kâşânî, Letâif, I, 220, 221; Abdurrâzık, Mu’cem, I, 439. 49 Kâşânî, Letâif, I, 165. 50 Ebu’l-Fazl Muhammed ibn Mükerrem İbn Manzûr, Lisânü’l-

Arab, Dâru Sâdır, Beyrut, 1994, f-r-r mad; Asım Efendi, Kamus

Tercemesi, Matbaatu’l- Osmaniye, İstanbul, 1304, II, 602. 51 Ankaravî, Minhâc, s. 271. 52 Herevî, Menâzil, s. 81. 53 Afifüddin Tılımsânî, Şerhu Menâzili’s-sâirîn ile’l-Hakkı’l-

mübin, Dâru’t-Türki li’n-neşr, Tunus, tsz. I, 101. 54 Ankaravî, Minhâc, s. 273. Ankaravî bu cümleyi yorumlarken

kulun safa-yı kalble Allah’a firâr edememesine rağmen,

Allah’ın onu kendine celbetmeyi murat etmesine de

değinmektedir. Bu durumda, insanların ona olumsuz

duygular beslemesi, bunun neticesinde o kulun da

insanlardan usanıp Hakk’a firâr etmesi söz konusudur. 55 Abdurrâzık, Mu’cem, II, 908.

Page 7: SÛFÎLERİN KUR’AN’DAN ALARAK OLUŞTURDUKLARI LİTERATÜRE …isamveri.org/pdfdrg/D03989/2016_45/2016_45_SEKERMY.pdf · 190 Mehmet Yavuz ŞEKER pleases Him, in perfect servitude

Sûfîlerin Kur’an’dan Alarak Oluşturdukları Literatüre İki Örnek: İ’tisâm Ve Firâr 195

celb veya bir zararı ortadan kaldırma halindedir.

Onun bu her iki halette de firârının Allah’a

olması gerekir. Zira faydayı veren de, zararı

gideren de O’dur. Kimin Allah’a firârı (firâr

ilallah) sağlam olursa, onun Allah ile olan firârı

(firâr maallah) da sağlam ve sıhhatli olur. Kula

düşen, onun cehaletten ilme, hevadan takvaya,

şekten yakîne ve şeytandan Allah’a firâr

etmesidir. Firâr kulun, başını ağrıtacak

fiillerinden Allah’ın razı olacağı fiillere, Allah’ın

gadabını celbedecek vasıflarından O’nun

merhametini celbe vesile olacak vasıflara ve

‚Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi

sakındırıyor.‛56 ile ifade ettiği kendi zatından

‚Allah’a firâr ediniz. Zira ben O’nun tarafından,

sizi uyarmak için gönderilen âşikâr bir elçiyim.57

şeklinde ifade buyurduğu zatına kaçmasıdır.‛58

4. Kur’an’da Firar Kavramı ve

Yorumları

Kur’an’da farklı versiyonlarıyla 9 yerde

geçen firâr kelimesi genel olarak sözlük

manasında kullanılmıştır. Bu 9 ayetin birisinde

firâr kelimesi ‚Allah’a kaçışı‛ anlatırken bir

diğerinde ise ‚imandan kaçışı‛ ifade etmektedir.

Söz konusu ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:

Allah’a firâr ediniz. Zira ben O’nun

tarafından, sizi uyarmak için gönderilen

âşikâr bir elçiyim.59

(Nuh) Rabbim! dedi, doğrusu ben kavmimi

gece gündüz (imana) davet ettim; Fakat

benim çağırmam onların firârından başka

bir şey artırmadı.60

Nuh sûresindeki ayette dinden

imandan bir kaçış/firâr anlatılıyor olsa da, Sûfî

düşünceye ilham kaynağı ‚Allah’a firâr ediniz‛

ayeti olmuştur. Böyle bir yaklaşımda, sûfîlerin

konuya pozitif yönden yaklaştıklarına dair bir

algının var olduğunu söylemek mümkün

gözükmektedir.

Allah’a firâr etme, rivayet tefsirinin

ilklerinden olan Ebû Cafer Muhammed ibn Cerîr

Taberî (310/923) tefsirinde, Allah’ın ikap ve

cezalandırmasından, iman, emrine itaat ve taat

üzere amel ile O’nun rahmetine kaçma olarak

56 Âli İmrân, 3/28. 57 Zâriyât, 51/ 50. 58 Kâşânî, Letâif, III, 469. 59 Zâriyât, 51/ 50. 60 Nuh, 71/5, 6.

yorumlanmıştır.61

Ebû Abdurrahman Sülemî (412/1023)

ise bazı sûfîlerin konu hakkındaki dediklerini

aktararak ayeti yorumlamıştır. Buna göre

örneğin Sehl ibn Abdullah Tüsterî (283/896)’ye

göre firâr, ‚Allah’tan başka herşeyden O’nun

gazabından rıdvanına, azabından rahmetine,

masiyetten Allah’a itaate ve cehaletten ilme

kaçmaktır.‛ Muhammed ibn Hamid’e62 göre

firârın hakikatı Hz. Peygamber (sas)’den rivayet

edilen ‚Sırtımı Sana dayadım.‛ (elce’tü zahrî

ileyke)63 ve Hz. Aişe’nin rivayet ettiği ‚Senden

Sana sığınırım.‛64 (eûzü bike minke) hadislerinde

anlatılan manadır. Sülemî ayrıca bazı alimlere

‚Seyahat edin, sıhhat bulun65‛ hadisinin manası

sorulunca onların, Allah’a yapılması gereken bir

yolculuğa vurgu yaptıklarını ve bu bağlamda

‚Bize seyahat edin, ilk adımda Bizi bulursunuz.‛

deyip ‚Allah’a firâr ediniz‛ ayetini okuduklarını

aktarmıştır. Yine bazılarıa göre firâr, insanın

kendi duygu ve davranışlarından sıyrılıp, kendi

kazanımlarını kendinden görmemesi,

bilmemesidir.66

Bu son yaklaşım diğerlerinden ayrı

gözükmektedir. İnsanın kendinde herhangi bir

meziyet, bir yetenek görmeyip, herşeyi Allah’tan

bilmesi ‚acz‛ ve ‚fakr‛ gibi terimlerle tasavvufî

anlayışta zaten kendine bir yer bulmakla

birlikte, burada firârın da bir yönden bu

hususları çağrıştırması dikkat çekicidir.

Cârullah Zemahşerî (538/1143) ‚Allah’a

isyandan ve O’nun ikabından O’na taate ve

O’nun sevabına kaçın. O’nu birleyin, şirke

düşmeyin.‛67 diyerek amelin yanına itikatı da

eklemiştir. Buna göre Allah’a firâr etmek, hem

amel ve hem de inanç yönüyle O’nun istediği

çizgiye gelmeye çalışmaktır.

Fahreddin Râzî (604/1209), firârı önce

‚helaktan kaçış‛ olarak yorumlamıştır. Ona göre

61 Ebû Cafer Muhammed ibn Cerir Taberî, Câmiu’l-beyân fî

tefsîri âyi’l-Kur’ân, thk. Abdullah ibn Abdulmuhsin Türkî,

Dâru’l-fikr, Beyrut, 2001, XXI, 549. 62 Muhammed ibn Hamid Tirmizî, Horasan’da yetişen

evliyanın meşhurlarından olup künyesi Ebûbekir’dir. Hicrî

üçüncü asırda Belh şehrinde yaşamış olup, doğum ve vefat

tarihleri bilinmemektedir. 63 Müslim, Salât, 222; Ebû Dâvûd, Salât, 148; Nesâî, Tatbîk, 71. 64 Müslim, Salât, 222; Ebû Dâvûd, Salât, 148; Nesâî, Tatbîk, 71. 65 Ahmed ibn Hanbel, Müsned, II, 380. 66 Sülemî, Tefsir, II, 276. 67 Cârullah Ebü’l-Kâsım Mahmûd ibn Ömer Zemahşerî, el-

Keşşâf ‘an hakâiki Gavâmidi’t-tenzîl ve ‘uyûni’l-ekâvîl fî vücûhi’t-

te’vîl, I-IV, Riyad: Mektebetü’l-Ubeykan, 1998, V, 619.

Page 8: SÛFÎLERİN KUR’AN’DAN ALARAK OLUŞTURDUKLARI LİTERATÜRE …isamveri.org/pdfdrg/D03989/2016_45/2016_45_SEKERMY.pdf · 190 Mehmet Yavuz ŞEKER pleases Him, in perfect servitude

196

Mehmet Yavuz ŞEKER

Allah’ın helaki çok hızlı bir şekilde cereyan

edeceği için O’na rücû edip yönelmede herhangi

bir gecikmeye meydan vermemek şarttır. Râzî

ayrıca ayetin ‚kime‛ firâr edileceğinden

bahsetmekle birlikte ‚kimden‛ firâr edileceğini

söylememesi üzerinde durmaktadır.

Kendisinden firâr edilecek şey, azabın dehşeti

olabileceği gibi şeytan olması da mümkündür.

Râzî’nin üzerinde durduğu bir başka yaklaşım

da, bu ayette Allah’ın kendisinden başka

herşeyden kaçılmasını istemesidir. Zira

Allah’tan başka herşey, insanın ana sermayesi

olan ömrünü yiyip bitirmekte, hayır ve hak olan

herşeyi yok etmektedir. İnsanı kemalata

ulaşmaktan alıkoyan herşey bir yönüyle onun

düşmanıdır. Buna karşılık insanın Allah’a firâr

edip kaçışı, ömrünü vermesine mukabil, onun

sonsuz bir hayata ulaşmana vesilelik

yapacaktır.68

Muhyiddin ibn Arabî (628/1230) firârı

bir hal olarak görmüş, Allah’a kaçanın isabet

ettiğini, O’ndan kaçanın ise hüsrana uğradığını

ifade etmiştir. Hz. Peygamber (sas)’e tâbî olan

herkesin Allah’a firâr etmesi gerektiğine

inanan69 İbn Arabî’ye göre Allah’a kullukta

bulunup, yaratılış gayesini gerçekleştirmeyi

başarabilmiş bir mümin şu iki halden birisi

üzere bulunur; o kul ya Hakk katında kendi

kıymetini müşâhede ediyordur ya da ibadette

bulunduğu Allah’a olan intisabıyla övünüp

iftihar ediyordur. Bu iki hal de takdir edilen

hallerdir, zira bu iki durumda da kul, yaratılış

gayesini gerçekleştirmiştir. ‚Allah’a firâr ediniz.‛

ayetinin bu iki hale de bakan yönü vardır.

Çünkü bazen kendisiyle izzet bulup şereflenmek

için Allah’a kaçılırken, bazen de başkasına değil,

sadece O’nun huzurunda acziyet, zillet ve

ihtiyaç arzı için O’na firâr edilmektedir.70

İbn Arabî, bir başka yerde Allah’a firârı

anlatırken, onu, bir sonraki ayetle irtibatlı olarak

ele almıştır. Bir sonraki ayette ‚Allah karşısında

başka ilahlar kabul etmeyin.‛ denilmektedir. Buna

göre mana, bilgisizlikten bilgiye kaçmak

olmaktadır. Gerçekte var olan tektir. İnsan, ilah

zannettiği şeye ilahlığı nispet etmesiyle ortaya

çıkan varlık, ilahlıktan uzaktır. Bu açıdan,

‚Allah’a firâr ediniz.‛ ayetindeki emir, herhangi

68 Ebû Abdullah Fahruddin Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb,: Dâru’l-Fikr,

Beyrut, 1981, XXVIII, 228. 69 Muhyiddin İbn Arabî, el-Fütühâtü’l-Mekkiyye, thk. Abdülaziz

Sultan el-Mensûb, Âsımetü’s-Sekâfeti’l-İslâmiyye, Yemen,

2010, XI, 129. 70 İbn Arabî, Fütühât, VIII, 78.

birşeye ilahlık nispetinden uzaklaşıp Allah’a

kaçmak olmaktadır.71

İsmail Hakkı Bursevî (1137/1725) ise

‚Kimin firârı sahih olursa, onun Allah’la

beraberliği adına kararı da sahih olur.‛ diyerek

İlâhî birlikteliğe vurgu yapmış, ‚Allah’a kaçın

taki O’nda fânî olunuz.‛ diyerek de fenâfillaha

işaret etmiştir. Bursevî bunların dışındaki bütün

aktardığı bilgileri Sülemî’nin tefsirinden

almıştır.72

5. Firârın Çeşitleri

Hemen her konuda olduğu gibi, firârın

da kendi arasındaki farklı tezahürlerinden

bahsedilmiştir. Bu farklılık firârı gerçekleştiren

kişi ile ilgili olduğu için i’tisâmda olduğu gibi

burada da avam, has ve hasların hası şeklinde

bir kategorize uygun gözükmektedir:

a. Avamın Firârı:

Avamın firârı inanç ve çabayla

cehaletten ilme, ciddiyet ve azimle tembellikten

çalışmaya, tevekkül ve ümitle darlıktan

genişliğe kaçmaktır.73 Bu seviyedeki firâr,

‚Allah’a hizmetin edeplerini bilmekten onlarla

amel etmeye yönelik bir kaçış.‛74 olarak da

tanımlanmıştır.

Faydalı olan birşeyi bilememek cehalet

olduğu gibi, bir salih ameli muktezasınca yerine

getirememek de cehalettir. Öyleyse buradaki

firâr, hem bilmemeden bilmeye doğru yönelmek

ve hem de bilinen ama amele dökülmeyen bir

güzel işi pratikte yapmaya başlamak

şeklindedir. Tevekkül ve azimle darlıktan

genişliğe kaçış, insanın gam, keder, hüzün gibi

gönlünü sıkıştırıp daraltan duygularından ve bu

tür duyguların meydana gelme sebeplerinden

uzaklaşıp firâr etmesidir. Bunlardan firâr

etmekten maksat, Allah’a tevekkülün hasıl ettiği

genişliğe ve O’na duyulan hüsnü zannın

güzelliğinedir. Zaten halkın dilindeki en güzel

sözlerden birisi ‚Allah var, gam yok.‛ sözüdür.

Allah, böyle bir firârı gerçekleştirebilmiş kuluna

kayıp yaşatmayacak, onu hüsranda

bırakmayacak, amellerini zayi etmeyecek, onu

hüsnü zannında yalancı çıkartmayacaktır.75

Avam halkın firârındaki ‚cehaletten

ilme kaçış‛, cahillerin yolunu terketmek, sağlam

akide sahibi alimlerin yolu üzere olmak, bu

71 İbn Arabî, Fütühât, VIII, 482, 483. 72 Bursevî, Rûhu’l-Beyan, IX, 173. 73 Herevî, Menâzil, s. 81. 74 Kâşânî, Letâif, II, 209. 75 Cevziyye, Medâric, s. 293.

Page 9: SÛFÎLERİN KUR’AN’DAN ALARAK OLUŞTURDUKLARI LİTERATÜRE …isamveri.org/pdfdrg/D03989/2016_45/2016_45_SEKERMY.pdf · 190 Mehmet Yavuz ŞEKER pleases Him, in perfect servitude

Sûfîlerin Kur’an’dan Alarak Oluşturdukları Literatüre İki Örnek: İ’tisâm Ve Firâr 197

yolda yürüme adına yüksek bir gayret ve

performans sergilemektir. ‚Tembellikten

çalışmaya kaçış‛ da aynı şekilde, gevşeklik ve

zâfiyet göstermeksizin kuvvetli bir azim ve

ciddiyetle yerine getirilmelidir. ‚Darlıktan

genişliğe kaçış‛ ise, aile fertlerinin geçim

sıkıntısı, mal mülk sahibi olamama ve fakirlik

korkusu gibi sebeplerden ötürü yaşanılan göğüs

darlığından, tevekkül ve rızkın Allah’ın teminatı

altında olduğu genişliğine kaçış olarak

yorumlanmıştır. Nitekim ‚Kim Allah’a karşı

gelmekten sakınırsa, Allah ona sıkıntıdan çıkış

kapıları açar.‛76 ayeti de bu hususu ifade

etmektedir. Bu derecenin sahibi olanların

kalblerini devamlı sûrette Allah ile beraber

tutmaları, sonra da O’na ünsiyeti hissettiren

münâcâtı eksik etmemeleri gereklidir. Allah’ı

Hayy ve Kayyûm isimleri ile zikretmek, O’nun

muhabbetiyle insan kalbini diriltmesi talep edilir

ki bu da zaten insanın derdinin dermanıdır.77

b. Hasların firârı:

Hasların firârı, kulun, ahiret sevabına

yönelik yapılan vaade ulaşma ümidi veya azaba

uğrama korkusu bulunmayan nefsanî hazlardan

kaçmasıdır.78

Bu mertebedeki firâr, ‚haberden

şuhûda, resim ve görüntüden asla ve hazlardan

tecride‛ yapılan bir kaçıştır.79 Bu tanımdaki

‚haberden şuhûda firâr‛, gaybden ve nakil olan

haberden, uyanık gözlere kendini gösteren

tecelliye kaçıştır. ‚Resim ve görüntüden asla

firâr‛, ilim ve amele ait hükümlerden, kalbdeki

Allah Bilgisi (marifetullah) vesilesiyle hasıl olan

haşyete kaçıştır. İlahî bilginin

ispatlamadığı/sabitlemediği amel, bu seviyedeki

müminlerden kabul olunmaz. Yani marifet ehli,

amellerinin hakikatını gönüllerinde duyup

zevkeder, öylece yerine getirirler. ‚Hazlardan

tecride firâr‛daki ‚hazlar‛ kelimesi, nefsanî

garazlar ve tevhidle alakalı şatahatlardır.

‚Tecrid‛ ise, bunları tamamen terketmek ve

bütünüyle onlardan kurtulmaktır.80

İbn Kayyim Cevziyye’nin yaptığı

kategoriye göre ise havas ehli, Allah’tan haber

verileni müşâhede etme makamına yükselinceye

kadar, imanlarının sadece mücerred haberden

76 Talâk, 65/2. 77 Tılımsânî, Şerhu Menâzil, I, 101. 78 Kâşânî, Letâif, II, 209. 79 Herevî, Menâzil, s. 82. 80 Tılımsânî, Şerhu Menâzil, I, 103.

ibaret kalmasına razı olmazlar. Hz. İbrahim’in

kalben mutmain olmayı istemesi gibi -ki o

malumu müşâhede etmek istemişti- onlar da

ilmen yakînden ayne’l-yakîne terakki etmek

isterler. ‚Resim ve görüntüden asla ve öze

firâr‛daki resim ve görüntü, ilim ve amelin

zâhirî, asıl ise iman hakikatları, ezvakı,

varidatları ve kalbin amelleridir. Bu makamın

insanı, ilim ve amelin zâhirî ahkamından sırrın

haşyet ve saygısına firâr eder. Çünkü azimet

sahipleri, Allah’a olan yolculuklarında amellerin

zâhirleriyle yetinmezler. Amellerin ruhunu ve

hakikatını elde etmedikçe onu kamil amel kabul

etmezler. Onları rahatlatan ve sakinleştiren, İlahî

biliştir. (et-taarrufu’l-ilahî)81

‚Hazlardan tecride firâr‛ ise bütün

mertebe ve anlayış farklılıkları mahfuz, nefsanî

arzu ve hazlardan uzak durmaktır.82 Nefsanî

hazlar kişiye göre değişir. Bazılarına göre

yüksek bir mertebe gibi gözüken bir husus, bir

başkası için kendisinden Allah’a sığınılacak bir

husus olabilir. Bu yüzden genel olarak ‚haz‛

deyince Allah’ın muradı dışında olan herşey

diye anlamak yerinde olabilir.

Genel olarak kendilerini Allah’tan

başka herşeyden sıyırıp uzaklaştırabilmiş olan

tecrid ehlinin özelliklerine gelince, onlar

Allah’tan başka hiçbir şeyin kendilerine

yetmediği, O’nun dışında hiçbir şeyle mutlu

olamayan insanlardır. Onlar Allah’tan başka bir

şeyi kaybettiklerinde üzülmez, ancak O’nunla

müstağni olurlar. Sadece O’na arzu ve ihtiyaç

içinde bulunurlar. O’nun rızasına muvafık

olmayan hiçbir işten hoşnut olmazlar. Sadece

Allah’ın gözünden düşmekten korkarlar.

Onların her işi Allah için, O’na yönelik ve

O’nunla beraberdir. Sürekli O’na yolculuk

halindedirler. Onlar Allah ile beraber iken

halktan mücerred, halk ile beraberken kendi

nefislerinden mücerred, bir iş üzerinde iken de

nefsanî hazlarından tecrid halindedirler.83

c. Haslar üstü hasların firârı:

Ehassü’l-havas denilen bu en yüksek

tabakanın firârı, Hakk’ın dışındaki herşeyden

Hakk’a firâr etmek, sonra bu firârı müşâhede

etmekten Hakk’a firâr etmek, sonra da bu

firârdan da Hakk’a firâr etmektir.84 Yani onlar,

81 Cevziyye, Medâric, s. 295. 82 Cevziyye, Medâric, s. 295. 83 Cevziyye, Medâric, s. 296. 84 Herevî, Menâzil, s. 82; Kâşânî, Letâif, II, 209, 210.

Page 10: SÛFÎLERİN KUR’AN’DAN ALARAK OLUŞTURDUKLARI LİTERATÜRE …isamveri.org/pdfdrg/D03989/2016_45/2016_45_SEKERMY.pdf · 190 Mehmet Yavuz ŞEKER pleases Him, in perfect servitude

198

Mehmet Yavuz ŞEKER

önce halktan Hakk’a kaçarlar. Fakat bu kaçışla,

onlarda, halktan firâr ettiklerine dair olan bir

mülahaza; yaptıkları bu firârlarını halka

hissettirmeye yönelik bir düşünce kalır. Hemen

sonrasında, halktan kaçışlarına yönelik

kendilerinde kalan o düşünceden de firâr

ederler. Bu ikinci firârlarıyla onlar, halk ile

kendileri arasındaki o düşünceden kurtulurlar.

Böylelikle kendilerinde, bu ikinci firârlarına ait

mülahaza dışında hiçbir şey kalmaz. Sonra,

bundan da Allah’a firâr ederler. Artık

kendilerinde, yapmış oldukları firârlara ait

hiçbir düşünce ve nispet kalmaz. Yaptığı

firârların hepsini unutur, terki de terkederler. Bu

hasların da haslarına ait firâr, kasdî ve iradî bir

biçimde elde edilemez. Bu makamda kesbin

herhangi bir müdahalesi yoktur. Zira enaniyet

bu zikredilen tavırlarda kaybolur gider.85

Cevziyye’ye göre de bu makamın

insanı evvela halktan Hakk’a kaçar. Bu, tam bir

firâr sayılmaz. Çünkü bu firârında o, yaptığı

firârı görür; mahlukatı terkettiğine dair

hislerinin varlığını müşâhede eder. Sonra

bundan da firâr eder. Bu firârında yaptığı firâr

dışında artık kendisiyle halk arasında hiçbir

nispeti görmez. En sonunda ise, bundan da firâr

eder; bütün bağlardan kurtulur, terki terkeder.

Cevziyye bundan sonra bir adım daha atarak bu

firârında üzerinde de bir firâr bulunduğunu

söylemektedir. Ona göre en seviyeli firâr,

kişinin, yaptığı firârın Allah ile Allah’tan ve

Allah’a firâr ettiğini görmesidir. O müşâhede

eder ki, Allah’a Allah’tan ve yine O’na firâr

etmiştir. Bu, kümmeline ait firâr olmaktadır.86

İbn Kayyim, bu son görüşüyle,

Herevî’ye katılmadığını net bir biçimde ifade

etmiş olmaktadır. Zira geldiği gelenek göz

önüne alındığında, İbn Kayyim’in, vahdet-i

vücûd fikrini çağrıştıran bir yorumu kabul

etmesi düşünülemez. Zaten o da kabul etmemiş,

en yüksek firâr olarak Allah ile varlığın arasını

ayıran bir yaklaşımı nazarlara sunmuştur.

6. Bir Farklı Açıdan Firârın Tasnifi

Kâşânî ayrıca ‚Elf Makam‛ adını

verdiği Farsça eserinde firârı on ayrı kategoride

değerlendirmiştir. Ona göre:

a. Bidâyette firâr, insanın kendisini

Hakk’a ibadetten alıkoyan ve onu günaha

sürükleyen şeylerden uzaklaşmasıdır.

b. Ebvâbda (Hakk’a yolculuğun ilk

85 Tılımsânî, Şerhu Menâzil, I, 103, 104. 86 Cevziyye, Medâric, s. 296.

kapılarında/mertebelerinde) firâr, insanın

kendine ait bir güç ve kuvvet iddiasından,

dünyaya olan heva ve meylin onu istila

etmesinden ve bayağı şeylere temayüllerinden

uzaklaşmasıdır.

c. Muâmelatta firâr, insanın dünyaya ve

ukbaya ait beklentilerinden ötürü amellerini

ifsat edecek maksatlardan ve bu hususlarla

alakalı durumlara riayet ve hürmet şartlarını

ihmal etmekten uzaklaşmasıdır.

d. Ahlakta firâr, insanın mürüvvetini ve

fütüvvetine zedeleyen şeylerden kaçınmasıdır.

e. Usûlde firâr, kişinin Hakk yolunda

azmini zayıflatan herşeyden uzaklaşmasıdır ki

bu husus ‚huzur ehlinin tarikat edebi‛ olarak

adlandırılmıştır.

f. Evdiyede (manevî hastalıkların

tedavisinde) firâr, kişinin, ilim ve hikmetle

meşgul olsa bile himmetinin yüceliğine aykırı

olan ve kalbini Hakk’a olan yönelişinden

alıkoyan herşeyden kaçmasıdır.

g. Ahvalde firâr, insanın kendi çaba ve

kazancını, amelini ve vuslata yapışmayı

görmekten, Mahbubunu unutmasına sebep olan

ve himmetini azaltan herşeyden sakınmasıdır.

h. Velayette firâr, asfiyadan olsa bile,

kişinin, önceden kalan herşeyden kaçmasıdır.

i. Hakâikte firâr, Hakk’ın esmasına ait

tecellilerin çokluğu sebebiyle meydana gelen

yoğunluğu yaşaması ve hâlâ benliğine ait

kalıntıları müşâhede etmesi nedeniyle

kendinden kaçmasıdır.

j. Nihayette firâr ise, insanın ikiliğin

hükümlerinden, bunlara itibar etmekten ve

Hakk’ta firâr ve etkilerini görmekten

kaçmasıdır.87

SONUÇ

Sûfîlerin Kur’an referanslı kullandıkları

iki terim olan i’tisâm ve firârın, titiz bir İslamî

anlayışla yaşamak isteyenler için bir hayat

standardı olduğu söylenebilir. İ’tisâm

kavramında sımsıkı sarılma, sıkıca tutunma ve

dört elle yapışma söz konusudur. Bu sarılma,

tutunma ve yapışma önce Allah’ın ipi olan

Kur’an ve Sünnet’e, sonrasında ise yine bunlarla

birlikte ve onların rehberliğinde doğrudan

Allah’adır. Allah’a iman ile başlayan, kulluğun

bütün şart ve sırlarına riayetle devam eden, en

üstü mertebesinde Allah’ı vasıtasız müşâhedeye,

kendi benliğinden tecerrüd ederek Allah’da fânî

87 Herevî, Menâzil, s. 252; Acem, Mevsûât, firâr mad.

Page 11: SÛFÎLERİN KUR’AN’DAN ALARAK OLUŞTURDUKLARI LİTERATÜRE …isamveri.org/pdfdrg/D03989/2016_45/2016_45_SEKERMY.pdf · 190 Mehmet Yavuz ŞEKER pleases Him, in perfect servitude

Sûfîlerin Kur’an’dan Alarak Oluşturdukları Literatüre İki Örnek: İ’tisâm Ve Firâr 199

olmaya kadar varan bir yöneliş, ilticâ ve sarılma

söz konusudur.

Firârın ise fânîden bâkîye bir kaçış

olduğu söylenebilir. Onda, Allah’tan başka

herşeyden uzaklaşırken, Allah’a yakınlaşma ve

sığınma bahis mevzuudur. Hakk’ın dışındaki

herşeyden Hakk’a kaçmak, sonrasında bu kaçışı

bile görmez hale gelmek, firârın en üst

mertebesini teşkil etmektedir.

Hakk’a iman etme, O’na layıkınca

kullukta bulunma, Kur’an’a ve Sünnete sımsıkı

sarılıp Allah’a sığınmanın ana çizgilerini teşkil

ettiği itisam ve firârın, hayatı, O’nun

istemediklerinden istediklerine, O’ndan başka

herşeyden O’na doğru yapılan bir yolculuktan

ibaret olduğunu söylemek mümkün

gözükmektedir.

Kemâlâta gidişin aşama aşama

oluşundan hareketle, bu iki hususta da üzerinde

duruldukça meydana gelen bir derinlik ve

gelişim söz konusudur. Allah’a ve Allah’ın ipine

yönelme ile başlayan süreç, önce i’tisâm denilen

kulvarda devam etmektedir. Burada, irade ve

sabırla doğru orantılı olarak, bir gelişmeye

mazhariyet bahis konusu olmaktadır.

Sonrasında bu kulvar farklı bir görünüm

kazanarak firâra dönüşmekte; Allah’a yapışıp

O’na sımsıkı sarılmanın ötesinde O’nda fenâya

ermeye kadar mevzuun zirveleşmesi mümkün

olabilmektedir. Yani i’tisâmla başlayan süreç,

firârla tamamlanıyor veya derinliğini artırarak

devam ediyor gibidir.

KAYNAKÇA

Abdürrâzık, M. (2004). el-Mu’cemu’s-Sûfî (3 cilt).

Cidde: Dâru Macid Asîrî.

Acem, R. (1999). Mevsûâtu Mustalahâti’t-

Tasavvufi’l-İslamiyye. Beyrut: Mektebetü

Lübnan.

Ahmed ibn Hanbel, Ebû Abdillah Ahmed ibn

Muhammed eş-Şeybânî (1992). el-

Müsned (6 cilt). İstanbul: el-

Mektebetü’l-İslamiyye.

Âlûsî, Ş. (1985). Rûhu’l-Meânî (30 cilt). Beyrut:

Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî.

Ankaravî, İsmail R. (2008). Minhâcü’l-Fukarâ,

haz.: Dr. Safi Arpaguş, İstanbul: Vefa

Yay.

Asım Efendi (1304). Kamus Tercemesi (4 cilt).

İstanbul: Matbaatu’l- Osmaniye.

Beydâvî, Abdullah ibn Ömer ibn Muhammed

(1988). Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl

(2 cilt). Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.

Bursevî, İsmail Hakkı (ts.). Rûhu’l-beyan (8 cilt).

İstanbul: Mektebetü’l-Mahmudiye.

Cerrahoğlu, İ. (1991). Tefsir Usûlü. Ankara:

Türkiye Diyanet Vakfı yay.

Cevziyye, İbn Kayyim, Medâricü’s-Salikin. thk.:

Abdulğaniy Muhammed ibn Ali el-Fâsî

(2004). Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.

Sicistânî, Ebû Dâvûd, Süleyman ibn Eş’as (tsz).

Sünenü Ebî Dâvûd (2 cilt). İstanbul: el-

Mektebetü’l-İslamiyye.

Herevî, Ebû Abdillah el-Ensârî (2008).

Menâzilü’s-sâirîn İle’l-Hakki’l-Mübîn,

(Tasavvufta Yüz Basamak) (Çev. A.

Tek). Bursa: Emin yay.

İbn Arabî, M. (1431/2010). el-Fütühâtü’l-Mekkiyye

(13 cilt). thk.: Abdülaziz Sultan el-

Mensûb, Yemen: Âsımetü’s-Sekâfeti’l-

İslâmiyye.

İbn Kesir, İsmail Ebu’l Fida (2000). Tefsiru İbn

Kesir (8 cilt). thk.: Mustafa es-Seyyid

Muhammed, Muhammed es-Seyyid

Raşed, Müessesetü Kurtuba.

İbn Manzûr, Ebu’l-Fazl Muhammed ibn

Mükerrem (1994). Lisânü’l-Arab (15 cilt).

Beyrut: Dâru Sâdır.

İskenderânî, İbn Ataullah (1998). et-Tenvîr fî

İskâti’t-Tedbîr, thk: Halil el-Mensur.

Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.

Kâşânî, A. (1995). Mu’cemü’l-Mustalahat ve’l-

İşaratü’s-Sûfîyye. thk. Said Abdülfettah,

Kahire: Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye.

Kâşânî, A. (1996). Letiâfü’lA’lâm fî İşârâti Ehli’l-

İlhâm (2 cilt). Kahire: Dâru’l-Kütübi’l-

Mısriyye.

------ (2004). Tasavvuf Sözlüğü. (Çev. E. Demirli).

İstanbul: İz Yayıncılık.

Kutub, S. (1988). Fî Zılâli-l-Kur’an (5 cilt). Beyrut:

Dâru’ş-Şurûk.

Müslim, Ebu’l-Hüseyin ibn Haccâc el-Kuşeyrî

(1413/1992). el-Câmi’u’s-sahîh (4 cilt).

İstanbul: el-Mektebetü’l-İslamiyye.

Nesâî, Abdurrahman ibn Şu’ayb (ts). Sünenü’n-

Nesâî (8 cilt). Beyrut: İhyâi’t-Türâsi’l-

Arabi.

Nevevî, Ebû Zekeriyya (1392). Şerhu’n-Nevevî (18

cilt). Beyrut: Dâru İhyai’t-Türasi’l-

Arabî.

Nîsâbûrî, Nizamuddin (1416). Garâibu’l-Kur’an

ve Rağâibu’l-Furkan (2 cilt). tahk.: Şeyh

Page 12: SÛFÎLERİN KUR’AN’DAN ALARAK OLUŞTURDUKLARI LİTERATÜRE …isamveri.org/pdfdrg/D03989/2016_45/2016_45_SEKERMY.pdf · 190 Mehmet Yavuz ŞEKER pleases Him, in perfect servitude

200

Mehmet Yavuz ŞEKER

Zekeriyya Umeyrat, Beyrut: Dâru’l-

Kütübi’l-İlmiyye.

İsfehânî, R. (ts). Mu’cemü Müfredâtı Elfâzi’l-

Kur’an, thk.: Nedim Mar'aşlı, Beyrut:

Dârü'l-Fikr.

Râzî, Ebû Abdullah Fahruddin (1981).

Mefâtîhu’l-Ğayb (30 cilt). Beyrut: Dâru’l-

fikr.

Taberî, Ebû Cafer Muhammet ibn Cerir (2001).

Camiu’l-beyan an te’vîl-i âyi’l-Kur’an (30

cilt). thk.: Abdullah ibn Abdülmuhsin

et-Türkî, Beyrut: Dâru’l-fikr.

Tehânevî, Muhammed Ali (1996). Keşşâfu

Istılâhâti’l-Fünûn ve’l-Ulûm (2 cilt).

Beyrut: Mektebetü Lübnan.

Tek, A. (1984). ‚Azîz Mahmud Hüdâyî’nin

Seyru Sülûk Anlayışı‛. Aziz Mahmud

Hüdayi Uluslararası Sempozyumu.

İstanbul: Üsküdar Belediye Başkanlığı.

Turgut, A. (1991). Tefsir Usûlü ve Kaynakları.

İstanbul: İlahiyat Fakültesi Vakfı yay.

Sülemî, Ebû Abdurrahman (2001). Tefsîru’s-

Sülemî vehüve Hakâiku’t-Tefsîr (2 cilt).

thk.: Seyyid Umran, Beyrut: Dâru’l-

Kütübi’l-İlmiyye.

Özköse Kadir ve diğerleri (2013). Tasavvuf El

Kitabı. İstanbul: Grafiker Yay.

Uludağ, S. (2009). Sülûk. Diyanet Vakfı İslam

Ansiklopedisi (s. 128). İstanbul: Türkiye

Diyanet Vakfı.

Yazır, Elmalılı M. H. (ts). Hak Dini Kur’an Dili

(10 cilt). İstanbul: Eser Neşriyat.

Zebidî, Seyyid Muhammed M. (1994). Tâcu’l-

Arûs min Cevâhiri’l-Kâmus (20 cilt).

Beyrut: Dâru’l-fikr.

Zemahşerî, Cârullah Ebü’l-Kâsım Mahmûd ibn

Ömer (1998). el-Keşşâf ‘an hakâiki

Gavâmidi’t-tenzîl ve ‘uyûni’l-ekâvîl fî

vücûhi’t-te’vîl (4 cilt). Riyad:

Mektebetü’l-Ubeykan.