The Journal of Academic Social Science Studies ... roğluMuhammetAli-731... · PDF file6...
Transcript of The Journal of Academic Social Science Studies ... roğluMuhammetAli-731... · PDF file6...
The Journal of Academic Social Science Studies
International Journal of Social Science
Doi number: http://dx.doi.org/10.9761/JASSS1848
Volume 6 Issue 7, p. 731-759, July 2013
ÇÜNGÜŞ’TE SOSYAL VE DİNİ HAYAT*
SOCIAL AND RELIGIOUS LIFE IN ÇÜNGÜŞ
Yrd. Doç. Dr. Muhammet Ali KÖROĞLU
Gümüşhane Üniversitesi Sağlık Yüksek Okulu Sosyal Hizmetler Bölümü
Abstract
This study is a field survey which was carried out on the province of
Diyarbakır, Çüngüş district center and 25 villages depending on the district in
order to determine the social and religious life of Sunni Zazas living here
between 2003-2004 years.Quantitative and qualitative methods were used
together in the research. Quantitatively, a relevant survey were applied to total
of 415 people as a sample determined by simple random sampling method.
Quantitatively, however, interviews and participant observation studies were
carried out in the region.
The study aims to identify and analyze social and religious life of Sunni
Zazas adopting the principle of the Hanafi school living in the town of Çüngüş
in Diyarbakır province.In this respect, Zaza groups connected to the other sects
and understandings in the region are excluded from the scope of evaluation.In
this context, the study is important for taking an ethnic group as a subject as
well as the research of this ethnic group’s social and religious life. At the same
time, the study is also included comparisions with similar studies which took
place in the era.
In addition to all these, this study reveals that the institution of religion is
one of the important tools of compliance of an ethnic, social group with social
* Bu makale Crosscheck sistemi tarafından taranmış ve bu sistem sonuçlarına göre orijinal bir makale olduğu
tespit edilmiştir.
732
Muhammet Ali KÖROĞLU
integration. Zaza groups which are different from the point of religious and
sectarian perspective in the region differentiate in terms of culture and identity,
these differences are minimal in this Zaza community. Despite the ethnicity, the
originality decreases and similarity points decrease. The institution of religion
constitutes the basis of this similarity with the general social integration. In this
respect, this study is an effort to describe about some dimensions of existing
social reality, aims to a little contribution for understanding our society.
Key Words: Ethnic Sociology, Religion Sociology, Religious Life, Social
change, Social integration.
Öz
Bu çalışma, Diyarbakır ili Çüngüş ilçe merkezi ve ilçeye bağlı olan 25
köyde yaşayan Sünni Zazaların sosyal ve dini hayatını tespit etmek üzere 2003-
2004 yılları arasında gerçekleştirilmiş olan bir alan araştırmasıdır. Araştırmada
nicel ve nitel yöntemler bir arada kullanılmıştır. Nicel olarak, basit tesadüfi
örnekleme yöntemiyle örneklem olarak belirlenen toplam 415 kişiye konuyla
ilgili anket çalışması uygulanmıştır. Nitel olarak ise, yörede mülakat ve
katılımlı gözlem çalışmaları gerçekleştirilmiştir.
Çalışma, Diyarbakır ili, Çüngüş ilçesinde yaşayan Sünni ekolün Hanefi
anlayışını benimseyen Zazaların sosyal ve dini hayatlarını tespit ve tahlil
etmeyi amaçlamaktadır. Bu açıdan yörede yer alan diğer mezhep ve anlayışlara
bağlı olan Zaza gruplar değerlendirme kapsamı dışında tutulmuştur. Bu
bağlamda çalışma hem bir etnik grubu konu olarak alması hem de bu etnik
grubun sosyal ve dini hayatını incelemesi açısından önem arz etmektedir. Aynı
zamanda çalışma, alanda gerçekleştirilmiş olan benzer çalışmalarla yapılan
karşılaştırmalara da yer vermektedir.
Bütün bunlara ek olarak, bu çalışma, din kurumunun, etnik bir sosyal
grubun, toplumsal bütünle uyumunun önemli araçlarından biri olduğunu
ortaya koymaktadır. Yörede dini ve mezhebi açıdan farklı olan Zaza gruplar,
kültür ve kimlik açısından farklılaşırken, söz konusu Zaza topluluğunda bu
farklılıklar asgari düzeydedir. Etnisiteye rağmen özgünlük azalmakta ve
benzeşim noktaları artmaktadır. Genel toplumsal bütünle var olan bu
benzeşimin zeminini, din kurumu oluşturmaktadır. Bu açıdan çalışma var olan
toplumsal gerçekliğin bazı boyutlarıyla ilgili bir betimleme çabası olup,
toplumumuzu anlama konusunda küçük bir katkı amacındadır.
Anahtar Kelimeler: Etnik Sosyoloji, Din Sosyolojisi, Dini Hayat,
Toplumsal Değişim, Toplumsal Bütünleşme
I.Giriş
Bu çalışma, Güneydoğu Anadolu Bölgesi için merkezi öneme sahip olan
Diyarbakır İline bağlı Çüngüş Belde’ sinde yaşayan Zazaların sosyal ve dini hayatını
ele almaktadır. Çalışma, etnik bir gurubun sosyal ve dini hayatının tahlilini konu
Çüngüş’te Sosyal ve Dini Hayat 733
alması açısından önem arz ermektedir. Nitekim ülkemizde etnik gruplar üzerinde
yapılan çalışmaların sosyolojik açıdan tümüyle yeterli olduğunu söylemek güçtür.1
Gerçekte etnikliğin gündeme gelişi, yapısal sorunlardan kaynaklanmakta ve bir kimlik
arayışı şeklinde olmaktadır. Etniklik gerçeğine dayalı kimlik arayışının gündeme gelişi,
konunun sağlıklı değerlendirilmesini engellemekte, çift kutuplu yaklaşımlara yol
açmaktadır. Böylece etnik farklılıklar ya yok sayılmakta ya da ayrımcılığın propaganda
aracı olarak kullanılmaktadır. Diğer önemli bir nokta da ‚etnik‛ kelimesi telaffuz
edildiğinde akla Güneydoğu’nun gelmesidir. Güneydoğu, 18.yüzyıldan bu tarafa
ülkemiz için hassasiyetini korumuştur. Cumhuriyetten önce ve Cumhuriyetin ilk
yıllarında yörede çeşitli isyanlar olmuştur. Yakın zamanlara kadar da yörede terör
dehşeti yaşanmış ve bu ortamda ‚etniklik‛, bilimsel olmayan amaçlar için gündeme
gelmiştir.2 Bu anlamda, tarihçilerin, sosyal bilimcilerin, lenguistikçilerin ve arşivcilerin
konuyu tarafsız bir bilim zihniyetiyle incelemeleri ülkemiz3 ve bilim için yapılabilecek
önemli bir katkı olarak değerlendirilebilir.
Bu açıdan bakıldığında etnik gruplar üzerinde yapılmış bilimsel araştırmaların
sınırlı sayıda olduğu tespit edilmektedir. Bu çalışmaların ise daha çok lenguistik
tahlillere ya da tarihi verilerin analiziyle, buradaki etnik grupların menşe’ini tespite
yönelik olduğu görülmektedir. Yine bu çalışmalarda sosyal hayatın incelenmesine yer
verilse de dini hayatın kapsamlı olarak incelenmesine yer verilmediği dikkati çeken
önemli bir husustur. Bununla birlikte, araştırmanın konusunu oluşturan,
Güneydoğu’da yaşayan Zazalar hakkında da çok az araştırma mevcuttur ve bu
çalışmalar da bahsedilen nitelikleri taşımaktadırlar. Oysa Zaza grupların hayatında
din, çok önemli bir yer tutmaktadır. Zazalar, mezhep açısından da homojen değildirler
ve bu durum ilişkilerini etkilemektedir. Bu anlamda Alevi Zazalarla ilgili çeşitli
araştırmalar yapılmışken Sünni Zazalarla ilgili, özellikle de dini hayatlarının kapsamlı
tahliline yönelik sosyolojik bir çalışma mevcut değildir.
Bu nedenle araştırmamız, Çüngüş’te yaşayan Sünni ekolün Hanefi anlayışını
benimseyen Zazaların sosyal ve dini hayatını konu edinmektedir. Araştırma, etnik bir
grubun dini hayatı üzerinde yoğunlaşması açısından önemlidir. Nitekim din, tüm
toplumlarda önemli bir toplumsal kurum olarak karşımıza çıkmakta ve toplumla
karşılıklı etki tepki ilişkisi içinde olduğu görülmektedir. Kültürün bütüncül yapısına
hakim olan din, aslında kültürün sosyo -psikolojik yönünü teşkil eden inanç ve
faaliyetlerin bütünüdür. 4
1 Orhan, Türkdoğan, Çağdaş Türk Sosyolojisi, Turan Yayınları, İstanbul, 1995, s., 317. 2 Orhan, Türkdoğan , Etnik Sosyolojisi, Timaş Yayınları, İstanbul, 1999, s. 99. 3 Mahmut Rişvanoğlu, , Saklanan Gerçek, Kırmançlar ve Zazaların Kimliği, Tanmak Yayınları, Ankara,
tarihsiz, s.197. 4 Türkdoğan, Etnik Sosyoloji, s., 41,490.
734
Muhammet Ali KÖROĞLU
Araştırma, yörenin sosyal ve dini hayat realitesini ortaya koyması, etnik bir
grup üzerinde gerçekleştirilmiş olması, alanda yapılan benzer çalışmalarla
karşılaştırmalara yer veriyor olması açısından Etnik Sosyoloji, Köy Sosyolojisi ve Din
Sosyolojisi bilim dallarına katkı sağlar niteliktedir.
II. Yöntem ve Sınırlılıklar
Bir araştırmanın yöntemi; araştırmacının amacını gerçekleştirebilmek için
kullandığı genel yaklaşımı ifade etmektedir.5 Araştırmada takip edilecek yöntemin
‚her şeyden önce, sorunların yanıtlarının az çok sürengin (durable) olmasını
güvenceye kavuşturacak nitelikte sorulmalarını ve yanıtlandırılmalarını sağlamaya‛6
imkan verecek şekilde olması gerekmektedir. Yöntem konusunda ‚çağdaş sosyal
bilimler, ‚bilginin örgütlenmesi ve sunulmasında tek, en doğru biçim yoktur.‛
Düşüncesinden yola çıkarak sosyal bilimlerin kendi doğasına özgü kavramlar ve
yöntemleri bulmaya çalışmaktadırlar. Gittikçe artan bir şekilde de nitel çalışmalara
yönelmekte ve bu süreçte nesnellikten çok, perspektifi ön plana çıkarmaktadırlar. Bu
alandaki araştırmalarda, çalışılan olay ve olgular, kendi ortamları içinde incelenmekte
ve araştırmacı bu olay ve olguları ayrıntılı biçimde derinlemesine açıklamaya ve
yorumlamaya çalışmaktadır.7 Sosyolojide, özellikle II. Dünya savaşından sonra nitel
yöntemler ağırlık kazanmakla birlikte, nicel yöntemler de sosyolojik bilginin
gelişmesinde hala önemli rol oynamaktadırlar.8 Sosyal olaylar olarak, din olaylarını
araştıran Din Sosyolojisinde de farklı metot ve tekniklerden bahsetmek uygun
düşmektedir.9 Bu açıdan, toplumdaki din olayının araştırılmasında nitel yöntemlerin
veri kaynakları kullanılabileceği gibi nicel yöntemin veri kaynaklarından da
yararlanılabilir. Ancak dikkat edilmesi gereken temel nokta, kullanılacak yöntemin
araştırmanın amaçları ve araştırılan grubun özellikleri doğrultusunda işlevsel
olmasıdır.
Bu çalışmada, hem nitel hem de nicel yöntemlerin bir arada kullanıldığını ifade
etmek mümkündür. Nitekim alan araştırması şeklinde gerçekleştirilen, bu çalışmada,
yörede yapılan katılımlı gözlem ve mülakatların yanı sıra sosyal ve dini hayatı çeşitli
yönleriyle ortaya koyabilmek için anket düzenlenmiştir. Anket sorularının
hazırlanmasında bu alanda yapılmış çeşitli araştırmalarda kullanılan sorulardan
yararlanılmıştır. Yörenin eğitim özellikleri dikkate alınarak, soruların sade bir dille
yazılmış, kapalı uçlu ve kesin yargıları içeren şıklardan oluşan sorular olmasına gayret
edilmiştir.
Hazırlanılan anket soruları, 2003-2004 yılları arasında ilçe merkezi ve 25 köyde
nüfusun binde 1’ini oluşturan toplam 415 kişiye uygulanmıştır. İlçe merkezinde
5 Türkdoğan, Etnik Sosyoloji, , 30. 6 C.W Mills, Toplumbilimsel Düşün, çev.: Ünsal Oskay, Der Yayınları, İstanbul, 2000, s. 199. 7 Ali Yıldırım, Hasan Şimşek, Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri, Seçkin Yayınları, Ankara, 2000,
s. 10. 8 Stephan Cole, Sosyolojik Düşünme Yöntemi, çev.:, Bekir Demirkol, Vadi Yayınları, Ankara, 1999, s. 112. 9Ünver Günay, Din Sosyolojisi, İnsan Yayınları., İstanbul ,2000, s., 61.
Çüngüş’te Sosyal ve Dini Hayat 735
yaşayan Türkmenler, ilçeye bağlı 6 Türkmen köyü ile nüfusu göç nedeniyle 20 kişiye
kadar düşen 6 Zaza köyü araştırma kapsamı dışında tutulmuştur. Ankete 15 yaş ve
üstü bireyler dahil edilmiştir.
Araştırmada, örneklem seçiminde, tesadüfi örneklem yöntemine
başvurulmuştur. Ancak uzun süre terör dehşetinin gölgesinde yaşamış ve olağanüstü
hal uygulamasının henüz bittiği bu coğrafyada yaşayan insanların ankete katılmaya
ikna edilmesi büyük bir problem teşkil etmiştir. Bir çok insanın, bu anket sonucunda
kendilerine bir zararın gelmeyeceği konusunda ikna edilmesi gerekmiştir. Soruların
çoğunun dini hayatla ilgili oluşu da yöre halkı tarafından kendi mahrem alanlarının
ihlali gibi algılanmıştır. Ancak bir yıldan fazla bir süredir burada yaşıyor olmamızdan
kaynaklanan yakın iletişimimiz sayesinde bu sorunlar aşılarak anket uygulaması
sonuçlandırılmıştır.
Özellikle köylerde eğitim seviyesinin düşük olması nedeniyle katılımcıların
soruların tamamını okuması ve cevaplaması çok zaman aldığından anket soruları
tarafımızdan teker teker okunmuştur. Soruların her katılımcı için ayrı ayrı okunması
ve anlaşılmayan soruların açıklanması yorucu olmasının yanı sıra çok fazla zaman
gerektirmiştir. Bu esnada, pek çok köyde katılımcıların çoğunun sorularla ilgili geniş
açıklamalarda bulunmaları verilen cevapların güvenilirliğini artırmıştır. Toplam 500
adet dağıtılan anket formlarının 440 tanesinin geri dönüşü sağlanmıştır. Yanlış ve eksik
doldurulan formlar değerlendirilmeye alınmamıştır. Değerlendirmeye alınan toplam
form sayısı ise 415’tir.
Gerçekleştirilen anket çalışmasının yanı sıra 1 yılı aşkın bir süre boyunca
yörede kalmamız nedeniyle gerçekleştirdiğimiz katılımcı gözlemler ve yaptığımız
mülakatlar anket çalışmasını destekleyici nitelikte olmuştur. Ancak araştırma sırasında
zaman zaman sorunlar da yaşanmıştır. Bunlardan birisi, dil problemidir. Özellikle
köylerde Türkçeyi hiç bilmeyen ya da bilse bile kendini ifade edebilecek ölçüde iyi
kullanamayan bir çok katılımcı ile görüşülmüştür. Bu durumlarda iletişim tüm köylere
gidişlerde ilçeden götürülen bir tercüman ve yine köylerde her iki dili iyi bilen insanlar
tarafından sağlanmıştır.
III.Varsayımlar
Dinle ilgili tartışmaların yaşanan dini hayatla ilgili yapılan araştırmaların
verileriyle değil spekülasyonlar şeklinde olduğu ülkemizde toplumsal ve dini hayatla
ilgili varsayımlar geliştirmek oldukça zordur. Çalışmamızda olduğu gibi etnik bir
grubun sosyal ve dini hayatı araştırma konusu edildiğinde ise durum daha da
zorlaşmaktadır. Çünkü bu konuda, araştırmacıya yalnızca genel gözlemler ve önceki
araştırmaların verileri yardımcı olabilir. Bu güçlüklere rağmen, araştırmanın
başlangıcında oluşturulan şu temel varsayımlar(ön kabuller) bulunmaktadır:
736
Muhammet Ali KÖROĞLU
- Ülkemiz hızlı bir değişim süreci yaşamaktadır. Bu değişim sürecinde Batı ve
Orta Anadolu’ya göre Doğu ve Güneydoğu bölgelerimiz değişime daha fazla
direnmekte ve geleneksel yapısını korumaya çalışmaktadır.
-Dinler , her ne kadar insanlığa indikleri ilk dönemlerde sosyal, siyasal ve
düşünce düzenini yıksalar da toplumsal düzlemde yaşanabilmek için
gelenekselleşmek zorundadırlar. Dinlerin geleneksellik dönemi, rutinlerin arttığı,
yaratıcılıkların zayıfladığı bir dönemdir. Yöre, dini düşünce ve yaşam açısından
değişime daha çok kapalı ve bu gelenekselliğin en yoğun olarak yaşandığı bir toplum
yapısına sahiptir.
- Yöre, her ne kadar geleneksel toplum yapısı ve geleneksel din anlayışına sahip
olsa da bu durum, değişimden hiç etkilenmeyen izole bir toplum olması anlamına
gelmemektedir. Son yıllarda gerek aşiret sisteminde, gerekse toplumsal ve dini itibarın
gözde kategorileri olan, ağalık, şeyhlik gibi yapılarda hızlı çözülmeler yaşanmaktadır.
Bu çözülme, din algısı, benlik algısı ve sosyal ilişkilere de yansımaktadır.
- Güneydoğu Anadolu Bölgesi, dil, din, mezhep ve ırka dayalı etnisitelerin
hâkim olduğu bir bölgedir. Bu zenginlik, incelenen yöre için dini açıdan, pluralist bir
anlayışı gerektirmektedir.
- Yörede İslam’ın Hanefi mezhebi tarafından sunulan bir yorum
benimsenmektedir. Hanefi mezhebi kalıplarıyla alınan bu din anlayışı, etnik, coğrafi ve
toplumsal yapı farklılıklarına rağmen, dindarlığın inanç, ibadet ve diğer boyutlarında
bir benzerlik yaratmaktadır.
IV. Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve Çüngüş
Araştırma evreni olarak belirlenen, Diyarbakır İli Çüngüş İlçesi
değerlendirilirken, öncelikle bölgesel şartlar bağlamında ele alınmalı ve
konumlandırılmalıdır. Çünkü bölgesel şartlara göre düşünüldüğünde ilçe; nüfus,
nüfus hareketleri, ekonomik, etnik, kültürel özellikleri yanında, dini algılayış ve
yaşayış tarzı olarak bazen Güneydoğu Anadolu Bölgesi ile uyumluyken bazen de
keskin farklılıklar göstermektedir. Yüz yüze kalınan göç gerçeği, ekonomik anlamda
sınırlı imkanlar ve etnik, dini çoğulculuk bölgenin ortak gerçeğidir. Bununla birlikte
Çüngüş, kültürel ve dini açıdan Güneydoğudan ziyade Orta Anadolu’ya
benzemektedir. Bölgede Şafiilik yaygın olmasına rağmen, Çüngüş Hanefi’dir. Ayrıca
toprak ağalığı, çok eşlilik gibi bölgede görülebilecek uygulamalar hiç olmamıştır. Bu
açıdan bazen bölge genelinden farklılıklar göstermektedir.
Tarihsel süreç içerisinde değerlendirildiğinde Güneydoğu Anadolu Bölgesi,
savaşlar, azınlık çatışmaları ve bunların yol açtığı nüfus ve ekonomik istikrarsızlıklar
ile gündeme gelmiştir. Bu nedenle bölgenin sosyal ve dini hayatı da, aynı şekilde,
güçlü aşiret sistemi, toprak dağılımındaki dengesizlikler, güvensizlik, azınlıklarla olan
problemli ilişkiler ve azınlıklar sonrası durum ile etnik farklılıklar dikkate alınarak
değerlendirilmelidir.
Çüngüş’te Sosyal ve Dini Hayat 737
Coğrafi koşullar çerçevesinde bakıldığında ise Çüngüş ilçesi, ‚Diyarbakır’ın
kuzeybatısında, Güney-Doğu Toros Dağlarının güney eteğinde, Fırat nehrine karışan
Hendek vadisinde kurulmuştur.‛10 Doğusunda Ergani ve Çermik ilçeleri, batısında
Malatya ili, kuzeyinde Elazığ, güneyinde, Adıyaman ile çevrilidir.‛11 ‚İlçenin merkeze
uzaklığı 117 km dir. Camii Suk , Camii Kebir ve Karşıyaka mahallelerinden oluşan
merkeze 30 köy ve 32 mezra bağlıdır.‛12 ‚1990 nüfus sayımı sonuçlarına göre ilçenin
nüfusu 17067, son nüfus sayımı sonuçlarına göre ise merkez 4700 köyler 10650 olmak
üzere toplam 15500 dür.‛13 Ancak bu rakamlar ihtiyatla değerlendirilmesi gereken
rakamlardır. Çünkü ilçe, hem çok fazla göç vermekte hem de sayım esnasında göçle
gidenlerin bir kısmının dönmesiyle nüfus artmaktadır. Gerçekte ilçede yaşayan
nüfusun bu rakamların altında olması muhtemeldir. İlçe, idari olarak 1880 tarihinde
Elazığ ilinin Siverek Sancağına bağlı bir bucak iken, sonraları Ergani Maden Sancağına
bağlı Çermik ilçesinin bir bucağı haline gelmiştir. Balkan ve dünya savaşları sırasında
nüfusu oldukça azalmış ve adeta bir köy durumuna düşmüşken, 1953 yılında ilçe
haline getirilmiştir.14
a. Etnik Yapı
Ülkemizde etnik sosyoloji, bilimsel bir disiplin olarak henüz sistematik bir
tarzda ortaya konulmuş değildir. Bu anlamda ‚etniklik‛ ve ‚azınlık‛ kavramları
üzerinde de bir ittifak söz konusu değildir. Bu nedenle, etniklik ve azınlık olguları son
yıllarda tüm toplumları saran kimlik arama süreciyle bağlantılı olarak yeni yönelimler
kazanmaktadır.15 Batı Sosyoloji literatüründe ise etniklik olgusunun, sınıf ve statü
ilişkileri bağlamında bir çatışma unsuru olarak ele alındığı söylenebilir. ‚Batı
Sosyolojisinden farklı olarak Türk toplumunda etniklik kavramı ‚ümmetleşme‛
örtüsünün altında uzun süre saklı kalması nedeniyle bir dinamiklik kazanamamıştır.‛16
İmparatorluktan ulus devlete geçişle birlikte etniklik kavramı, ‚ulusal bütünlük‛
kavramı dolayımında ele alınmış ve farklı etnik grupları tanımlama ya da bu grupların
kendilerini ifade etme çabaları, ulusal bütünlüğün bozulması kaygısına takılmıştır.
Esasen bugün ülkemizde hangi sosyal grubun hangi kriterlere göre etnik sayılacağı
Batı Sosyoloji literatüründen daha belirsizdir.
Genel bir temayül olarak toplumsal yapının bir parçası olan etnik grubun
tanımlanmasında ise iki yaklaşım vardır: Emik yaklaşım ve etik yaklaşım. Emik
yaklaşım, bir grubun kendini ifade ve tanımlama biçimidir. Bu yaklaşımda etnikliği,
10 Beldeler dergisi, Çüngüş Belediyesi Yayınları, 2003. 11 Rifat Gökçen, Diyarbakır ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri, Özyürek Yayınları., İstanbul, 2000, s. 80, 81 12 http:// www.diyarbekir.com Erişim Tarihi:18.01.2003. 13 Çüngüş Kaymakamlığı Nüfus Müdürlüğü Kayıtları, 2003. 14 Beldeler Dergisi, Çüngüş Belediyesi Yayınları, 2003. 15 Türkdoğan, Etnik Sosyoloji, s. 93. 16 Türkdoğan, Etnik Sosyoloji, , s. 94.
738
Muhammet Ali KÖROĞLU
grubun tamamen kendi kabul ve tanımı biçimlendirir. Elbette ki grubun kendi
kimliğini, kendi sorununu başkalarına göre daha iyi bilmesi açısından etnik
belirlemede esas alınması gereken boyuttur. Etik yaklaşım ise bir ülkedeki etniklik
olgusunun dışarıdan değerlendirilmesi ve tanımlanmasıdır. Örneğin Türkiye’ye
dışarıdan bakanların tüm Karadenizlileri Laz ve tüm Doğuluları Kürt olarak
tanımlaması etik bir yaklaşım ürünüdür; ki böyle bir genelleme, özel alanı ayırt
etmediği için emik yaklaşımın güvenirliğine ulaşamamaktadır.17
Araştırma sahası ve bu sahanın içinde yer aldığı bölgenin etnik yapısını ortaya
koymadan önce, etnik sosyolojinin alan ve sınırları ile ilgili bir fikir olması açısından
‚azınlık, etniklik, etnik yapı‛ gibi kavramların üzerinde durulması yerinde olacaktır.
Bu çerçevede azınlık kavramı; ‚toplumun büyük bir kısmından fiziksel, sosyal ve
kültürel olarak ayrılan grupları‛18 ifade etmek için kullanılmaktadır. Buna göre
sosyolojide bir azınlık grubunun üyeleri, nüfusun çoğunluğuna göre dezavantajlıdır,
ve bir grup dayanışmasına, birbirlerine ait olma duygusuna sahiptir. Azınlık grupların
üyeleri, kendilerini sık sık çoğunluktan ayrı olarak görürler ve fiziksel ve toplumsal
olarak da toplumun genelinden yalıtılmışlardır. Belirli semtlerde, belirli kentlerde ya
da köylerde yoğunlaşma eğilimi gösterirler. Çoğunluğa dahil olanlarla, azınlık
grubunun üyeleri ya da değişik azınlık grupları arasında evlilikler azdır.19
Literatürdeki diğer bir kavram olan etnik yapı ise ‚toplumsal yapının etnik
kültürlerden oluşan yapısını ifade etmektedir. Bu durumu iyi anlayabilmek için yapı
ve kültür arasındaki ilişkiyi iyi bilmek gerekir. Nitekim kültür, anlamlar, semboller,
değerler ve fikirlerle sınırlandırılmıştır. Din ve ideoloji gibi olgularla kuşatılmıştır.
Buna göre kültür, içeriktir; yapı ise bu içeriğin nitelik ve biçimidir‛.20 Etniklik kavramı
konusundaki tanımlamalarda ise bir çeşitlilik mevcuttur. Üzerinde en çok tartışılan
nokta, etniklik için neyin kriter olarak kabul edileceğidir. ‚Amerikan sosyolojisinde
etniklik, ırka (soya) dayalı bir ayrımcılık olarak ele alınmaktadır.‛21 Ancak ‚ırk, zeka,
beceri ya da yeteneğe göre insanlar arasındaki farklılığın açıklanmasına uygun
değildir. Ancak sosyoloji için toplumsal gruplar arasındaki ırksal ya da fenotipik
farklılıklar önemlidir çünkü bunlar, bireyin haklarının tayininde önemli bir rol
oynarlar.‛22 Bu anlamda Talcott Parsons’a göre etnik grup, ‚ortaklaşa bir soydan veya
gruptan geldiklerini kabul eden akrabalık gruplarının bir araya toplanması, Sorokin’e
göre ise aynı dile ve ayrı kültür değerlerine ortak olan gruplar, milliyet ve etnik grubu
oluşturmaktadır.‛23
17 İsmail Doğan, Sosyoloji Kavramları ve Sorunlar, Sistem Yayınları, İstanbul, 2000, s. 263. 18 Doğan, Sosyoloji Kavramları ve Sorunlar, s. 262. 19Anthony Giddens, Sosyoloji, Ayraç Yayınları, Ankara, 2000, s. 225, 226. 20 Doğan,Sosyoloji Kavramları ve Sorunlar, s. 262. 21 Türkdoğan, Etnik Sosyoloji, s. 12 22 S., Rex, Race and Ethnicity, Milton Keynes, Open University Press aktaran Turner, Bryan S., Statü, çev.
Kemal İnal, Doruk Yayınları, Ankara, 2000, s. 73. 23 Türkdoğan, Etnik Sosyoloji,s. 95.
Çüngüş’te Sosyal ve Dini Hayat 739
Ülkemiz için etniklik olgusu ele alınırken ise, bir çatışma ya da statü aracı veya
hakların tayininde önemli bir unsur olarak değil; kültür ya da kültüre ait unsurlarla
ilgili farklılıkları esas alan yaklaşımlar daha uygun görünmektedir. Buna göre etniklik
kavramını, ‚bir toplumdaki insanları diğerlerinden ayıran kültürel uygulamalar‛24
olarak değerlendirmek mümkündür. Bu açıdan, etnik grubun üyeleri, kendilerini farklı
görürler; başkaları da onları farklı görür. Farklılığın en belirgin boyutları dil, din, tarih
ayrılığı; giyim, süslenme, beslenme alışkanlıkları ve tarzlarıdır. Dil ve dini inanç ise ,
etnikliğin en belirleyici özellikleridir. Bu anlamda her iki unsur, birlikte işlevsel
olabileceği gibi birinin ayırıcı ve belirleyici olması halinde diğeri ikincil duruma
düşebilmektedir.‛25
Etnik Sosyolojinin bazı kavram ve yaklaşımlarını bu şekilde inceledikten sonra
Güneydoğu Anadolu Bölgesine baktığımızda etniklik ile ilgili hangi kıstas kabul
edilirse edilsin etnik bir çeşitlilikten bahsedilmesi zorunlu görünmektedir. Nitekim
bölgede dil, din, soy ve kültürel etnikliklere rastlanmaktadır. Dil etnikliği, bir kültür
sahası olarak, Kürtçe, Zazaca, Arapça ,Türkçe, Süryanice vb. dil gruplarını
kapsamaktayken din ise İslamiyet, Hristiyanlık, Nasranilik vb. tarzlarda belirmektedir.
Soy ve kültürel etniklik olarak da; Türk, Arap, Kürt, Zaza, Süryani, Yezidi (Asuri) vb.
unsurlar dikkati çekmektedir.
Araştırma sahası olan Çüngüş’te ise Zazalar ve Türkmenler en büyük etnik
gruplar olarak bir arada yaşamaktadır. Kürtler ise bu iki gruba göre yok denecek kadar
azdır. Türkmen ya da Zaza ayrımı burada yaşayan grupların kendilerini ifade etme
şeklidir. Emik yaklaşımın bir gereği olarak Çüngüş Zazaları etnik bir grup olarak
değerlendirilmek zorundadır. Kendilerini Türkmen olarak ifade eden gruplar daha
çok, şehir merkezi ve yakın köylerde oturmakta ve hiç Zaza’ca bilmemekteyken
Zazalar genellikle köylerde oturmakta ve kendi aralarında Zaza’ca konuşmaktadırlar.
Bu anlamda, beldeye bağlı toplam 37 köyden 31 tanesi Zaza köyüdür. Bu gruplar,
kendilerini diğerlerinden farklı görmekte ve diğerleri tarafından farklı
görülmektedirler. Din, diğerleriyle paylaşılan ortak değerdir. Farklılık, daha çok dile
dayalı olup, bir çatışma unsuru değildir. Ancak bölgede yaşayan diğer bir etnik grup
olan Kürtlere karşı Zazaların yaklaşımı çatışmayı içermese bile antipatik olarak ifade
edilebilir. Bunların yanı sıra Zazaların kimlikleri ve tarihleriyle ilgili farklı yaklaşımlar
da vardır. Yine mezhepsel olarak bir Zaza bütünlüğünden bahsedilemediği gibi
mekânsal olarak da bir bütünlükten bahsedilmesi söz konusu değildir.
Nüfus yoğunluğu olarak değerlendirildiğinde ise, ‚bazı Zazacı genç aydınlara
göre bugün ülkemizde 2.5 milyon civarında Zaza olduğu iddia edilmektedir.
Zazaların bir sosyal olgu olarak Türkiye Cumhuriyetinde 1965 nüfus sayımından
24 Doğan, Sosyoloji Kavramları ve Sorunlar, s. 362. 25 Doğan, Sosyoloji Kavramları ve Sorunlar, s.362.
740
Muhammet Ali KÖROĞLU
itibaren ortaya çıkması, bu tahminleri belli ölçüde doğrulamaktadır. 1965 nüfus
sayımına kadar Kurmançlar ile Zazalar aynı kategoride işlem görmüşlerdir. Hatta
devlet iskan politikasında bile Zaza’lar çoğu kez çeşitli gerekçelerle Kurmanç’ların
bulunduğu alanlara sevk edilmek suretiyle bütünleşmeye gidilmiştir.‛26 Yerleşim yeri
olarak ise ‚Zaza’lar, en sık olarak Murat ve Fırat nehirleri arasındadır. Zazalığın
mihrakı ise Bingöl olarak kabul edilir. Güneye doğru gidildikçe ise Zaza yoğunluğu
azalmaya, toprak alçaldıkça Zazalık da sıfıra müntehi olmaya başlar. Nitekim Fırat
kenarındaki Şamşat’ta sıfıra iner. Coğrafi konuma göre bölündüğü zaman da Zazalar
üç büyük bölüme ayrılırlar. Bunlar:
1-Munzur dağlarıyla Murat suyu arasında yaşayan Dersim Zazaları.
2-Murat Suyu boyunca yükselen dağların kuytuluklarında yaşayan Zaza’lardır
ki bunlar, Genç, Çabakçur, Palu, Lice Zazalarıdır.
3-Biraz daha alçak ovalarda yarı göçebe hayat süren Zazalar. Ki bunlara daha
fazla Dimili (Dümbili) denmektedir. Bunlar, Diyarbakır civarıyla Karacadağ ve Divrik
arasında yaşamaktadırlar.‛27 Bunun dışında, Sivas Erzincan, Siverek, Adıyaman, Palu,
Varto, Lice gibi il ve ilçeler Zaza nüfusunun yoğunlaştığı yerlerdir‛.28 Zazaların
yaşadıkları coğrafya ile ilgili yapılan bu ayrım, onların dini ve mezhebi farklılığı
konusunda da işlevseldir. Nazmi Sevgen’in tasnifine göre ‚Zazaları, Şafi Zazalar, Alevi
Zazalar ve ne olduğu bilinmeyen Zazalar olarak üçe ayırmak yerinde olacaktır. Şafi
Zazalar, Doğu’da Murat Suyu, Güneyde Dicle Nehri boyunca uzanır, bir yandan da
Karacadağ üzerinden çöle, Şamşat’a kadar iner. Ne oldukları bilinmeyen Zazalar da,
Mutki, Sogun, Şırnak dağlarının kayalıklarına sığınmışlardır.‛29
Bingöl, Tunceli ve Sivas gibi yerlerde yaşayan Zazalar ise çoğunlukla Alevî
Zazalardır. Bunlar içinde özellikle Tunceli, Mutki, Genç, Çabakçur Zazaları ‚Homay‛
olarak isimlendirdikleri tanrıları ile, güneş doğarken Munzur kayalıklarından akan
kutsal sudan içme ve bu suda yaşayan balıklara kutsallık affetme30 gibi inanç ve
uygulamalarla farklı bir Alevilik yorumu sunmaktadırlar. Geniş bir coğrafi alanda
farklı yoğunlukta yer alan Zazalar içerisinde yalnızca Çermik ve Çüngüş Zazaları
Hanefi mezhebine bağlıdır.
Buna ek olarak Zazaların tarihi ve menşeiyle ilgili de farklı yaklaşımlar
bulunmaktadır. Bu yaklaşımlardan hareketle tarihsel bir Zaza bütünlüğüne ulaşılması
mümkün değildir. Nitekim ‚Zaza sözcüğüne ilk olarak medeniyetin beşiği olan
Mezopotamya’daki Sümer yazıtlarında‛31 ‚M.Ö. 9.asırda rastlanmaktadır.‛32
‚Yazıtlarda Nini Zaza tapınağından bahsedilmektedir. Fenikeliler ve Kenaniler de bu
26 Türkdoğan, Etnik Sosyoloji, s. 382. 27 Nazmi Sevgen, Zazalar ve Kızılbaşlar, Kalan Yayınları, Ankara, 1999, s. 85. 28 Ali Kaya, Başlangıçtan Günümüze Dersim Tarihi, Can Yayınları, İstanbul, 1999, s. 530. 29 Sevgen, Zazalar ve Kızılbaşlar, s. 86. 30 Sevgen, Zazalar ve Kızılbaşlar, s. 185. 31 Kaya, Başlangıçtan Günümüze Dersim Tarihi, s. 30. 32Hayri Başbuğ, İki Türk Boyu Zazalar ve Kurmançlar, T.K.A.E. Yayınları, Ankara 1974, s. 13.
Çüngüş’te Sosyal ve Dini Hayat 741
tapınaklarda ibadet etmektedirler. Yine Tevrat’ta da Zaza sözcüğüne rastlanmaktadır.
Yaramnel’in iki oğlundan birisinin adının Zaza olduğu belirtilmektedir.‛33 Bunun
yanında Zazaların tarihi ve menşei ile ilgili ülkemizdeki çalışmalarda Zazaların Türk
kökenli olduğu fikri ağırlık kazanmıştır. Buna göre ‚Zazalar, haklarında en az şey
bilinen Türk topluluğudur‛34 ‚Bu Türklerin kadim tarihi kuşkusuz milattan önceki
binli yıllara uzanmaktadır. Orta Asya’dan kopup gelerek Dicle ve Fırat havzalarına
yerleşen ve ‚Proto Türkler‛ diye adlandırılan ‚Su Kavmi‛nin yarattığı göz kamaştırıcı
üstün medeniyetin kurulduğu günden zamanımıza kadar geçen tarihi devreler içinde
Zaza Türkleri’nin varlığı gayet açık bir şekilde müşahede edilmektedir.‛35
Zazaların Orta Asya menşeli bir Türk boyu olup göçle bugünkü yaşadıkları
bölgelere geldiklerini savunan bu görüşlerin yanında, onların bulundukları bölgenin
otantik halkı olduğu görüşleri de vardır. Yapılan bu tarihsel çözümlemenin bugün için
hangi coğrafi alanda yaşayan ve hangi dili, dini paylaşan Zazalara tekabül ettiği
belirsizdir. Çüngüş Zazaları esas alınırsa, bu belirsizlik daha fazladır. Yöre halkına
göre Türkler, buraya Zazalardan sonra gelmiştir ve kendilerine göre azınlıktırlar. Buna
rağmen Zazalar, özellikle dağ köylerinde meskun olup Türklerin kültürüne ortaktırlar.
Sünni ve Hanefi Müslüman olarak bu Zazaların çevresi, Alevi, Şafi ve Yezidi Zazalarla
çevrili olmasına rağmen hangi Zaza kabilesinden kopup geldikleri ve nasıl burada
diğerlerinden farklı bir kültür geliştirdikleri ve bunun hangi tarihsel dönemde
gerçekleştiği tam olarak bilinmemektedir.
b.Dil
‚İnsanların arasındaki anlaşmayı sağlayan, duygu, düşünce ve dileklerimizi
anlatmaya yarayan işaretlerin tümüne birden dil denir.‛36 Etnik yapının bir unsuru
olarak dil, ‚sosyal grubun azalarının hem umumi gayelerine erişmek üzere karşılıklı
tesir münasebetlerine girişebilmelerine, hem de biz şuurunu hisseder hale
gelebilmelerine imkan veren önemli bir unsur karakterini taşımaktadır.‛37 ‚Dilin
bugünkü düzeyde konuşulması birkaç yüzyılda oluşmuş bir şey olmadığı gibi dil
isteyerek yaratılmış bir araç da değildir. Uygarlığın gelişmesiyle birlikte kendiliğinden
oluşmuştur. Değişen toplumun yapısına göre kendini değiştiren dil, tarihi süreç
içerisinde çeşitli gelişmeler ve değişmeler göstermiştir. Bir toplumun en kuvvetli
dayanağı olan dil, düşünmenin, kültürün, sanat ve güvenliğin aracıdır. Bir dilin
33 Kaya, Başlangıçtan Günümüze Dersim Tarihi,s. 30. 34 Mahmut Rişvanoğlu, Saklanan Gerçek, Kırmançlar ve Zazaların Kimliği, Tanmak Yayınları, Ankara, tarihsiz,
s.195. 35 Hayri Başbuğ, İki Türk Boyu Zazalar ve Kurmançlar, s. 14. 36 Kaya, Başlangıçtan Günümüze Dersim Tarihi, s. 28. 37Amiran Kurtkan Bilgiseven, Genel Sosyoloji, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1995,.s. 226.
742
Muhammet Ali KÖROĞLU
kuvveti ve gücü ancak o dili konuşan halkın kuvveti ve gücü ile doğru orantılıdır ki o
halkın kuvveti ve gücü oranında o dil küçülür ve büyür.‛38
Çağdaş dünyada dilsel görüngülerin incelenmesi ise ikiye ayrılır. İlk olarak dil,
toplumsal bir gerçeklik olarak incelenebilir; çağımızın dili (yada kullandığı ağız ) ve bu
biçim, bilimsel, söz dizimsel, sözlüksel özellikleri incelenir. Bu yaklaşımı savunan
araştırmalar, genel kaygılar, haberleşme ve iletişimle ilgilenirler.‛39 Bir sembol olarak
dil ve onu oluşturan kelimeler, kendisine delalet ettikleri şeyin düz anlamını verirler.
‚Düz anlamları, iletilebilir sapmalar haline getiren şey bağlamdır. Düz anlamlandırıcı
işlev, göndergesel ya da bağlamsal bir işlevi içerir; gösterilenlerin eşyerliliğinin (veya
ayrık yerliliğinin, eş zamanlılığının veya ayrık zamanlılığının) açıkça belirtilmesini
sağlayan bir göndermeyi varsayar; gönderge, gösterilenlerin aynı yerde, aynı zamanda
yer alıp almadıklarını belirler.‛40 Bu gönderge olmadan dil, göstergeleri karşılayamaz.
Buna göre bağlam, ele alınan mesajdan önce gelmektedir. Bu durum toplumsal açıdan
düşünüldüğünde dil, yalnızca eşyanın sembolü ve iletişimin basit aracı olmanın
ötesine geçer. Böylece dil, ‚şeylere değer katar. Dahası şeyler, ancak
adlandırıldıklarında belirtildiklerinde, sistematikleştirildiklerinde bir varoluşa sahip
olur.41
Bu açıdan, araştırma sahamız olan Çüngüş ve çevresine bakıldığında
söylenmeyenlerin ifade edildiği dillerin zengin bir kullanım alanı olduğunu görürüz.
Yörede Kürtçe, Zaza’ca ve Türkçe ile birlikte, Kürtçe ve Zaza’canın çeşitli versiyonları
konuşulmaktadır. İlçe merkezinde, gündelik hayatta çoğunlukla Türkçe
konuşulmasına rağmen, köylerde çoğunlukla Zaza’ca konuşulmaktadır. Hatta ilçe
merkezine uzak dağ köylerinde hiç Türkçe bilmeyen insanların sayısı bir hayli fazladır.
Fakat son zamanlarda kendilerinin ifadesiyle televizyon sayesinde Türkçe’yi öğrenip
kullanır duruma gelmişlerdir. Zaza’ca konuşanların yöreden yöreye dağınıklık arz
etmesi gibi Zaza’ca da yöreden yöreye farklılık arz eder. Hatta bazen Çüngüş’e bağlı
köyler arasında bile farklılık vardır. Ancak bu farklılık iletişim için büyük bir sorun
oluşturmamaktadır. Çüngüş ve Çermik Zazaları konuştukları Zaza’ca ile Bingöl,
Tunceli gibi farklı yerlerdeki Zazalarla iletişim sağlayamamaktadırlar. Burada
kullanılan Zaza’ca yazılı geleneği olmayan sözlü ve sınırlı bir iletişim aracıdır.
V. Araştırmanın Bulguları
A. Örneklemin Genel Özellikleri
a. Yerleşim yerine Göre Dağılım
Araştırmamıza katılanların yerleşim yerine göre dağılımına bakıldığında köyde
oturanların oranının %59,9(s=245), ilçe merkezinde oturanların oranının 40,1(s=170)
olduğu görülmektedir. Araştırma esnasında köylerin neredeyse tamamı ankete dahil
38 Kaya, Başlangıçtan Günümüze Dersim Tarihi, s. 29. 30. 39Henri Lefebvre, Modern Dünyada Gündelik Hayat, Metis Yayınları, İstanbul, 1988, s. 112. 40 Lefebvre, Modern Dünyada Gündelik Hayat, s. 113. 41 Lefebvre, Modern Dünyada Gündelik Hayat, s. 121, 123.
Çüngüş’te Sosyal ve Dini Hayat 743
edildiği için köylerle ilgili herhangi bir kategorik ayrım yapılmamıştır. İlçenin toplam
nüfusunun 3/2’sini köylerin oluşturması nedeniyle köylü katılımcı oranının yüksek
olması, örneklemin temsil yeteneğini güçlendirmektedir. Katılım oranının % 40,1
olduğu ilçe merkezinde ise araştırma konumuz olan Zazaların toplam ilçe nüfusu
içindeki oranları daha düşüktür. Bu nedenle ilçe merkezinde üç mahalle içerisinde
dağınık halde yaşayan Zazalarla ilgili mahalle bağlamında kategorik bir ayrım
yapılmamıştır.
b) Yaş ve Cinsiyete Göre Dağılım
Çalışmada örnekleme katılımda alt yaş sınırı 15 olarak kabul edilmiştir. Bu
dönem, dini düşüncelerin yaklaşık olarak şekillenmeye başladığı ve bireyin kişiliğinin
yavaş yavaş belirginleştiği bir dönemdir. Örnekleme 15 yaşın üstünde her yaş
grubundan katılımcılar dahil ederek örneklemin temsil kabiliyeti artırılmaya
çalışılmıştır. Bu çerçevede ankete en yüksek katılım %34,2(s=142)’lik bir oranla 15-25
yaş grubundan gelmiştir. En az katılım ise % 9,9(s=41)’lik bir oranla 61 ve yukarısı yaş
grubundan gelmiştir. Bu yaş grubu aynı zamanda bizim ankete katılmaya ikna etmekte
en çok zorlandığımız yaş grubudur. Bu durum, yörede daha önce bu tür çalışmaların
yapılmamış olması ve bu çalışma nedeniyle herhangi bir zarara uğrama korkusundan
kaynaklanmaktadır. 15-25 yaş sınırından yaşın artışıyla doğru orantılı olarak ankete
katılım oranı azalmaktadır.
Cinsiyet dağılımı açısından ise örneklemimizin %63,4(s=263)’ünü erkekler,
%36,6(s=152)’sını kadınlar oluşturmaktadır. Erkeklere oranla yaklaşık iki kat düşük
olan bu katılım aslında düşük görünmesine rağmen araştırma sahamızın kültürel
imgesindeki ‚kadın‛ anlamı göz önüne alındığında oldukça yüksek olarak
değerlendirilebilir. Kadının ikincil bir varlık olarak, erkekle aynı sofrada yemek bile
yiyemediği ve miras hakkından tam olarak faydalanamadığı yöre koşullarında
örneklemimize kadın katılım oranının çok yüksek olmasının beklenmesi oldukça
güçtür. Ancak kadın konusunda eşitsiz ilişkilerin yerleşik olduğu bölge, bir bütün
olarak düşünülürse, yukarıdaki tablo erkek ve kadın arasındaki eşitsiz dengenin kadın
lehine bozulmaya başladığı bir sürece işaret etmektedir, denilebilir.
c) Eğitim Durumuna Göre Dağılım
Katılımcıların anket sorularımızı okumak için ayırdıkları zamanın oldukça fazla
olması, ilkokul ve ortaokul mezunlarının bile okuma yazmayı çok iyi bilmemesi,
yörede ciddi bir eğitim sorununun varlığını göstermektedir. Eğitimle ilgili bu genel
şema içerisinde din eğitiminin ise ayrı bir yeri vardır. Temel amacı insan tabiatındaki
‚iyi‛yi bireysel ve toplumsal düzlemde egemen kılmak olan dinlerin özellikle de
İslam’ın eğitimle ilgilenmemesi düşünülemez. Nitekim Kur’an’da okumayı emreden,
744
Muhammet Ali KÖROĞLU
bilme ve öğrenmeyi teşvik eden bir çok ayet bulmak mümkündür.42 Bu anlamda içinde
yaşanılan toplumun kültürünün büyük bir kısmını oluşturan bir kurum olarak din
eğitiminin verilmesi ve fertlerin onunla ilgili asgari bir bilgi ve kültüre sahip olmasının
zorunlu olduğu belirtilmelidir. Çünkü, sistemsiz ve düzensiz bir din eğitimi
dindarlığın tüm boyutları üzerinde olumsuz etkilere neden olmaktadır.
Katılımcılar okuma yazma bilme açısından değerlendirildiğinde katılımcıların
büyük çoğunluğunun okuryazar oldukları görülmektedir. Okuma yazma
bilmeyenlerin oranı ise %14,7(s=61)dir. Örneklemimizin çoğunluğunu %33,7(s=140)’lik
bir oranla ilkokul mezunları oluşturmaktadır. Ancak bu kimselerin çoğunun ancak
heceleyerek okuyabildikleri yine bazı ilkokul mezunlarının da hiçbir şekilde
okuyamadıkları gözlemlenmiştir. İkinci sırada ise %21,7(s=90)lise mezunları
gelmektedir. Orta ve dengi okul mezunlarının oranı %6,7(s=28)iken en eğitimli grubu
oluşturan fakülte ve yüksekokul mezunlarının oranı %6,3(s=26)’tür. Anketimize
katılanların yalnızca %3,1(s=13)’i öğrencidir.
Genel olarak değerlendirildiğinde, okuma yazma oranı köyden ilçe merkezine
doğru artmaktadır. Erkeklerde bu oran daha fazla iken kadınlarda azalmaktadır.
Nitekim köylerde kız çocuklarının okula gönderilmeleri halen problem teşkil
etmektedir. Zorunlu eğitimin artırılmasından sonra bu zorluk daha da artmıştır. Genel
olarak köy cemaati dediğimiz grubun kültürel bakımdan kapalı ve ananelere bağlı,
statik bir grup hüviyeti taşıdığı nispette eğitim hizmetlerine muhtaç, buna mukabil
yine o nispette eğitim hizmetlerinden yararlanma temayülü yönünden mahrum bir
grup olması43 nedeniyle yöremizde de özellikle köylerde ekonomik hayatta çocuk
emeğinden faydalanma durumu yayın olduğu için aileler çocuklarını okula gönderme
konusunda çok istekli değildirler. Eğitimden beklenen işlev bireylerin okuma yazma
bilmesidir. Araştırma sahamızın köyleri için geçerli olan bu yaklaşım ilk dört yıldan
sonra çocukları okula göndermede ailelerle idareciler arasında bir çok gerilimler
yaratmaktadır.
d) Ekonomik ve Mesleki Duruma Göre Dağılım
Ekonomik durum, bireylerin tüm davranışlarını, aynı zamanda dini hayatını da
etkileyen önemli bir unsurdur. Bunun için ankete katılanların aylık gelir durumları
tespit edilmeye çalışılmıştır. Ancak özellikle köyler için, pazara kapalı aile
ekonomisinin hakim olması nedeniyle bunu tespit etmek oldukça zordur. Nitekim
aylık gelir kavramı bir çok köylü için yabancı bir kavramdır. Anket sırasında
katılımcılardan yıllık kazançlarının ortalama aylık tutarını yazmaları istenmiştir.
Ancak soru, çekince ile karşılanmıştır. Şıklar içerisinde ‚diğer‛ seçeneğiyle %8,2(s=34)
oranında katılımcı hiç gelirlerinin olmadığını belirtmiştir. Katılımcıların
%41,7(s=173)’si aylık gelirlerinin 200 TL’nin altında olduğunu belirtirken 500 TL ve
daha fazla aylık gelire sahip olanların oranı %20,5’(s=85) tir. Bu oranlara burada
42 Alak 96/1 Bakara 2/129 Fatır 35/28. 43Amiran Kurtkan, Sosyolojik Açıdan Eğitim Yoluyla Kalkınmanın Esasları, İ.Ü.İ.F.
Yayınları, İstanbul, 1972, s. 94.
Çüngüş’te Sosyal ve Dini Hayat 745
çalışmadığı halde gurbetteki yakınları tarafından gönderilen yardımlarla geçinenlerin
aylık gelirleri de yansımıştır. Bu dağılım, örneklem içerisinde her gelir seviyesinden
katılımcının varlığını göstermektedir. Yörenin ekonomisi üzerinde etkili olan sarp
araziler, iklim kısıtları, kullanılabilir arazi ve otlakların sınırlı olmasına rağmen tabloya
yansıyan değerlerin yörenin genel standartlarına göre oldukça iyi olduğunu söylemek
mümkündür.
Meslekî dağılım açısından değerlendirildiğinde ise katılımcıların %32,5
(s=135)’inin çiftçi, %10,8(s=45)’inin memur, %8(s=33)’inin işçi, %5,8(s=24)’inin esnaf ve
zanaatkar olduğu görülmektedir. Örneklemimizin %35,4(s=147)’ü ise işsiz olduğunu
belirtmiştir. Ancak işsiz seçeneği ev hanımı, öğrenci ve gerçek işsizleri temsil ettiği için
bu oran biraz daha düşüktür. Yine de Türkiye ekonomisinin problemi olan özellikle
‚genç nüfus içindeki açık ve gizli işsizlik‛44 yörede de yaygındır. Bununla birlikte
%10,8 (s=45) ile temsil edilen memurların yer aldığı grubu köylerdeki geçici köy
korucuları oluşturmaktadır.
B. Dini Hayatla İlgili Bulgular
I. İnanç Boyutu İle İlgili Bulgular
İman ya da inanma, insanın topyekün varlığını ilgilendiren, onun bizzat
varlığına ait olan bir akittir. Ve en genel anlamıyla inanmayan bir insan ne vardır ne de
tasavvur edilebilir. Dolayısıyla şekil ve muhtevası değişmekle birlikte en ilkel insan
toplumlarında bile inanma vardır.45 Nitekim Kur’an’ın da atıfta bulunduğu Hz.
İbrahim’in imanı ile ilgili çözümlemesinde, imanın sosyal bir erdem olduğunu belirten
Kierkequard, onun bu boyutuna dikkati çekmektedir. Buna göre insanoğlundaki en
yüce tutku imandır ve bu durum nesiller boyu devam etmektedir.46 Bu anlamda
günlük hayatta çoğu defa birbirlerinin yerine kullanılan inanç ve iman terimlerini
tanımlamak yerinde olacaktır.
İnanç; insanın pratik hayatı üzerinde herhangi bir tesir icra etsin veya etmesin,
bir şeyi sadece fikren tasdiktir.‛47 İman ise insanın bütün varlığına nüfuz eden ve
hayatının her alanında onun düşünce ve fikrine şekil veren bir güçtür. İnancın iman
haline gelebilmesi için kendisini sevk edici bir güç haline dönüştürmesi ve insanın
hayat ve fiillerine yön vermesi gerekir. Çünkü inanç, inanç olarak yani sadece bir ‚fikrî
tasdik‛ olarak kaldığı sürece iman seviyesine ulaşamamakta ve insanın hayatında
herhangi bir fark edilebilir etki gösterememektedir.48
44 Emre Kongar, 21. Yüzyılda Türkiye, Remzi Kitabevi, İstanbul,1999, s. 386. 45Takiyyuddin Mengüşoğlu, Felsefeye Giriş, Remzi Yayınevi, İstanbul,1997, s. 289, 290. 46 K. Kierkequard, Korku ve Titreme, çev. İbrahim Kapaklıkaya, Anka Yayınları, İstanbul, 2002, s. 176. 47 Hanifi Özcan, Epistemolojik Açıdan İman, M.Ü.İ.F.U Yayınları, İstanbul 1997, s. 91. 48G. Kennedy, ‚Some Meanings of Faith‛ den aktaran Özcan, Hanifi, Epistemolojik Açıdan İman, s. 92.
746
Muhammet Ali KÖROĞLU
Her ne kadar bir dindeki iman konuları o dinin mensupları için ortak konular
olsa da onlarla inanan (suje) arasında kurulacak ilişkide, inananın (suje) aktifliği ön
planda gelmekte ve ilişkinin türü ve gücü, kişiden kişiye değişmektedir. İşte bu
yüzden her aşamada imanda subjektiflik ön planda gelmektedir. Suje, (inanan)
toplumsal bir varlıktır. Dolayısıyla hiçbir zaman toplum içinde yaşamayan bir insanın
inanan olması mümkün değildir. İnanma, toplumsal ve tarihsel bir süreçte gerçekleşir.
Bu, onun sujeyle (inanılan) ilişkisine yansır, yani o, bu süreçte objeyle (inanılan) farklı
seviyelerde ilişki kurar. İnanılan şeylerle ilgili bilgi ve yorumlar değiştikçe de ilgi ve
inancı değişmektedir.49 İslam dini açısından düşünüldüğünde ise ortak bir tutum
haline dönüşerek dine mensubiyetin ölçüsü olarak objektifleşen iman ilkeleri
amentüde formüle edilmiştir.
Araştırma evreninde amentüde formüle edilen iman esaslarına bağlılığın çok
güçlü olduğunu gözlemlemek mümkündür. Hatta ‚şuna inanır mısınız ?‛ şeklinde
imanla ilgili herhangi bir ilkeyi sormak bile hakaret kabul edilmektedir. Yörede
hakaret ve küfür anlamında çok sık kullanılan ‚imansız‛ nitelemesi de bu hassasiyeti
göstermektedir.
a) Allah İnancı
Hıristiyanlık ,Yahudilik gibi büyük dinlerde de ortak olan Allah inancı dinden
dine olduğu gibi kişiden kişiye de farklılık göstermektedir. ‚Sokaktaki herhangi bir
adamla bir filozof, Allah hakkında şüphesiz farklı kavrayış ve düşüncelere
sahiptirler.‛50 Entelektüel aktivitelerin hayatın rutinleri tarafından gölgelendiği ve
yaşamın yalnızca alışkanlıkların tekrarıyla yürüdüğü bir insan ile Allah hakkındaki
inanca düşünsel süreçler sonunda ulaşan bir insanın inanma derecesi de kuşkusuz
farklıdır. Nitekim araştırma evrenimizde Allah ile ilgili inancın düşünsel bir çabayla
elde edilmiş bir inanç olmaktan ziyade kültürel bir miras olarak alınmış bir inanç
olduğunu söylenebilir.
Bu kapsamda katılımcıların Allah inancı ile ilgili tutumları ölçülmüştür.
Konuyla ilgili olarak her şeyi yaratan bilen ve her şeye gücü yeten bir Allah’a inanma
oranı % 90,1(s=374) dir. Zaman zaman Allah’a inanan yada hiç inanmayan kimse
bulunmamaktadır. Örneklemimizin % 4,1(s=17)’i evrene müdahale eden bir Allah’a
inanmamaktadır. Allah’a inanmakla birlikte bu konuda çözemediği problemleri
olanların oranı %1,9(s=8)’dur. Konuya Allah’ın varlığı ve yokluğuyla ilgilenmeyen
%0,3(s=1)’lük oranla, neye inandığından emin olmayan %0,5’(s=2)lik oran çıkarılıp
sadece ilk seçenekte ifade edilen Allah’a inanıp inanmama açısından baktığımızda
örneklemimizin %96,1’inin Allah’a inandığını görüyoruz.
Bu bulgular, literatürdeki diğer çalışmaların bulgularıyla paralellik
göstermektedir. Nitekim, Köktaş’ın İzmir’de dini hayatı incelediği çalışmasında
49 Özcan, Epistemolojik Açıdan İman, s .24, 27, 31,32. 50 Muhammed Hamidullah, İslama Giriş, çev. İbrahim Arif Koytak, Beyan Yayınları, İstanbul, 1996. s.71.
Çüngüş’te Sosyal ve Dini Hayat 747
Allah’ın varlığına inandığını belirtenlerin oranı %93,0’tür.51 Aynı şekilde Şişik’in
Bolvadin ve çevresinde dini hayatı incelediği çalışmada Allah’ın varlığına inandığını
belirtenlerin oranı %93,5’tir.52 Bu sonuçlara göre Allah inancının niteliği her ne kadar
kişilere ve coğrafi şartlara göre değişse de; salt inanca sahip olmanın değişkenler
tarafından çok fazla etkilemediği görülmektedir.
b) Hz. Muhammed’in Peygamberliğine İnanma
İlahi dinler için Allah’ın mesajını insanlara ulaştıran aracılar ve Allah’ın elçileri
olarak peygamberlere inanma önemli bir iman esasıdır. Bu açıdan katılımcılarımız
arasında da Hz. Muhammed’in peygamberliğine şüphesiz inanların oranı
%94(s=390)ile oldukça yüksek bir orandadır. Nitekim anket çalışması sırasında da Hz.
Muhammed’in adı söylendiğinde bir çok katılımcının salavat getirdiklerine şahit
olunmuştur. Bununla birlikte Hz. Muhammed’in peygamberliğine inanmama oranı ise
%2,7(s=11) olarak görülmektedir. Hz. Muhammed’in yalnızca bir insan olduğuna
inananların oranı%0,2(s=1) iken, başarılı bir devlet adamı ve komutan olduğuna
inananların oranı %0,5(s=2)’dir.
c) Kur’an İnancı
İlahi dinlerin ortak özelliklerinden birisi de vahiy ve vahiy yoluyla Allah’tan
gelen kitaptır. Hz. Muhammed’in bildirdiği iman formülü olan amentüde sadece
Kur’an’ı kapsayacak şekilde Kitaba imandan değil kitaplara imandan
bahsedilmektedir. Müslümanlar için Kur’an, hem bir iman esası, hem de dini hayatın
tüm boyutları için bir referans kaynağıdır. Yine Allah’ın son kelamı olup, bir tek harfi
bile değişmeden günümüze ulaşmıştır. Bu açıdan katılımcılara bu konudaki tutumları
sorulmuştur. Katılımcıların %94,5(s=392)’i Kur’an’ın Allah’ın kelamı olup bir tek
harfinin bile değişmeksizin günümüze ulaştığına inanmaktadır. Bununla birlikte
%1,7(s=7)’sinin bu konuda şüpheleri bulunmakta, %1,7(s=7)’sinin ise bu konuda
herhangi bir fikri bulunmamaktadır. Burada da katılım oranının oldukça yüksek
olması amentüde belirtilen esasların bir bütün olarak değerlendirildiğini
göstermektedir.
d) Ahiret İnancı
Dünyadaki biyolojik varlığın son bulmasından sonra yaşamın farklı şekillerde
devam edeceğine dair bir inanç, bir çok dinde ortaktır. İslam’da da öldükten sonra
yeniden dirilme ve dünyadaki eylemlerin değerlendirileceği, mutlak bir adaletin
gerçekleşeceği bir ahiret hayatına inanma, iman esaslarından biridir. Kur’an, dünya
hayatındaki eylemlerin karşılığı olarak cennet ya da cehennem şeklinde gerçekleşecek
51 M. Emin Köktaş, Türkiye’de Dini Hayat, İşaret Yayınları, İstanbul, 1993, s. 78. 52 C. Zehra Şişik, Bolvadin ve Çevresinde Sosyal ve Dini Hayat, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya,
2002 s. 44.
748
Muhammet Ali KÖROĞLU
bir ahiret hayatına sürekli vurgu yapmaktadır. Nitekim İslam’da birey davranışının
aşkın bir boyutunu da ahiret inancı oluşturmaktadır.
Bu çerçevede katılımcılara ‚mutlak bir adaletin gerçekleşeceği sonsuz bir ahiret
hayatına inanıyor musunuz?‛ sorusu yöneltilmiştir. Katılımcıların %93,7(s=389)’si
inanıyorum cevabını verirken %1,4(s=6) kısmen inandığını belirtmiştir. İnanmadığını
belirtenlerin oranı %1,2(s=5)iken, konuyla ilgilenmediğini belirtenlerin oranı
%1,4(s=6)’dür. Görüldüğü gibi ahiret inancı konusunda da büyük oranda bir katılım
söz konusudur. Anket esnasında ve anket haricinde görüştüğümüz bir çok kişi, eğer
sonsuz bir ahiret hayatı olmayacaksa ve orada gerçek bir adalet gerçekleşmeyecekse
yaşamın boş ve anlamsız olacağını belirtmişlerdir. Bu açıdan yörede ahiret inancının
yaşamın tüm olumsuzluk ve adaletsizliklerine karşı önemli ölçüde katlanma ve
meşrulaştırma işlevi gördüğü ifade edilebilir.
e) Kaza Kader ve Meleklere İnanç
Amentüdeki diğer inanç esaslarından ikisi de kaza kader ve meleklere inançtır.
Katılımcıların % 98,2’sinin kaza, kader ve meleklere inandığı görülmüştür.
Genel olarak dindarlığın inanç boyutu değerlendirildiğinde, inanç ilkelerine
bağlılık oranlarının birbirlerine oldukça yakın ve ilişkili olduğu görülmektedir. Konu
ile ilgili olarak değişkenler açısından anlamlı bir fark bulunamamıştır. Nitekim yörenin
kapalı bir toplum yapısına sahip olması, yerleşen değerler ne olursa olsun bunların
korunup, diğer nesillere aktarılmasını gerektirmektedir. İnanç ilkeleri için de durum
aynıdır. İnanç ile ilgili esaslar, yerleşik bir miras olarak toptan alınıp devredilirler.
Allah inancına ulaşmadaki etkenler konusunda görüldüğü gibi inanç hayatının
şekillenmesinde aile çok etkilidir. Güçlü bir aile yapısı ve ailede verilen dini değerler,
dinin gerek inanç gerekse pratik boyutu üzerinde etkilidir. Bu durum, iman esaslarına
bağlılık durumunda diğer değişkenlerin etkisini zayıflatmaktadır.
II. Pratik Boyut ile İlgili Bulgular
Her din , mensuplarından bir takım inanç ilkelerini benimsedikten sonra bir
takım ibadetleri , eylemleri yapmalarını veya yapmamalarını da ister. Bu açıdan kişinin
dini gerekçelerle yaptıkları kadar yapmaktan kaçındıkları da önemlidir. İbadetler, fert
ile tanrı arasındaki ilişkileri düzenleyen aşkın bir anlam taşıdığı gibi fertler arası
ilişkileri de etkileyen önemli kurallar bütünüdür. Bu açıdan namaz, kulun tanrısına
yaklaşması olarak görülebileceği gibi, insanı kötülüklerden koruyan bir ibadet olarak
da görülebilir. Aynı şekilde oruç , ‚hayat ritminin iradi olarak kesilmesi, ‚zekat,
yalnızca sadaka olarak değil, inanmış insanların, nefislerindeki bencilliği ve cimriliği
yenmesini bilen kimselerin dayanışmasını gerçekleştiren bir nevi müesseseleşmiş
mecburi bir iç adalettir. Yine Mekke’ye yapılan hac, sadece İslam cemaatinin dünyevi
gerçekliğini göstermekle kalmaz, aynı zamanda her hacının içinde kendi varlığının
merkezine doğru olan bir iç yolculuğu canlandırır‛53
53Roger Graudy, İslam’ın Vadettikleri, Pınar Yayınları, İstanbul 1996, s. 29.
Çüngüş’te Sosyal ve Dini Hayat 749
Görüldüğü gibi ibadetlerin, bireysel ve toplumsal çeşitli fonksiyonları ve
amaçları vardır. Bunun için dinlerde ibadetlere verilen önem de değişmektedir. Bazı
ibadetler yılda bir defa, bazıları haftada bir defa ,bazıları yalnızca cemaatle, bazıları da
ekonomik duruma bağlı olarak yerine getirilmektedir. İbadetlerde prensip, düşünen ve
eyleyen bir aktör olarak insanın inanıp iyi işler işlemesidir.
a) Namaz Kılma
İslam’ın en fazla önem verdiği ibadetlerden biri hatta başlıcası namazdır.
Örneklemimizin günlük namaz kılma ile ilgili tutum ve davranışları farklılık
göstermektedir. Nitekim her gün beş vakit namaz kıldığını belirtenlerin oranı
%34(s=141)iken ara sıra namaz kılanların oranı %23,4(s=97),yalnızca Ramazan’da
namaz kıldığını belirtenlerin oranı %9,4(s=39), yalnızca Cuma ve bayramları namaz
kıldığını belirtenlerin oranı %20,5(s=85),işinin olmadığı kış aylarında namaz kıldığını
belirtenlerin oranı %3,4(s=14),hiç namaz kılmadığını belirtenlerin oranı ise
%7,5(s=31)dir.
Namaz kılma durumu ile sosyal değişkenler arasında önemli ilişkilerin olduğu
kuşkusuzdur. Cinsiyet açısından değerlendirildiğinde, günlük namazları kılma oranı
kadınlarda %36,4 iken erkeklerde %32,9’dur. Yine günlük namazları ara sıra kılanların
oranı erkeklerde %22,9 iken kadınlarda %25,9 dur. Ramazan ayında günlük namazlara
devam açısından oran yarı yarıya değişmektedir. Ramazan ayında kadınların %14’ü
günlük namazlara devam ederken, bu oran erkeklerde %7,4’tür. İşlerinin olmadığı kış
aylarında namaz kılma oranında kadınlarda %8,4 oranında artış olurken erkeklerde
sadece %0,8 oranında bir artış olduğunu görülmektedir. Nitekim kadın , erkekle
birlikte tarla ve bahçede sürekli çalıştığı için erkeğe oranla daha az zaman
bulabilmektedir. Kış aylarında bile erkeğin işleri azalırken kadın faaliyetlerinde çok az
bir azalma olmaktadır. Buna rağmen işler nispeten azaldığı için kış aylarında
kadınların namaza devamlılığı artmakta, erkeklerde ise bir farklılık görülmemektedir.
Hiç namaz kılmayanların oranı konusunda ise bariz bir farklılık görülmektedir.
Kadınların %12,6’sı hiç namaz kılmazken bu oran erkeklerde %5’tir. Bu oranı cuma ve
bayram namazları etkilemektedir. Cuma ve bayram namazlarına katılıma konusunda
erkek üzerinde toplumsal baskı önemli bir faktördür.
Namaz kılma durumunu etkileyen değişkenlerden birisi de eğitimdir. Eğitim
durumuna göre günlük beş vakit namaz kılma durumu değişmekte, ancak bu
değişiklik düzenlilik göstermemektedir. Buna göre düzenli olarak namaz kılmanın %48
oranında en yüksek olduğu eğitim grubu fakülte mezunlarıdır. Günlük namaza katılım
oranı, orta ve dengi okul mezunlarında %14,3 ile en düşük seviyeye inmektedir.
Okuma yazma bilmeyenlerin %41,7’si günlük namaza devam ederken ilkokul
mezunlarının %38,8’i, okuma yazma bilenlerin %37’si lise mezunlarının %28’4’ü bu
devamlılığı göstermektedir. Diğer ilginç bir nokta da hiç namaz kılmadığını belirten
750
Muhammet Ali KÖROĞLU
%20’lik en yüksek oranında fakülte mezunları grubundan olmasıdır. Fakülte
mezunları ya düzenli olarak günlük namazlara devam etmekte ya da hiç namaz
kılmamaktadır. Daha önce de Allah’a iman ilkesine ulaşma konusunda yine bu eğitim
grubunda düşünselliğin ön planda olduğu üzerinde durulmuştu. Araştırma
grubumuzda yer alan fakülte mezunları muhtemelen, aile ve kültür ortamından
geleneksel olarak aldıkları dini değerleri eğitimleri sırasında araştırıp daha bilinçli bir
hale gelerek davranışa dönüştürmekle ya da tamamen terk etmektedirler.
Konuyla ilgili diğer araştırmalarda genellikle eğitim düzeyindeki yükselişe
paralel olarak dini pratiklere bağlılıkta bir düşüş söz konusudur. Şişik’in çalışmasında
günlük beş vakit namazını düzenli olarak kıldığını belirtenlerin en yüksek oranda
olduğu eğitim grubu %64,7 ile okuma yazma bilmeyenlerdir. Aynı zamanda bu grupta
hiç namaz kılmadığını ifade eden deneğe rastlanmamıştır.54Yine Köktaş’ın
çalışmasında hiç okula gitmemişlerde günlük namazlara devam oranı %56,3 ile en
yüksek iken, %9,9 ile lise mezunlarında ve %12 ile de Üniversite öğrenci ve
mezunlarında en düşük orandadır.55 Bu bağlamda çalışmanın verilerinin diğer
çalışmalardan farklılaşmakta olduğu görülmektedir. Bölgede eğitim durumunun
artışına paralel olarak ibadetler konusunda bilinç artmakta ve namaz kılma oranı
yükselmektedir.
Bu verilere ek olarak yaş ile günlük namazlara devamlılık arasında da düzenli
bir ilişki söz konusudur. Nitekim günlük namazlara %65,9 oranında en fazla devam
eden yaş grubu 61 ve yukarısı iken bu oran, yaşın azalmasıyla doğru orantılı olarak
azalmakta 15-25 yaş grubunda %24,3 ile en düşük seviyede görülmektedir. Yine hiç
namaz kılmayanların oranı %12,1 ile 15-25 yaş grubunda en yüksek iken,41-60 yaş
grubunda en düşüktür. Bu da göstermektedir ki yaşlılık, ekonomik hayatın dışında
olma ve ölüme daha yakın olduğunu düşünme düzenli namaz kılmayı önemli
etkileyen sebepler arasındadır.
b) Oruç Tutma
Oruç, İslam’ın en fazla önem verdiği ibadetlerden birisidir. Ayrıca kolektif
şuurun bilinç düzeyine yükseldiği dönemlerden birisini Ramazan ayı oluşturmaktadır.
Bir istikrar ve süreklilik simgesi olarak namaz, çeşitli nedenlerle herkes tarafından
yerine getirilmemektedir. Ancak oruç ve özellikle Ramazan orucu konusunda bu
tutum tamamen değişmektedir. Yılın sadece bir ayında oruç tutma zorunluluğu
olduğu için genelde namaz ve diğer ibadetlere katılım az olsa bile oruç ibadetine
katılım daha fazla olmaktadır. Yine toplumsal normlar, oruç konusunda daha sıkıdır.
Bunun için bireyler oruç tutmasa bile bunu gizleme eğilimindedirler.
Ramazan orucu tutma konusunda katılımcıları değerlendirdiğimizde Ramazan
orucunun tamamını tutanların oranının %92(s=382), hiç oruç tutmayanların oranının
ise %2,7(s=2,7) olduğu görülmektedir. Daha öncede belirttiğimiz gibi oruç ibadetine
54 Şişik, Bolvadin ve Çevresinde Sosyal ve Dini Hayat, s. 65. 55 Köktaş, Türkiye’de Dini Hayat, s. 112.
Çüngüş’te Sosyal ve Dini Hayat 751
katılım durumunda diğer ibadetlere katılımdan daha fazla bir yoğunluk vardır. Bu
anlamda örneklemimiz daha homojendir ve değişkenler açısından konu ile ilgili
anlamlı bir fark bulunmamaktadır.
c) Hac İbadeti
İslam’ın beş şartından biri de hac ’tır. Hac, bireylerin ekonomik durumlarıyla
yakından ilişkili bir ibadet olduğu için yörede en az yapılan ibadetlerden birisidir.
Nitekim yörede hacca sadece bir defa gittiğini belirtenlerin oranı 3,4(s=14)’tür.
Ekonomik imkansızlıkları nedeniyle hacca gidemeyip ancak imkanı olduğu takdirde
gitmeyi isteyenlerin oranı ise %87,5(s=363)’tir. Durumu ne olursa olsun hacca
gitmeyeceğini ifade edenlerin oranı ise %6,7(s=28)’dir.
Konu gelirle doğrudan alakalı olduğu için, gelir grupları açısından
incelediğimizde bir defa hacca gittiğini ifade edenlerin %61’inin 251-350 TL gelire
sahip gruptan olduğu görülmektedir. Hiç geliri olmadığını ifade edenlerin
oluşturduğu grup dışında, her gelir grubundan önemli bir katılım söz konusudur. Hiç
hacca gitmeyeceğini ifade edenlerin oranı %15,7 ile 500 TL ve daha fazla gelire sahip
grupta en yüksektir. Ancak hac ile ilgili tutumlar, tüm gelir gruplarında olumludur.
Gelir gruplarından imkanı olursa hacca gitmek istediğini belirtenlerin oranı %80,7 ile
500 milyon ve daha fazla gelire sahip grupta en düşük, gelirinin olmadığını ifade
edenlerin grubunda %97,1 ile en yüksektir. Bu da beklenenin aksine gelir arttıkça hacca
gitmeyi isteme oranının nispeten düştüğünü göstermektedir. Bu da hacca gitme
konusundaki tutumların daha çok gelirle değil kişinin sahip olduğu dini hassasiyetle
ilgili olduğunu göstermektedir.
d) Zekat Fitre ve Kurban
Zekat, fitre ve kurban tamamen mali ibadetler olduğu için katılımcıların bu
konudaki tutumları tek bir soruyla ölçülmeye çalışılmıştır. Bilindiği gibi zekat
verebilmek için sahip olunan malın belirli bir miktara ulaşması ve sahip olma süresinin
en az bir yıl olması gerekmektedir. Bu açıdan yörede gelir düzeyi oldukça düşük
olduğu için zekat ibadetine katılımın ya çok düşük ya da hiç olmadığını
düşünülmüştür. Ancak bir çok katılımcı, sahip olduğu küçükbaş hayvanlardan ve az
miktarda da olsa altın gibi değerli eşyalardan zekat verdiğini ifade etmiştir. Kurban ve
fitre ise zekata oranla katılımı daha yüksek olan ibadetlerdir. Zengin ya da fakir
ayrımını çok az olarak etkilemesine rağmen fitrenin ve kurbanın da geleneksel
kültürün etkisiyle yerine getirildiği gözlemlenmiştir. Katılımcılardan bazıları kurban
için paraları olmasa bile komşularından bir küçükbaş hayvan alıp kesmelerinin
kendilerine hiç de ağır gelmediğini ifade etmiştir. Zekat ve fitre gibi ibadetler başlı
başına sosyal bir dayanışma mekanizmasını oluştururken, gelir durumları buna imkan
vermeyenlerde de bu ibadetlere katılma arzusu göze çarpmaktadır. Kurban konusunda
ise bazen bir ibadet olduğu bilinci kaybolsa da bu ibadeti yerine getirme davranışı
752
Muhammet Ali KÖROĞLU
yaygındır. Nitekim zekat, fitre ve kurban ibadetlerini her yıl yerine getirenlerin oranı
%53,7(s=223)’ dir. Hiç yerine getirmeyenlerin oranı %6(s=25) iken, bazı yıllar yerine
getirenlerin oranı %14,2(s=59)’dir. Yapılması gereken ibadet olarak düşünüp fakirlik
nedeniyle yapamayanların oranı ise %21,4(s=89)’tür.
e) Dua ve Kur’an Okuma
Dua, dini hayatın subjektif yönünü oluşturmaktadır. Anket sırasında yörede
pek çok katılımcı, diğer ibadetlere katılmasalar bile dua ettiklerini ifade etmişlerdir.
Dua edilen durumlar değişse de katılımcılar çoğunlukla dua etmektedirler.
Katılımcılardan bazıları duanın ibadetlerin özü, af ve mağfiret dileme yöntemi
olduğunu ve dua etmeyen kimsenin bulunmayacağını ifade etmişlerdir. Katılımcıların
dua ile ilgili durumlarını değerlendirdiğimizde örneklememizin %73(s=303)’ü namaz
dışında da dua ettiği görülmektedir. Özellikle çaresiz durumlarda dua edenlerin oranı
%17,3(s=72), cenaze mevlit gibi özel durumlarda dua edenlerin oranı %4,8(s=20)’dir.
Hiç dua etmediğini ifade edenlerin oranı %1,7(s=7) olarak görülmektedir.
Dua etme durumuna ek olarak Kur’an’ın ibadet amacıyla okunması da
kültürümüzde yaygın bir durumdur. Kur’an’ın bu şekilde okunması dini bilgi ve
eğitim durumuyla yakından ilişkilidir. Yörede Kur’an’ı Arapça olarak okumayı
bilenlerin az olduğu yönündeki gözlemlerimize dayanarak Kur’an’ın Türkçe ’sini
okuma durumu incelenmeye çalışılmıştır. Ayrıca İslam’ın temel kaynağı olarak
Kur’an’ı kendi diliyle okuyarak anlamaya çalışma ve bazı ilkeleri aracısız olarak
Kur’an’dan öğrenme isteğinin var olup olmadığını ortaya koyma açısından da
katılımcıların Kur’an’ın Türkçe ‘sini okuma durumlarının incelemesi gerektiği
düşünülmüştür.
Katılımcıların bu konuda verdiği cevaplar incelendiğinde %41,9’un Kur’an’ın
Türkçe ‘sini hiç okumadığını, %19,8’inin çok nadir okuduğunu, %27,2’sinin bazen
okuduğunu ve yalnızca %8,7’sinin sık sık okuduğu görülmektedir.
Cinsiyet değişkenine bağlı olarak ise Kur’an’ın Türkçe ‘sini okuma durumu
değişmektedir. Nitekim Kur’an’ın Türkçe ‘sini hiç okumadığını ifade edenlerin oranı
kadınlarda %52,4 iken erkeklerde %38’dir. Erkeklerin %23,4’ü Kur’an’ın Türkçe’sini
çok nadir okurken, bu oran kadınlarda %15,4’tür. Yine erkeklerin %29,3ü Kur’an’ı
bazen okurken, bu oran kadınlarda %25,9’dur. Kur’an’ın Türkçe’sini sık sık
okuduğunu ifade edenlerin oranı ise kadınlarda %6,3, erkeklerde %5’tir. Bu da
göstermektedir ki kadınlara oranla erkekler Kur’an’ın Türkçe ‘sini daha fazla
okumaktadırlar. Kadınlarda Kur’an’ın Türkçe ’sini okuma oranının düşük olmasının
nedeni ise kanaatimizce onların eğitim imkanlarından daha az yararlanmalarıdır.
Konuyu eğitim durumuna göre değerlendirdiğimiz de ise okuma yazma
bilmeyenler istisna edildiğinde, Kur’an’ın Türkçe’sini okuduğunu ifade eden orta ve
dengi okul mezunlarından hiçbir katılımcı olmadığını, fakülte ve yüksekokul
mezunları grubunun %20,8 ile en yüksek oranda Kur’an’ın Türkçe’sini okuduğunu
ifade eden eğitim grubu olduğunu söyleyebiliriz. Yine okuma yazma bilmeyenler
Çüngüş’te Sosyal ve Dini Hayat 753
istisna edilerek Kur’an’ın Türkçe’sini hiç okumayanların oranı orta ve dengi okul
mezunları grubunda %42,9 ile en yüksek olduğu görülmektedir. Bazen okuduğunu
ifade edenlerin oranı, fakülte mezunlarında %41,7 ile en yüksektir. Buna göre fakülte
mezunları Kur’an’ın Türkçe’sini çeşitli sıklıklarla okumaktayken diğer eğitim grupları
daha az okumakta ve oranlar, bu gruplar arasında çok fazla değişmemektedir.
Eğitimdeki artışa paralel, Kur’an’ı kendi diliyle okuma ve anlamaya çalışma çabası
artmaktadır.
III. Dini Bilgi Boyutu İle İlgili Bulgular
Dini bilgi boyutu ile ilgili bölümde katılımcıların İslam’ın iman ilkeleri ve dinin
pratik boyutuyla ilgili genel olarak asgari oranda bilinmesini istediği bazı konularla
ilgili bilgi düzeyleri araştırılmıştır. Bunun için katılımcıların Kur’an’ın Arapça aslını
okumayı bilip bilmeme durumu, dini bilgi düzeyi açısından kendilerini nasıl
algıladıkları gibi konularla ilgili veriler elde edilmeye çalışılmıştır.
a) Kur’an’ı Aslından Okuma
İslam’ın temel kaynağı olarak Kur’an’ı indirildiği dil olan Arapça aslından
okumayı bilmek önemlidir. Bu açıdan incelediğinde katılımcıların %65,5’inin Kur’an’ı
Arapça olarak okumayı bilmediği görülmektedir. %32,3’ü ise Kur’an’ı Arapça olarak
okuyabilmektedir. Kur’an’ı Arapça aslından okuma oranının düşük olması nedeniyle
yörede Kur’an’ı Arapça okumayı bilenlerin dinsel itibarı bir hayli fazladır. İlçede
Kur’an kursunun bulunmaması, camilerdeki yaz kurslarının verimsizliği ve Kur’an
öğrenilebilecek başka eğitim kurumlarının olmaması Kur’an’ı Arapçasından
okuyabilme oranının düşük olmasının nedenleri arasında zikredilebilir.
b) Dini Bilgi Düzeyi
Dindarlığın bilgi boyutuyla ilgili olarak üzerinde durulması gereken diğer bir
husus da, bireylerin dini bilgi düzeyleri açısından kendilerini nasıl
değerlendirdikleridir. Kuşkusuz dini bilgi düzeyinin alınan eğitim, özellikle de din
eğitimi ile yakından ilişkisi vardır. Örneklemimizin dini bilgi düzeyi açısından
kendisini nasıl değerlendirdiğini tespit etmek amacıyla katılımcılara, ‚yeterli derecede
dini bilgiye sahip olduğunuz kanaatinde misiniz? ve ‚sizce ibadetlerinizi sağlıklı bir
şekilde yerine getirebilmeniz için gerekli bilgi düzeyiniz nedir‛ sorularını yönelttik.
Verilen cevaplar incelediğinde ankete katılanların %44,1’inin yeterli derecede dini
bilgiye sahip olduğunu, %42,7’sinin ise dini bilgilerinin yetersizliği kanaatini
belirttikleri görülmektedir. Bunun yanı sıra katılımcıların %9,2’si dini bilgilerinin
yeterliliği konusunda herhangi bir fikre sahip değilken, %4,1’i soruyu cevapsız
bırakmıştır.
İbadetlerini sağlıklı bir şeklide yerine getirebilmek için gerekli bilgi düzeyi
açısından incelediğinde ise katılımcıların %6,7’sinin kendilerini çok iyi, %42,4’ünün
754
Muhammet Ali KÖROĞLU
iyi, %34,9’unun orta, %11,1’inin zayıf olarak değerlendirdiği görülmektedir.
Katılımcıların %1,2’si ise hiç bilgisinin olmadığını ifade etmiştir. Sahip olunan dini
bilgi düzeyinin en çok eğitimle ilişkisi olduğu için, konu eğitim düzeyi açısından
değerlendirilmiştir. Konu ile ilgili olarak, yeterli derecede dini bilgiye sahip olduğunu
ifade edenlerin en yüksek oranda olduğu grup %52,9 ile ilkokul mezunları olduğu
görülmektedir. Bu oran, fakülte mezunlarında %52, okuma yazma bilmeyenlerde
%50’dir. Ortaokul mezunları dini bilgi düzeyi açısından %22,2 ile kendilerini en düşük
oranda yeterli görmektedir. Okuma yazma bilenlerin %45,4’ü, lise mezunlarının ise
%42,5’i dini bilgi düzeylerinin yeterliliği kanaatindedir. Dini bilgilerini yeterli görme
bakımından, fakülte mezunları, ilkokul mezunları ve okuma yazma bilmeyenlerin
oranları birbirine yakındır. Katılımcıların kendi dini bilgi düzeylerini değerlendirmesi
baz alındığında bu oranlar, dini bilgilerin resmi eğitim kurumlarından çok informel
yollarla öğrenilmiş olduğu şeklinde yorumlanabilir. Çünkü eğitimin artışına paralel
olarak dini bilgi düzeyi artmamaktadır.
IV. Dini Tecrübe Boyutuyla İlgili Bulgular
Dini tecrübe boyutunun dindarlığın en subjektif yönünü oluşturduğu
söylenebilir. Din, insanın düşünce dünyasını oluşturup eylemlerine form verirken aynı
zamanda duygu dünyasını da oluşturur. Dini tecrübe daha çok insanın duygu
dünyasıyla ilgili olduğu için tecrübe boyutunu tespit etmek oldukça zordur. Dini
tecrübeyi yaşayan insan açısından bile bunun aktarımı kolay değildir. İslam
kültüründe özellikle tasavvuf ekolünde dinin spiritüel yorumu ve dini tecrübe ile ilgili
zengin bir gelenek vardır. Vecd, fena, hal vb. kavramlar çeşitli şekillerde yaşanan dini
tecrübenin kavramsal düzlemdeki ifadeleridir. Ancak İslam tasavvuf geleneğinde
değişik şekillerde yaşanan bu tür dini tecrübenin aktarılamayacağı, sadece
yaşanabileceği şeklinde ağırlıklı bir görüş vardır.
Dindarlığın en subjektif yönü olarak dini tecrübe, onu yaşayan bireyler
açısından farklıdır. İslam örneğinden hareketle kılınan bir namazın aktörün duygu
dünyasındaki anlamı ve çağrışımı ya da okunan dini bir metnin bireyin
duygularındaki yankısı ile ilgili hissediş farklıdır. Din ve Tanrı gündelik hayatın
gerilimlerinden kaçış ve güveni temsil edebileceği gibi korku ve gerilimleri de temsil
edebilir. Bu açıdan yörede dinin tecrübe boyutunu tespit amacıyla katılımcılara ‚Dine
bağlılık insanın hayatında başka türlü sahip olamayacağı bir gaye ve anlam kazandırır
görüşüne katılıyor musunuz‛ sorusunu yönelttik.
Verilen cevaplara bakıldığında görülmektedir ki ankete katılanların
%40,2’si(s=167) dinin insan hayatına başka türlü sahip olamayacağı bir gaye ve anlam
kazandırdığı görüşüne kesinlikle katılmaktadır. Yine %38,8(s=161)’lik bir oran, bu
düşünceye katılırken, %10,6(s=44), emin değildir. Bu düşünceye katılmayanlarla
kesinlikle katılmayanların oranı ise %6’(s=25)dır. Verilen cevaplardan hareketle
katılımcıların dini tecrübesinin niteliği ile ilgili bir çıkarımda bulunmak mümkün
görünmemektedir. Dine bağlanmanın, insan hayatına gaye ve anlam kazandırdığı
görüşü çoğunlukla kabul edilen bir düşüncedir. Ancak dinin birey hayatına nasıl bir
Çüngüş’te Sosyal ve Dini Hayat 755
gaye ve anlam kattığı, sorunlarını nasıl çözdüğü ya da ne tür sorunlarını çözdüğü
belirsizdir.
V. Etkileme Boyutu İle İlgili Bulgular
Dinin etkileme boyutu, diğer bölümlerde incelenen, inanç, ibadet, tecrübe ve
bilgi boyutlarının seküler düzlemdeki sonucu olarak görülebilir. Dinin insanda
oluşturduğu zihniyet, insanın eşya ve olaylar karşısındaki tutumu, insanlar arası
ilişkilerdeki rolü ve bireyin seküler alanda dini ve tanrıyı göz önünde bulundurması,
dindarlığın etkileme boyutuyla ilgilidir. Bu bölümde dinin etkileme boyutu, dinin
insanın sosyal davranışının şekillenmesi konusunda etkili olan diğer sosyal kurumlarla
ilişkisi çerçevesinde ele alınmıştır.
a) Din-Eğitim İlişkileri
Dini faktörler, toplumsal yapıyı oluşturan diğer kurumlar üzerinde olduğu gibi
eğitim üzerinde de oldukça etkilidirler. Din eğitimi, birey ve toplumun din ihtiyacını
sağlıklı bir şekilde karşılayabilmek için bir dine ait genel bir kültür vererek dini bir
kişilik kazandırma süreci olarak algılanabilir.56
Dinin eğitime etkisi ise toplumlara ve çağlara göre değişmektedir. Din - eğitim
ilişkilerine yörenin eğitim durumu konusunda değinildiği için bu bölümde sadece din
eğitimi ile ilgili kanaatler incelenmiştir. Bu amaçla katılımcılara ‚sizce çocukların
İslami esaslara göre eğitilmeleri gerekli midir?‛ sorusu yöneltilmiştir. Bu soruya
verilen cevaplar incelediğinde, katılımcıların %88’inin, çocukların İslami esaslara göre
eğitilmesini istemekte oldukları, %6,5’inin ise bu konuda fikirlerinin bulunmadığını
belirttikleri görülmektedir. %2,4’ü ise çocukların İslami esaslara göre eğitilmesini
istememektedir.
Değişkenler açısından din eğitiminin gerekli olup olmadığı konusundaki
düşüncelerde en etkili olan yaşam çevresidir. Buna göre köyde din eğitimini isteme
oranı ilçe merkezine oranla daha yüksektir. Ancak yörede genel olarak tüm
değişkenler açısından din eğitiminin gerekliliği fikri en yaygın fikir olarak
görülmektedir. Bu durumun göre halkının kendilerindeki eğitim eksikliğinin farkında
olmalarından kaynaklandığı kanaatindeyiz. Din konusundaki tutum,çoğunlukla
olumlu olduğu için, din eğitimi de gerekli görülmektedir.
c) Din ve Kişiler arası İlişkiler
Dinin etkisinin yoğun olarak hissedildiği alanlardan birisi de günlük hayat ve
kişiler arası ilişkilerdir. Din, arkadaş seçiminden günlük ilişkilerdeki sohbet
ortamlarına kadar bir çok şekilde kişiler arası ilişkileri az ya da çok etkilemektedir.
Dinin kişiler arası ilişkilere etkisini ölçmek amacıyla hareket edilen sorulardan birisi
56 Bkz: Beyza Bilgin, Mualla Selçuk, Din Eğitimi, Gün Yayınları, Ankara, 1999.
756
Muhammet Ali KÖROĞLU
‚size göre insanın arkadaşlarının da dindar olması önemli midir?‛ sorusudur. Bu
soruya verilen cevaplar incelendiğinde, katılımcıların %72,3’ünün insanın
arkadaşlarının da dindar olmasının önemli olduğunu belirttiği ,%14’ünün ise önemli
olmadığını ifade ettiği görülmektedir. %6,7 oranında katılımcı ise fikrinin olmadığını
belirtmiştir. Bu oranlar, arkadaş seçiminde ve kişiler arası ilişkilerde dinin etkili
olduğunu göstermektedir.
Kişiler arası ilişkilerde dinin etkisini ölçmek amacıyla yöneltilen diğer bir soru
da ‚komşularınızla ya da iş arkadaşlarınızla dini konularda hangi sıklıkla sohbet
edersiniz veya tartışırsınız?‛ sorusudur. Cevaplar sınıflandırıldığında katılımcıların
%11,6’sının sık sık, %74,2’sinin ara sıra dini konularda sohbet edip tartıştığını ifade
ettikleri görülmektedir. Katılımcıların %11,8’i ise dini konularda hiç sohbet
etmediklerini belirtmiştir. Dini konularda konuşmanın sık sık, ya da hiç şeklindeki
iki ters yönünü işaretleyen katılımcıların oranı %11,6 - %11,8 olmak üzere birbirine çok
yakındır. Bunun dışındaki geniş bir çoğunlukta din, çeşitli aralıklarla olumlu ya da
olumsuz gündemi oluşturmaktadır.
Sonuç ve Değerlendirme
Bir alan araştırması olarak gerçekleştirilen bu çalışma, Diyarbakır iline bağlı
Çüngüş İlçesi ve yirmi beş köyünden tesadüfi örnekleme yöntemiyle seçilmiş bir
örneklem grubuyla sınırlandırılarak, dindarlığın değişik boyutları yaş, eğitim düzeyi,
cinsiyet vb. değişkenlere göre incelenmiştir.
Genel olarak değerlendirildiğinde yöre, tarıma dayalı bir ekonominin geçerli
olduğu, buna rağmen toplam yüzölçümünün %30’u civarında tarımsal alana sahip ve
alanları ancak iklim koşullarının elverdiği ölçüde kullanabilen bir coğrafyada yer
almaktadır. Ulaşım ve iletişim imkanları çok zordur. Buna rağmen yöre, ülkemizin
yaşadığı değişim sürecinden çok fazla etkilenmiştir. Bu değişimin katalizörü olarak ise
iki olgu görülmektedir. Birincisi, yörede tüm kesitleriyle yaşanan göçün, hem kapalı
bir toplumun tek dışa açılım, hem de genel kültürel bütünle bileşimin şekli haline
gelmesidir. Yörenin nüfusu 1980li yıllarla karşılaştırıldığında çok azalmıştır. Yüksek
doğurganlık oranlarına rağmen 2000’li yıllara gelindiğinde aynı kalan nüfus, yöreden
büyükşehirlere göçün ciddiyetini göstermektedir. Yörede yaşayanların büyük
çoğunluğunda hala büyük şehirlerde yaşama ve çalışma arzusu hâkimdir. Bu nedenle
yaşanan değişimi bu ciddi olgunun kültürel yansıması olarak görmek mümkündür.
Değişimi etkileyen diğer bir unsur da kitle iletişim araçlarından yararlanma oranının
yaygınlaşmasıdır. Yörede yaklaşık olarak her evde televizyon ve çanak anten
bulunmaktadır. Nitekim örneklemimizin ana dili Zaza’ca olmasına rağmen Türkçe
anımsanmayacak oranda en çok kullanılan dildir. Türkçe’yi öğrenmede televizyon çok
etkili olmuştur.
Değişimi gösteren işaretleri ise, miras, kadın-erkek ilişkileri, dinsel itibarın
gözde kategorileri ile ilgili tutumlarda açıkça görmek mümkündür. Azımsanmayacak
bir çoğunluk, mirastan kadının eşit pay almasının, kız ve erkeklerin evlilik öncesi
görüşebilmesinin gerektiğini düşünmektedir. Yine şeyhler ya da ağalar yerine dini
Çüngüş’te Sosyal ve Dini Hayat 757
sorunları çözmede ilk kaynak, din görevlileri olarak görülmekte ve yine yörenin
çevresine oranla farklı din ve mezheplere yaklaşımının oldukça hoşgörülü olduğu
tespit edilmektedir.
Yöre, etnik bir kimlik taşımasına rağmen, genel kültürel bütünden çok farklı
değildir. Bunda en büyük etken ise dindir. Din, kültürel hayatı en çok etkileyen kurum
olduğu için yörede geçerli olan İslam’ın Hanefi yorumu yöreyi ülkenin geneliyle
benzeştirmiştir. Bu benzerlik, dindarlın boyutlarında olduğu kadar dini düşüncede de
açıkça görülebilmektedir. Nitekim dinin inançla ilgili bulguları topluca
değerlendirildiğinde örneklemimizin tamamına yakınının Allah’ın varlığı ve diğer
iman ilkelerine inandıkları görülmüştür. Değişkenler, inanıp inanmama durumunda
etkili değilken, inanılanların niteliği konusunda daha fazla etkilidir. İnanca ulaştıran
etkenlerden en önemlisi ise , aile olarak tespit edilmiştir. Yörede eğitimin, dindarlığın
tüm boyutlarını olumlu olarak etkileyen bir değişken olduğu görülmüştür. İnanç
boyutu içinde incelediğimiz batıl inançlar ve manevi halk inançları konusunda yöre,
karşılaştırmada bulunduğumuz Bolvadin ve İzmir kadar bu inançlara bağımlı değildir.
İbadet boyutu ile ilgili bulgular değerlendirildiğinde farz ibadetlerden en fazla
yerine getirilen ibadetin oruç olduğu görülmektedir. Haccın, ekonomik boyutu olduğu
için en az yerine getirilen ibadettir. Zekat, kurban, fitre gibi ibadetlerin de ekonomik
boyutu olmasına rağmen, bu ibadetler, hacdan çok daha yüksek oranda yerine
getirilmektedirler.
Dini bilgi boyutu açısından değerlendirildiğinde ise örneklemimizin dini
bilgilerinin oldukça yetersiz olduğu görülmektedir. Dini bilgileri öğrenmede aile ve
din görevlileri etkindir. Dini öğrenmede kitapların etkisi ise çok azdır. Bunda
kuşkusuz okuma yazma oranının düşük olması önemlidir. Buna ek olarak dinin kişiler
arası ilişkilerde, eş, arkadaş seçiminde, etkin olduğu görülmüştür.
Sonuç olarak diyebiliriz ki yörede dindarlık, farklı boyutlarda, farklı oranlarda
yaşanmasını rağmen, din hayatın tüm alanlarında etkisini güçlü olarak
sürdürmektedir. Yine din yöre için kültürel bütünleşmeyi sağlayan en önemli
kurumdur.
KAYNAKÇA
BAŞBUĞ, Hayri; İki Türk Boyu Zazalar ve Kurmançlar, T.K.A.E Yayınları, Ankara 1974.
BELDELER DERGİSİ; Çüngüş Belediyesi Yayınları,2003.
BİLGİN, Beyza; Selçuk, Mualla, Din Eğitimi, Gün Yayınları, Ankara, 1999.
BİLGİSEVEN, Amiran Kurtkan; Genel Sosyoloji, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1995.
758
Muhammet Ali KÖROĞLU
COLE, Stephan; Sosyolojik Düşünme Yöntemi, çev. Bekir Demirkol, Vadi Yayınları,
Ankara ,1999.
Çüngüş Kaymakamlığı Nüfus Müdürlüğü Kayıtları.
DOĞAN, İsmail; Sosyoloji, Kavramlar ve Sorunlar, Sistem Yayınları, İstanbul, 2000.
GIDDENS, Anthony; Sosyoloji, Ayraç Yayınları, Ankara, 2000.
GÖKÇEN, Rıfat; Diyarbakır ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi, Öz yürek Yayınları, İstanbul,
2000.
GÜNAY, Ünver; Din Sosyolojisi, İnsan Yayınları, İstanbul, 2000.
HAMİDULLAH, Muhammed; İslam’a Giriş, çev. Muhammet Arif Koytak, Beyan
Yayınları, İstanbul, l996.
KAYA, Ali; Başlangıçtan Günümüze Dersim Tarihi, Can Yayınları, İstanbul, 1999.
KIERKEQUARD,K.; Korku ve Titreme, çev. İbrahim Kapaklıkaya, Anka Yayınları,
İstanbul, 2002.
KONGAR, Emre; 21.yy’da Türkiye, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999.
KÖKTAŞ, M. Emin; Türkiye’de Dini Hayat, İşaret Yayınları, İstanbul, 1993.
___________; Din ve Siyaset, Vadi Yayınları, Ankara, 1997.
___________;‚Türk Modernleşmesinin Din Sorunu” , Türkiye Günlüğü, Ankara, 1997.
KURTKAN, Amiran; Sosyolojik Açıdan Eğitim Yoluyla Kalkınmanın Esasları, İ.Ü.İ.F.
Yayınları, İstanbul, 1972.
LEFEBVRE, Henri; Modern Dünyada Gündelik Hayat, Metis Yayınları, İstanbul, 1998.
MENGÜŞOĞLU , Takiyyüddin; Felsefeye Giriş, Remzi Yay., İstanbul, 1997.
MILLS, C.W; Toplumbilimsel Düşün, çev. Ünsal Oskay, Der Yayınları, İstanbul, 2000.
ÖZCAN, Hanifi; Epistemolojik Açıdan İman, M.Ü.İ.F.V. Yayınları, İstanbul, 1997.
RİŞVANOĞLU, Mahmut; Saklanan Gerçek Kurmançlar ve Zazaların Kimliği, Tanmak
Yayınları, Ankara Tarihsiz.
SEVGEN, Nazmi; Zazalar ve Kızılbaşlar, Kalan Yayınları, Ankara, 1999.
ŞİŞİK, Cemile Zehra; Bolvadin ve Çevresinde Sosyal ve Dini Hayat, Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Konya 2002.
TEZCAN, Mahmut; Türklerle İlgili Stereotipler ( Kalıp Yargılar ve Türk Değerleri Üzerine
Bir Deneme, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1974.
TURNER, Bryan; Statü, çev., Kemal İnal, Doruk Yayınları, Ankara, 2000.
TÜRKDOĞAN, Orhan; Çağdaş Türk Sosyolojisi, Turan Yayınları, İstanbul 1995.
___________;Etnik Sosyoloji, Timaş Yayınlan, İstanbul 1999.
Çüngüş’te Sosyal ve Dini Hayat 759
http:// www.diyarbekir.com
YILDIRIM, Ali; ŞİMŞEK; Hasan, Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri,
Seçkin Yayınları, Ankara, 2000.
YILDIRIM, Ergün; Türkiye’nin Modernleşmesi ve İslam, İnsan Yayınları, İstanbul 1995.