October/November/December 2011

81
EKİM-KASIM-ARALIK 2011 OCTOBER-NOVEMBER-DECEMBER 2011 SAYI 3 ISSUE 3 Yeni bir müzemiz oldu: GAZİANTEP ZEUGMA MOZAİK MÜZESİ We have a new museum: Gaziantep Zeugma Mozaic Museum KÜLTÜRE ve SANATA CAN SUYU: DÖSİMM Life line support for history, culture and art: DÖSİMM TOKAT ATATÜRK EVİ ve Etnografya Müzesi The Atatürk House and Etnographic Museum in Tokat Başarısını talanıyla gölgeleyen SCHLIEMANN Schliemann who overshadowed his success with his pillage MEDUSA: Mitolojinin yılan saçlı kahramanı Medusa: Mythological heroine with snakes for hair

Transcript of October/November/December 2011

EKİM-KASIM-ARALIK 2011 OCTOBER-NOVEMBER-DECEMBER 2011 SAYI 3 ISSUE 3

Yeni bir müzemiz oldu:

GAZİANTEPZEUGMAMOZAİKMÜZESİWe have a new museum:Gaziantep Zeugma Mozaic Museum

KÜLTÜRE ve SANATA CAN SUYU: DÖSİMMLife line support for history, culture and art: DÖSİMM

TOKAT ATATÜRK EVİ ve Etnografya Müzesi The Atatürk House and Etnographic Museum in Tokat

Başarısını talanıyla gölgeleyen SCHLIEMANNSchliemann who overshadowed his success with his pillage

MEDUSA: Mitolojinin yılan saçlı kahramanı Medusa: Mythological heroine with snakes for hair

İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZELERİ KOLEKSİYONUNDAN

İstanbul Arkeoloji MüzeleriOsman Hamdi Bey Yokuşu Sultanahmet İstanbul • Tel: 212 527 27 00 - 520 77 40 • www.istanbularkeoloji.gov.tr

Ana Sponsor

İstanbul Arkeoloji Müzeleri TÜRSAB’ın desteğiyle yenileniyor

İyi Çoban İsa ensesine oturttuğu koçun ayaklarını sağ eli ile tutmuştur. Kısa bir tunik giymiş olup giysisini belinden bir kuşakla bağlamıştır. Başını yukarı doğru kaldırmıştır. Kısa dalgalı saçları yüzünü çevirmektedir. Sırtındaki koçun anatomik yapısı çok iyi işlenmiştir.

IYI ÇOBAN ISA

içindekiler

Başyazı

Dünya tarihinin ev sahibiBRITISH MUSEUM

KÜLTÜRE ve SANATA can suyu

Taşa çeviren bakışlar

AY’ın karanlık yüzü

İstanbul’un tarihi gözlerinizin önünde canlanacak

Haber turu

Takvim

TÜRSAB-MTM müze rehberi

TÜRSAB-MTM müze harita

5

22

36

46

52

62

70

72

76

78

Her taşı bir tarih sahnesi8Tarihin AYAK İZLERİ...30Medeniyetler Köprüsü40Tokat ATATÜRK Evi ve Etnografya Müzesi56İSTANBUL’un ‘MODERN’ yüzü 64

EKİM-KASIM-ARALIK 2011 OCTOBER-NOVEMBER-DECEMBER 2011 SAYI 3 ISSUE 3

Yeni bir müzemiz oldu:

GAZİANTEPZEUGMAMOZAİKMÜZESİWe have a new museum:Gaziantep Zeugma Mozaic Museum

KÜLTÜRE ve SANATA CAN SUYU: DÖSİMMLife line support for history, culture and art: DÖSİMM

TOKAT ATATÜRK EVİ ve Etnografya Müzesi The Atatürk House and Etnographic Museum in Tokat

Başarısını talanıyla gölgeleyen SCHLIEMANNSchliemann who overshadowed his success with his pillage

MEDUSA: Mitolojinin yılan saçlı kahramanı Medusa: Mythological heroine with snakes for hair

Editorial

Host to the History of the World:THE BRITISH MUSEUM

Life line support for history, CULTURE and ART

Petrifying gaze

Dark side of the MOON

İstanbul’s history revived

News in overview

Calendar

TÜRSAB-MTM museums guide

TÜRSAB-MTM map of museums

5

22

36

46

52

62

70

72

76

78

T A B L E O F C O N T E N T S

Each stone a pageof history

8

FOOTPRINTS of history

30

Bridge of civilizations

40

The ATATÜRK House and Etnographic Museum in Tokat

56

İSTANBUL’s ‘MODERN’ face

64

Ekim-Kasım-Aralık2011

Sayı 3 •

October-November-December2011

Issue 3

TÜRSAB-MTM İŞ ORTAKLIĞI TARAFINDAN ÜÇ AYDA BİR YAYINLANIR PUBLISHED QUARTERLY BY THE TÜRSAB-MTM JOINT VENTURE

MÜZE Dergisi Basın Konseyi üyesi olup, Basın Meslek İlkeleri’ne uymaya söz vermiştir. The Museum Journal is a member of the Turkish Press Council and has resolved to abide by the Press Code of Ethics. MÜZE Dergisi’nde yayınlanan yazı ve fotoğraflardan kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz. None of the articles and photographs published in the The Museum Journal maybe quoted without mentioning of resource.

YÖNETİM MANAGEMENT

TÜRSAB-MTM İŞ ORTAKLIĞIDikilitaş Mah. Aşık Kerem Sk. No: 42

34349 Beşiktaşİstanbul / Türkiye

Tel / Phone: (212) 259 84 04Faks / Fax: (212) 259 06 56

www.tursab.org.tre-mail: [email protected]

YAYIN EDITORYAL

BRONZ YAYINCILIKPürtelaş Mah. Güneşli Sk. No: 22 D: 1

34433 Cihangirİstanbul / Türkiye

Tel / Phone: (212) 244 85 37-38Faks / Fax: (212) 244 85 34

e-mail: [email protected]

BASKI PRINTING

BİLNET MATBAACILIKBiltur Basım Yayın ve Hizmet AŞ.Esenşehir Mah. Dudullu Organize

Sanayi Bölgesi 1. Cadde No:16 Ümraniye İstanbul / TürkiyeTel / Phone: (216) 444 44 03Faks / Fax: (216) 365 99 07-0

www.bilnet.net.tr e-mail:[email protected]

TÜRSAB-MTM İş Ortaklığı adına SAHİBİ / TÜRSAB YÖNETİM KURULU BAŞKANI OWNER on behalf of the TÜRSAB-MTM joint venture / PRESIDENT OF THE TÜRSAB EXECUTIVE BOARDBaşaran ULUSOY

SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ / RESPONSIBLE MANAGING EDITORFeyyaz YALÇIN

YAYIN KURULU / EDITORIAL BOARDBaşaran ULUSOY, Feyyaz YALÇIN, Arzu ÇENGİL, Hakan HİMMETOĞLU, Köyüm ÖZYÜKSEL, Kibele EREN, Ayşim ALPMAN, Aylin ŞEN, Hümeyra ÖZALP KONYAR

TÜRSAB adına YAYIN KOORDİNATÖRÜ / EDITORIAL COORDINATOR on behalf of TÜRSABArzu ÇENGİL

YAYIN YÖNETMENİ / EDITOR-IN-CHIEFAyşim ALPMAN

GÖRSEL YÖNETMEN VE YAYIN DANIŞMANI / ART DIRECTOR AND EDITORIAL CONSULTANTHümeyra ÖZALP KONYAR

GÖRSEL VE EDİTORYAL YÖNETİM / VISUAL AND EDITORIAL MANAGEMENTÖzgür AÇIKBAŞ

HABER MÜDÜRÜ / NEWS EDITORSevinç AKYAZILI

GRAFİK UYGULAMA / GRAPHICAL IMPLEMENTATIONSemih BÜYÜKKURT

ÇEVİRİ / TRANSLATIONAhmet ALPMAN

T

Başaran Ulusoy

ÇİNGENE KIZI VE MONA LISA

urizmde müzeciliğin önemini söylemeye bile gerek yok. Türkiye’nin son yıllarda müzecilik alanında attığı adımlar da ortada. Yine de, itiraf

etmeliyim ki, TÜRSAB olarak o çabaların odak noktasında yer almış olsak bile, ‘zenginliğimizin’ çok da farkında değilmişim. Hatta belki

değilmişiz. Çabalara bir katkı olarak MÜZE adında bir dergi yayınlanmasına karar verdiğimizde, bir dizi soruyla karşılaştık. Konu sıkıntısı yaşanır mıydı?

Müzecilik kimin, ne kadar ilgisini çekerdi? Dergi üçüncü sayısıyla elinizde. Bu soruların yanıtlarını veriyor.

Verirken de Anadolu’nun tarihi, kültürel zenginliğinin nasıl uçsuz bucaksız olduğunu gösteriyor.

İşte Zeugma örneği. Roma İmparatorluğu’nun dördüncü büyük / önemli kentinin mirası bir müzede hayat buldu. Gaziantep’te açılan

Zeugma Mozaik Müzesi, eğer tanıtıp duyurmayı da başarırsak, yüzbinleri kendisine çekecek. Destinasyonlara Gaziantep adını

ekleyecek.Paris’te Louvre Müzesi’ni ziyaret edenler bilir. Günün her saatinde her salonu turistlerle dolup taşar. Ama hiçbiri Mona Lisa tablosu

kadar kalabalık toplayamaz. Mona Lisa’nın karşısında, her ülkeden ziyaretçiyle kuyruklar oluşur.

Zeugma’daki ‘Çingene Kızı’ Mona Lisa’yı hatırlatıyor. İzleyeni Mona Lisa kadar etkiliyor. Peki, Çingene Kızı onun kadar şanslı olur mu?

Günün birinde onun karşısında da kuyruklar uzanır mı? Tekrarlayayım; eğer tanıtıp duyurmayı başarırsak ‘Evet’!

GYPSY GIRL AND MONA LISA

The importance of museums for the tourism sector is self-evident. The improvements accomplished by Turkey in recent years with regard to the management of its museums are also obvious. However, I have to admit that, although from the very outset, TÜRSAB was actively involved as a main actor in these rejuvenation efforts, I was not fully aware of the amazing dimensions of our ‘wealth’ in terms of historical heritage. Or even, we were not…As we were deciding, in order to support those efforts, to launch this publication devoted to museums, we were faced with a series of questions. Would there be a scarcity of themes to tackle? How far and which type of public would be interested in the subject matter? At this moment, you are holding the third issue of MÜZE DERGİ in your hands, providing a plethora of answers to the above questions. While doing so, it shows at the same time, the tremendous extent of the Anatolian historic and cultural heritage.Let us dwell upon the example of Zeugma. The legacy of the fourth largest and important city of the Roman Empire was brought back to life at the newly inaugurated Zeugma Museum of Mosaics in Gaziantep. Through an adequate introduction, the museum will reach the point of attracting thousands of guests and help insert Gaziantep on the map of major tourist destinations in Turkey.Those who visited the Louvre in Paris are familiar with the sight of the waiting lines forming in front of the Mona Lisa painting and consisting of visitors from around the world. Although, most of its departments are full of visitors at all times, no other hall of the Louvre is as crowded as the one housing the Mona Lisa. The ‘Gypsy Girl’ mosaic of Zeugma, exerts an impact as strong as Mona Lisa on its admirers. But, will she be as fortunate as Mona Lisa in having long waiting lines in front of her? Yes probably, and I repeat, if we succeed in introducing her properly to the world!

Dünya turizmini İzmir’de keşfedin!Explore the world’s tourism in İzmir!

www.travelturkey-expo.com

Turizm Fuar ve KonferansıTourism Fair & Conferenceİzmir Uluslararası Fuar Alanı, Kültürparkİzmir International Fair Center, Kültürpark

08-11 Aralık December 2011

BU FUAR 5174 SAYILI KANUN GEREĞİNCE TOBB (TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ) İZNİ İLE DÜZENLENMEKTEDİRTHIS FAIR IS ORGANIZED WITH THE PERMISSION OF THE UNION OF CHAMBERS AND COMMODITY EXCHANGES OF TURKEY IN ACCORDANCE WITH THE LAW NUMBER 5174

Tel/Phone: +90 212 259 84 04 Tel/Phone: +90 212 334 69 24 Tel/Phone: +90 232 497 11 12

Havayolu SponsorlarıAirline Sponsors

Medya SponsoruMedia Sponsor

OrganizatörlerOrganizers

Member

T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı himayesindeUnder the patronage of Ministry of Culture & Tourism

Partner ÜlkePartner Country

Partner İlPartner City

KÜTAHYA

8

9

saınt jean şövalyeleri’nin 1402’de inşa ettiği bodrum kalesi, 47 yıl önce müzeye dönüştürüldü... bu müzede, antik çağ şaheserleri şövalyelerin armalarının altında sergileniyor. müzenin salonlarında, ticaret gemileri tüm görkemiyle beliriyor, ipek elbiselerini giymiş karyalı bir prenses, konuklarını en zarif haliyle selamlıyor!

Her taşı birtarih sahnesi

BİR YÖREBİR MÜZEOne Region

One Museum

Yazı-TextSevinç Akyazılı

Fotoğraflar-Photos Rasim Konyar

Kings... Princesses... Knights...EACH STONE A PAGE OF HISTORY

BODRUM CASTLE, BUILT IN 1402 BY ST. JOHN KNIGHTS OF RHODES WAS CONVERTED 47 YEARS AGO INTO A MUSEUM WHERE ANTIQUE AGE PIECES ARE EXHIBITED UNDER THE COATS OF ARMS OF THE KNIGHTS. IN THE GALLERIES OF THE MUSEUM, TRADE SHIPS BURST INTO SIGHT IN ALL THEIR GLORY, A CARIAN PRINCESS IN SILK COSTUME WELCOMES HER GUESTS GRACIOUSLY.

10

odrum, yalnızca Muğla’nın ve Ege’nin değil tüm Türkiye’nin çekim merkezi gibi. Ama, sadece gü-nümüzde değil... Son 30 yılda da değil... Binler-ce yıldır böyle. Gündoğan yakınlarındaki Peynir Çiçeği Mağarası’nda bulunan taş ve bronz ka-

lıntılar, bölgede yaşamın Bakır Çağı’na, yani M.Ö. 5000’lere kadar uzandığını gösteriyor.Heredot’un yazılarından, ilk kentin de M.Ö. 1000 yıllarında bu-günkü kalenin bulunduğu yerde kurulduğunu öğreniyoruz. M.Ö. 4’üncü yüzyıldan itibaren altın yıllarını yaşayan ve antik çağda Ha-licarnassos olarak anılan şehir, Karya’ya 24 yıl süreyle başkentlik etmiş. Dönemin en gelişmiş uygarlıklarından biri olan Karyalılar, arkalarında bir de ‘dünyanın yedi harikası’ndan birini bırakmış. Yani günümüze kadar uzanan ‘mozole’ sözcüğünün kaynağı, Kral Maussollos’un anıt mezarını.

Bodrum is like the attraction centre, not only of Muğla or the Aegean, but of whole Turkey. This is true, not only for our time or for the last 30 years, but it was the case for thousands of years. The stone and bronze artefacts discovered in the Peynir Çiçeği cave point to civilization on the peninsula as far back as 5,000 years ago, during the Copper Age.The father of history Herodotus, a native of Bodrum, estimated that the history of his birthplace dated to the first millennium BC, that the first town was established then at the site of the current castle. Bodrum, Halicarnassos with its ancient name, which experienced its golden age from the 4th century BC onwards, was the capital city of the Carian civilization for 24 years. Bearers of one the leading civilizations of their time, the Carians erected a funeral monument, the Mauseleion, which was going to take its glorious place among the Seven Wonders of the Antique World, for their King Maussollos, whose name is at the origin of the word “mausoleum”, meaning funeral monument.

11

Bodrum Kalesi’nin havadan ve denizden görünüşleri ile camiye dönüştürülen şapelin çatısı ve minaresi.Views of the Bodrum Castle from air and from sea, rooftop and minaret of the chapel converted into mosque.

12

Şövalyeler Çağı!Zaman hızla geçip, Antik Çağ’ın büyük uygarlıkları tarihin tozlu say-falarında yer alırken, Ortaçağ Avrupası’nın en önemli aktörlerinden Hıristiyan şövalyeler de Bodrum’un önemini fark etti. Kendilerini ‘Hıristiyanlık inancının koruyucusu’ ilan eden Saint Jean şövalyeleri, 1402’de Sultan Mehmet Çelebi’den izin alarak kalenin inşasına başladı. Şövalyeler, iddialarını da, Kral Maussollos’un dillere destan mezarının taşlarını kullanarak gösterdi. Anıt mezardan getirilen taş bloklarla, yüksekliği 47.5 metreye ulaşan, 180x185 metre ebatlarındaki kale ortaya çıktı.Şövalyeler, kalenin denize hakim kulelerine, içlerindeki her grubun geldiği ülkenin adını verdi: İngiliz, Fransız, İtalyan, İspanyol kuleleriy-le Yılanlı Kule.Taş ve ahşap işçiliğinin en güzel örnekleriyle süslenen kale 16’ncı yüzyılda Osmanlılar’ın eline geçti ve bir dönem hapishane olarak kullanıldı. 1915 yılında Fransızlar tarafından bombalanan ve yıllarca kaderine terk edilen kale, 1964 yılında müzeye dönüştürüldü. Şim-di Türkiye’nin tek sualtı arkeoloji müzesi olma unvanını taşıyan bu müze, birbirinden önemli binlerce kara ve sualtı bulgusunu içinde barındırıyor.

Dünyanın en geniş koleksiyonu!Müzenin ziyaretçileri, şövalyelerin ejderha, eşit kollu ve klasik haçlar-la süslediği 7 kapıdan geçerek iç kale bölümüne ulaşıyor. Bu bölüm, ‘dünyanın en büyük amfora koleksiyonuna’ ev sahipliği yapıyor. Antik Dönem’de şarap, zeytinyağı ve kuru gıda maddelerinin taşınıp depo-lanmasında kullanılan bu iki kulplu, sivri dipli testiler, kullanıldıkları dönemin ticari ve sosyal hayatını anlatan önemli ipuçlarını barındı-rıyor. Burada, M.Ö. 1400-1992 yılları arasında üretilen çeşitli amfora örnekleri ziyaretçilerle buluşuyor. Antik Çağ ticaretinin bel kemiği

İngiliz Kulesi’nin içi (yukarıda), Şapel’in ön cephesi (sağda).Inside the English Tower (above), Chapel’s front view (on the right).

Age of the KnightsAs the civilizations of the Antique Age took their place in the dusty pages of history, the Christian Knights, among the principal actors of medieval Europe, discovered the strategic merit of Bodrum.Proclaiming themselves protectors of the Christian belief, the St. John Knights launched there the construction of the St. Peter Castle in 1402, upon an authorization granted by the ruler of the Ottoman Empire, Sultan Mehmet Çelebi. They used stone blocks from the ruins of the famous Mauseleion (partially destroyed in an earthquake on 8th August 1304) in the construction, eventually erecting a 47,5 meters high fortress covering an area of 180x185 meters.They gave the names of their countries of origin to the castle’s high-towers overlooking the sea: French, English, Italian, Spanish Towers and the Serpentine Tower.Adorned with the most beautiful specimen of stone carving and wood craftsmanship, the fortress was conquered by the Ottomans in the 16th century. It served as a prison during the late Ottoman period and was bombed by the French in 1915, during the First World War. In 1964, the Bodrum Castle was restored and inaugurated as a museum. Turkey’s unique museum of underwater archaeology, it houses a vast number of terrestrial and underwater artefacts.

sayılan, bu zarif ama dayanıklı testi türünün nasıl şekillendirildiği, nasıl fırınlandığı gibi üretim aşamaları ile içlerinde nelerin saklandığı, gemilerde nasıl depolandığı çizimlerle anlatılıyor. Ziyaretçiler kalenin sağına döndüklerin-de, Antik Çağın, Ortaçağ şövalyelerinin ve Osmanlı’nın aynı mekanda iç içe geçen dünyalarına tanıklık etme fırsatı buluyor. Gotik mimarinin en güzel ör-neklerinden biri olan şapelin duvarları, Mausoleion’dan getirilen yeşil taşlarla örülmüş. Görkemli taş işçiliği ile dikkat çeken şapelin köşe taşlarına ise bu bölümün yapımına-onarımına katkıda bulunan şövalyelerin armaları işlenmiş. Kalenin Osmanlılar tarafından fethin-den sonra, yanına minareler ilave edi-len bu bölüm camiye dönüştürülmüş.

Birkaç dakikada tarih yolculuğuÜç ayrı zaman dilimi ve inanç sistemi-nin iç içe geçtiği şapelden çıkıp, sağa doğru ilerlendiğinde kulelere ulaşılıyor. Bu küçük yolculuğa, duvar kenarında sergilenen ‘ostotekler’ (ölülerin kül-lerinin saklandığı kaplar) eşlik ediyor. M.Ö. 1 ve M.S. 2’nci yüzyıla tarihlenen bu kaplar üzerlerindeki, Eros, Zeus, Me-dusa başları ve öbür dünya tasvirleriyle

Amfora sergilemesi (üstte) ile Cam Batığı.Amphorae display (above) and the Glass Shipwreck.

World’s largest collection!Visitors of the museum reach the inner castle, after crossing 7 gates, decorated with dragon figures, classical crosses and equal-armed crosses. That section is home to the ‘world’s largest collection of amphorae’. Amphorae (amphoras) are this type of elegant vase-shaped earthen-ware vessels with two handles and a sharp-pointed bottom, used in vast numbers to transport and store various products, both liquid and dry, grapes, wine, olive oil, olives, grain, fish and other commodities in the Mediterranean world during the Antique Age and later the Roman period. They deliver us important clues as to the commercial and social life of their era. The production process of the amphora, how it was shaped, how it was dried and hardened in the furnace and what it was used for, the way they were stored on ships etc. is explained on several signboard charts with graphics. Entering the right wing of the castle, the guests are witnessing the worlds of the Antique Age, the Knights of the Middle Age and the Ottomans interpenetrating each other in the same area. The walls of the beautiful Gothic Chapel were built

BODRUM’dan BRITISH MUSEUM’aKral Maussollos M.Ö. 353 yılında bir anıt mezarın yapılması talimatını verdi. Yapımı-na Maussollos tarafından başlanan 32x38 metre ebatlarındaki devasa anıt mezarın inşaası Kraliçe II. Artemisia döneminde bitirildi. Bu yapının yüksekliği 40 metreyi aşıyor, mezar odası 4 yanı heykellerle çevrili bir kaidenin üzerinde duruyor, yapıyı piramit bir tavan örtüyordu. Bu tavanın üzerinde ise 4 atlı bir savaş arabası bulunuyordu. Mimar Pytheos tarafından yapılan ve tarihçilere göre bin 500 yıl ayakta kalan yapı, bü-yük bir depremle yıkılmıştı. Bu depremden geriye kalan taş bloklar Bodrum Kalesi’nin inşasında kullanıldı. Geriye kalan parçaları ise 1800’lü yıllarda Anadolu topraklarında kazı faaliyetine girişen İngiliz arkeologlar tarafından Londra’daki British Museum’a taşındı. Müzede bu muhteşem anıtın maketi ve çizimleri sergileniyor.

Bodrum Mausoleion rekonstrüksiyonu (sol üstte, dört resim). Halikarnas Mozolesi Açık Hava Müzesi alanı (üstte), mezar odası (sol altta) ve müzede sergilenen alçı kabartma kopyalar (sağ üstte).Reconstruction model of the Mauseleion (above left, four pictures). Open Air Museum space of Halicarnassos Mausoleum (above), burial chamber (below left) and plaster relief copies displayed at the museum (above right).

From Bodrum to the British Museum

King Maussollos, the Satrap of Caria ordered the construction of a funeral monument in 353 B.C. The construction of the 32x38 meters large giant monument was completed under the reign of Queen Artemisia II of Caria. The burial chamber of the 40 meters high monument was raised on a high podium surrounded at its 4 flanks by statues. The 21 stepped roof was crowned by a pyramidal rooftop based on 36 ionic columns. Statues of Maussollos and Artemisia, riding a chariot drawn by four horses from the crest of that pyramid are now to be found at the British Museum. The Mauseleion, built by architect Pytheos remained intact for 1500 years until it was partially destroyed by an earthquake in the 14th century and demolished by the Knights of Rhodes who used its stone blocks in the construction of the Bodrum Fortress (St. Peter Castle). The friezes were removed to the British Museum in 1856, by British archaeologists excavating in Turkey. Therefore, the Bodrum Castle Underwater Archaeology Museum houses only drawings and scale models of the Mauseleion, one of the Seven Wonders of the Antique World.

17

dikkat çekiyor. Bu yolun sonunda Antik Çağ’ın en önemli eserlerinden olan Mausoleion’un maketlerinin bulunduğu alana ulaşılıyor. Yolculuğun devamında ziyaretçiler, Antik Çağ’ın zarif cam işçiliği örneklerinin sergilendiği Cam Batığı Salonu’yla karşılaşıyor. Salonun sağında yer alan vitrinlerde, M.Ö. 16’ncı yüzyıla ait Miken cam boncuk dizileri ve Kaş’taki Uluburun Batığı’ndan çıkartılan aynı döneme ait cam külçeleri yan yana sergileniyor. Soldaki vitrinlerde ise Stratoni-keia ve Kaunos gibi antik şehir kazılarında elde edilen cam buluntular yer alıyor. Ancak Cam Batığı Salonu da müze ziyaretçilerine unutulmaz bir sürpriz de hazırlıyor. Salonda, dünya sualtı arkeolojisinin en önem-li eserlerinden biri olan Serçe Limanı Batığı da sergileniyor. M.Ö. 10’uncu yüzyıla tarihlenen bu gemi kalıntısı, Marmaris yakınlarındaki Serçe Koyu’nda 1977-1979 yılları arasında yapılan sualtı kazı çalışma-ları sonucu gün ışığına çıkartılmış. Fatimi Limanları’ndan aldığı hurda cam ile Bizans sularında seyrederken battığı düşünülen bu geminin içinden çıkan cam eserler ve mürettebatın eşyaları da müzenin ziya-retçilerini antik çağ denizcilerinin hayatına götürüyor.

Sikke ve mücevherat salonuİtalyan Kulesi’nin alt katında ise Sikke ve Mücevherat Salonu yer alıyor. Değiş tokuş sisteminin yarattığı zorluklarla başa çıkmak için Lidyalılar tarafından icat edilen ve ‘sikke’ adı verilen madeni paralar burada sıra dışı bir yöntemle sergileniyor. Bu salonda, sadece M.Ö. 6’ncı yüzyıldan M.Ö.2’nci yüzyıla kadar uzanan dönemde basılan altın ve gümüş paralar sergilenmekle kalmıyor, paranın satın alma gücü Uluburun Batığı’ndan bir kesit (altta). Cross-section of the Uluburun Shipwreck (below)

with green stones stemming from the ruins of Mauselion (see above). The cornerstones of the chapel, standing out with its magnificent stone carving workmanship, are decorated with coats of arms of the knights who contributed to its construction and restoration. During the Ottoman period that section was supplemented with minarets and converted into a mosque. Thus, the particular marks of all three different eras and belief systems are visible in an intertwined together-ness at this chapel.

Strolling through history in a matter of minutesLeaving the chapel and proceeding to the right, one reaches the towers. On the way are displayed ostoteks (containers used for preserving the ashes of the deceased) decorated with Eros, Zeus, Medusa heads and figures depicting the world after-death, originating from 1st century BC to 2nd century AD period. At the end of this road, are displayed scale model renditions of the Mauseleion, one of the seven wonders of the Antique world.Continuing their tour of the museum, the visitors arrive at the ‘Glass Shipwreck Hall’ where one can admire the finest samples of glass craftsmanship of the Antique Age. In the display units on the right wing of the hall, the glass bead strings from the Mycenaean civilization (16th century BC) and the glass chunks from the same period found on the Lycian Uluburun shipwreck at Kaş, are displayed side by side. (The Uluburun Shipwreck is a well-documented late 14th century BC ship-

hakkında da müze ziyaretçileri bilgilendiriliyor. Üstelik bu bilgilen-dirme kuru ve anlaşılmaz bir dille de yapılmıyor. Mesela M.Ö. 4’üncü yüzyıla ait bir tetradrahmi’nin (en büyük sikke) yanındaki etikette bu paranın bir öküz almaya yettiği belirtiliyor. Bunun hemen yanında yer alan ve M.Ö. 2’nci yüzyılda basılan bir tetradahmi’nin altındaki etiket-te ise ancak 20 tetradrahmi ile bir öküz satın alınabildiği anlatılıyor. Sergilenen her sikkenin yanında satın alabilirlik gücünün anlatıldığı bu salonun son vitrinlerinde, günümüzde bir ekmeğin kaç TL’ye satın alınabildiği gösteriliyor. Bu salonda ayrıca Mausoleion kazısında bulunan birbirinden kıymetli mücevherat da sergileniyor. Bu bölümde, her biri arkeoloji ve sanat tarihi açısından büyük önem taşıyan kolyeler ve diademler (taçlar) dikkat çekiyor. Diademlere ayrılan vitrinde üzeri zeytin ve defne yapra-ğı şeklinde kesilmiş altın parçalar sergileniyor.

Karyalı Prenses ya da Kraliçe AdaYapının ‘Baltalı Kule’ olarak anılan bölümünde ise, ziyaretçileri Antik Çağ’da Muğla bölgesinin tümüne hükmeden büyük bir kraliçe bekli-yor. Karyalı Prenses Salonu’nda, antik dünyanın en güçlü kadınların-dan biri olan Kraliçe Ada, ham ipekten dikilmiş açık renkli elbisesiyle ve makyajıyla ziyaretçilerini karşılıyor. Bu görkemli karşılamanın öykü-sü ise 1989’da Bodrum’da bir temel kazısı sırasında ortaya çıkartılan bir lahitle başlıyor. Lahitin içinde 44 yaşında öldüğü belirlenen, altın işlemeli elbiseleri, takılarıyla gömülmüş bir kadın iskeletine rastla-nılıyor. Kafatası İngiltere Manchester Üniversitesi’ne götürülüyor ve inceleniyor. Daha sonra kafatası özenli bir çalışma sonucu etlendirili-yor. O sıralarda henüz kimliği belirlenemeyen kadına Bodrum Müzesi yetkilileri ‘Karyalı Prenses’ adını uygun buluyor. Yapılan araştırmalar derinleştikçe bu kadının Büyük İskender’in manevi annesi Kraliçe Ada olduğu ortaya çıkıyor. Günümüzde Karyalı Prenses’in maketi, iskeleti ve tüm takıları bu salonda sergileniyor. Karya baltaları, Zeus tasvirleri, Medusa başları ile süslü bu salonda Kraliçe Ada’nın hayatı çizgi roman tekniğiyle konuklara aktarılıyor, kafatasının etlendirilmesi çalışmaları video gösterileriyle sunuluyor. Kısacası, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nin her salonu, hatta her duvarı bile izleyicilerine bambaşka öyküler anlatıyor. Bir zamanlar şövalyelerin zırhlarının ve kılıçlarının sesiyle çınlayan bu müze, artık her yıl binlerce ziyaretçiyi ağırlıyor. Kaynak: Antik Halikarnassos-Oğuz Alpözen

Baltalı Kule girişi (solda) ile Prenses Ada canlandırması (üstte).Entrance to the Tower of Axes (left) and Princess Ada’s life-size model (above).

wreck of the Late Bronze Age period, discovered (found by a Turkish sponge diver in 1982) off the south coast of Turkey in the Mediterra-nean Sea near the city of Kaş in the province of Antalya. An unforgettable surprise for the visitors of the ‘Glass Shipwreck Hall’ is the presence there of the “Glass Wreck of Serçe Limanı”, an early 11th century shipwreck excavated from sea bottom at Serçe Limanı, a natural harbour on the Turkish coast near Marmaris during the summers of 1977 through 1979. It is esteemed that the ship sunk while sailing in Byzantine waters, transporting glass weights for weighing coins and glass chunks originating from the southern shores of the Mediterranean, from the Moslem Fatimids. The glass articles from the ship and the belongings of the ship’s crew on display in this hall are the object of the visitors’ keen interest.

Coins and Jewellery HallThe Coins and Jewellery Hall is located on the ground floor of the Italian tower. Difficulties incurred during the swap trade instigated the Lydians to invent the metallic money known as ‘coins’. Golden and silver coins originating from 6th to 2nd centuries are exhibited here along with charts indicating their corresponding purchasing powers. For instance, on a tag placed under a large coin from the 2nd century BC, a tetra drachmae (equal to 4 silver coins- a drachma being a silver

20

Prenses Ada’nın takılarından biri ve Ada’nın iskeleti (üstte), Karyalı Prenses Salonu (altta).Princess Ada’s piece of jewellery and Ada’s skeleton (above), Carian Princess Hall (below).

coin), it is indicated that the price to be paid for an ox was around 20 tetra drachmae. Precious jewellery originating from excavations at the ruins of Mause-leion, pieces bearing great value from the stand of archaeology and art history, necklaces, diadems are equally on display in this hall; gold leaves cut in the form of olive and laurel leaves are placed alongside diadems in the display cabinets.

Ada, Carian Princess or Queen Baltalı Tower (Tower of Axes), situated at the highest point of the castle, houses the Carian Princess Hall, decorated with Carian battle-axes, Zeus figures and Medusa heads, where the visitors are welcomed by a queen who ruled over the Muğla region in the Antique Age, Princess Ada, one of the most powerful ladies of the Antique world, in her raw silk costume and with make-up. In 1989 a sarcophagus was found while digging foundations at a construction site outside Bod-rum. In this sarcophagus was lying the skeleton of a woman, whose dying age was determined as 44, dressed up in a gold inlaid raw silk garment and wearing precious jewellery. The Bodrum Museum officials named her the ‘Carian Princess’. Following an in-depth examination of her skull and her jewellery by Manchester University scholars, she was identified as Princess Ada, who was also the adoptive mother of Alexander the Great. The University of Manchester plastered the skeleton of Princess to her state while living and she is now exhibited along with her jewellery in a niche in the hall, where also her life story is depicted on a chart in strip cartoon technique and, a documentary on the plastering work performed by Manchester University is shown on video screens.In short, the Bodrum Museum of Underwater Archaeology each hall, each wall reveals a variety of different stories to its visitors. The fortress where, once upon a time, clinked the armours and glaives of the knights, is welcoming each year thousands of guests as a museum.Source: Antique HalicarnassosAuthor: Former Museum Director Oğuz Alpözen

22

23

firavun mumyalarını, efes artemis tapınağı’nın, akropolis’in muhteşem heykellerini, endonezya, sudan ve nijerya gibi ülkelerin tarihi miraslarını içinde barındıran bir müze: 7 milyon parçalık eşsiz bir koleksiyona sahip. yılda ‘tek başına’ 6 milyon ziyaretçi ağırlıyor. brıtısh museum, ev sahipliği yaptığı dünya tarihi kadar ‘kendi tarihi’ ile de anlatılmayı hakediyor.BR

ITIS

H M

USE

UM

Dün

ya T

arih

inin

Ev

Sahi

bi

DÜNYAMÜZELERİWorld Museums

Yazı-TextSevinç Akyazılı

Chris

Hep

burn

The

Imag

e Ba

nk

Host to the History of the World:

A MUSEUM SHELTERING UNDER ITS ROOF, PHARAOH MUMMIES, THE TEMPLE OF ARTEMIS FROM EPHESUS, THE HISTORICAL HERITAGES OF COUNTRIES SUCH AS INDONESIA, SUDAN AND NIGERIA: AN UNEQUALLED COLLECTION CONSISTING OF 7 MILLION PIECES; HOSTING YEARLY 6 MILLION GUESTS, THE BRITISH MUSEUM’S OWN HISTORY DESERVES TO BE EXAMINED.TH

E B

RIT

ISH

MU

SEU

M

24

ondra, dünyanın görülmeye değer başkentler listesinde başlarda gelir. Londra deyince de akla, kentin içinden geçen Thames

Nehri, ünlü saat kulesi Big Ben ve tabii ki British Museum gelir. Londra’yı ziyaret edenle-rin uğramadan geçmedikleri bu müzenin, kentin, hatta İngiltere’nin sembollerinden biri haline gelmiş olması boşuna değil. Londra’nın merkezindeki bu devasa müze¸ İngiltere’nin neredeyse dünyanın her ülkesiyle ilişkilerinin gerginleşmesine neden olacak kadar değerli sanat eserlerine sahip. Gerginli-ğin nedeni, bu müzedeki sanat eserlerinin pek çoğunun, topraklarından binlerce kilometre ötedeki British Museum’da sergileniyor olması. Bu müzede neler yok ki? En önemli firavunların mumyaları, heykelleri, paha biçilmez mücevher-lerden “tarihe kayıt tutmuş” yazıtlara kadar hazinesi ile Mısır tarihi orada canlanıyor sanki.Nijerya’nın, Sudan’ın ve hatta Endonezya’nın kültürel mirası da orada... Müzenin en görkemli, bir o kadar da içimizi acıtan bölümlerinden birinde de Efes’teki Artemis Tapınağı’na ve Bodrum’daki Maussol-los Anıt Mezarı’na ait kalıntılar sergileniyor.

‘Serbest gezi’ jestiDünyanın dört bir köşesinden, kendi ülkesinde-ki uygarlıkların mirasını görmeye gelenlere jest mi, kim bilir! “Eserlerinizi sizden aldık, bari görmeniz için para almayalım” der gibi, British Museum’a giriş ücretsiz.Yani, müzeye giriş çok kolay. Ama ‘çıkmak’ hiç kolay değil. Çünkü sergilenen eserleri bir günde görebilmek söz konusu değil. Koleksiyonlar, ‘Eskiçağ Yapıtları’, ‘Sikkeler ve Madalyalar’, ‘Baskılar ve Çizimler’ ile ‘Etnografya’ Bölümleri olmak üzere dört ana başlıkta sergileniyor. Müzenin en ilgi çeken koleksiyonu olan Eskiçağ Yapıtları bölümü ise; Mısır, Batı Asya, Eski Yunan ve Antik Roma, Tarih öncesi İngiltere, Ortaçağ ve Doğu Yapıtları gibi alt başlıklara ayrılıyor. Üstelik, sergilenen eserler, müzenin envanterindeki hazinenin yanında adeta okyanustaki damla gibi. Çünkü, envanterde 7 milyon parça var. Oysa, bunların sadece 50 bin kadarı sergilenebiliyor.

Güneş batmadan önce!Rakamlar da gösteriyor: Londra’nın ortasında yükselen Neo-Klasik bina, insanlık tarihinin gelişimi özetleyen dev bir anıt! Kendi tarihi ise, İngiltere’nin ‘üzerinde güneş batmayan impara-torluk’ döneminin simgesi. Afrika’nın, Asya’nın ‘arka bahçe’ sayıldığı sürecin özeti!British Museum, İngiliz asilzade Sir Hans Sloane’un (1660-1723) ender bulunan eserler-den oluşan 71 bin parçalık koleksiyonunu Birleşik Krallık’a bağışlaması sonucu 1753 yılında kuruldu. Müzenin ilk binası, Blooms-

Anto

nio

M. R

osar

io S

tone

London is on the top list of world capitals worth seeing and visiting. One associates immediately with the name London, the Thames river, the famous Big Ben Clock Tower and of course the British Museum. No wonder that this museum, a ‘must see’ for all visitors of the city, is one of London’s, yet more Great Britain’s best known symbols. The giant museum, located at London’s city centre, houses a vast variety of works of art bearing the potential of straining Great Britain’s relations with almost every country in the world. The tension’s cause is that a large majority of the artefacts on display here, were removed from their countries of origin and brought thousands of kilometres away to the British Museum.The civilization of Ancient Egypt, with the mummies of its principal pharaohs, its statues, its treasures of jewellery and hieroglyph tablets keeping history’s records, is almost completely revived here with its most essential compo-nents.The cultural heritages of Nigeria, Sudan and even Indonesia are all present...One of the most prestigious departments of the museum is also the one with the pieces hurting the most our Turkish souls, starting from parts of the Artemision (Temple of Artemis) of Ephesus, all the way to the vestiges, originating from Bodrum, of the Mauseleion, the famous funeral monument of Carian King Maussollos.

“Free entrance” gestureThe entrance to the British Museum is free of charge, as if it were a ‘generosity’ towards the citizens of countries coming all the way to London to see their own cultural heritage; as if this gesture conveyed the message: “We removed your heritage from its roots, but don’t worry, you don’t have to pay to see it here!”In short, it is easy to enter the museum, but not easy to leave, because it is impossible to complete the visit in one day. The collections are exhibited under four main headings, Antiquities, Coins and Medals, Prints and Drawings, and Ethnography. Antiquities, probably the museum’s most interesting department, comprises the Egypt, West Asia, Ancient Greece and Rome, Prehistoric Britain, Medieval Age and Asia Collections. On top of it, the displayed items are like a drop in the ocean in comparison with the huge treasure on the inventory of the museum which consists of 7 million pieces, of which only the limited number of 50 thousand can be publicly dis-played.

Before the sunset!Those figures are evidence to it; the huge neoclassical building erected in the middle of London is a giant monument embodying the historic evolution of human culture! The history of the museum itself is symbolic of an era where the British Empire was known as “the

bury Montagu House isimli bir 17’nci yüzyıl konağıydı. İngiliz Kraliyet Ailesi’nin, Montagu

Ailesi’nden 20 bin Pound’a satın aldığı bu konaktan önce, bugün

Buckingham Sarayı olarak kullanılan yapının müzeye dönüştürülmesi fikri günde-me gelmiş, maliyet ve ulaşım sorunları nedeniyle bu fikirden vazgeçilmişti. Müze, Montagu House’ta yapılan tadilatın ardından 15 Ocak 1759’da kapılarını açtı. Müzede, Sir Sloane’a

ait olan ve 7 bini el yazmala-rından oluşan 40 bin nadir

bulunan kitap, antikalar, kurutulmuş bitkiler, çizimler, Yunan, Roma, Antik

Yakın ve Uzak Doğu ile Amerika kıtasından getiri-len eserler sergileniyordu. British Museum ‘un koleksiyonundaki en önemli yazılı eserler, Lindisfarne İncili ve 11. Yüzyıl Beowulf destanının tek elyazması özgün kopyasıydı. Müzenin koleksiyonu, Büyükelçi Sir William Hamilton’a (1730-1803) ait antik Yunan vazoları, Apollo heykelleri ve Vezüv Yanardağı çizimleri ve Kaptan James Cook’un güney denizlerden getirdiği eserler ile zengin-leşti.İngiltere’nin dünyanın dört bir yanına uzanan sömürgecilik faaliyetleri-ni, bilim adamları ve kaşiflerin yaptığı seyahatler takip ediyor, bu da müzenin hızla zenginleşmesine yol açıyordu. ‘Üzerinde güneş batmayan krallık’ın dili ve kültürü dünyanın dört bir yanına dağılırken, İngiliz bayrağının dalgalandığı topraklara ait kültürel ve sanatsal hazineler British Museum’a aktarılıyordu. Müze, satın almalar ve bağışlamalar yoluyla zenginleşirken, ünü de hızla yayılıyordu. İnsanlar, daha önce varlığından bile haberdar olmadıkları kültürlerin yarattığı muhteşem heykelleri, mücevheratı ve o ülkeleri anlatan çizimleri görebilmek için İngiltere’nin dört bir yanından müzeye akın ediyordu.

Arkeolojinin en büyük keşfi Müze birbirinden özel parçalara sahipti. Ancak içlerinde öyle bir buluntu vardı ki, paha biçilemezdi. Napolyon’un Mısır Seferi sırasında bir askerin bulduğu granit kitabe, arkeoloji biliminde bir mihenk taşı oldu. Mısır’da üç tapınağa gönderilmek üzere üç ayrı dilde (demotic-Mısır’da halkın kullandığı dil, hiyeroglif ve Antik Yunanca) yazılan ve Rosetta Taşı adı verilen bu kitabe, yüzyıllardır çözülemeyen hiyeroglif dilinin çözülmesine yardımcı oldu. M.Ö. 196 yılında yazıldığı tahmin edilen 114 santimetre uzunluğunda, 72 santimetre genişliğinde ve 28 santimetre kalınlığındaki bu granit kitabe sayesinde Egyptology – Mısır bilimi doğdu. Taş İngiliz koleksiyoncular tarafından British Museum’a satıldı. Antik Mısır’a ait objeler hem halktan büyük ilgi görüyor hem de bilim çevrelerinde heyecan yaratıyordu. 1818’de Mısır Anıtsal Heykel Koleksiyonu’nun temeli atıldı... II. Ramses’in devasa boyutlardaki büstü ile başlayan ilgi, heyecan fırtınasına dönüştü.Ramses’in 7 ton ağırlığındaki iki renk granitten kesilmiş, başında firavunlara özgü kobralı taçla tasvir edildiği bu muhteşem eser, 1816 yılında bulunmuştu. Eser İngiltere’ye getirildiğinde sadece bilim çevreleri ve halkta büyük bir merak uyandırmakla kalmadı, ondan alınan ilhamla şiirler bile yazıldı. Ramses, Batı edebiyatında da kendine yer buldu.

Mısır Koleksiyonu’ndan ‘Rosetta Taşı’ (üstte), II. Ramses büstü (yanda).‘Rosetta Stone’, Egyptian Collection (above), Ramesses II sculpture (aside).

O. L

ouis

Maz

zate

nta

Natio

nal G

eogr

aphi

c

De A

gost

ini P

ictur

e Li

brar

y

Empire on which the sun never sets”, the period where Asia and Africa were considered “backyard of the Empire”.The British Museum was established in 1753, largely based on the collections of the physician and scientist Sir Hans Sloane (1660-1723). During the course of his lifetime Sloane gathered an enviable collection of curiosities and, not wishing to see his collection broken up after death, he bequeathed it to King George II, for the nation, for the princely sum of 20 thousand Pounds. At that time, Sloane’s collection consisted of around 71,000 objects of all kinds including some 40,000 printed books, 7,000 manuscripts, extensive natural history specimens including 337 volumes of dried plants, prints and drawings including those by Albrecht Dürer and antiquities from Egypt, Greece, Rome, the Ancient Near and Far East and the Americas. On 7 June 1753, King George II gave his formal assent to the Act of Parliament which established the British Museum. The “foundation collections” included many of the most treasured books now in the British Library including the Lindisfarne Gospels and the sole surviving manuscript of 11th century Old English epic poem Beowulf.The British Museum was the first of a new kind of museum-national, belonging to neither church nor king, freely open to the public and aiming to collect everything. The body of trustees decided on a con-verted 17th-century mansion, Montagu House, as a location for the museum, which it bought from the Montagu family for 20 thousand Pounds. The Trustees rejected Buckingham House, on the site now occupied by Buckingham Palace, on the grounds of cost and the unsuitability of its location.The museum first opened to the public on 15 January 1759 in the Montagu House in Bloomsbury, on the site of the current museum building.In 1772 the Museum acquired its first antiquities of note; British Ambassador to Naples, Sir William Hamilton’s (1730-1803) collection of Greek vases. From 1778 a display of objects from the South Seas brought back from the round-the-world voyages of Captain James Cook and the travels of other explorers fascinated visitors with a glimpse of previously unknown lands.British Museum’s expansion over the following two and a half centuries was largely a result of an expanding British colonial footprint. While the language and culture of ‘the Empire on which the sun never sets’ was spreading out to four corners of the world, the cultural and artistic treasures of countries under British colonial rule were being transferred to the British Museum. The museum was expanding constantly through various acquisitions and donations and its reputation was growing. People from all parts of Britain were rushing into the museum to admire treasures of art, statues, jewellery and drawings depicting far away countries, originating from places and cultures whose existence they could not even imagine.

26

Sıra Osmanlı topraklarındaAntik Mısır sanatına gösterilen ilgi, İngilizler’in doğudaki topraklarda yürüttük-leri kazı faaliyetlerine hız vermelerine yol açtı. Yunanistan topraklarından başlayan kültür ve tarih talanı daha sonra diğer Osmanlı topraklarına uzandı. Lord Thomas Bruce Elgin 1799-1803 tarihleri arasında Atina Akropolis’teki Parthenon’dan ‘Elgin Mermerleri’ olarak da anılan büyük heykel koleksiyonunu İngiltere’ye getirdi. 1816 yılında Birleşik Krallık tarafından satın alınan Elgin Mermerleri, British Museum’da kendileri için özel olarak inşa edilen Duveen Gallery’de teşhir edilmeye başlandı. Müzenin sahip olduğu eserler hızla artınca bina yetersiz gelmeye başladı. Baş kütüpha-neci Sir Anthony Panizzi’nin de mimari çizimlerine yardımcı olduğu yeni binanın inşaatı 10 yıl sürdü ve 1857 yılında tamam-landı.Takvimler 1840’ı gösterirken Charles Fellows başkanlığındaki ekip Antalya Kınık yakınlarındaki Xanthos Antik Kenti’nde kazılara başladı. Nereid ve Payava Anıtları-nın da aralarında bulunduğu onlarca paha biçilmez eseri ülkesine taşıdı. 1857 yılında Sir Charles Newton başkanlığındaki bir başka ekip, M.Ö. 4’üncü yüzyılda bugünkü Bodrum yakınlarında inşa edilen ve dünya-nın 7 harikasından biri kabul edilen Mausoleion kalıntılarının bir bölümünü ülkesine götürdü. Ancak Osmanlı toprakla-rındaki tarih talanı bununla da sınırlı kalmadı. Musul yakınlarındaki Ninova’dan Efes’teki Artemis Tapınağı’na sayısız eser İngiltere’ye taşındı. Müzenin sahip olduğu eser sayısı hızla artarken 1900-1925 yılları arasında binaya iki kanat daha eklendi. Bina, Yeni Gine, Madagaskar, Guatemala, Endonezya, Mısır ve Sudan gibi ülkelerde yaptığı kazılarda her geçen gün daha da görkemli bir hal aldı. Günümüzde 75 bin metre kare sergileme alanda hizmet veren müze, yılda 6 milyon-dan fazla turisti ağırlıyor. Sadece Mısır ve Sudan Koleksiyonları 110 bin parçayı aşan müze, dünyanın en önemli kültür ve sanat harikalarını bünyesinde bulunduruyor. İçindeki eserleri temin ediş biçimi tartışılsa da British Museum ‘bir kültür sanat ve tarih mabedi’ olarak tanımlanmaya ve ilgi görmeye devam ediyor.

Üstteki iki parça ‘Mısır Ölüler Kitabı’, altta ‘Elgin Mermerleri’.The two pieces above: ‘Egyptian Book of the Dead’, below the ‘Elgin Marbles’.

Leemage Universal Images Group

Leemage Universal Images Group

Panoramic Images

Dani

el B

ereh

ulak

Archaeology’s greatest achievementThe Museum owned a great number of amazing pieces. However, the foundations for an extensive collection of sculpture began to be laid in the early 19th century, with Greek, Roman and Egyptian artefacts. An ancient Egyptian stele inscribed with a decree issued in 196 BC on behalf of King Ptolemy V, discovered in 1799 near the town of Rashid (Rosetta) in the Nile Delta by a French soldier during Napoleon’s expedition to Egypt, led to a major breakthrough in archaeology. The Rosetta Stone, an ancient Egyptian stele inscribed in three scripts: Ancient Egyptian hieroglyphs, Demotic script (popular language in Ancient Egypt), and Ancient Greek, proved to be a most valuable tool for the deciphering of hieroglyphs. Because it presents essentially the same text in all three scripts, it provided the key to the modern understanding of Egyptian hieroglyphs. The Rosetta Stone, a 114 centimetres high, 72 cm wide, and 28 cm thick stone of black granite, paved the way to the inception of Egyptology as a science. Meanwhile, British troops defeated the French in Egypt in 1801, and the original stone came into British possession under the Capitulation of Alexan-dria. Transported to London, it has been on public display at the British Museum since 1802. It is the most-visited object in the British Museum.Gifts and purchases from Henry Salt, British Consul General in Egypt, beginning with the Colossal bust of Ramesses II the Great in 1818, laid the foundations of the collection of Egyptian Monumental Sculpture. Weighing 7 tons, this fragment of his statue was cut from a single block of two-coloured granite. He is shown wearing the striped nemes head-dress sur-mounted by a cobra diadem. It was retrieved from the mortuary temple of Ramesses at Thebes (the ‘Rames-seum’) in 1816. The arrival of the head in England in 1818 not only aroused widespread interest by the public and the scientific community, but inspired poets like Percy Bysshe Shelley to write poetry glorifying Ancient Egypt.

Ottoman lands were nextThe interest manifested towards Ancient Egyptian art, prompted the British to expedite their archaeological activity in the East. The plundering started in Greece spread out to other parts of the Ottoman Empire. In 1806, Lord Thomas Bruce, 7th Earl of Elgin, Ambassador to the Ottoman Empire from 1799 to 1803 removed the large collection of marble sculptures from the Parthe-non on the Acropolis in Athens and transferred them to the UK. In 1816 these masterpieces of western art, were acquired by The British Museum by Act of Parliament and deposited in the museum thereafter at the Duveen Gallery built especially for the Elgin Marbles. With the progressive extension of collections, the construction of new wings became indispensable. The famous circular Reading Room was designed and built by neoclassical architect Sir Sydney Smirke from a sketch drawn by Sir Anthony Panizzi, Chief Librarian at the British Museum Library opened in 1857. In 1840 the Museum became involved in its first overseas excava-tions with Charles Fellows’s expedition to the Antique settlement of Xanthos near Antalya Kınık in Turkey. Fellow removed and transferred to London historic treasures from the tombs of the rulers of ancient Lycia,

28

Bodrum’dan getirilen Maussollos Anıt Mezarı’na ait parçalar (üstte), British Museum’un dünyaca ünlü kütüphanesi (yanda).Pieces of the Maussollos Funeral Monument from Bodrum (above), British Library at the British Museum (side).

Just

in P

umfre

y Ta

xi

BRITISH MUSEUM NOTLARI• British Museum’un dünyaca ünlü kütüphanesi, Marks ve Lenin’in de araştırmalarına ev sahipliği yaptı. • 18’inci yüzyıldan bu yana müzedeki tadilat çalışmaları ve yeni bölümlerin eklenmesi hiç bitmedi. Bu durum, İngilizler ’in müzeyi, ‘dünyanın en büyük şantiyesi’ olarak anmasına neden oldu. • Müzenin sahip olduğu eser sayısı 7 milyonu aşsa da alan yetersizliği nedeniyle bunların sadece 50 bin kadarı sergileniyor. • Giriş ücreti alınmayan müzenin kafeteryası ve sosyal alanları özel sektör tarafından işletiliyor. • Müzenin elinde bulundurduğu koleksiyonlarla ilgili olarak İngiltere çok sayıda ülkeyle diplomatik gerginlik yaşadı. Yunanistan Elgin Mermerlerini, Mısır Rosetta Taşı’nı, Çin Mogao Mağarası’ndan çalınarak İngiltere’ye götürülen 24 binden fazla el yazma-sı, resim ve mücevheratı, Nijerya Benin Bronzlarını, Tacikistan Oxus Hazinesi’nden Achaemenid İmparatorluğu’na ait altın ve gümüşlerini geri istiyor. Ancak İngiltere’den kültürel mirasını kurtarabilen sadece Tazmanya oldu. Aborjinler’den kalan bazı fosilleş-miş beden parçaları İngiltere’den ait oldukları topraklara geri döndü.

Notes on the British Museum

• World-famous British Museum Library hosted Marx and Lenin in the course of their research work.• Addition of new wings and renovation work has been permanent since the 18th century, inciting the British to refer to their museum as, ‘world’s largest construction site’.• Although in possession of a large collection of objects exceeding the number of 7 million, only 50 thousand of them are put on display due to lack of further exhibition space.• The entrance to the museum is free of charge, its cafeteria and social compartments are operated by private business.• Diplomatic tensions remain on the agenda concerning various collections of the museum; Greece claiming the Elgin Marbles, Egypt the Rosetta Stone, China the 24 thousand manuscripts, jewellery and paintings stolen from the Mogao cave, Nigeria the Benin Bronzes, Tajikistan the Oxus Treasure, a collection of 170 gold and silver items from the Achaemenid Persian period which were found by the Oxus river. Up to this date, only Tasmania’s (region in Australia) claim was brought to a successful conclusion, resulting in the restitution of the fossilized human body parts belonging to the Aborigines to their country of origin.

among them the priceless Nereid and Payava monu-ments. In 1857 Charles Newton was to discover the 4th century BC Mausoleum of Halicarnassos, one of the Seven Wonders of the Ancient World, and equally transferred various treasures, among them, friezes from the Mauseleion and statues of King Maussollos and Queen Artemisia, riding a chariot drawn by four horses from the crest of the monument to the British Museum. The dilapidation was continuing through further excava-tions in other parts of Ottoman territory. Several valuable pieces from the Nineveh Assyrian settlement near Mosul and the Temple of Artemis at Ephesos were transferred to Britain. Two more wings were added to the building between 1900 and 1925. Ethnographical fieldwork was carried out in places as diverse as New Guinea, Madagascar, Roma-nia, Guatemala and Indonesia and there were excava-tions in the Near East, Egypt, and Sudan, adding to the museum’s majesty.Today, the British Museum has grown to become one of the largest museums in the world, covering an area of over 75,000 m2 of exhibition space, hosting yearly over 6 million tourists. The Department of Ancient Egypt and Sudan alone houses over 110,000 objects. The museum is a monument sheltering world’s most outstanding marvels of culture and art. Against the background of intense controversy over the acquisition circumstances of a large portion of its treasures and calls for their restitution to their countries of origin, the British Museum continues to attract world’s attention as a cosmopolitan ‘Temple of Art and Culture’.

Char

les

Bow

man

Rob

ert H

ardi

ng W

orld

30

Yenikapı kazılarında ortaya çıkartılan gemi

batıklarından biri.One of the shipwrecks unearthed at Yenikapı

excavations.

İSTANBULARKEOLOJİMÜZELERİ

İstanbulArchaeological

Museums

Fotoğraflar-Photos Semih Büyükkurt

bir ayak izi... hem de 8 bin yıllık... hem de deniz seviyesinin metrelerce altında... haber, gazete ve televizyonlarda kendisine küçük de olsa yer buldu. bilim dünyası ise bu ‘ender’ buluntuya kilitlendi.

Tarihin ayak izleri...

FOOTPRINTS OF HISTORY

FOOTPRINTS... EIGHT THOUSAND YEARS OLD...

METERS UNDER SEA LEVEL... THAT FINDING

WAS BRIEFLY REPORTED ON THE MEDIA. BUT THE WORLD OF SCIENCE WAS

FASCINATED BY THIS EXCITING DISCOVERY.

32

“Benim için küçük, ama insanlık için dev bir adım.” Amerikalı astronot Neil Armstrong 20 Temmuz 1969 günü Ay’a ayak bastığında bu cümleyi söylemişti. İstanbul’daki buluntu, belki Ay’daki ilk ayak izi ile yarışamaz. Ama dünya çapında ender rastlandığı da, İstanbul için bir ‘ilk’ olduğu da, dolayısıy-la tarihi sayılması gerektiği de açık. İstanbul Arkeoloji Müzeleri Başkanlığı’nda yürütülen kazılar, daha önce de Yenikapı’da pek çok buluntuyla gündeme geldi. Ancak bu kez, gerçekten tarihi bir keşifti söz konusu olan. Deniz seviyesinin 8.2 metre altındaki bir katmanda, killi tabakanın üzerinde insana ait ayak izlerine ulaşılmıştı. İncelemelere göre, izler M.Ö. 6300-5500 tarihleri arasına işaretleniyordu. Yani, bunlar İstanbul’un tarihteki ilk sakinlerinin arkalarında bıraktığı izdi. Ve anlaşıldığı kadarıyla, yaklaşık 8 bin yıl önce yaşamış o sakinler, ‘sanda-let’ giyiyordu. Böyle heyecan verici bir keşif ise tabiatın lütfu ile günü-müze ulaşmıştı. Ayak izleri, o dönemde henüz denizin ulaşmadığı bir alandaydı. Daha sonra deniz suyu ulaşsa da, izler çoktan kurumuş ve killi tabakanın içinde adeta ‘korumaya’ alınmıştı. Kazı ekibi... Ekip başkanı İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Zeynep Kızıltan... Dünyanın dört bir köşesindeki arkeologlar... Hepsi çok heyecanlı... Bilim dünyası, 8 bin yıllık bu ayak iziyle, insanoğlunun kültürel yolculuğunun izini sürecek şimdi. İşte, bu tarihi bulguyu ve ‘dünya tarihine ışık tutacak bir süreci’ kazı ekibinin başkanı, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Zeynep Kızıltan MÜZE DERGİ’ye anlattı.

MÜZE DERGİ: Marmaray ve Metro kazıları, olağanüstü bir arkeolojik kazılar dizisine dönüştü. Öncelikle bu süreci anlatır mısınız?ZEYNEP KIZILTAN: Kazılarımız aslında Marmaray ve Metro projeleri kapsamında 2004 yılında Bakanlığımız, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün izinleriyle Yenikapı, Sirkeci ve Üsküdar

“A small step for me, but a huge step for mankind!” commented Neil Armstrong on 20th July 1969 as he was setting foot on the moon.Maybe the footprints unearthed in İstanbul cannot compete with the first footsteps on the moon, but they amount to a rare discov-ery of worldwide significance and a first for İstanbul.The excavations carried out under the authority of the Museums of Archaeology of İstanbul were brought on the agenda before, on the occasion of various finds at Yenikapı. But this time, the case in point is a very significant historical discovery.Human footprints were found on clay soil in a layer 8,2 meters under sea level, dated to the period between 6300 -5500 BC, prob-ably left behind by the first inhabitants of İstanbul, having lived here and worn sandals 8 thousand years ago.This exciting discovery was made possible thanks to nature’s blessing. The footprints were in an area unreached by the sea during that period. Although the area was later covered by sea, the footsteps had dried long-time before and were preserved intact on clay soil under water.Archaeologists from around the world are among participants of the excavation work. They are all very excited. The footprints discovered here will allow the world of science to trace back the “footsteps” of mankind’s cultural journey. The proud leader of the excavation team, Director of the Museums of Archaeology of İstanbul, Ms. Zeynep Kızıltan talked to MÜZE DERGİ about their achievements.

MÜZE DERGİ: The diggings in İstanbul for the construction of Metro and Marmaray underground systems led to extraordinary archaeological discoveries. Would you tell us about this process?ZEYNEP KIZILTAN: Our excavations actually started in 2004 at

33

Meydanı’nda başladı. Ulaşım projelerine paralel hız kazandı ve daha geniş bir alana yayıldı. Fatih ilçesindeki Yenikapı bölgesinde ve Langa (Vlanga) bostanları olarak anılan kısımda 30 bin metrekarelik bir alanda yürütülen kazılar 2011 yılına kadar aralıksız olarak sürdürüldü. Bu bölgede Konstantinapolis’in en önemli limanlarından biri olan Theodosius Limanı gün ışığına çıkartıldı. M.S. 4’üncü yüzyıldan 7’nci yüzyıla kadar aktif olarak kullanılan bu liman, Lykos yani bugünkü ismiyle Bayrampaşa Deresi’nin taşıdığı alüvyonlar nedeniyle dolmuş ve denizden 1.5 kilometre uzaklaşa-rak kara içinde kalmış. Dolan alan da daha sonra bostan sahası olarak kullanılmış. Derenin taşıdığı alüvyonlar, limanın ömrünü kısaltsa da arkeoloji bilimi açısından çok faydalı olmuş. Limanda terk edilmiş ve batmış toplam 35 tekne ve teknelerden düşen, limana atılan birçok eserin günümüze kadar bozulmadan kalabilmesini bu dolgu etkisine borçluyuz. Yenikapı’da yaptığımız kazılar sonucu ortaya çıkan tekneler ‘dünyanın en geniş antik tekne koleksiyonlarından’ birini oluşturdu. Ayrıca Yenikapı kazı alanının batısında bir rıhtım ve iskele kalıntıları ile metro alanında M.S. 12-13’üncü yüzyıla tarihlendirilen kilise kalıntılarına ulaştık.

MÜZE DERGİ: Bu kazılar kapsamında neler buldunuz? ZEYNEP KIZILTAN: Marmaray ve Metro Projesi kapsamında yürütülen Yenikapı kazılarında 2011 yılı itibarıyla 35 bin eser açığa çıkartmış olduk. Bu buluntuların en önemli özelliği, dönemin ticari ilişkileri, teknolojisi, günlük yaşamı, ekonomisi ve dini inançları ile ilgili bilgiler vermesi. Bu eserlerin 2 bin 500 kadarı takunyalar, deri sandaletler, taraklar, kaşıklar, ahşap eserler, kantar ağırlıkları, kurşun yazıtlar, haçlar ve İsa betimli kaseler, fildişi ve kemik aletler gibi günlük yaşama dair objeler. Bölgede ortaya çıkartılan mezarlar ve bölgeye dağılmış vaziyetteki insan-hayvan iskeletleri de dönemin arkeodemografisi ve sosyo-ekonomisi hakkında önemli ipuçları içeriyor.

Neolitik Dönem insanına ait ayakizleri (üstte), kazı alanı (yanda).The Human Footprints from the Neolithic Age (above), excavation area (aside).

34

MÜZE DERGİ: Yenikapı’da yürütülen kazı çalışmaları sırasında Neolitik Dönem’e ait bulgulara da ulaşmıştınız. Bunlar nelerdi?ZEYNEP KIZILTAN: Theodosius Limanı’nın taban altında devam eden kazılar sırasında, günümüz deniz seviyesinin yaklaşık 6 buçuk metre altına indik. Burada ‘Neolitik Dönem’ olarak isimlendirilen, tarih öncesi döneme ait, mimari kalıntılar, çanak çömlek ile taş ve ahşap aletler bulundu. Kazılarda bulunan plan veren taş sıraları, Neolitik Dönem mimari geleneğinin izleriydi. Bulunan çanak çömlek parçaları ile mezar ve ‘urnelerin’ (yakılmış cesetlerin küllerinin konduğu toprak kaplar) İstanbul bölgesinin Neolitik Dönem toplu-lukları olarak adlandırılan ‘Fikirtepe Kültürü’ ile Yarımburgaz 4 evresiyle yakın benzerlik gösterdiği saptandı. ‘İlk tarımcı köy toplu-lukları’ olarak adlandırılan dönemi temsil eden ve tarihi yarımada içinde ilk kez tespit edilen bu buluntular, sadece İstanbul’un değil, Avrupa Kıtası’nın insanlık tarihi açısından da büyük önem taşıyor. Bu kültür katı içinde, Neolitik Dönem’in ilk ahşap eserlerini de bulduk. Yenikapı Neolitik Yerleşmesi’nin Marmara’nın henüz tuzlu su ile buluşmadığı dönemde kıyıya çok uzak olmayan bugünkü yerinde kurulduğunu tespit ettik.

MÜZE DERGİ: Yenikapı Neolitik Yerleşmesi’nde yaptığınız kazılar, en eski İstanbullular’ın günlük yaşamına ve inançlarına dair ne gibi ipuçları içeriyor? ZEYNEP KIZILTAN: Yenikapı kazılarında, Neolitik Dönem ölü gömme uygulamalarını anlamamızı sağlayacak kalıntılar açığa çıkarıldı. Büzülmüş (Hoker-cenin pozisyonundaki) gömütler ile urneler aynı alanda birlikte tespit edildi. Gömütlerin yakılmadan ve yakıldıktan sonra gömülen cesetlerin aynı kültürün farklı uygulama-larını mı yansıttığı, yoksa farklı kültürel süreçlerin uygulamaları mı olduğunu araştırıyoruz. Marmaray kazıları, son 10 bin yıllık insanlık

Yenikapı, Sirkeci and Üsküdar Square before the Marmaray and Metro projects. These projects forced us to speed up our work which expanded to a larger area. The excavations performed on 30 thousand square meters in the Langa (Vlanga) vegetable gardens area at Fatih district’s Yenikapı neighbourhood carried on until 2011. The Theodosius Harbour, one of the principal ports of Constantinopolis, was uncovered there. Having been in use from 4th to 7th century AD, it was progressively filled and eventu-ally landlocked due to alluvial deposits from the Lycos, present-day Bayrampaşa brook. Today it is part of mainland at a distance of 1,5 km from seaside. The area in-between filled with alluviums served as fertile ground for vegetable cultivation. The alluviums shortened the existence time of the harbour, but rendered a great service to archaeology. The shipwrecks and articles spilled over from ships, covered with clayish earth, were well preserved, so that we found 35 wrecks and numerous objects in relatively good condition. The preservation of all these artefacts was made possible thanks to this natural phenomenon. We now possess one the world’s largest antique shipwreck collections. West of the Yenikapı digging area, we also found ruins of a pier and landing deck. At the metro construction site, we came across ruins of a church from the 12th-13th centuries AD.

MÜZE DERGİ: Which artefacts did you discover at these excava-tions?ZEYNEP KIZILTAN: During the Yenikapı excavations connected with the Marmaray and Metro projects, we uncovered 35 thou-sand artefacts until 2011. These items reveal valuable information on commercial relations, technology, daily life, economy and religious beliefs of the era. 2 thousand 500 of these pieces consist of some clothing items and articles of daily use such as wooden clogs, leather sandals, combs, spoons, scale weights, lead inscription tablets, crosses, bowls ornamented with Jesus depic-tions, articles made of ivory, bone and wood. The tombs and human and animal skeleton parts found scattered in the area give us important clues concerning the period’s demography and socio-economic conditions.

MÜZE DERGİ: Which Neolithic Age artefacts were found at Yenikapı excavations?ZEYNEP KIZILTAN: During the diggings underneath the bedrock, the bottom of Theodosius Harbour, we reached a depth of 6 meters under current sea level. There, we found architectural ruins, pottery, stone and wooden articles from prehistoric age. The wall ruins we found, consisting of orderly assembled stones, were typical of the architectural tradition of the Neolithic Period. The pottery, tombs and burial urns (containing the ashes of cremated dead bodies) presented close similarity with those originating from the formerly discovered “Fikirtepe Culture” and

35

Kazı Başkanı Zeynep Kızıltan ve uzman arkeologlar (sol sayfa üstte), Neolitik Dönem ölüm törenlerine ilişkin önemli ipuçları sağlayan ‘hoker’ pozisyonunda bulunan iskelet (üstte).Excavation Team Leader Zeynep Kızıltan and archaeologists (left page, above), Dead body in embryo posture delivering clues on Neolithic Age burial methods (above).

tarihi ve doğal ortamın bir bütün olarak değerlendirilmesinde bir rehber niteliği taşıyor. Ayrıca, tabanın 8.2 metre kadar altındaki katmanda, killi tabakanın üzerinde insana ait ayak izlerine ulaştık. İzlerin, kumla örtülmeden önce kuruduğunu ve bu nedenle günümü-ze kadar ulaşabildiğini düşünüyoruz. Kazılarda ülkemizde bilinen ilk ayak izleri bulunmuştur. Bu tip izlere çok nadiren rastlanıyor.

MÜZE DERGİ: Bu buluntular arasında arkeolojik açıdan en heyecan verici olanlar hangileri?ZEYNEP KIZILTAN: Neolitik dönem insanına ait ayak izleri Yenikapı kazılarının bilim dünyasına sunduğu ‘ilklerin’ en önemlilerinden biri. Bu çalışmalar tarihin ayak izlerinin günümüzle buluşmasını sağladı. Theodosius Limanı ve çevresindeki buluntular ile Neolitik yerleşme kent tarihi açısından olduğu kadar, dünya kültür tarihi açısından da son derece önemli. Ancak Yenikapı’da yapılan kurtarma kazıları, bir dünya kenti olan İstanbul’un geçmişine yadsınamaz katkılarda bulun-du. Burada bulunan ayak izleri, İstanbul’un 8 bin yıl öncesine ait insanları soyut bir kavram olmaktan çıkarak, somut bir kimlik kazan-dırdı.

MÜZE DERGİ: Bu kazılarda sadece Türk arkeologlar mı görev yapıyor? ZEYNEP KIZILTAN: İstanbul Arkeoloji Müzeleri başkanlığında 2004 yılı sonbaharından itibaren kesintisiz ve zaman zaman üç vardiya olarak sürdürülen kazılarda yüzlerce işçi, arkeolog, sanat tarihçisi, konservatör, restoratör ve mimarlarla birlikte yerli ve yabancı birçok üniversitenin ilgili bölümlerinden bilim insanları görev yapıyor. Büyük bölümü tamamlanan Marmaray ve Metro arkeolojik kazıları pek çok zorluğuna karşın Müzemiz ve Anadolu Müzelerinden görev-lendirilen uzmanlarınca büyük bir özveriyle kesintisiz sürdürülüyor.

the “Yarımburgaz 4” Neolithic settlements of the İstanbul region. The Yenikapı artefacts representing the era of the ‘first agricultural communities’ found for the first time within the boundaries of İstanbul’s historic peninsula, are not only relevant to İstanbul’s history, but also of great interest regarding the anthropological history of the European continent. We also came across the first Anatolian wooden articles in the same cultural layer. We determined that the Neolithic settlement was in fact established at Yenikapı’s current location, not too far from the shore, during an era where Marmara did not yet merge with salty waters.

MÜZE DERGİ: Which details on the daily life and religious beliefs of the first settlers of İstanbul were revealed through the discovery of Yenikapı Neolithic Settlement?ZEYNEP KIZILTAN: Yenikapı excavations offered us the possibil-ity of studying burial methods of the Neolithic Age. Methods consisting of putting the dead body in embryo posture in large earthenware vessels as well as cinerary urns were found side by side in the same space. We are still trying to determine whether the two different burial methods reflect two different aspects of the same culture or whether they represent two different cultural contexts. The Marmaray excavations can be qualified as leading light for the overall evaluation of human history, and of the last 10 thousand years’ natural environment. Above all, we discovered human footprints on clay soil, at a layer 8,2 meters under sea level. We established that the layer with the footprints dried before the sea bottom was covered with sand and this natural phenomenon allowed the preservation up until our days of these footprints. This is the first known example of footprints found during an excavation in Turkey, a very rare discovery in itself.

MÜZE DERGİ: Which one of these various discoveries was the most exciting from an archaeological stand?ZEYNEP KIZILTAN: The Neolithic Age footprints constitute the foremost discovery originating from Yenikapı excavations. They lend a tangible identity to the abstract notion of İstanbul’s first inhabitants having lived here 8000 years ago. They paved the way to the meeting of history’s “footsteps” with our present time. The artefacts from Theodosius Harbour and vicinity are important in analyzing Neolithic settlements’ characteristics and ethnographic history. In short, Yenikapı excavations contributed greatly to the history of İstanbul, one of world’s oldest urban agglomerations.

MÜZE DERGİ: Did only Turkish archaeologists participate in these efforts?ZEYNEP KIZILTAN: At the excavations carried out uninterrupted since 2004 under the leadership of the Archaeological Museums of İstanbul, operating sometimes in three successive daily shifts, work hundreds of workers, archaeologists, art historians, curators, restoration experts and architects, together with experts and scientists from relevant departments of various Turkish and foreign universities. The Marmaray and Metro archaeological excavations, which are completed to a great extent, are still being conducted without interruption by the experts of our museum, thanks to their commitment and dedication, in spite of the existing difficulties.

İsta

nbul

Ark

eolo

ji M

üzel

eri A

rşiv

i

36

kiev’deki bir müzede toplu iğne başına satranç takımı işleyen sanatçının sergisini istanbul’a getirmek... ya da bir ingiliz’e, daha londra’daki evinin

kapısını kilitlerken istanbul’daki ayasofya’nın kapısını açmak. türkiye’nin dört bir köşesindeki müzelerin -deyim yerindeyse- ‘tozunu almak’... unutulanları hatırlayıp, en iyi bildiklerimizi yeniden görme

heyecanını yaşatmak... üstelik bunları devletten para almadan ‘kendisi kaynak yaratarak’ gerçekleştirmek... dösimm işte böyle bir misyonu

üstlendi ve daha yolun başında, projeleriyle ‘zor’ denileni başardı.

DÖSİMM:

Kültüre ve Sanata Can Suyu

SÖYLEŞİInterview

DÖSİMM: LIFE LINE SUPPORT FOR HISTORY, CULTURE AND ART

TO BRING TO İSTANBUL THE EXHIBITION OF AN ARTIST WHO DRAWS CHESS PIECES ON A PINHEAD IN A KIEV MUSEUM. OR TO OPEN THE DOORS OF THE HAGIA SOFIA TO A BRITISH GENTLEMAN WHILE HE IS STILL LOCKING

HIS HOUSE DOOR IN LONDON. TO REMOVE ’THE DUST’-SO TO SPEAK- OF MUSEUMS INTURKEY... TO BRING TO DAYLIGHT FORGOTTEN TREASURES AND REDISCOVER WHAT WAS CONSIDERED TO BE BEST KNOWN... AND TO

DO ALL THIS WITHOUT STATE BUDGET FUNDS, BY ‘CREATING ITS OWN RESOURCES’... SUCH A MISSION WAS TAKEN ON BY THE REVOLVING FUND ADMINISTRATION CENTRAL DIRECTION OF THE MINISTRY OF CULTURE AND

TOURISM (DÖNER SERMAYE İŞLETMESI MERKEZ MÜDÜRLÜĞÜ-DÖSİMM) WHO SUCCEEDED IN FOLLOWING THROUGH WITH WAS CONSIDERED ‘HARD TO ACHIEVE’, BY VIRTUE OF ITS CREATIVE PROJECTS.

37

Müzekart, Müzekart+, Museum Pass gibi Türkiye’nin kültür sanat hayatında devrim yaratan uygulamaların arkasında genç bir bürokratın imzası var. Ülkenin kültürel ve tarihi değerlerinin daha fazla insan tarafından keşfedilmesi ve gelecek kuşaklara aktarılması amacıyla yola çıktıklarını dile getiren DÖSİMM Merkez Müdürü Murat Usta, olay yaratan projelerinin nasıl şekillendiğini, uygulama aşamasında karşılaş-tıkları güçlükleri ve yeni projelerini MÜZE DERGİ’ye anlattı.

MÜZE DERGİ: Son yıllarda müzecilik alanındaki uygulamaların arkasında Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü yani DÖSİMM imzasını görüyoruz. Bu imza ne anlama geliyor?MURAT USTA: Öncelikle şunu söylemem gerekiyor: Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü, Türkiye’de kendi kanunu olan tek döner sermaye işletmesidir. ‘Döner sermaye’ denildi-ğinde insanların aklına hastaneler ve üniversiteler gelir. Buralardaki döner sermaye işletmeleri, bir anlamda ‘paranın trafik polisliğini yapan’ kurumlardır. Bizim bu kurumlardan farkımız, katma değer yaratmamız ve tanıtım faaliyetlerinde bulunuyor olmamızdır. DÖSİMM olarak ülkenin kültürel ve tarihi değerleriyle ilgili projeler üretiyor, geliştiriyor, tarihi ve kültürel mirasımızın tanıtımına katkıda bulunuyoruz.

MÜZE DERGİ: DÖSİMM’in gelir kaynakları ve harcama kalemleri nelerdir?MURAT USTA: Bizim en önemli gelir kaynağımız, müze ve örenyerleri-nin gişeleri. Turizm arazi tahsisleri sırasında girişimcilerden alınan alt yapı katkı payları, kütüphane ve kültür merkezlerindeki kafeteryalar, çay ocakları ve otoparklardan da gelir elde ediyoruz. Bunlardan elde ettiğimiz gelirle de Türkiye’de yürütülen bilimsel kazılara destek veriyoruz. Türkiye’de şu anda 100’ün üzerinde kazı devam ediyor ve sadece bu kazılara aktardığımız miktar 12 milyon TL. Ülkenin tarihi değerlerinin korunması ve restorasyonu ile bu değerlerimizin tanıtımı-na maddi destek sağlıyoruz. Bakanlık bütçesinin destek birimi gibi çalışıyoruz. Tabii ki personel giderlerimiz de var. Hazineden para almadan işlerimizi yürütüyoruz. Bunun için de kaynak yaratmak mecburiyetindeyiz.

“SAÇ TELLERİNE GÜL RESMİ YAPAN SANATÇIYI

TÜRKİYE’DEKİ SANATSEVERLE BULUŞTURMAK...”

MÜZE DERGİ: Bu projeler sayesinde artan gelir hangi kaynaklara aktarılacak?MURAT USTA: Öncelikle tüm müze ve örenyerlerimizin durumlarını belgelemek üzere incelemelerde bulunacağız. Sonra bu müze ve ören yerlerini, web sitesi, yol levhaları, bahçe, giriş-karşılama üniteleri, depoları, aydınlatması, teşhir-tanzim kalitesi ile ziyaretçi ve sergilenen eser sayısına göre sınıflandıracağız. Bu sınıflandırma sonucu da tüm müze ve örenyerlerinin bir standarda kavuşmasını sağlayacağız. Diğer yandan da müzelerimizin yaşayan alanlar olması için çalışaca-ğız. Dünya sanatının çeşitli örneklerini Türkiye’deki müzelerimizde sergilemek istiyoruz. Örneğin eserleri Kiev’deki müzelerde sergilenen çok önemli bir sanatçı var. Bu sanatçı mikro eserler üretiyor, mesela saç tellerine gül resmi çiziyor, iğne deliğine piramitler ve kervan nakşediyor. Londra’da açılan ‘İslam Medeniyeti Bilim ve Teknolojileri’ sergisi oldukça dikkat çekici bir etkinlikti. Bu tip sergileri Türkiye’deki izleyiciyle buluşturarak, bu yolla müze ziyaretlerini alışkanlık haline getirmek istiyoruz.

MÜZE DERGİ: Peki siz iyi bir müze ziyaretçisi misiniz? MURAT USTA: İyi bir müze ziyaretçisi olduğumu söyleyebilirim. Gittiğim her şehirde müzeleri ziyaret ederim. Müzeler hayal gücünün tetiklenmesi anlamında önemli mekanlar. Mesela Ayasofya’nın merdivenlerinden çıkarken o taşlara daha önce kimlerin bastığını, orada ne büyük entrikaların, aşklar yaşandığını hayal etmezseniz,

A young civil servant, Murat Usta, DÖSİMM’s Central Director, is the man behind a series of revolutionary new practices, such as the Museum Card, the Museum Card Plus, the Museum Pass, injected into Turkey’s cultural and artistic life. Murat Usta, who says that their initial goal was to give a greater number of people the possibil-ity of getting to know their country’s cultural and historical heritage and to sensitize future generations, portrayed to MÜZE DERGİ, the genesis of their projects.

MÜZE DERGİ: The new practices introduced in recent years into the management of museums in Turkey bear the signature of DÖSİMM. What is the significance of this signature?MURAT USTA: First of all, it is important to underline that DÖSİMM is the sole revolving fund administration established through special legislation. The revolving fund administrations in hospitals and universities function merely as control mechanisms supervising the utilization of financial resources. Our difference is that we create added value and undertake promotional activities.

MÜZE DERGİ: What are the income sources of DÖSİMM and its expenditure items?MURAT USTA: The fees charged at museums’ and historical sites’ entrances constitute our main source of income. The infrastructure contribution shares emanating from the land parcel allocation procedure to touristic establishments is another one. We also receive revenues from cafeterias and libraries at cultural centres, tea shops and parking lots. We use funds coming from these sources to support archaeological work; we allocated 12 million (TL) Turkish Pounds to over 100 excavations currently performed in Turkey. Moreover, we contribute financially to the preservation and mainte-nance of our national cultural heritage and its worldwide promotion. We also have personnel costs.

MÜZE DERGİ: For which purpose do you intend to use the income generated through your projects?MURAT USTA: We will document the present condition of all our museums and historical sites for standardization purposes. We will draw up a categorized list of all our museums and historical sites, according to certain criteria such as their website, their signboards, gardens and courtyards , their entrance and reception units, stor-ages, lighting units, display and disposition schemes, the number of their visitors and the number of displayed artefacts and, undertake improvements accordingly.

On the other hand, we are working on turning our museums into living spaces. By presenting to our public various art exhibitions from around the world like the work of an artist producing micro art such as drawing roses on a hair strand, carving pyramids and caravans in the eye of a needle, from Kiev museums or, the ‘Islamic Art Exhibition’ an event which took place in London, we intend to turn museum visits into a popular activity.

MÜZE DERGİ: Are you an enthusiastic museum visitor yourself?MURAT USTA: I am trying to be one. I visit museums in every country, every city I travel to. I believe that museums play an important role in stimulating one’s imagination. For instance, if climbing the stairs of the Hagia Sophia does not trigger your imagination on those historical personalities who once stepped on

“TO BRING TOGETHER THE ARTIST DRAWING ROSES ON A HAIR STRAND WITH THE ART-LOVING PUBLIC IN TURKEY...”

38

“ÖRNEĞİN BİR İNGİLİZ VATANDAŞI

EVİNDEN ÇIKMADAN...”

hayatı noksan yaşıyorsunuz demektir. Ben her insanın içinde böyle bir potansiyel olduğuna inanıyorum. Bu potansiyeli harekete geçirmek istiyoruz.

MÜZE DERGİ: Müzekart, Müzekart+ ve Museum Pass İstanbul kartları insanları müzelere çekti, ciddi bir satış başarısı yakaladı. Bu kartlar içerik açısından daha zenginleşecek mi? MURAT USTA: Müzekart halkımızı müzelerle buluşturmak için attığımız ilk ciddi adımımızdı. Müze gezme alışkanlığı yaratmak ve hedef kitlemizle iletişim halinde olmak açısından önemli bir başarı yakaladı. Zaten 20 TL karşılığında bir yıl boyunca 300’ü aşkın müze gezme imkanı yaratmanın ticari bir proje olmadığı ortada. Geldiği-miz seviye itibariyle 2 milyon 250 bin Müzekart satılmış durumda.

Ardından, “Müzekart nasıl bir şehir kartına, bir aile kartına, bir kültür sanat kartına dönüşür” sorularını sormaya başladık. Müze-kart+ bu düşüncenin ürünü. Türkiye’deki tüm özel müzeleri, kültür sanat kurumlarını bu karta dahil etmeyi hedefliyoruz. Kartın kapsamı hızla genişleyecek, kart sahipleri daha fazla kültür sanat ve eğlence faaliyetiyle daha uygun fiyatlarla buluşacak. Kültür sanat faaliyetlerinin içinde bulunmayı seven herkesin cebine bu kartı koyacağız.Museum Pass İstanbul, dünyanın tüm önemli kentsel turizm destinasyonlarında kullanılmakta olan şehir kartlarının ülkemiz turizmine kazandırılması amacıyla uygulamaya konuldu. Bu kart Türkiye’ye gelen yabancı konuklarımıza 72 saat süreyle İstanbul’da Bakanlığa bağlı tüm müzeleri ücretsiz gezme imkanı tanıyor. Kartlarımızı prestijli otellerin resepsiyonlarında satışa sunarak bir anlamda gişeyi turistin ayağına getiriyoruz. Ancak bu kartların internet üzerinden yabancılara satılması ve Türkiye’nin yurtdışı tanıtım ofislerindeki görevliler aracılığıyla sahiplerine ulaştırılması da söz konusu. Örneğin, bir İngiliz vatandaşı evinden çıkmadan, internetten kredi kartıyla Museum Pass satın alacak, bu kişiye kartı teslim edilirken aynı zamanda Türkiye’yi tanıtan her türlü materyal de ulaştırılacak. Museum Pass uygulamasının Antalya, Muğla, Nevşehir ve İzmir illerinde de hayata geçirilmesini planlıyoruz.

MÜZE DERGİ: Açıklamalarınız için teşekkür ediyor başarılarınızın devamını diliyoruz.

DÖSİMM Merkez Müdürü Murat Usta Zeugma Müzesi’nde incelemelerde bulundu.DÖSİMM Central Director Murat Usta at the Zeugma Museum.

these stairs and what sort of intrigues occurred there and which great love stories took place, then you are really missing an essential vein of life.

MÜZE DERGİ: The Museum Card, Museum Card Plus and Museum Pass helped mobilize people into visiting museums and achieved a considerable sale success. Are these cards to be up-graded with additional service components?MURAT USTA: The Museum Card was our first serious incentive to stimulate our peoples’ interest for museums. The project’s objective was to reach and motivate the public at large. It was a success. Offering a yearlong opportunity to visit over 300 museums for 20 Turkish Pounds through this card is certainly not a commercial venture. Up to this date, we sold a total of 2 million 250 thousand Museum Cards. Then, we thought about ways and means of develop-ing the card practice into different varieties such as a city card, a family card, a culture and art card etc. The Museum Card Plus is the result of this reflection. As next step, we intend to invite also the private museums as well as various other art and culture institutions to join our project. The scope of the card would then be extended so as to allow cardholders to enjoy a greater variety of culture, art and entertainment events for reasonably reduced prices. The Museum Pass for the use of foreign visitors to Turkey was inspired from city cards utilized in major urban tourism destinations around the world. This pass grants free of charge entrance to all national museums in İstanbul for 72 hours. It is on sale at reception desks of hotels. We plan to put this pass on sale through the internet and through Turkish tourist information offices abroad. This

would allow, for instance, a British citizen to purchase a Museum Pass through internet with his credit card and his pass would be delivered to him at home along with information material on Turkey. Further tourist destinations such as Antalya, Muğla, Nevşehir and İzmir will soon be included in the project.

MÜZE DERGİ: We thank you for your explanations and wish you continued success.

“FOR INSTANCE, A BRITISH GENTLEMAN BEFORE LEAVING HIS HOUSE...”

39

Yakın Plan DÖSİMM

MÜZE DERGİ: Projelerinizin planlanması ve hayata geçirilmesi aşamalarında ne gibi güçlüklerle karşılaştınız?MURAT USTA: Daha önce de belirttiğim gibi hazineden kaynak almadan, devlete artı yaratmak mecburiyetinde olan bir kurumuz. Benden önceki DÖSİMM Müdürü olan arkadaşım Tolga Tuyluoğlu ile birlikte neler yapabileceğimizi düşündük ve bu projeleri şekillen-dirdik. Kültür ve Turizm Bakanımız Sayın Ertuğrul Günay’a fikirlerimizi aktardık. Onun görüşlerinden faydalandık, desteğini arkamıza aldık ve projeleri hayata geçirdik. Bu projelerin yaşama geçirilmesi sırasında DÖSİMM ticari ve bürokratik açıdan, Sayın Bakanımız Ertuğrul Günay da politik açıdan büyük risk aldı. Müzekart projesi ve diğer ihalelerimiz başarıya ulaşmasıydı, tüm Bakanlık bürokrasisi çok ciddi eleştiriler alırdı. Ancak doğru şekillen-dirilmiş bu projeler büyük başarı sağladı. Karşılaştığımız bir başka sorun ise, projelerin anlatılması noktasında oldu. Başta insanlar yapılan hizmet alımı anlaşmalarını, ‘müzeler satılıyor’ gibi algıladı. Hiçbir şeyin satılmadığını anlatmak zorunda kaldık. Gelişmiş tüm ülkelerde müzeler yaşayan sosyal alanlardır ve buralarda da farklı yüklenici kuruluşlar hizmet verir. Biz de bu modeli esas aldık. Devleti kürek çeken olmaktan çıkarıp, dümen tutan, gemiye yön veren haline getirdik. Bütün bunları yaparken de Sayın Bakanımız Ertuğrul Günay’ın desteğinden ve görüşlerinden faydalandık. Kendisine bize verdiği destek ve kamu kaynaklarının kullanımı konusundaki gösterdiği hassasiyet için teşekkür etmek isterim.MÜZE DERGİ: Kaynak yaratmak için imza attığınız projelerden de bahsedebilir misiniz?MURAT USTA: Müze ve örenyerleri gişelerinin işletimi ve moderni-zasyonu, müze mağazalarının ve kafeteryalarının açılması, elektro-nik rehberlik hizmetinin sağlanması alanlarında açtığımız ihaleler kaynak yaratma çabamızın sonuçları olarak ortaya çıktı ve çok da başarılı oldu. Türkiye çapında Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı 48 müzenin 52 gişesinin işletmesini ve modernizasyonu ihalesini TÜRSAB-MTM İş Ortaklığı kazandı. Müze mağazalarının işletmesi ihalesini ise Bilkent Üniversitesi’nin bir alt kuruluşu olan Bilintur firması kazandı. Ayrıca müze ve ören yerlerinde elektronik rehberlik hizmetleri verilmesi konusunda da bir hizmet alımı anlaşmasına imza attık. Bunlardan da çok ciddi bir biçimde kaynak elde ettik. DÖSİMM bu projeler sonucunda gelirini neredeyse üçe katladı diyebilirim. MÜZE DERGİ: DÖSİMM’in kültür sanat alanındaki diğer çalışma-larından bahsedebilir misiniz?MURAT USTA: GES bizim geleneksel el sanatlarına destek olduğumuz mağazalar zinciri. Buralarda hem üreticiyi destekliyor hem de geleneksel el sanatlarımızın yaşatılmasına katkıda bulunuyo-ruz. Bunun yanı sıra, özel sektörün çok ilgi göstermediği alanlarda prestij kitaplar yayınlıyo-ruz. En son kitabımız, ‘Türkiye’nin Endemik Bitkileri’ isimli bir çalışma. Bu çalışmaya Kültür ve Turizm Bakanlığı Teftiş Kurulu’nda Baş Müfettiş olarak görev yapan arkadaşımız Sayın Hasan Torlak önayak oldu. Orjinali Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan Ahmet Karahisari’nin Kuran-ı Kerim’inin tıpkı basımını yaptık. Yayınlarımızı sürdürmek niyetindeyiz.

Close up on DÖSİMM MÜZE DERGİ: What sort of problems did you have to deal with while planning and implementing your projects?MURAT USTA: As I mentioned earlier, we are an institution which has to generate added value, in addition to creating its own income. Together with my friend and colleague Tolga Tuyluoğlu, my predecessor as Director of DÖSİMM, we put heads together and ended up working out the above projects. Our Minister of Culture and Tourism, Ertuğrul Günay supported our projects and contributed his own ideas. While doing so, the Minister was taking a political risk, and for us at DÖSİMM, risks of a commercial and bureaucratic nature were involved. Had we not achieved success with our Museum Card and other projects, the entire ministerial civil service would have been exposed to harsh criticism. Happily, these well-conceived projects yielded positive results. Another sticking point emerged during the explanation phase of our projects; some people perceived the envisaged service purchase contracts to be put into effect at museums, as if national patrimony was being sold out. We had to make clear that such contracts aimed at providing useful services to visitors in social areas of the museums are common practice in developed countries around the world and that nothing was being sold. We owe gratitude to our Minister, Ertuğrul Günay, for providing us guidance through his own views, for his personal commitment in favour of our projects and his meticulous approach to proper utilization of public funds. MÜZE DERGİ: Would you please also tell us about your projects aimed at generating income?MURAT USTA: The modernization and operation of ticket booths of museums and historical sites, the tender bids concerning museum shops and cafeterias, the introduction of audio guide devices rental at museums, originated from our objective to create funds and yielded fruitful results. The TÜRSAB-MTM Joint Venture was awarded the modernization and operation contract of the 52 ticket booths of 48 museums around Turkey under the administration of the Ministry of Culture and Tourism. Bilintur, a subordinate institution of Bilkent University was entrusted with the operation of Museum Shops. The service purchase agreement for the rental of audio guide electronic equipment is yet another of these contracts which generated substantial revenue. Eventually, DÖSİMM has almost tripled its overall income thanks to these projects.Furthermore, we plan to make three dimensional films to be screened at museums and historical sites. The historical importance of the visited location, lifestyles of local populations, historical events having taken place in that area will be presented in visual display. We think that the visit of a museum after watching such a movie will be more meaningful. We will also introduce inter-active techniques and for children, entertaining and instructive games related to the themes of the museum.MÜZE DERGİ: Would you please dwell upon further activities of DÖSİMM in the art and culture field?MURAT USTA: The chain of traditional arts and crafts stores, GES (Geleneksel El Sanatları) is a sale system through which we support traditional handicrafts, encourage production and contribute to the preservation of cultural heritage. We also publish prestige books in various related fields. Lately, we issued a book on Turkey’s Endemic Plant Species, based on a research executed by Hasan Torlak, our friend and colleague from the Ministry of Culture and Tourism. We printed the facsimile edition of the historic Koran by Ahmet Karahisari, the original of which is at the Topkapı Palace Museum. We will carry on with our publication activity.

40

önce kurucusunun adına ithafen ‘silifke’ dendi. daha sonra romalılar geldi ve o adı ‘zeugma’ yani ‘köprü’ olarak değiştirdi. yüzyıllar boyunca uygarlıkların yollarının kesiştiği o köprü, şimdi dünü bugüne taşıyor. hem de dünyanın en büyük mozaik müzesi ve o müzenin gözbebeği ‘çingene kızı’ ile!

MEDENİYETLER KÖPRÜSÜ

BRIDGE OF CIVILIZATIONS

THE ANCIENT CITY OF ZEUGMA, LOCATED ON THE RIVER EUPHRATES, ORIGINALLY CALLED “SELEVKAYA EUPHRATES” (SİLİFKE) AFTER THE NAME OF ITS FOUNDER SELEVKOS NIKADOR WAS CONQUERED LATER BY THE ROMAN EMPIRE AND ITS NAME WAS CHANGED INTO ZEUGMA TO MEAN “BRIDGE-PASSAGE.” AT THE CROSSROADS OF GREAT CIVILIZATIONS FOR CENTURIES, NOWADAYS ZEUGMA IS BRIDGING THE PAST WITH THE PRESENT BY VIRTUE OF ITS MUSEUM OF MOSAICS, THE LARGEST IN THE WORLD OF ITS KIND AND, PARTICULARLY WITH THE FAMOUS GYPSY GIRL MOSAIC!

41

nce ‘sondan’ başlayalım. Gaziantep’te Tekel İçki Fabrikası’nın yerine kurulan Zeugma Mozaik Müzesi, 9 Eylül’de düzenlenen görkemli bir törenle kapılarını açtı. Müze, bu toprakların göz kamaştırıcı zenginliği-ne yepyeni bir örnek verdi. Arkeoloji ve sanat tarihi

açısından birbirinden önemli bulgulara ev sahipliği yapan bu müzede neler yok ki? Kamuoyunca Çingene Kızı olarak bilinen ‘Mainad ‘ ve ‘Dionysos’un Düğünü’ mozaikleri... Yüzlerce metre kare mozaikle süs-lenmiş ‘Poseidon’ ve ‘Euphrates’ villaları... Bu villalardan çıkan eserler ve daha niceleri!Türkiye’de pekçok kişi, Zeugma’dan, Birecik Barajı inşaatı ile haberdar oldu. Oysa öykü, günümüzden 80 yıl önceye kadar uzanıyor. Zeugma Antik Kenti’nde ilk araştırmalar, 1931 yılında başlamış ve 1971 yılı-na kadar Gaziantep Müze Müdürlüğü tarafından sürdürülmüş. Ancak Zeugma’nın Türkiye ve dünya kamuoyunca tanınması 2000 yılına rastlıyor. Valiliğin desteğiyle sürdürülen kazı çalışmaları sırasında, ‘ikiz villalar’ olarak da adlandırılan Poseidon ve Euphrates villaları ortaya çıkartılıyor. Romalı asillere ait olan villaları bu kadar önemli kılan, nere-deyse her duvarının, hatta tabanlarının bile, her biri birer santimetreka-reden küçük milyonlarca teseradan oluşan mozaik panolarla bezenmiş olması. Bu mozaikler, şaşkınlık uyandıracak kadar detaylı... Her panoda anlatılan sahneler, birer film karesiymiş kadar canlı ve etkileyici... Üste-lik bu villalardan çıkan eserler sadece mozaik tablolarla da sınırlı değil. Örneğin bronz bir Mars heykeli, ya da dönemin yaşamına ait detayları gözler önüne seren ve her biri birer sanat eseri niteliğindeki küçük obje-ler... Her bulgu heyecanı artırıyor. Yanı sıra bir tartışmayı alevlendiriyor.

Zeugma gündemiBir yanda her biri paha biçilemez güzellikte mozaik tablolar, heykeller, antik hamamlar, çeşmeler, sütunlar, diğer yanda ise Türkiye’nin elektrik ihtiyacının gündeme getirdiği Birecik Barajı... 1985 yılında inşaatına başlanan Birecik Barajı’nın su tutmaya başlaması

MÜZELERMuseums

Zeugma Mosaics Museum was ceremoniously inaugurated on 9 September 2011 in Gaziantep, arousing admiration as yet another project witnessing to the fascinating richness of this country’s historical heritage. The ’Maenad’(female followers of Dionysos) mosaic known also as ‘Gypsy Girl (Gaia) Mosaic’, the ‘Dionysos’ Wedding’ Mosaic and the twin Roman villas ‘Poseidon’ and ‘Euphra-tes’ partly rebuilt inside the museum, decorated with hundreds square meters of mosaics, are among the invaluable pieces of the museum.In Turkey, the public at large acknowledged the existence of Zeugma first in relation with the Birecik Dam construction project. However, archaeological work had been going on for the last 80 years at the ancient city of Zeugma, where the first research started in 1931 and carried on until 1971 under the leadership of Gaziantep Museum archaeologists. But, the worldwide fame of Zeugma came forth from the year 2000 onwards, when, during the salvage excavations performed that year by Gaziantep Museum archaeologists to save Zeugma treasures from being submerged by waters of the Birecik Dam, the twin villas ‘Poseidon’ and’ Euphrates’ were uncovered. These villas, belonging to Roman nobility, which stood side by side, were burned and razed by the Sassanids in 252. The fact that they lay under three metres of rubble had protected them from treasure hunters, and their colourful frescoes, mosaic pavements and other artefacts were almost intact. Their walls and floors were almost completely covered with mosaics made of millions of tiny tesserae, individual tiles smaller than 1cm 2 each. These mosaics, which can be admired now at the Zeugma Mosaics Museum, are so detailed that each scene portrayed on them appears alive like a movie scene. There are also a multitude of various other objects originating from these houses, like a bronze statue of Mars and hundreds of other artwork like artefacts, revealing the details of lifestyles of their era. Each new find arouses renewed emotions and fuels new discussions.

Yazı-TextFotoğraflar-Photos

Sevinç Akyazılı

ile ikiz villaların gün yüzüne çıkışı tam da aynı tarihlere denk düşüyor. İkiz villalardan çıkartılan eserlerin bir bölümü Gaziantep Müze Müdür-lüğü depolarına kaldırılırken, bir bölümü de sulardan etkilenmeyecek koruma bölgelerine alınıyor. Ancak bu muhteşem eserlerin gözlerden uzak depolarda tutulması da mümkün değil. Bir süre sonra aranan mekan bulunuyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı 2008 yılında, bir zamanlar Tekel İçki Fabrikası olarak kullanılan, fabrikanın kapanmasının ardından madde bağımlılarının kullandığı bir harabeye dönüşen binanın yerine dünya standartlarında bir müzenin inşaatına başlıyor.Kaba inşaatı 2010 yılında biten Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi açılır açılmaz, dünyadaki en büyük mozaik müzesi olan Tunus’taki Bardo Müzesi’nin unvanını elinden alıyor. Yaklaşık 55 milyon dolarlık yatırımla hayata geçen ve 30 bin metrekarelik kapalı sergi alanı bulunan müzenin koleksiyonunda, şimdilik bin 700 metrekare mozaik eser var. Uzmanlar ‘şimdilik’ sözcüğünün altını çiziyor. Restorasyon çalışmaları sonrasında, sergilenen mozaiklerin 2 bin 500 metrekareyi bulacağını belirtiyor.

Öykünün başı: Bir kent kuruluyorSonrası sonraya kalsın. Biz şimdi öykünün başına dönüyoruz. Yani, adı bugün bile Silifke ile yaşayan Suriye Kralı Selevkos Nikator’un kararı-na... Nikator, M.Ö. 300 yılında, günümüzdeki Nizip ilçesi sınırları içinde bir kent kurar... Kentin adı, Fırat Nehri ve kurucusunun isminin birleş-mesinden doğan ‘Selevkos Euphrates’tir yani Fırat Silifkesi! M.Ö. 64 yılında Roma hakimiyetine geçen kentin adı değişir, köprü-geçit anlamına gelen Zeugma olur. Kent, ticari ve askeri üsse dönü-şürken, Fırat kıyılarında birbirinden lüks yamaç villaları inşa edilir. Roma İmparatorluğu’nun en büyük dördüncü kenti olan Zeugma hızla zenginleşirken, istilacı komşuların hedefi haline gelir. Kent, M.S. 252’de Sasani Kralı 1. Şapur’un işgaliyle, yakılıp, yıkılır. Müze, işte, kentin kuruluşundan, yükselişine ve yıkımına kadar geçen bu dönemi anlatan eserlerle dolu. Roma’nın, bugün Orta Doğu dediğimiz, o günün uzak coğrafyasına olan büyük iştahı... O iştahla çıktığı yolculukta adım adım yayılması... Ve gittiği her yere uygarlığının damgasını vurması... Zeugma, yani ‘Köprü’ bunun izlerini günümüze ulaştırıyor. İnsanlığın ilk büyük uygarlıkların-dan Roma, müzedeki eserleriyle bugünü selamlıyor.

Zeugma agendaOn the one hand priceless mosaics, sculptures, antique baths, fountains, columns, on the other, the Birecik Dam project under-way since 1985 and Turkey’s energy needs...The discovery of the twin villas coincided with the completion of the dam in 2000, so that salvage work became necessary before it retained water. The artefacts were partially taken under protection at the Gaziantep Museum and partially transferred to safe areas outside the submersion zone. However, it was not fair to keep these magnificent pieces in storage rooms. The search for an appropriate exhibition space led to the launching in 2008, of a new museum project on the emplacement of the former liquor factory in Gaziantep. The Zeugma Mosaics Museum now open since 9 September, is the largest mosaics museum in the world taking this title over from the Bardo Museum in Tunis which was holding the title up to this date. Realized with a global investment cost of 55 million US dollars, it shelters a total of 30 thousand m2 covered exhibition space. At this stage, 1.700 m2 of mosaics are already on display; once the restora-tion of the remaining mosaics is completed, the total surface area of the mosaics on display at the museum will come up to 2 thousand 500 m2. Story’s prologue: Foundation of a cityThe ancient city of Zeugma, located on the river Euphrates near present-day Turkish city Nizip/Gaziantep, was originally named “Selevkaya Euphrates” (Turkish: Fırat Silifkesi) after Selevkos Nika-dor, one of the generals of Alexander the Great, who founded the city in 300 B.C. In 64 B.C. Zeugma was conquered and ruled by the Roman Empire and with this shift the name of the city was changed into Zeugma to mean “bridge-passage.” (Silifke survived as the name of another Turkish town near Mersin). During Roman rule, the city developed into a rich commercial centre due its geo-strategic location on the Silk Road and a military base as home of a Roman legion. High ranking Roman officials built luxury villas on the flanks of the Euphrates while Zeugma was growing into the fourth biggest city of the Roman Empire. In 252, Zeugma experienced an invasion and it was fully destroyed by the Sassanid King, Shapur I. The Museum shelters artefacts originating from that prosperous period of two hundred years reflecting an era of refined art and culture and the sophisticated lifestyles of the Roman elite.

43

Ziyaretçileri Athena karşılıyorZeugma Mozaik Müzesi’nin tasarımı sırasında, Antik Zeugma’nın, Gaziantep’in tam ortasında canlandırılması amaçlanmış. Müzenin girişinde, kentin koruyucusu olan Tanrıça Athena’nın dev mermer bir heykeli yer alıyor. Akıl, sanat, bilgelik ve barış tanrıçası Athena’nın heyke-li önünden geçip ana binaya giren konukları, Herakles ve Helios betimli anlaşma stelleri karşılıyor. Kommagene Kralı Antiokhos’un, Doğu ile Batı arasında yürüttüğü denge siyasetini anlatan stellerinin ardından, ziyaretçileri muhteşem bir tablo karşılıyor; Eros ve Psyche mozayiği! Aşkı anlatan bu eserin kenarında, Kointus Kalpornius isimli Zeugmalı mozaik sanatçısının imzası göze çarpıyor. Müzenin giriş katında, kentin adını 2 bin yıl sonra tekrar dünyaya duyuran Poseidon ve Euphrates villaları tüm güzelliğiyle gözler önüne seriliyor. Bu iki villa avluları, odaları, mozaikleri ve freskleri ile birlikte bu müzenin içinde yeniden hayat buluyor. Her biri en az yarım milyon parçadan oluşan mozaik panolarda, Denizler Tanrısı Poseidon, mitolojik kahraman Perseus yeniden can buluyor. Mitoloji ve gerçek, 21’nci yüzyıl ile Antik Dönem birbiri içinde kayboluyor. Bu görkemli manzarayı da duvarlara asılan Zeugma fotoğrafları tamamlıyor. Ziyaretçiler bu sayede villaların nasıl bir arazi içinde konumlandığını ve dışarıdan bakıldığında nasıl göründüğünü daha iyi anlama fırsatına kavuşuyor. Talanın fotoğrafı!Ön salondan sağa doğru devam edildiğinde ise, Zeugma Mozaik Müzesi’nin ziyaretçilerini, bir yandan hayranlık öte yandan da üzüntü yaratan bir tablo karşılıyor; Dionsysos’un Düğünü mozayiği! Bölgede kazılar devam ederken, korunmak üzere demir kafesle çevrilen bu muhteşem mozaik, ne yazık ki tüm önlemlere rağmen talandan kurta-rılamamış. Bir tünel kazıp demir kafesi aşmayı başaran hırsızlar, tablo-nun önemli bir bölümünü çalarak kayıplara karışmış. Yürüyüş güzergahı, Nehir Tanrıları’nın anne ve babası Okeanos ve Tethys’in resimlerinin yer aldığı geometrik desenli mozaiklerle devam ediyor. Adalet, akıl ya da aşk... Tıpkı bugün olduğu gibi, Roma döneminde de bütün bunlar ‘gölgede’ kalıyordu. Neyin gölgesi mi? Elbette, savaşın! Bir çift göz, savaşı hatırlatıyor. Hatırlatmakla da kalmıyor, sanki hemen peşinizde olduğunu söylüyor. Sözünü etitğimiz gözler, Mars Heykeli’nin altın ve gümüşten yapılmış gözleri. Savaş Tanrısı’nın 1.45 metre boyun-daki bronz heykeli, müzenin bodrum katındaki bir sütun üzerine yerleş-tirilmiş. Müzenin her yanından rahatça görülebilen heykelde, Mars bir elinde mızrak, diğer elinde ise çiçek tutuyor. Bu kompozisyonla, heykel benzersiz. Çünkü Mars, ilk kez ‘bereket’ ve ‘savaş’ simgeleriyle birlikte sunuluyor. Yine de, çiçeğe aldanmamak gerekiyor. Ne de olsa heykelin yüzündeki öfke dolu ifade, sanki “Kazanan mızrak olacak” diyor!Biraz ilerdeki Aşk Tanrıçası ise öfkeyi unutturuyor. Afrodit’in Taçlandırıl-ması isimli mozaiğin kenarında Samsath Zosimos isimli Antik Dönem mozaik sanatçısının imzası okunuyor.

‘İkiz Villalar’dan detaylar (sol sayfada), Poseidon Mozaiği (altta).

Details from the Twin Villas’ (left page), Poseidon Mosaic (below)

Athena greets the guestsZeugma Mosaics Museum was so designed as to resurrect Zeugma in the middle of Gaziantep. A huge marble statue of the goddess of wisdom and crafts, Athena, protecting goddess of the city, is placed directly at the entrance to the museum. Steles inscribed with treaties and decorated with Herakles and Helios figures, reflecting the skilled diplomacy of King Antiochos of Commagene, followed by the magnificent mosaic describing the love story of ‘Eros and Psyche’ and bearing the signature of mosaic artist Kointus Kalpornius meet the visitors upon their entry in the main building after passing by the Athena sculpture. The ground floor is home to the Poseidon and Euphrates houses, uncovered in 2000, reconstructed here with their courtyards, their rooms whose floors are covered with splendid mosaic pavements and walls adorned with magnificent colourful frescoes and with mosaic panels depicting the God of the Seas, Poseidon and the mythological hero Perseus; each of these panels being composed of at least half a million tiny mosaic parts. Zeugma photographs hang on the museum walls in order to give visitors the opportunity to see the original environment where the villas were discovered.

Picture of the plunderingProceeding from the front hall to the right, the visitor is met by

the mosaic depicting the marriage of Dionysos, god of wine and grapes, to Ariadne. Sadly, six of the ten figures portrayed in

this mosaic were stolen in 1998 through a trench dug by antiquity hunters, although it was protected by an iron

cage during the excavation labour. Following the itinerary, one arrives at the geometrically designed

mosaics depicting Okeanos, the progenitor of river gods with his sister and wife Tethys, mother of

the rivers of the world.A pair of eyes, the eyes made of gold and

silver of the 1,45 m. tall bronze statue of Mars, the God of War, placed on a column

at the basement of the museum,

44

MUHTEŞEM MÜZEYE MUHTEŞEM AÇILIŞZeugma Mozaik Müzesi’nin açılış töreninde, Başbakan Recep Tayyip Erdo-ğan, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, Gıda, Tarım ve Hay-vancılık Bakanı Mehdi Eker, AK Parti Genel Başkan yardımcıları Hüseyin Çelik ve Abdülkadir Aksu, Gaziantep Valisi Erdal Ata, Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey hazır bulundu. Törene eşi Emine Erdoğan ile birlikte gelen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Bu müze aynı zamanda barışın simgesi olan bir müzedir. Diyarbakır da, Gaziantep de, Şanlıurfa da, Adıyaman da, Kilis de, Siirt de, Bitlis de, Elazığ da bizim ve bütün Anadolu her şehriyle 74 milyon Türk milletinindir.’’ diye konuştu. Müze, ziyarete açıldığı ilk gün 3 binin üzerinde kişiyi ağırladı.

GRAND OPENING FOR A GLORIOUS MUSEUM

Prime Minister RecepTayyip Erdoğan, Deputy Prime Minister Bülent Arınç, Minister of Culture and Tourism Ertuğrul Günay, Minister of Family and Social Policies Fatma Şahin, Minister of Food, Agriculture and Animal Husbandry Mehdi Eker, Deputy Chairmen of the Justice and Development Party, Hüseyin Çelik and Abdülkadir Aksu, Governor of Gaziantep Erdal Ata, Metropolitan Municipality Mayor of Gaziantep Asım Güzelbey participated at the inauguration ceremony of the Zeugma Museum of Mosaics, held on 9 September 2011. Prime Minister Erdoğan who was accompanied by his spouse Emine Erdoğan at the opening, declared: “This museum is also a symbol of peace. Anatolia is ours with all its cities, Diyarbakır, Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman, Kilis, Siirt, Bitlis, Elazığ and belongs to the 74 million citizens of the Turkish nation as a whole.”The museum hosted over 3 thousand visitors on the first day of its opening.

Zeugma Mozaik Müzesi’nden genel görünüm.General view from Zeugma Mosaics Museum.

Zeugma’nın Mona Lisa’sı İkinci katta ise, müzenin en ünlü eseri bulunuyor. Simsiyah taşlarla döşenmiş, dar bir labirent müzenin konuklarını, Zeugma’nın simgesi haline gelen Çingene Kızı’na hazırlıyor. Labirent, yine simsiyah granitle döşenmiş küçük bir odaya açılıyor; Mainad Mozayiği nam-ı diğer Çin-gene Kızı karşınızda. Ürkek, hüzünlü ve meraklı gözleriyle, binlerce yıllık bir bakış... Yarısı bir eşarbın altında gizlenmiş kumral saçları, kocaman gözleriyle Çingene Kızı tüm ziyaretçileri adeta hipnotize ediyor. Üstelik odada nereye giderseniz gidin o gözlerden ve etkisinden uzaklaşıla-mıyor. Gözler, onu izleyeni takip ediyor. Nerede durursanız durun, Çingene Kızı size bakıyor.Ancak odadan ve etki alanından çıkınca farkediyorsunuz: Çingene Kızı aslında küçükmüş! Tıpkı Leonardo Da Vinci’nin Mona Lisa’sı gibi... Kendisi küçük ama unutulmayacak kadar görkemli bir eser. Yine tıpkı Mona Lisa gibi, müzeden çıktığınızda bile sizi izliyor. Ve merak etmek-ten kendisini alamıyorsunuz: Acaba o gözler nelere tanık oldu? Nasıl yaşadı? Yüzlerce yıl öncesinden bugüne, belki de aynı gözlere sahip Nizipli, Antepli kadınlara ne anlatıyor?

reminds us that justice, wisdom and love were eclipsed by war at the time of the Romans as they continue to be today. In one hand, Mars is holding a spear and a flower in the other hand. This composition makes the statue unique, because for the first time, Mars is present-ed with the symbols of war and life together, but the severe face expression of Mars suggests that eventually the flower will be overcome by the spear! Next is the mosaic depicting the Coronation of Aphrodite, Goddess of Love, signed by an artist named Samsath Zosimos, allowing us to happily move away from the idea of war.

Zeugma’s Mona LisaThe second floor is housing the foremost piece of the museum, symbol of Zeugma, the ‘Maenad’ Mosaic fragment, alias Gypsy Girl, in a small room paved with black granite to which leads a narrow labyrinth paved with black granite as well. With half of her brown hair under a scarf, with the wary, sorrowful and inquisitive expres-sion of her eyes, she mesmerizes onlookers from the depth of a past thousands of years away... Leaving the room, one realizes that the Gypsy Girl mosaic was rather small in size. But she follows you even after you leave the museum such as in the case of Mona Lisa, another great work of art of small size. You keep wondering about what she might have witnessed with her eyes, about how she lived and what her expression evokes today for the women of the region likely to have similar eyes...

46

o, bakışlarıyla insanları taşa çeviren kötücül bir yaratık mı, yoksa bir zamanlar güzelliğiyle tanrıçaları bile kıskandıran masum bir genç kız mı? mitolojinin yılan saçlı dişi anti-kahramanı medusa’ya haksızlık ediyor olabileceğimizi hiç düşündünüz mü?

Taşa Çeviren Bakışlar

İstanbul Yerebatan Sarayı’nda sütun ayağı olarak duran Medusa başı (solda) ve Benvenuto Cellini’nin Floransa, Loggia’daki heykelinden detay; Gorgon, Medusa başı.Medusa Head used as column pedestal at the Sunken Cistern, İstanbul (left) and Detail from Benvenuto Cellini’s Gorgon, Medusa head statue, Florence Loggia.

ARKEOLOJİ ÖYKÜLERİArchaeological

Stories

Yazı-TextFügen Yıldırım

Fotoğraflar-Photos Rasim Konyar

Petrıfyıng Gaze IS SHE A MONSTER PETRIFYING THOSE WHO LOOK AT HER, OR AN INNOCENT YOUNG MAIDEN WHO, ONCE UPON A TIME, WAS MAKING GODDESSES JEALOUS WITH HER BEAUTY? ARE WE PERHAPS BEING UNJUST TOWARDS MYTHOLOGY’S FEMALE ANTI-HERO WITH HER HAIR MADE OUT OF SNAKES?

48

üyükçe, yuvarlak bir yüz, biçimli, hafifçe aralan-mış dudaklar, üzülmüşcesine kıvrılıp aşağıya sarkan kaşlar ve kaşların altında bizim gör-mediğimiz bir yerlere dalmış gitmiş kederli gözler... Ve bir de kıvır kıvır aşağıya sarkan

saçlar. Ama iyice bakınca onların saç kıvrımları değil de kıvır kıvır yılanlardan oluşan bir küme olduğunu görüyorsunuz. Anadolu’daki İon tapınakları içinde en büyük ve zengin olanı Didim’deki Didima Apollon Tapınağı’nın bahçe kısmında, girişin sağında yer alan bu baş figürü kimilerine ürkütücü gelebilir, kimileri için ise trajik bir öyküyü hatırlatmaktadır. Öykünün kahramanı, Yunan mitolojisinin bereketli toprakla-rında kendisine yer bulmuş bir figür. Malum, Yunan mitolojisi son derece zengin bir yelpazeye sahip. Olympos’un ölümsüz, önemli tanrıları, Olympos’un daha az önemli tanrıları, yarı tanrı-ları, sularda, yeraltında yaşayan tanrılar ve bu dünyaların önemli-önemsiz, ölümlü-ölümsüz, çeşit çeşit mahlukatı... İşte bunlardan biri de yeryüzünde yaşayan, ne insan ne de tanrı olan yaratıklar arasında yer alan ‘Gorgonlardı’. Üç kız kardeş olan Gorgonlar arasında tek ölümlü olan Medusa’ydı ve bu durum kaçınılmaz olarak onun öyküsünün de sonunu getire-cekti. Bakışları insanı taşa çeviren kanatlı yaratıklar; Gorgonlar’dan yılan saçlı Medusa hakkında mitolojide birkaç rivayet bulunuyor. Ancak hepsinin bir ortak noktası var ki; o da Medusa’nın, Argos Kralı Akrisios’un kızı Danae ile tanrılar tanrısı Zeus’un oğlu olan Perseus tarafından başı kesilerek öldürüldüğü... Ve Medusa’nın kanından kanatlı at Pegasos ve Khrysaor’un doğmuş olduğu...

Athena’nın gazabıGelelim ‘korkudan taş kesildim’ deyiminin müsebbibi olan Medusa’nın, çekinmekten çok belki de üzülmemiz gereken halinin öyküsüne... Medusa, çok güzel bir genç kızdır. Tanrıları peşinden koşturan bu güzellik abidesi, Yunan mitolojisinde haset, bencil-lik, kıskançlık, fitne, öfke gibi insani zaaflarıyla her türlü karışıklığa sebebiyet veren tanrıçaları da fazlasıyla rahatsız etmektedir. Zeus’un en sevdiği kızı tanrıça Athena da, Medusa’dan pek haz etmemek-tedir. Denizlerin ve yeraltı ırmaklarının efendisi tanrı Poseidon da Medusa’ya hayranlık duymaktadır. Öylesine başı dönmüştür ki, günün birinde Athena’nın tapınağında Medusa’ya zorla sahip olur. Aşırı gururlu, duygusuz Tanrıça Athena, bu durumu kendisi için aşa-ğılayıcı bulur ve Medusa’yı, ‘Gorgon’ yaparak cezalandırır. Medusa çirkinleşmiş, saçları yılana dönüşmüştür. O artık yüzüne bakanların taş kesildiği bir ucubedir. Bununla da yetinmeyen Athena, Perseus’a

yardım ederek ona Medusa’nın başını kes-tirir. Medusa ölürken ondan sıçrayan

kan damlaları Libya çöllerine dü-şer ve yılana dönüşür. Perseus,

Medusa’nın kesik kafasını alır gider. Athena ise onun iki damla kanını, Atina kralı Erekhtheus’a hediye eder. Bu iki damladan biri öldürücü bir zehir, diğeri ise tüm hastalıklara deva olan bir panzehirdir.

Libya’daki Leptis Magna Antik Kenti’nde yer alan bir Medusa madalyonu (üstte), Demre, Myra Antik Kenti’nden Medusa başı (sol altta), Didim’deki Apollon Tapınağı’nda yer alan Medusa yüzleri (sağ sayfa).Medusa Medallion from Leptis Magna Ancient city In Libya (above), Medusa Head from Demre, Myra Ancient City (below left), Medusa face depictions at the Apollo Temple in Didyma (right page).

A round and relatively big face, well-shaped slightly opened

lips, droopy eyebrows as if she was sad, and sorrowful eyes

glazing at a direction outside the scope of our

sight... And a fullness of hair hanging down in curls. Taking a closer look, you realize that those are not hair curls, but a flock of curly snakes. Placed at the entrance of Didyma,

Anatolia’s largest and richest Ionian sanctuary

containing a Temple and Oracle of Apollo, this stone-

carved head figure may appear scary to some, but remind others

of a tragic story. The hero of the story is a figure having acquired a special place on mythology’s fertile soil, as the female monster whose ugliness was turning onlookers gazing directly upon her to stone. Indeed, Greek mythology is endowed with a vast variety of figures, the Olympos gods, the lesser gods, the semi-gods, gods living in oceans, those living in the underground, and the monsters, a multitude of important, less important, immortal and mortal, neither divine nor human creatures of that universe... The Gorgons were three sisters belonging to this group of in-between monsters living on earth and among them, the only mortal was Medusa; this situation would inevitably bring her story to a tragic end.There are different versions of Medusa’s story in mythology, but the common features in this variety are that Medusa was decapitated by Perseus, son of Zeus and Danae, daughter of Akrisios, the King of Argos, and that Pegasos, the winged horse and the golden-sworded giant, Khrysaor were born from Medusa’s blood...

Athena’s rageLet us now grasp the story of Medusa who is at the origin of the expression “being petrified by fear”. A story which might lead us to feel sad about her rather than being afraid. Athena, the favourite daughter of Zeus was jealous of Medusa who was originally a ravishingly beautiful maiden, “the jealous aspiration of many suitors.” She served as priestess in Athena’s temple, but when the “Lord of the Sea” Poseidon engaged in sexual intercourse with her (or raped her rather) in Athena’s temple, the enraged and jealous Athena found this situation demeaning for her and, choosing not to punish Poseidon, transformed Medusa’s beautiful hair to serpents and made her face so ugly that the mere sight of it would turn onlookers into stone. Athena’s rage was not yet appeased and she persuaded and guided the hero Perseus to behead Medusa whose blood was spilled on the Libyan desert and turned into snakes. Perseus left taking with him Medusa’s head. Athena presented two drops of Medusa’s blood as gift to the king of Athens, Erekhtheus. One of these two drops was a deadly poison, the other an elixir healing all diseases.

49

Vaat edilen başİşte olaylar örgüsünün zincirleme uzayıp gitiği bir öykü... Yunan mi-tolojisinde hikayeler hikayelere bağlanır ve zaman zaman birbirinin içine geçer. Perseus’un öyküsünde olduğu gibi... Medusa adı bu olaylar örgüsünün bir köşesinde karşımıza çıkar. Özetleyelim: Argos Kralı Akri-sios, doğacak torununun günün birinde kendisini öldüreceğini öğrenir. Kızı Danae’nın bir oğlu olunca, onu ve torunu Perseus’u bir sandığa koyarak denize attırır. İyi yürekli balıkçı Diktys ve karısı tarafından kurtarılan ana-oğul onlarla birlikte yıllarca yaşar. Balıkçının kardeşi ve o ülkenin kralı olan Polydektes, Danae ile evlenmek ister ve hazırlıklar başlar. Haliyle evlenmek üzere olan krala hediye vermek gerekir ama gelgelelim Perseus’un verecek bir şeyi yoktur. Aklına kralın ‘dünyada en çok istediği şeyin bir Gorgon başı’ olduğu gelir ve krala Gorgon

Promised headHere is a story extending in length as the intertwined chain of events develops... In Greek mythology, stories are linked to each other and get often intermingled. Such is the case of Perseus’ story in which Medusa’s tragedy appears as an episode at a certain juncture. The story of Perseus develops as follow: Akrisios, King of Argos learns that his grandchild to be born would kill him one day. When his daughter Danae gives birth to a son, he locks his daughter and his grandson Perseus in a trunk which is thrown into the sea. A good-hearted fisher Diktys and his wife save Danae and Perseus from their trunk and the two live together with the fisher’s family for many years. The brother of Diktys, Polydektes, who is the king of Seriphos, decides to marry Danae and preparations are being made for their wedding. Perseus must give a wedding present to the king but he has nothing. The king tells him that what he wants the most is the head of Medusa, the only mortal of the three Gorgon sisters... Perseus leaves to fetch the Gorgon’s head for offering it to King Polydektes as a gift. In his conquest, he receives a mirrored shield from Athena, winged sandals from Hermes, a sword, and Hades ‘cap of invisibility. Athena points out Medusa in her sleep to Perseus, as being the only one of the three Gorgons who is mortal, and Perseus is able to slay her with the sword he received from Hermes, while looking at the reflection from the mirrored shield he received from Athena, thus avoiding to be turned into stone, and places the head in his magic case. The two other immortal Gorgon sisters, Stheno and Euryale wake up to their sister’s screaming and begin to chase Perseus who puts on the cap of invisibility he received from Hades and disappears. Angry, the Gorgons return to their island. Medusa dies but Perseus’ story continues. According to a different version, Perseus uses Medusa’s head as a weapon until he gives it to the goddess Athena who decorates her shield with it. There is also one version according to which, Medusa was pregnant by Poseidon when Perseus beheaded her, and that Pegasus, the winged horse, and

50

SARNIÇTAKİ MEDUSA BAŞLARI

Tarihi miraslar açısından etkileyici bir yelpazeye ve zenginliğe sahip olan ülkemizde, Medusa ya da Gorgon başları olarak bili-nen figürlerden iki tanesi de İstanbul’da, Yerebatan Sarnıcı’nda

bulunuyor. Roma Çağı’na ait iki Medusa başı, sarnıçtaki iki sütunun altında kaide olarak kullanılmış. IV. yüzyıla ait bu

başların hangi yapıtlardan alındığı meçhul ama araştırmacıların tahmini, antik bir yapıdan sökülerek getirildiği ve sarnıcın inşası sırasında, sütunların kısa gelen gövdelerini yükseltmek amacıyla sütun kaidesine ihtiyaç duyulduğu için kullanıldığı yönünde. Eski

Bizans’ta, kılıç kabzalarında ve sütun kaidelerinde ters ve yan olarak kullanılan Medusa başlarının kötülükleri uzak tutacağı-na inanılırmış. Bunun örneğini Yerebatan Sarnıcı’ndaki sütun

kaidelerine biri ters diğeri ise yan olarak yerleştirilen iki Medusa başında görmek mümkün.

Two illustrious examples of the figures known as Gorgon or Medusa heads are located at the Sunken (Basilica) Cistern near the Hagia Sophia in İstanbul. Located in the northwest corner of the cistern the bases of two columns reuse blocks carved with the visage of Medusa. The origin of the two heads dated to the IVth century AD, is unknown, though it is believed that the heads were brought to the cistern after being removed from a building of the late Roman period. There is no written evidence which suggests that they were used as column pedestals previously. Tradition has it that the blocks are oriented sideways and inverted in order to negate the power of the Gorgons’ gaze. However it is also supposed that they were placed sideways and upside down only to be the proper size to support their columns. On the other hand, it is said that many Byzantium era sword handles and columns were engraved with her head upside down in connection with her believed protective power.

MEDUSA HEADS AT THE SUNKEN CISTERN

51

Medusa’nın başını getirmeyi vaat ederek yollara düşer. Olympos’un iki tanrısı Athena ve Hermes, genç adama yardım ederler. Büyülü başlık, kanatlı sandallar ve büyülü bir çantayı ele geçirdiği nice serüvenden sonra

Perseus, Gorgonlar’ın yaşadığı adaya varır. Şans bu ya, adaya vardığında Gorgonlar’ın

üçü de uyumaktadır. Bu sırada Athena yanında belirir ve ona bir kalkan vererek, “Gorgon Medusa’ya yaklaşırsın ama yüzü-ne bakamazsın. Bu kalkan ayna gibi parlar. Kalkana bakarak varırsın Medusa’nın yanı-

na; yine kalkana bakarak başını kesersin.” der ona. Kalkana bakan Perseus, Gorgonlar’ı

rahatlıkla görür. Athena, “Sthenno ve Euryale ölümsüzdür.” diyerek ölümlü Medusa’yı işaret eder. Perseus usulca

yaklaşır ve Hermes’in verdiği keskin kılıçla bir vuruşta keser Medusa’nın başını, büyülü çantaya koyar. Kardeşlerinin çığlığına uyanan Gorgonlar, Perseus’u kovalamaya başlarlar. Büyülü başlığı giyen Perseus görünmez olur. Gorgonlar, homurdana-rak adalarına geri dönerler. Medusa ölür

ama Perseus’un öyküsü sürer. Mitolojide Perseus’un, Medusa’nın kestiği kafasını Athena’ya hediye ettiği; savaşçı tanrıçanın,

Medusa’nın kesik başıyla kalkanını süslediği de geçer.

Apollon tapınağı’nın incisiKendisine bakanları taşa çevirme gücüne sahip olması ile mitolojide, günümüzde ise sinema ve edebiyatta bir bakıma anti-kahraman olarak yeri-ni koruyan Medusa, Didima Apollon Tapınağı’nın ve Didim’in önemli sembollerinden biri. Böyle bir gücü temsil etmesi nedeniyle, Medusa kabart-ma ve resimlerinin özel yapıları her türlü kötülük-ten korunmak için kullanılması şaşırtıcı olmasa gerek. Eski Yunan’da kehanet merkezi olarak özel

bir değere sahip olan ve mukaddes emanetleri, zengin hazineleri, kutsal suyu ve kutsal koruluğu ile tanınan Apollon Tapınağı’ndaki Medusa figürünün, koruyucu

rolü nedeniyle burada bulunduğu anlaşılıyor. Tapınakta ayrıca çeşitli nedenlerle yarım kalmış bir çok Medusa figürüne

rastlamak da mümkün. Mitolojik kahramanlar olan üç dişi Gorgon’un en talihsizi şüphe yok ki Medusa... Eski çağlardaki insanlar, kendilerini kötülüklerden koruyacağına inandıkları Medusa’dan medet umarken, o başını Perseus’tan koruyamamış ne yazık ki. Şimdi karar verin, Medusa’dan korkalım mı, yoksa acıyalım mı? İyisi mi boşverelim buna ve mitoloji-nin bereketli topraklarından fışkıran bu hikayelerin büyüsünü içimize sindirip tadını çıkaralım.

Gorgon Medusa başı rölyefi (yukarıda) ve Benvenuto Cellini’nin Floransa’daki ünlü heykeli: “Perseus, Medusa’nın başını kopardıktan sonra havaya kaldırır” (sağda).Gorgon Medusa head relief (above) and Famous statue by Benvenuto Cellini, Florence: ‘Perseus with the Head of Medusa’ (right).

Khrysaor, the golden-sworded giant, sprang from her agonizing body.

Pearl of the Apollo TempleMedusa known in mythology, for her power to petrify her onlookers, has also an important place in present-day literature and cinematography as an anti-hero reference. She is, among other, the most precious symbol of the Apollo Temple in Didyma. Due to the strong powers attributed to her, it is no wonder that her various depictions were used in reliefs as a protective symbol against evil forces. It is also due to its believed protective power that the stone-carved Medusa head is present at the entrance of theTemple and Oracle of Apollo in the sanctuary of Didyma. One comes across a number of incomplete Medusa figures in the temple as well. Amongst the three mythological Gorgon sisters, the most unfortunate was certainly Medusa... While people in the Antique Age hoped being protected from evil by her, she herself had unfortunately not been able to protect her own head from Perseus. Let us decide now, are we going to regret her tragic story or are we going to be afraid of her? Better let us forget about such choice and enjoy the charm of the fantastic stories emanating from the fertile soil of mythology.

52

19’uncu yüzyılda İtalya, Pompei’de bir kazı çalışmasını gösteren Bayar imzalı ilüstrasyon.Illustration signed Bayar depicting the 19th century Pompeii excavation.

arkeolojiyi fantezilerine alet edip şöhret ve servet kazanan danıken... kendi gömdüğü taşları keşfedip inanılmaz bir sahtekarlığa imza atan fujimura... dehasını ve tarihi başarısını talanıyla gölgeleyen schlıemann... bu sayıda, sandık odası’nın karanlık köşelerinde dolaşıyoruz.

yazı/text: Aylin Şen

karanlık yüzüay’ın

DARK SIDE OF THE MOON

DÄNIKEN WHO GAINED FAME AND FORTUNE BY MISUSING ARCHAEOLOGY FOR THE SAKE OF HIS FANTASIES... FUJIMARA WHO UNEARTHED STONES BURIED BY HIMSELF AND PRESENTED THEM AS HISTORICAL ARTEFACTS... SCHLIEMANN WHO OVERSHADOWED HIS GENIUS AND HIS GREAT SUCCESS BY PLUNDERING TROY... IN OUR PRESENT ISSUE, WE TAKE A LOOK AT THE DARK CORNERS OF THE STORAGE ROOM.

53

Schliemann için Almanya’da basılan pullar (üstte), Schliemann Truva hazinesini bulduğu zaman, mücevherleri ilk önce eşine takmış ve

onu böyle fotoğraflamıştı (altta).German Postage stamps honouring Schliemann(above). Schliemann adorned first his wife with

the golden jewellery found in Troy and photographed her (below).

rich von Daniken’in arke-oloji ile ilgisi, üniversite yıllarında bazı antik kutsal metinleri incelemekten ibaretti. Ama arkeoloji

üzerinden dünyanın en ünlü ismi olmayı başardı. Kitap üstüne kitap yazdı. Onlar-ca dile çevrilen o kitaplarla heyecan dal-gası yarattı. Buluntuları kah uzaylıların dünyaya gönderdiği ‘arabalar’ diye yorumladı... Kah piramitlerden uzaylı atalarımıza giden yolu keşfetti! Pek çok filme ya da ‘gizem’ programla-rına ilham kaynağı oldu. Elbette bütün bu ‘eğlence’, arke-olojiyi turistik malzeme değil bir ‘bilim dalı’ olarak görenler için değildi. Bilim insanları, Daniken gibi isimlere aşinaydı. Gerçi hemen hiçbiri onun kadar uzak mesafe-lere uçmamıştı! Yine de birkaç yılda bir, kimisi çıkıp örneğin “Nuh’un Gemisi’ni bulduk” diye ortalığı ayağa kaldırırdı. Kayıp ülke Atlantis’in yerini keşfedenlerin sayısı da az değildi doğrusu! Arkeolojinin ‘sandık odası’ böyle nice sahtekarlıklar, skandallar, kirli çama-şırlar saklıyordu. Üstelik, onların so-nuncusu daha birkaç yıl önce dünyanın gözleri önüne serildi. Hem de kameranın tanıklığında, yani inkar edilemeyecek kanıtlarla.Olayın odak noktasında, ‘amatör’ bir ar-keolog olan Japon Shinichi Fujimura vardı. Amatördü belki ama değme uzmanlara taş çıkartan başarılara imza atıyordu. Bulduğu arkeolojik parçalar baş döndürücüydü. Dahası, 1990’lı yıllarda ‘Japonya topraklarındaki ilk insan izleri’ konusunda önemli bir mesafe katetmişti. Bu çalışmalarla kendisi de bir ‘ilk’ gerçekleştirdi. Amatör olmasına rağmen, To-hoku Paleolitik Enstitüsü’nün başına getirildi. Japon basınının deyişiyle Fujimura’nın ‘sihirli elleri’ mucizeler yaratıyordu. Öylesine bir sezgisi vardı ki, buluntuları sanki elleriyle gömmüş gibi ortaya çıkartıveriyordu.‘Elleriyle gömmüş gibi’ mi? Bir süre sonra bu soru bilim dünyasının da Japon medya-sının da ciddiye aldığı bir şüpheye dönüştü. 2000 yılında bir haber ekibinin çabası da Fujimura’nın foyasını ortaya çıkardı. Haber-

Erich von Däniken’s interest for archaeology was limited to studying certain sacred ancient texts during his years at university. But he managed to gain a worldwide fame

through archaeology. He published several books translated into various languages which provoked a wave of curiosity amongst the public. He

described some archaeological findings as evidence of the ‘Chariots of the Gods’ sent to

earth by extra-terrestrial beings... He claimed having discovered the way leading from the pyra-mids to our ancestors from outer space! He inspired

numerous films and ‘mystery’ oriented esoteric productions.

All this charivari was far from being fun for those who consider archaeology a real scientific discipline. People

like Däniken were always there. But no one before him had the audacity to travel that far! Certainly, every now and

then someone was claiming to have discovered Noah’s Ark, others pretending to have located lost city Atlantis!Many a forgery, scandal and dirty laundry are to be found in archaeology’s ‘storage room’. The last one was staged publicly a few years ago, in front of the cameras, with full proof evidence.At centre stage was the so-called ‘amateur’ Japanese archae-ologist Shinichi Fujimura. Although an amateur, he already called his own a series of achievements to make profession-als jealous. The archaeological artefacts he discovered were amazing. Over and above, he made great strides, in the 1990’s, in the field of ‘‘first human settlements’ traces in Japan’’. Thanks to his accomplishments, he was assigned, although an amateur, to the post of Director of Tohoku Palaeolithic Institute, as a first in the institution’s history.In the words of the Japanese media, Fujimura’s ‘magic hands’ were creating miracles. He was blessed with such great instinct that he discovered the artefacts as if he buried them with his own hands.After a while, the sentence “as if he buried them with his own hands”, turned out to become a seriously questioned suspicion in the science world, as well as a frequently asked question by the Japanese media. In 2000, a bold news team finally ended up unmask-ing Fujimura’s doings. They succeeded in shooting Fujimura red-handed while he was burying some

previously carved or chiselled stones into ground.Unaware of that, Fujimura was presenting, in the following days, his so-called new findings to the press as 570 thousand years old historical artefacts. He and his team were so happy and proud about their new discovery. But their joy and happiness did not last very long. In the aftermath of that press conference, the daily newspaper, Mainichi Shimbun, published on 5th November 2000 the photos of the scandal showing clearly, without the trace of any doubt, Fujimura during his burying activity.Fujimura did not deny his fraud. He accepted it and apologized. He declared that he was doing all this because of a “passion beyond his control”. Fujimura’s career came to an end. But there was more to it, the 168 excavations he performed earlier proved to be fake as well and that put the Japanese archaeological community in panic, because it meant that all the findings and artefacts, believed for 15 years to be related to the history of the Palaeolithic Age in Japan, were “manufactured” by Fujimura and would have to be entirely discarded.

54

Truva örenyerinde tarihteki tüm yerleşim katmanlarının görülebildiği alan.The area of the Troy historical site where layers of all different historical periods are visible.

ciler, peşine düştüğü Fujimura’yı, önceden yontularak hazırlanmış taşları gizlice gömerken çekti. Birkaç gün sonra Fujimura, 570 bin yıllık bir buluntunun müjdesiy-le bir kez daha medyanın karşısına çıttı. O da ekibi de çok mutlu, gururluydu. Ancak bu, uzun sürmedi. Basın toplantısının hemen ertesinde, 5 Kasım 2000 günü Japonya’nın en büyük gazetelerinden Mainichi Shimbun sahtekarlığın fotoğraflarını yayınladı.Fotoğraflar, Fujimura’nın buluntuları gömdüğünü hiçbir tartışmaya yer vermeye-cek kadar açık biçimde kanıtlıyordu. Zaten o da inkara kalkışmadı. Sahtekarlığı kabul edip özür dile-di. ‘Engel olamadığı bir tutku yüzünden’ bunları yaptığını söyledi. Fujimura’nın kariyeri sona ermişti. Ancak iş bununla kalmıyordu. Daha önceki 168 kazısının da aynı şekilde ‘sahte’olduğu ortaya çıkınca, Japon arkeoloji camiası, ‘Eyvah’ dedi. Çünkü, bu yaklaşık 15 yıl boyunca keşfedildiği sanılan Japon paleolitik dönemiyle ilgili tüm bulguların da çöpe atılması anlamına geliyordu.Amatör arkeolog Fujimura’nın sahtekarlığı... Bir başka amatör arke-olog Daniken’in fantezileri... Arkeolojinin sandık odasından sadece iki örnek. Ama, Türkiye’yi de yakından ilgilendiren bir başka örnek var ki, onu kimileri ‘dünyanın tarihini keşfeden dahi’ diye nitelendiriyor; kimileri de para düşkünü bir ‘tarih soyguncusu’.Heinrich Schlieman’ın Türkiye için bambaşka bir anlamı var: O, bu topraklardan en fazla tarihi eseri yurt dışına kaçıran kişi. 1822 doğumlu Heinrich Schliemann, papaz babasının da etkisiy-le daha çocuk yaşta geçmişe ve özellikle Homeros’un dizeleriyle Truva’ya kilitlenmişti. Gençliği, eğitimi hep bu hayalle geçti. Ama hayalini gerçekleştirebilmek için önce para sağlaması gerekiyordu. Ticarete atılıp, büyük bir servet sahibi oldu. Yanı sıra, eski ve yeni Yunanca çalıştı. Evliliğini bile hayaline eşlik edecek bir kadınla yaptı.Daha sonra bütün çalışmalarına katılacak olan Atinalı Sophia En-gastromenos ile evlendi. Derken beklediği günün geldiğine hükmetti. Ticarethanesini kapatıp Çanakkale yakınlarına geldi; Osmanlı hükü-

Amateur Fujimura’s hoax... Another amateur Däniken’s fantasies... These are only two examples from the storage room of archaeology. There is one more well-known infamous story of close interest to our country; namely the wheeling and dealings of Heinrich Schliemann, considered by some to be the ’genius who discovered the history of the world’ but qualified as a greedy ‘history plunderer’ by others. For Turkey, Heinrich Schliemann’s connotation is altogether differ-ent. He is the person who smuggled the greatest number of histori-cal artefacts out of our country. Born in 1822, Heinrich Schliemann was, from his very childhood on, focused on the history of Troy, as portrayed in the verses of Homer-os, partly due to the influence of his father who was a pastor. His youth and education were evermore fuelled with the imagination of historic Troy. His dream was to be the one to discover it one day. Of course, he needed money to realize his dream. First he started a commercial business through which he made a considerable fortune. Meanwhile he studied ancient and modern Greek language. He even married a woman who would share his dream, Sophia Engastromenos from Athens, who accompanied him throughout all his adventures. When he finally decided that the day had come, he closed down his business and came to the neighbourhood of present-day Çanakkale (the Dardanelles). Having obtained the necessary authorization from the Ottoman Government, he em-barked upon his excavations.On a warm May day in 1873, the digging on the Hisarlık hill reached the point yearned for by any excavation. A pickaxe reported the existence of ‘something down there’. There was indeed a lot more than ‘something’ under that hill; they found a lot of items in the course of the ensuing days. Schliemann imagined that he had discovered the treasure of Priamos, the legendary king of Troy. He was wrong on that point, because the treasure found was dated back to one thousand years earlier than Priamos. But he was right on another point, namely that the ancient city of Troy was indeed located under that hill. The saga nourishing the history, art and culture of the Western world, as told by the great poet Homeros, was lying there in front of his eyes. From the very outset, the unearthed silver vases, chalices, dishes, golden and copper cups, golden necklaces, earrings, crowns, glaives, shields and over 9 thousand small ornament pieces made of precious metals were decorating the tables in their barracks. In subsequent excavations, five burial chambers were discovered. Golden masks, chalices and extremely beautiful jewellery, buried along with the dead 3 thousand 500 years ago were unearthed. The artefacts found there, were priceless pieces which would deliver precious information on antique history; they were unique! And, in Schliemann’s eyes, they belonged ‘only’ to him... He gave as present to his wife Sophia, two of the most precious pieces, a splendid golden diadem and a golden necklace. And, disregarding totally the agreement reached with the Ottoman Government and without any notice to the authorities, Schliemann smuggled almost all of the uncovered artefacts out of Turkey. It is a matter of debate to understand how he was able to overcome the controls and inspections. However, one point is certain; Schlie-mann was the champion, the leading plunderer among all those plunderers of our country’s heritage. The pillage was of such dimen-sion that it continued to titillate imaginations, many years after his death, during the hottest days of the Second World War. Until 1945, the treasure consisting of several thousand pieces was kept in a shelter under Berlin’s zoological gardens. The Russian occupation forces transferred one part of the collection to Moscow. Today, Germans claim that the whole collection should be returned to them, Russians want to keep as a part of their war reparations; Greeks claim that this treasure should be handed over to them as part of Greek civilization’s heritage.Turkey on its part did certainly not give up its claims on that collec-

55

Schliemann’ın Atina’da bulunan mezarı (üstte).Schliemann’ın Truva Antik Kenti’nde başlattığı kazı alanı bugün ‘Schliemann Yarması’ olarak anılıyor. Burada açılan 40 metre genişlik ve 17 metre derinliğindeki çukur kazılarında değerli pek çok eser yok olmuştu.Schliemann’s tomb in Athens (above).Schliemann’s excavation area at Troy Ancient City is referred to today as the ‘Schliemann Crevasse’. Many treasures originating from the 40 m. wide and 17 m. deep trench dug here had disappeared.

metinden izin alıp kazılara başladı. 1873 mayısının sıcak bir gününde Hisarlık tepesindeki kazı, her kazı ekibinin düşlediği ana ulaştı. Bir kazma ‘aşağıda bir şeyler var’ müjdesini verdi. Gerçekten de ilerle-yen günlerde aşağıda bir şeylerin hatta çok şeyin olduğu anlaşıldı. Schliemann, bulduklarının Truva’nın efsane kralı Priamos’un hazi-nesi olduğunu düşündü. Yanılıyordu, çünkü hazine, Priamos’tan bin yıl kadar öncesine işaretleniyordu. Ama haklıydı, çünkü Truva’nın kalıntıları o tepenin altındaydı. Batı dünyasının tarihini, sanatını, kültürünü besleyen Homeros ‘un anlattıkları gözlerinin önündeydi. Daha ilk günden gümüş vazolar, kadehler, tabaklar, altın ve bakır kupalar, altın kolyeler, küpeler, taçlar, kılıçlar, kalkanlar ve değerli madenlerden yapılmış 9 bin küçük parça, barakalarındaki masanın üstünü süslüyordu. Buluntular o kadarla kalmadı. Sonraki kazılarda beş mezar odası ortaya çıkartıldı. 3 bin 500 yıl önce ölülerle gömülen; altın maskeler, kadehler ve olağanüstü güzellikte mücevherler bulundu. Buluntular tarihi aydınlatmak açısından öylesine değerliydi ki, paha biçilemez-di. Eşsizdi. Ve Schliemann’a göre ‘sadece onun’du. O kadar ki, en değerli parçalardan altın bir başlık ve kolyeyi eşi Sophia’ya hediye etmişti. Elbette bununla kalmamıştı. Kazıda bulduğu hemen hemen her şeyi -anlaşmasının aksine- yetkililere haber bile vermeden yurt dışına çıkardı. Bunu nasıl yapabildiği, denetimleri nasıl aşabildiği tümüyle ayrı bir tartışma konusu. Ancak açık olan şu; Schliemann Türkiye toprakla-rını talan edenlerin başında geliyordu. Hem de öylesine bir talandı ki bu, onun ölümünden çok sonra, İkinci Dünya Savaşı’nın en sıcak günlerinde bile akılları kurcalamıştı. Binlerce parçadan oluşan hazine, 1945 yılına kadar Berlin’de bir hayvanat bahçesinde gizlen-miş ve savaş sonrasında bir kısmı Ruslar tarafından Moskova’ya götürülmüştü. Schliemann’ın bulduğu hazine üzerinde; hem ‘bizden götürüldü’ diye Almanlar, hem ‘savaş tazminatımız’ diye Ruslar, hem de ‘o hazine Yunan uygarlığının mirası’ diye Yunanlılar hak iddia ediyor. Türkiye de, hiç kuşkusuz, son yıllarda başarılı sonuçlar aldığı örnek-lerdeki gibi, o hazine için mücadele veriyor. Sonuç ne olur, kimbi-lir! Bilinen şu: Schliemann’ın kazısı arkeolojinin sandık odasında bambaşka bir yer tutuyor. Tarihe katkılarıyla beyaz, talanıyla siyah sayfaların yazıldığı bir yer...

tion originating from the heart of his own territory. In recent years, Turkey obtained successful results in a series of legal struggles and diplomatic negotiations aimed at recovering certain items of its heritage from various museums in Western countries. Nobody can say yet what the future will bring for the Trojan treasure. What we know with certainty is that Schliemann’s excavations occupy a quite differ-ent place at the storage room of archaeology. A place where its contributions to history are written on snow-white and the plundering of the treasure on pitch-black pages...

56

57

mustafa kemal, gerek kurtuluş savaşı öncesinde gerekse cumhuriyet döneminde anadolu’da pek çok ile gitmişti. halk, bu ziyaretleri sırasında kaldığı evlere her zaman sahip çıkmış, kültür ve turizm bakanlığı da bu evleri tek tek restore ederek atatürk müze evleri haline dönüştürmüştü. bu müzelerde, ülkenin dört bir yanında verilen bağımsızlık savaşının anı ve belgeleri sergileniyor ve gelecek kuşaklar için saklanıyor. işte tokat’taki atatürk evi ve etnografya müzesi de bu zincir evlerden, hatta en önemlilerinden biri.

atatürkevi ve etnografya müzesi

TOKAT

MÜZELERMuseums

Yazı -TextHümeyra Konyar

Fotoğraflar-Photos Rasim Konyar

The Atatürk House and Ethnographic Museum in Tokat

TURKISH PEOPLE NURTURE AN EMOTIONAL ATTACHMENT TOWARDS THE HOUSES WHERE THEIR NATIONAL HERO, MUSTAFA KEMAL ATATÜRK, VICTORIOUS COMMANDER IN CHIEF OF THE LIBERATION WAR AND FOUNDER OF THE TURKISH REPUBLIC, STAYED IN EACH CITY DURING HIS VISITS AROUND TURKEY THROUGHOUT THE LIBERATION WAR AS WELL AS THEREAFTER, AS FIRST PRESIDENT OF THE REPUBLIC. THE MINISTRY OF CULTURE AND TOURISM RESTORED THESE HOUSES AND CONVERTED THEM INTO MUSEUMS WHERE THE MEMORIES AND DOCUMENTS OF THAT PERIOD ARE KEPT UNDER PROTECTION FOR THE BENEFIT OF FUTURE GENERATIONS. THE TOKAT ATATÜRK HOUSE AND ETHNOGRAPHIC MUSEUM IS ONE OF THE MAJOR LINKS IN THIS CHAIN.

58

ustafa Kemal, Anadolu’yu düşman işgalinden kurtarmak ve yeni Türkiye Cumhuriyet’ini kurmak için başlattığı bağımsızlık savaşının ilk adımlarını Samsun’da atmış; Amasya, Sivas ve Erzurum ille-rinde gerçekleştirdiği toplantılarla mücadeleyi şe-

killendirmiş ve halkın desteğini almıştı. Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra da yurt gezilerini hiç ihmal etmemiş, genç Türkiye’ye aydınlık bir kimlik kazandırmak amacıyla atacağı her önemli adımı paylaşmak için bir başka ili seçmişti. Hemen her ilde halk, bu seyahatleri sıra-sında kaldığı evlere sahip çıkmış, yıkılmasına izin vermemiş, hatta Trabzon’da olduğu gibi bazı illerde de bu evleri kendisine hediye et-mişti. Kültür ve Turizm Bakanlığı yıllar içinde bu evleri tek tek restore ederek Atatürk müzeleri haline dönüştürdü. Bu nedenle de bugün Türkiye’nin pek çok kentinde Atatürk Evi Müzesi vardır ve bu müze evlerde her ilin bağımsızlık savaşındaki rolü, anılar ve belgelerle ser-gilenmektedir. Atatürk müze evleri, gelecek kuşaklara kalacak bu çok önemli mirasın bekçisidir. İşte Tokat’taki Atatürk Evi ve Etnografya Müzesi de bu zincir evlerden, hatta en önemlilerinden biridir.Kurtuluş Savaşı öncesinde Atatürk’ün Amasya, Sivas ve Erzurum üç-geninde gerçekleştirdiği temas-lar ve kongreler sırasında Tokat hep önemli bir durak olmuştu.Atatürk tüm yaşamı boyunca 6 kez Tokat’a gelmiş, bunlardan üçünde bu evde konaklamıştı. Çünkü bu ev, en yakın silah ar-kadaşlarından biri olan Mustafa Vasfi Süsoy’un eviydi. 1876-1934 yılları arasında yaşamış olan Mustafa Vasfi Süsoy, Bandırma Vapuru ile İstanbul’dan Samsun’a giden Mustafa Kemal’in yanındaki 18 kişiden biriydi. Birlikte başlat-tıkları bu mücadelede sonu-na kadar Atatürk’ün yanında olmuştu. Hem Çanakkale hem Kurtuluş savaşlarında Kurmay Subay olarak cephede yer almış, Cumhuriyet’ten sonra ise 4 dönem Tokat Milletvekilliği yapmıştı. Atatürk için her zaman kahraman bir asker, aynı fikirleri paylaştığı bir siyasetçi ve yakın bir dost olmuştu.Mustafa Kemal, Tokat’a ilk olarak 26 Haziran 1919 tarihinde gitmiş ve Süsoy’a ait bu evde bir gece kalmıştı.25 Eylül 1924 tarihinde ger-çekleşen ikinci ziyaretinde, iki gece Süsoy’ların konuğu olmuş, bu gezide Latife Hanım da yer almıştı.19 Eylül 1928’de ise Tokat Hü-kümet Konağı’nda memurlara ve halka yeni alfabe dersi vermiş, bu konakta yediği öğle yeme-ğinden sonra Sivas’a hareket etmişti.21 Kasım 1930 tarihinde bir kez daha Tokat’a gelen Atatürk, Bele-

Tokat Atatürk Evi ve Etnografya Müzesi Sofa bölümü.Atatürk House and Ethnographic Museum in Tokat, Main Hall area.

Mustafa Kemal inaugurated his struggle for the liberation of Anatolia from enemy occupation, in the city of Samsun on Turkey’s Black Sea side. Then, he fostered the organization of the popular resistance through meetings held in Amasya, Sivas and Erzurum. He continued to travel throughout Turkey in the years following victory and the Proclamation of the Republic, to explain and share his ideal of an enlightened modern nation with the grassroots population of his country. The people of the places he visited, pledged to look after and protect the houses where he resided during his stay in each city. In the case of Trabzon, they presented him the house as a gift. In the course of several dec-ades since then, these houses were restored by the Ministry of Culture and Tourism and converted into museums of remem-brance dedicated to the role played by each city during liberation war; as custodians of the historic legacy to be transmitted to future generations. Tokat is hometown to one of this chain of Atatürk houses. Tokat constituted an important station during the contacts and meetings aimed at organizing the Liberation War conducted by Atatürk within the Amasya, Sivas and Erzurum triangle.Mustafa Kemal visited Tokat 6 times during his lifetime and

stayed three times in the house of his close friend and brother in arms, Mustafa Vasfi Sü-soy(1876-1934). Mustafa Vasfi was among the group of 18 people who accompanied Mustafa Kemal on his trip from İstanbul to Samsun on-board the Bandırma vessel and remained in Atatürk’s close vicinity throughout the years of struggle. He participated as staff officer at the Dardanelles campaign and the Liberation War. He served as deputy from Tokat for 4 electoral periods in the years following the Procla-mation of the Republic. Atatürk always considered Mustafa Vasfi a brave soldier, a like-minded politician and a close friend. Mustafa Kemal was in Tokat for the first time on 26 June 1919 and stayed that night at Süsoy’s house. At his second visit on 25 September 1924, he was again welcome at Süsoy family’s house where he spent two nights in the company of his spouse, Lâtife Hanım.On 28 September 1928, he lectured on the new Turkish alphabet to civil servants and the public at the Tokat Govern-ment Office and travelled forth to Sivas following lunch. On 21st November 1930, he spent the night at Süsoy’s house, after his meetings in the Tokat Town Hall.The family of Mustafa Vasfi Süsoy, who passed away in 1934, stored the furniture and

Ayasofya

Siz bulutların üstündeyken

Istanbul Bogazı.

˘

Galata Kulesi

Kız Kulesi

Istanbul ayaklarınızın altında....

0212 268 83 83 www.istanbulsapphire.com

60

Tipik bir Tokat konağı olarak geleneksel Türk mimarisini bütünüyle yansıtan müze ev; kanaviçe işli perdeleri, örtüleri ve dantelleri ile dönemin tüm zerafetine de ayna tutuyor. Konağın sofasından bir bölüm (altta).

diyedeki temaslarını tamamladıktan sonra geceyi Süsoy’un evinde geçirmişti.1934 yılında yaşama veda eden Mustafa Vasfi Süsoy’un ailesi, konak-ta yer alan ve özellikle Atatürk’ün kullandığı tüm eşyaları bir odaya kaldırmış ve yıllarca böylece muhafaza etmişti.2001 tarihinde kamulaştırılan konak, iki yıl sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilmişti. Bakanlık tarafından restore edilen ev, 2007 tarihinde ‘Atatürk Evi ve Etnografya Müzesi’ olarak ziyarete açıldı.19’uncu yüzyılın ikinci yarısında inşa edilmiş bu üç katlı yapı, eski Tokat evlerinin tüm özelliklerini yansıtıyor.Sofa düzenli yapının alt katında birbirinden ayrı bölümlerde yer alan ahır, tuvalet, çeşme, mutfak ve kiler bulunuyor. Katları bağlayan ahşap merdivenler sofalara, sofalar odalara bağlanıyor. Konağın arka bahçesinde ise Tokat evlerine özgü mermer şadırvan dikkat çekiyor.Kanaviçe işli perdeleri, dantelleri, ahşap döşeme ve tavanları ve zarif mobilyaları ile bu güzel konak dönemi tam anlamıyla yansıtıyor. Güzelliği bir yana, müze evi ziyaret eden herkes; böylesine sade, şatafattan uzak, hiç bir lüksü olmayan bir mekanın ne kadar önemli dönemlere tanıklık ettiğini düşünüyor; Atatürk ve arkadaşlarının bağımsız, çağdaş ve aydınlık bir Türkiye yaratmak uğruna verdikleri mücadeleye bir kez daha saygı duyuyor.

articles Atatürk made use of in one room and kept them there for many years. The mansion was nationalized in 2001 and turned over to the Ministry of Culture and Tourism after two years. Restored by the Ministry, it was inaugurated as“Atatürk House and Museum of Ethnography” in 2007.Built in the second half of the19th century, this three storey house is typical of Tokat’s local architecture. The basic building struc-ture being a number of rooms opening onto a central hall, the ground floor consists of separate sections housing the kitchen, the bath rooms, the fountain, the storage room and the barn. The staircases going up from one floor to the other link the central hall of each floor with one another and the rooms on each floor are connected through the hall. At the mansion’s backyard there is an ornamented fountain typical of Tokat houses. With its canvassed curtains, laced draperies, the wooden floor and ceilings, with its tasteful furniture, the mansion reflects perfectly the era’s style. When you think that this beautiful but unpreten-tious house witnessed history unfolding; you realize how much the moral strength of Atatürk and his friends’ dedicated struggle to create an independent, modern and enlightened nation, deserves respect and admiration.

The mansion, a typical Tokat house reflecting traditional Turkish architecture, embodies also the good taste of its era with its canvassed curtains and laced draperies; a view from the Main Hall (below).

61

Atatürk’s refined dinner tableA symposium contribution on “Atatürk’s alimentary habits, preferred dishes” by Prof. Dr. Mahmut Tezcan, -whose text is accessible on the Ministry of Culture and Tourism’s internet website-provides us valuable information on Atatürk’s gastronomic culture. The refined dinner table of Atatürk around which are gathered his friends, is compared to a “school of philosophy where the relevant questions of the day are discussed in the light of reason and science”. Prof. Dr. Mahmut Tezcan states: “Atatürk’s words, philosophy, guidance, anecdotes, maxims were an intellectual feast. The discussions aimed at finding the best, the most rational solution to the problems of the day. Beverage and dinner were only used as pretext for the discussions. Atatürk who did not eat in great quantities, thought of copious meals as wasteful and unhealthy. For breakfast, he took coffee or tea and ate very little. Sometimes he only took a cup of yoghurt with a slice of bread. He preferred to eat beans and rice without meat, he liked omelette, sunny side up eggs, fresh okra beans and eggplant dishes. He was not fond of sweet desserts, but he liked rose jam. He liked rakı, the traditional Turkish alcoholic beverage along with appetizers such as melon and grilled chickpeas. It can be argued that, considering the country’s modest economic situation in those years, he avoided meat in compassion for those who could not afford it. He sat at the dinner table with his guests and continued to conduct State affairs, using the dining room as a venue to solve the country’s problems.”

61

Tokat Atatürk Evi ve Etnografya Müzesi’nde Atatürk’ün yemek yediği masa da sergileniyor. Sofrada yer alan yemek takımları ve aksesuarlar dönemin eşyalarını tüm zarafeti ile yansıtıyor.The dinner table having hosted Atatürk is on display at the Atatürk House and Ethnographic Museum in Tokat. The porcelain, cutlery and table accessories reflect the refined style of the era.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın web sitesinde yer alan Prof. Dr. Mahmut Tezcan’a ait ‘Atatürk’ün Beslenme Alışkanlığı, Yediği ve Sevdiği Yemekler’ başlıklı sempoz-yum bildirisinde Atatürk’ün yemek kültürüne ait değerli bilgiler yer alıyor. Bildiride, Atatürk’ün zarif sofrası ‘günün sorunlarının aklın ve bilimin ışığında tartışıldığı bir felsefe okulu’na benzetiliyor. Prof. Dr. Mahmut Tezcan, araştırmasında şu bilgilere yer veriyor:“Atatürk’ün sofradaki sözleri, felsefesi, yol göstericiliği, fıkraları, vecizeleri gerçekten bir hazine idi. Amaç, tartış-malardı, iyiyi doğruyu bulmaktı. Akıla yol açmaktı. Sofra ve içki ise bir araçtı.Atatürk, boğazına düşkün, çok yiyen bir insan değil-di. Ziyafetlerde çok yemek yenmesini tasarrufa aykırı bulduğunu ve sağlığa zararlı olduğunu söylemiştir. Kah-valtısında; çay, kahve içer, fazla bir şey yemezdi. Soğuk ayranla, bazen bir kase yoğurt ile bir dilim ekmek yerdi. Etsiz kuru fasulye, pilav, omlet, sahanda yumurta, etli taze bamya, karnıyarık çok sevdiği yemeklerdi. Tatlılarla arası iyi değildi, gül reçeli severdi. Geleneksel Türk içkisi olarak rakıyı seviyor ve leblebi, kavun gibi mezeler yiyordu. O’nun döneminde ülke yoksuldu. Halkının et yemediğini çok iyi biliyordu. O’nun ülkenin bu yoksul durumunu göze alarak et yemediği söylenebilir. Akşam yemeğini konuklarıyla birlikte yer, devlet görevini bu yemeklerinde de devam etti-rirdi. Sofrayı, ülke sorunlarını çözümlemede bir araç olarak kullanmıştır.”

Atatürk’ün Zarif Sofrası

62

ÜNLÜ TARİHÇİ STEFANOS YERASİMOS’UN,

‘İSTANBUL: İMPARATORLUKLAR BAŞKENTİ’

İSİMLİ KİTABI, BİR YUNAN KOLONİSİ

OLARAK KURULAN BYZANTION’UN,

İMPARATORLUKLARIN VAZGEÇİLMEZ

BAŞKENTİNE DÖNÜŞMESİNİN ÖYKÜSÜNÜ

ANLATIYOR. ÜSTELİK BU ÖYKÜYE, ANITSAL

YAPILAR, MİTLER VE EFSANELER EŞLİK

EDİYOR.

İstanbul’un Tarihi Gözlerinizin Önünde Canlanacak

KÜTÜPHANELibrary

THE BOOK ENTITLED ‘’İSTANBUL: CAPITAL

OF EMPIRES’’ BY RENOWNED HISTORIAN

STEFANOS YERASIMOS TELLS US THE

STORY OF THE EVOLUTION OF BYZANTION

(BYZANTIUM), ORIGINALLY ESTABLISHED AS

A GREEK COLONY, INTO THE IRREPLACEABLE

CAPITAL OF EMPIRES. THE STORY IS

ACCOMPANIED BY MONUMENTAL BUILDINGS,

MYTHS AND LEGENDS.

İstanbul’s history revived

63

ESKİ DOST STEFANOS YERASİMOS

Mimar, şehirci ve tarihçi Stefanos Yerasimos, 1942’de İstanbul’da doğdu. 1966’dan aramızdan ayrıldığı 2005’e kadar çoğunlukla Fransa’da yaşayan ve Paris VIII Üniversitesi’nde ders veren Yerasi-mos, 1994-1999 yılları arasında İstanbul Fransız Anadolu Araştırma-ları Enstitüsü’nün müdürlüğünü ve 1996-2000 arasında Tarih Vakfı Yönetim Kurulu Üyeliği yaptı. Marko Polo, İbn Battuta, Jean Chardin, Pierre de Tournefort’un yapıtları dahil, birçok seyahatnameyi yayına hazırlayan Yerasimos, Demeures Ottomanes en Turquie, Questions d’Orient, İstanbul, la Mosquée de Soliman, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, Kurtuluş Savaşı’nda Türk-Sovyet İlişkileri, Kostantiniye ve Ayasofya Efsane-

İstanbul... Balkanlardan Kuzey Afrika’ya kadar bütün Doğu Akdeniz’i kaplayan imparatorlukların başkenti, Türkiye Cumhuriyeti’nin en ka-labalık, en zengin ve en büyük ve en canlı kenti. Ünlü tarihçi Stefanos Yerasimos, ‘İstanbul: İmparatorluklar Başkenti isimli’ eserinde, işte bu kenti anlatıyor. Ama, öyküsü anlatılan bir kentin çok ötesinde. Yerasimos, sayısız uygarlığın hayali / hedefi olan İstanbul üzerin-den muazzam bir tarih yolculuğu yapıyor, yaptırıyor. Bu toprakları vazgeçilmez kılan tüm olayların, kişilerin, yapıların ve inançların izini sürüyor. Kitap, bir Yunan kolonisi olarak kurulan Byzantion ile başlı-yor. Bu koloni kentinin Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti Konstantinapolis’e, ardından da Osmanlı İmparatorluğu’nun payi-tahtı İstanbul’a dönüşmesini; Osmanlı ve İslam kimliği ile tanışma-sının öyküsünü, akademik araştırma kimliğini yitirmeyen sürükleyici bir dille anlatıyor. Byzantion, Konstantinapolis ve İstanbul’un iç içe geçen 16 yüz-yıllık öyküsüne, anıt yapıların mimari detayları, tarihçeleri ve etraflarında şekillenen mitler, efsaneler eşlik ediyor. Okuyucu sayfalar arasında gezinirken, antik dünyanın çöküşüne ve Ortaçağ Konstantinapolis’inin gelişmesine tanıklık ediyor. Osmanlı’nın görkemine, Topkapı Sarayı’nın pencerelerinden bakıyor, Osmanlı’yı Osmanlı yapan kültürel, dini ve sanatsal öğelerin izini sürüyor.

Tarih Vakfı Yayınları’ndan çıkan Stefanos Yerasimos imzalı 400 sayfalık kitabın satış fiyatı 150 TL.

leri, Milliyetler ve Sınırlar, Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu, Sultan Sofraları: 15. ve 16. Yüzyılda Osmanlı Saray Mutfağı ve Süleymani-ye isimli kitapların da yazarıdır.

İstanbul... the capital of Eastern Mediterranean empires stretching from the Balkans to Northern Africa, the most populated, the richest, the biggest and the liveliest city of the Republic of Turkey. That is the city Stefanos Yerasimos tells us about in his book, “İstanbul, capital of Empires”. It is definitely more than a simple account on a city. Yerasimos engages us on an impressive historical journey via the description of İstanbul’s history. He offers the reader the traces of all the events, personalities, monuments and faiths which made İstanbul irreplaceable. He provides us a closer understanding on the reasons of the choice of the city as their capital by various civilizations.The book starts with the establishment of Byzantion as a Greek colony. Then, the author narrates in a fascinating style, yet respectful of the academic research character of his work, how this colony grew into becoming Konstantinoupolis (Constantinople), capital of the Eastern Roman Empire, how it expanded to become İstanbul, the capital city of the Ottoman Empire; describes the story of the acquaintance of the city with the Ottoman and Islamic identity.Architectural particularities of the various monumental structures adorning the city, their history and the popular myths and legends surrounding them ornament the intertwined history of Byzantion, Constantinople and İstanbul together developing in a time span of 16 centuries. The reader witnesses the end of the Antique Age, the development of medieval Constantinople, admires the glory of the Ottoman Empire through the windows of the Topkapı Palace, discovers the origin of the cultural, religious and artistic characteristics representing the Ottoman civilization.

Published by ‘Tarih Vakfı Yayınları’ (History Foundation Publishing), the sale price of the 400 pages book by Stefanos Yerasimos is 150,- TL (Turkish Pounds).

Old friend Stefanos Yerasimos

Stefanos Yerasimos was one of the prominent historians portraying Turkey’s past and recent history with great accuracy. He was born on this soil. Architect, city planner and historian, Stefanos Yerasimos was born in 1942 in İstanbul. He lived mostly in France from1966 until his demise in 2005 and lectured at the ‘Université Paris VIII’. He served as the Director of the French Institute of Anatolian Studies in İstanbul from 1994 to 1999 and was Member of the Governing Board of the History Foundation from 1996 to 2000.Yerasimos was the editor of various old travel accounts, including those of Marco Polo, Ibn Battuta, Jean Chardin, Pierre de Tournefort. He is the author of several books in French and Turkish languages such as De-meures Ottomanes en Turquie, Question d’Orient, İstanbul, la Mosquée de Soliman, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye (Turkey in the Process of Underdevelopment), Kurtuluş Savaşında Türk-Sovyet İlişkileri (Turkish-Soviet Relations during the War of Liberation), Konstantiniye ve Ayasofya Efsaneleri (The Constantinia and Hagia Sophia Myths), Milliyetler ve Sınırlar (Nationalities and Borders), Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu (The Balkans, the Caucasus and the Middle East), Sultan Sofraları : 15. ve 16. Yüzyılda Osmanlı Saray Mutfağı (Dinner Tables of the Sultans : Culinary Art of the Ottoman Court in the 15th And 16th Centuries) and Süleymaniye (Suleiman’s Mosque).

64

ÖZELMÜZELER

Private Museums

Yazı-TextSevinç Akyazılı

65

bu kadarını onlar bile tahmin etmi-yordu. oysa kurulduğu günden bu-güne 4 milyona yakın ziyaretçi ağır-ladı. 700’e yakın sanatçının eserini o ziyaretçilerle buluşturdu. ‘istanbul modern’, adını sadece çağdaş sana-tın mekanı olarak değil modern türkiye’yi ve istanbul’u dünyaya ta-nıtarak da hak ediyor. müze şimdi de 75 kadın sanatçıyı bir araya getiren ‘hayal ve gerçek’ isimli dev bir sergiye ev sahipliği yapıyor.

istanbul’un ‘modern’ yüzü

istanbul’s ‘modern’ faceEVEN THE FOUNDERS OF “İSTANBUL MODERN” DID NOT EXPECT THAT SUCCESS. THEIR MUSEUM HOSTED NEARLY 4 MILLION VISITORS SINCE ITS OPENING IN 2004. OVER 700 ARTISTS DISPLAYED THEIR WORKS THERE. ‘İSTANBUL MODERN’ IS NOT ONLY CHARACTERIZED AS THE HOME OF MODERN ART BUT ALSO AS THE EMBODIMENT OF İSTANBUL’S AND TURKEY’S MODERN FACE. CURRENTLY THE MUSEUM IS HOSTING THE JOINT EXHIBITION OF 75 FEMALE ARTISTS UNDER THE TITLE ‘DREAM AND REALITY’.

66

ola bir ‘hayal’ kurarak çıkıldı. Hayalin adı sanattı ve o sanatla kitleleri buluşturacak bir müze. İyi de nasıl bir kimlikle, hedefle ve nerede! Dile kolay, Oya Eczacıbaşı’nın ifadesiyle, tam 17 yıl boyunca o hayalin peşinde gittiler. Olgunlaş-

tırdılar. Soruların yanıtlarını verdiler. 11 Aralık 2004 tarihinde de, yıllarca kuru yük deposu olarak kullanılan bir binada müzenin kapılarını açtılar. Hayal artık gerçekti. Adı da ‘İstanbul Modern’di. Türkiye gibi, hem müze gezmenin hem de çağdaş sanatın pek yaygın olmadığı bir ülkede, gözü kara bir adım gibiydi. Kim ilgile-necekti, kaç kişi ziyaret edecekti ki müzeyi! Nitekim, Baş Küratör Levent Çalıkoğlu, “Müzeyi açtığımızda, ‘150 bin ziyaretçi gelse ne iyi olur’ diye düşünüyorduk” diyor. Daha sonra yaşananları ise şöyle anlatıyor:“Müzenin yaşayan bir alan olabilmesi için ziyaretçi akışının sağ-lanması, modern müze ziyaretinin alışkanlık haline getirilmesi gerekiyordu. Sanat yapıtı ile izleyici arasında bir bağ kurmak için özel eğitim çalışmaları düzenledik. Bir eğitim departmanı kurduk. Okullarla görüşmeler yaparak, öğrencilerin öğretmenleri eşliğinde buraya gelmesini sağladık. Yerel yönetimlerle görüşerek, özellikle gelir seviyesi düşük aileler için anne çocuk programları düzenle-dik. Sergilerimizi, Türkiye ve uluslararası sanat kamuoyuna tanıt-mak için çaba sarf ettik. Şimdi, İstanbul Modern yılda yaklaşık 800 bin kişiyi ağırlayan ve İstanbul’a gelen turistlerin mutlaka görmek istediği bir mekan.”

The museum itself originated from a dream. The name of the dream was the search for a place to make contemporary art meet the public. But where and under which identity? According to Oya Eczacıbaşı, the initiator of the project, they pursued their dream for 17 years, maturing their ideas, making plans and concretizing them progressively. Finally they inaugurated the museum of their dreams on 11 December 2004 in an old warehouse under the name of ‘İstanbul Modern’. This was a bold undertaking in a country where neither museum visits nor contemporary art draw widespread attention. Who was going to be interested and what kind of turnout was to be expected? Head Curator Levent Çalıkoğlu says, “At the outset, we were prepared to declare ourselves satisfied with 150 thousand visitors.” And, concerning the ensuing events , he adds:“In order to make a living space of the museum, it was necessary to have a certain flow of visitors, to be able to turn modern museum visits into a usual practice of the people. In this perspective, we established an educational department and organized seminars with a view to creating a link between the audience and the work of art. We ap-proached school administrations and invited pupil groups to visit our museum in company of their teachers. We contacted the local authori-ties and organized mother-and-child programmes for low-income families. We engaged in promotion efforts to advertise our exhibitions in Turkey and abroad. Today, İstanbul Modern is a museum hosting yearly 800 thousand guests, a place that each tourist visiting İstanbul wants definitely to see.”

67

Günde 2 bin ziyaretçiİstanbul Boğazı’nın en güzel fotoğrafını veren Kabataş Sahili... Ve o sa-hilde Denizcilik İşletmeleri’ne ait 8 bin metrekarelik kuru yük deposu... Bugün, hayranlarının deyişiyle ‘modern sanat tapınağı’na dönüştü. Günde ortalama 2 bin kişiyi ağırlıyor. Peki o ziyaretçileri, müzede ne bekliyor? Ne karşılıyor? Soruların yanıtı yine Levent Çalıkoğlu’ndan:“İzleyici buraya geldiği zaman, ata yadigarını, tarihi, geçmişi değil, şimdiyi görüyor. Sergi salonunda gezerken, izlediği yapıtı üreten sanatçıyla yan yana gelebiliyor. İzleyiciler, nefes alan, bütün ilişkisini, görselliğini ve felsefesini şimdiki zamana odaklayan bir müze kim-liğiyle buluşuyor. 2000’li yıllarda dönüşen, değişen İstanbul’un ruh halinin yansımalarına tanıklık ediyor. İstanbul Modern, güncel sanatın nabzının attığı bir referans noktası. Çağdaş Türk sanatçıların bura-da sergilenen yapıtları, uluslararası sanat kamuoyunun gündemine oturuyor. Türk sanatseverler burada yapılan sergiler sayesinde dünya sanatının en son örneklerini görme fırsatını da yakalıyor.”

Çağdaş sanat ‘kışkırtır’Müzenin bir başka misyonu daha var: Sanatın 21. yüzyıldaki anlamını kapsamını aktarabilmek... Her açıdan ön yargıları aşabilmek... Bunun için de modern sanatın beslendiği provokatif eserleri göze almak... Yani kışkırtmak!Baş Küratör Çalıkoğlu, buna en çarpıcı örneğin, Türkiye’yi uluslararası düzeyde temsil eden Kutluğ Ataman olduğunu söylüyor:“Kutluğ Ataman’ın, kimlik-politika-iktidar ekseninde dönen Ruhuma

Two thousand visitors dailyAn old port facility, an 8 thousand m2 large warehouse combined with the best view of the Bosporus from Kabataş shore is nowadays con-verted into a ‘temple of modern art’, in the words of its admirers. This temple welcomes daily 2 thousand visitors. Levent Çalıkoğlu tells us about the public’s journey inside the museum:“The audience is not met here with history or ancestors’ legacy but rather with the present time. While strolling through the halls, they enjoy the opportunity of meeting personally the authors of the works of art on display. They experience a museum which breathes and focuses its visual attention and philosophy on the present. They witness reflections of the new spirit representing İstanbul’s evolution since the 2000’s. İstanbul Modern is a reference point where you feel the pulse of contemporary art. Exhibitions of contemporary Turkish artists taking place in our museum draw the attention of international art circles. In turn, Turkish art lovers enjoy the opportunity of coming across the latest productions of world contemporary art, thanks to exhibitions of international artists at İstanbul Modern.”

Contemporary art is provocativeAnother important task of the museum is to convey the meaning and scope of art in the 21st century... To overcome all kinds of stereotypes...To face up to the provocative productions nurturing the art of our time... That is, to provoke! Head Curator Çalıkoğlu refers to Kutluğ Ataman, a Turkish artist representing his country at international art

Asla isimli video-art çalışması büyük beğeni topladı. Ataman’ın bu çalışması, Türkiye’de modern sanat anlamında bir eşiğin atlanmasıydı. Üstelik bu işi eşik atlamak için de yapmadık. Eser son derece çarpıcıydı ve biz de modern sanat adına söz söyleyen bir kurum olarak bu işi sergilemeliydik. Hiçbir olum-suz eleştiri almadık. Aksine gelen tepkilerden daha da cesaret bulduk. Türkiyeli izleyici modern sanata ilgili ve doğru bilgilen-dirildiğinde, destek veriyor, alkışlıyor.”

Sanatın her hali!Sanatın her alanına katkılarıyla bilinen Eczacıbaşı ailesi, ku-ruculuğunu Oya Eczacıbaşı’nın üstlendiği ‘İstanbul Modern’ ile, dünyaca ünlü rakiplerini aratmıyor. Uluslararası başarılara sahip, 2006 yılında İngiltere’de ‘şövalye’ ünvanı alan modacı Hüseyin Çağlayan bir başka ilginç örnek. Müze, Çağlayan’ın kreasyonlarını sergiledi ve büyük alkış topladı. İstanbul’daki serginin hemen ardından Paris Dekoratif Sanatlar Müzesi’nin Hüseyin Çağlayan’a istediği zaman sergi ve etkinlik düzenle-yebileceği bin 500 metrekarelik bir alan tahsis etmesi, modern sanatın yönünü ve nasıl beslendiğini gösteriyordu. İstanbul Modern, harcındaki ‘hayal’ gücünü neredeyse her etkinlik için sonuna kadar kullanıyor. Şimdilerde de ‘Hayal ve Gerçek’ isimli dev bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Türkiye’nin ilk kadın romancısı Fatma Aliye ile Ahmet Mithat’ın birlikte yazdığı bir romandan ilham alan bu sergide, 1891’den itibaren Türkiye’de yaşayan kadın sanatçıların, hayal ve gerçeği iç içe geçirdikleri eserleri yer alıyor. 75 kadın, İstanbul Modern’de Türkiye’nin modern yüzüne ayna tutuyor.

GENÇ SANATIN ÖNCÜLERİ BURADA!İstanbul Modern’in kalıcı koleksiyonları iki ana başlık altında toplanı-yor. Bunlardan ilki müzenin ve aynı zamanda İKVS’nin de kurucusu olan Nejat Eczacıbaşı Vakfı’na ait sanat eserleri. Diğeri ise İstanbul Modern’in kendisine ait olan eserler. Bu her iki koleksiyon da, 1980 ve sonrasında Türkiye’de yaşayan sanatçıların meydana getirdikleri eserlerden oluşuyor. Müze, Türkiye’nin en geniş ve ilginç, Sarkis, Kutluğ Ataman, Ayşe Erkmen, Gülsün Karamustafa, Halit Enger ve İnci Eviner koleksiyonlarını elinde bulunduruyor. Dinamizmini ise, kalıcı ve pop-up sergilere borçlu. 2008 Yılında Londra Tasarım Müzesi ile birlikte Tasarım Kentleri isimli bir sergi açan İstanbul Modern yönetimi, 2010 yılında da sıradışı bir sergi düzenledi. Dünya kamuoyunun Michelle Obama ve Lady Gaga’yı giydiren modacı olarak tanıdığı Hüseyin Çağlayan’ın kreasyonunu izleyiciyle buluşturdu. Türkiye’deki yakın bellek sorununu mimari disiplin içinde sergileyen Erme-ni Mimarlar projesi büyük beğeni topladı. 20 Yıl önce çektiği, ‘Afgan Kızı’ isimli fotoğrafla dünya çapında üne kavuşan ve kısa bir süre önce bu kızı bulup tekrar fotoğraflayan Steve McCury sergisi büyük ilgi gördü.

İstanbul Modern’in kurucusu Oya Eczacıbaşı.Oya Eczacıbaşı, Founder of ‘İstanbul Modern’ Museum.

PIONEERS OF YOUNG ART

Museum’s permanent collections are divided in two categories. Works from the Nejat Eczacıbaşı Foundation, founder of İstanbul Modern as well as of the İstanbul Culture and Art Foundation (İKSV) and works belonging to the museum itself. Both collections consist of works created from 1980 onwards by artists living in Turkey. The museum possesses the largest collections in Turkey, of the works of Sarkis, Kutluğ Ataman, Ayşe Erkmen, Gülsün Kara-mustafa, Halit Enger and İnci Eviner. İstanbul Modern keeps alive its dynamic posture through permanent and pop-up exhibitions. In 2008, it co-organized with the London Design Museum an exhibi-tion on “Design Cities”. In 2010, it presented the creations of Hüseyin Çağlayan, known as Michelle Obama’s and Lady Gaga’s fashion designer.The “Armenian Architects” project on the important role played by Armenian architects in late Ottoman civil architecture; the photographic exhibition of Steve McCurry, known worldwide for the picture of a young Afghan girl he shot 20 years ago, and who recently met and photographed her again are among the museum’s recent accomplishments.

69

fora, as the most striking example: “Kutluğ Ataman’s video-art production called Never to My Soul tackling the themes of identity-politics-power, enjoyed a very positive reaction. This work constituted the crossing of a threshold in terms of modern art in Turkey, although it was not meant to be. The work was extremely striking and, in our capacity as the voice of modern art in Turkey, we had to display it. We had no negative reactions, on the contrary, we were even encouraged by positive reactions. The Turkish public is interested in contemporary art and, when informed adequately, appreciates and applauds it.”

Every aspect of artThe museum was created by Oya Eczacıbaşı, a member of the Eczacıbaşı family who are known worldwide for their valuable contributions in every field of art and culture. İstanbul Modern is yet another of their success stories. Fashion designer Hüseyin Çağlayan, appointed Knight by the Queen of England in 2006, presented his creations at the museum. Following the exhibi-tion at İstanbul Modern, the Paris Museum of Decorative Arts offered him a 1.500 m2 exhibition space to be used at his convenience for an event and exhibition. An example showing the functioning of channels and trends in this field. İstanbul Modern is using on every occasion the dream factor, one of its basic components. It is now hosting, as a reflection of the country’s modern face, an exhibition called “Dream and Reality”, inspired from a novel co-authored by first Turkish female novelist Fatma Aliye and writer Ahmet Mithat, consisting of the works, from 1891 onwards, of 75 female artists from Turkey.

İstanbul Modern’in her köşesinde bir sürpriz bekliyor.İstanbul Modern harbours a surprise at every corner.

70

A building renovation offers new perspectives to Maraş

The remains of the ancient city Germenicia such as hill slope villas, mosaic pavements were found in 2007 in the course of a house renovation in Kahramanmaraş. Presenting great similarities with the houses of Zeugma and Ephesus antique cities, these villas are particularly interesting due to their mosaic pavements and wall panels. While the excavations carry on in the region, experts express the opinion that Kahramanmaş is heading to-wards becoming one of the world’s preponderant mosaic centres. It is esti-mated that there are over 100 villas from the 4th and 5th centuries AD, at the Germenicia antique settlement. On the other hand, the construction of the Kahramanmaraş Museum started 34 years ago is at its final phase. The two elephant skeletons estimated to be 3500 years old will take place among the interesting pieces of the museum to be opened next year.

H A B E R T U R U

N E W S I N O V E R V I E W

Borusan Holding’in yönetim merkezi olan İstanbul Rumelihisarı’ndaki Pe-rili Köşk müzeye dönüştürüldü. Asıl adı Yusuf Ziya Paşa Köşkü olan bina, hafta içi ofis olarak kullanılmaya de-vam ederken, hafta sonları ‘Borusan Contemporary’ adıyla müze olarak hizmet veriyor. Ziyaretçilere butik ve kafe hizmeti de sunulacak olan Borusan Contemporary’nin progra-mında her yıl üç geçici sergi yer alı-yor. Müzenin koleksiyonu ise ağırlık-la Borusan Holding’in sahip olduğu çağdaş sanat eserlerinden oluşuyor.

‘Perili Köşk’ Türkiye’nin ilk ofis-müzesi oldu

Turkey’s first Office-Museum opens at the ‘Haunted Mansion’ BORUSAN Holding’s Headquarters at the Haunted Mansion in İstanbul’s Rumelihisarı neighbourhood was transformed into a museum. The ‘Yusuf Ziya Paşa Mansion’ with its initial name, continues to be used as an office space dur-ing weekdays and serves as the ‘Borusan Contemporary’ museum at weekends. A boutique and coffee shop will cater to the guests as well. While Borusan Con-temporary’s permanent collection consists mainly of the modern works of art owned by the company, the museum intends also to organize yearly three exhi-bitions each based on a different medium and conceptual content.

Adana Müzesi zenginleşiyorÇukurova bölgesinin Antik Döneme ait en önemli yerleşim birimlerinden biri olan Sirkeli Höyüğü’nde 2006 yılından bu yana yapılan kazılar bu yıl da meyvelerini verdi. İsviçre Bern Üniversitesi uzmanları ve Türk arkeologların işbirliğiyle gerçekleştirilen kazılarda mutfak aletleri ve erzak saklama kap-ları ile Helenistik Dönem’e ait bir kadın heykelciği bulundu. Kazılarda elde edilen eserler Adana Müzesi’ne teslim edildi.

Adana Museum is expanding

The intensive excavation work performed since 2006 in the Sirkeli Tumulus, one of the foremost ancient settlements at the Çukurova region, continued to bear fruit this year. At the excavations carried out jointly by scholars from the Bern University/Switzerland and Turkish archaeologists, were found kitchen utensils, provisions storage vessels, and a miniature woman sculpture from the Hellenistic Period. The artefacts were delivered to the authorities of the Adana Museum.

Ev tadilatından fışkıran tarih Maraş’ın kaderini değiştirecek Kahramanmaraş’ta 2007 yılında yapılan bir ev tadilatı sırasında ortaya çıkan Germenicia Antik Kenti’ne ait yamaç villaları, taban mozaikleri ile ilgi çekiyor. Zeugma ve Efes Antik Kentleri’ndeki villalar ile büyük benzerlik gösteren bu konutların yoğun ilgi görmesinin nedeni taban ve duvar mozaikleri. Bölgedeki kazı çalışmaları devam ederken, uzmanlar Kahramanmaraş’ın dünyanın en önemli mozaik merkezlerinden biri ha-line geleceğini dile getiriyor. Germenicia Antik Kenti’nde M.S. 4-5’inci yüzyıllara ait 100’den fazla villanın bulunduğu tahmin ediliyor. Öte yan-dan, 34 yıldır devam eden Kahramanmaraş Müzesi inşaatında sona geldi. Seneye açılması beklenilen müzenin en ilgi çekici parçalarından biri de 3 bin 500 yıllık iki fil iskeleti. Uzmanların birleştireceği iskeletler müzede sergilenecek.

71

Bin 500 Yıllık cımbız bulunduAssos Antik Kenti’nde yapılan kazılarda yak-laşık bin 500 yıllık bronz bir cımbız bulundu. Çanakkale’nin Ayvacık İlçesi sınırları içinde yer alan Assos Antik Kenti’nde yürütülen kazılara başkanlık eden Prof. Dr. Nurettin Arslan, “ Bu yılki kazılarda cımbız, altın takılar, tıp aletleri ve üçlü tanrıça figürü bul-duk. Buluntulara bakıldığında, antik dönemdeki kadınların da tıpkı günümüz-deki gibi güzelliklerine düşkün olduğunu söyleyebiliriz.” dedi.

1500 years old tweezers

A 1500 years old pair of tweezers was found at excavations carried out at the Assos an-cient city. Prof. Dr. Nurettin Arslan, leading the archaeological work at the Assos antique settlement in Ayvacık county/Çanakkale province, said: “In the course of this year’s excavations, we found tweezers, golden jew-ellery, medical devices and a triple goddess figure. Our finds tells us that women of that age were as conscious about their beauty as women in our days.”

Sıra Eros başındaYurt dışına kaçırılan tarihi ve kültürel mirasın izini süren Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri, şimdi de İngiltere’deki Victoria-Albert Museum’da bu-lunan Eros başını geri getirmek için çalışmalara başladı. Londra’daki Tür-kiye Kültür ve Turizm Ofisi Başkanı Tolga Tuyluoğlu, “Kültür ve Turizm Bakanlığı uzmanları eserin, 1882 yılında Arkeolog Sir Charles Wilson tara-fından Sidemara Lahdi’nden alınarak İngiltere’ye kaçırıldığını düşünüyor. İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde sergilenen Sidemara Lahdi’nin bu önemli parçasının iadesi için çalışmalarımıza başladık” dedi.

It is now the turn of the Eros Head

The Ministry of Culture and Tourism authorities who continue to follow track of Turkey’s cultural heritage, are now focusing their attention on the Eros Head which is in London at the Victoria & Albert Museum‎. The Head of the Turkish Culture and Tourism Office in London, Tolga Tüylüoğlu declared: “Our Ministry’s experts think that the Eros Head was removed in 1882 by British Archaeologist Sir Charles Wilson from the Sidemara Sarchophagus which is currently at the İstanbul Museums of Archaeology. We are now working for the return to Turkey of this important piece.”

Yorgun Herkül artık ‘mutlu’ HerkülBir süredir arkeoloji dünyasını gündemde öne çıkaran “dönüşler” devam ediyor. Boğazköy Sfenksi’nin Almanya’dan getirilişinin ardından sıra Yorgun (Herakles) Herkül’deydi. O da döndü. Üstelik VIP yolcu olarak Başbakan Erdoğan’ın uçağında. Yorgun Herkül heykeli, daha doğrusu heykelin üst kısmı, 40 yıl önce Antalya’daki Perge Antik Kenti’nden kaçı-rılmış ve Boston Müzesi’nde ortaya çıkmıştı. Turizm ve Kültür Bakanlığı da, takipte olduğu eserler listesine Yor-gun Herkül heykelini eklemişti.Heykel için Türkiye ile ABD yetkilileri arasında neredeyse iki yıl süren görüşmeler sonunda güzel haber gelmişti. Her-kül, toprağına geri dönecek ve nihayet bedenini bütünleye-bilecekti.Beklenen yolculuk, Eylül sonunda gerçekleşti. Birleşmiş Millet-ler toplantısı için New York’a giden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın uçağına, dönüşte bir yolcu daha eklendi. Yorgun Herkül, 40 yıl sonra Türkiye’ye döndü. Heykel de, Türkiye de bu kavuşmayı bir isme borçlu: Bugün hayatta olmayan Prof. Jale İnan’a. 1980 yılında, Perge Antik Kenti kazısında, bir heykelin alt kısma bulundu. Kazı ekibinin baş-kanı, Prof. İnan’dı. Ancak, keşif bununla sınırlı kalmadı. Heykelin üst kısmı için çalışmalar devam etti. Bu arada, ortalık ‘üst kısım Amerika’ya kaçırıldı’ söylentisiyle çalkalandı. Jale İnan da, bir dedektif gibi söylentinin izini sürdü. Aradığı parçaya Boston’da rastladı. İki parçanın aynı heykele ait olduğunu öne süren makaleler yazdı. Yıllar süren ısrarlı çalışmaları sonun-da meyvesini verdi. 1990 yılında iddiasını arkeoloji dünyasına kanıtlayıp kabul ettirdi.Prof. Jale İnan 2001 yılında aramızdan ayrıldı. Çalışmasının sonucunu, Herkül’ün bütünleştiğini göremedi. Ama ardında bıraktığı başarı öyküsü-nün finalini böyle parlak bir cümleyle noktaladı.

Heracles happy to recover his other half!Successive homecomings of our archaeological treasures continue to generate

public satisfaction. Following the recently occurred return of the Hattusha Sphinx from Germany, it was now the turn of the Tired Heracles statue. Indeed, Heracles returned to Turkey as VIP passenger on board the aircraft of Prime Minister Erdoğan. The upper half of the Heracles statue was stolen 40 years ago from the Ancient City of Perge near Antalya and

resurfaced at the Boston Museum of Fine Arts, the lower half of the statue being on display at the Antalya Archaeological Museum. It was included on the follow-up list of artefacts to recover by the Ministry of Culture and

Tourism. At the end of two years of negotiations between Turkish and US authorities concerning the restitution to Turkey of the upper half of the Tired Heracles statue, the good news was announced: Heracles would return to his homeland to be reunited with his other half. The expected transfer took place on 25 September 2011. The statue was loaded on board the special aircraft of Prime Minister RecepTayyip Erdoğan returning home from his journey in New York where he participated at the 66th Session of the United Nations General Assembly. The statue was transferred

from the airport directly to the Antalya Archaeological Museum. Turkey owes this happy reunion to late Prof. Jale İnan, who discovered in 1980 the lower half of a statue in the course of her archaeological research at

the Perge antique settlement and pursued the excavations in order to find its upper half. Meanwhile, rumour had it that the upper half was smuggled out of the country and transferred to the United States of America. Prof. Jale İnan investigated like a detective and found in Boston what she was looking for. Then, she published articles affirming that the two parts, the

one in Antalya, the other in Boston, belonged to the same statue. Her years long efforts bore fruit in 1990, when all the evidence she brought to the case, finally convinced the world of archaeology on the accuracy of her claim. Prof. Jale İnan passed away in 2001. Unfortunately she is no longer alive to witness the reunion of the two parts of the Heracles statue. However, the success story she left behind was happily crowned with a brilliant ending.

T A K V İ M c a l e n d a r

Ekim • Kasım • Aralık 2011

October • November • December

santralistanbul’da etkinlik yağmurusantralistanbul bu yıl da sonbahar-kış sezonundaki yoğun etkinlik progra-mıyla dikkat çekiyor. Fotoğraf sanatçısı Cemal Emden’in ‘Le Corbusier-Görsel Kayıt 1905-1965’ isimli sergisi 8 Ekim-13 Kasım tarihleri arasında ana galeride izlenebilecek. Amerikan Doğal Tarih Müzesi tarafından 2009 yılın-da açılan ve büyük beğeni toplayan İklim Değişikliği Sergisi, Türk Telekom sponsorluğunda 4 Ekim 2011-15 Ocak 2012 tarihleri arasında yine ana galeri-de izleyicileriyle buluşacak. Bilgi Üniversitesi santralistanbul Kampusu’ndaki Tamirhane de sıradışı müzik etkinliklerine ev sahipliği yapıyor. Morning Indie Sessions başlıklı etkinlikler kapsamında 1 Ekim ve 29 Ekim’de DJ Deform-E, 15 Ekim’de ise DJ Candaş Baş sahne alacak.

Flood of events at santralistanbul

The busy events calendar of Santral İstanbul for the fall-winter 2011 season draws attention. ’Le Corbusier-Visual Record 1905-1965’ exhibition of Photographer Cemal Emden will take place between 8 October-13 November at the main hall. ‘The Climate Change’ exhibition which had opened in 2009 at the American Natural History Museum will be held also at the main hall between 4 October 2011-15 January 2012, under the sponsorship of Turkish Telekom. Bilgi University is hosting offbeat music events at the Tamirhane (Repair Workshop) of its santralistanbul campus. In the framework of the events organized under the title ‘Morning Indie Sessions’, will perform DJ Deform-E on 1st and 29th October, DJ Candan Baş on 15 October 2011.

Filmekimi başlıyorİstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından düzenlenen Filmekimi, 8-15 Ekim ta-rihlerinde izleyicilerle buluşuyor. 10 Yaşını kutlayan Filmekimi’nin bir sürp-rizi var: Filmekimi, bu yıl ilk kez İstanbul sınırlarını aşıyor ve Türkiye’deki 5 kentte daha sinemaseverlerle buluşuyor. Filmekimi’nde, Berlin, Cannes, Ve-nedik ve Toronto’da dünya prömiyerlerini yapan 40’a yakın film izleyicilerin karşısına çıkacak. Etkinlik, İstanbul’da Atlas, Beyoğlu, Nişantaşı City’s ve

Cinebonus Maçka Gmall olmak üzere 4 sinemada takip edilebilecek. Festival programında gösterilen filmlerden oluşan özel seçkinin gösterimleri 13-16 Ekim’de İzmir’de, 20-23 Ekim’de Bursa ve Konya’da, 27-30 Ekim’de ise Trabzon ve Diyarbakır’da ya-pılacak.

Film October begins

The Film October festival organized by İKSV (İstanbul Culture and Art Foundation) will be held on 8-15 October. Novelty of this year’s festival, celebrating its 10th anniversary, is that it will be held in 5 other Turkish

cities in addition to İstanbul. Approximately 40 movies making their

world premieres in Berlin, Cannes, Venice and Toronto will be presented to the public. The

showings will take place in İstanbul at 4 different locations, namely, Atlas, Beyoğlu, Nişantaşı City’s, and Cinebonus Maçka Gmall movie theatres. A special selection of the films shown in İstanbul will then be screened in İzmir between 13-16 October, in Bursa and Konya between 20-23 October, in Trabzon and Diyarbakır between 27-30 October.

Devlet Opera ve Balesi yine dolu dolu Ankara, İstanbul, İzmir, Mersin, Antalya ve Samsun’daki Devlet Opera ve Balesi grupları bu sonbahar-kış sezonunda da, yerleşik sahnelerindeki etkinliklerin yanı sıra turne programlarıyla da izleyicileriy-le buluşmaya hazırlanıyor. Devlet Opera Bale Müdürlükleri’nin repertuarında Don Giovanni, Rusalka, Ali Baba ve Kırk Hara-miler, Evlilik Sözleşmesi, Midas’ın Kulakları gibi dünyaca ünlü eserler yer alıyor.

State Opera and Ballet presents a comprehensive programmeThe State Opera and Ballet Dance Troupes from Ankara, İstanbul, İzmir, Mersin, Antalya and Samsun will go on tour in addition to their performances at their principal locations. The Opera repertoire includes; Don Giovanni (Mo-zart), Rusalka (Dvorak), Indigo and the Forty Thieves (Johann Strauss II-Operetta based on the tale “Ali Baba and the Forty Thieves”), The Marriage Contract (Rossini-one-act operatic farsa comica) and others.

‘Yeni Hikayeler’ Rezan Has Müzesi’ndeSeramik sanatçısı Mehmet Kutlu’nun ipekbö-ceklerinin yaşamından yola çıkarak ‘yenilenmiş, yenilenirken başka yaşamları yenilemiş, kendi hikayelerini anlatırken, kendileri yeni hikayelere dönüşmüş’ dokuz sanatçıdan ilham alarak oluş-turduğu eserler 15 Eylül-20 Kasım tarihleri ara-sında izleyicilerle buluşuyor. Mehmet Kutlu’nun ‘Yeni Hikayeler’ine konu olan sanatçılar, Yaşar Kemal, Genco Erkal, Gülriz Sururi, Türkan Şo-ray, Zülfü Livaneli, Sezen Aksu, Fazıl Say, Ayla Algan ve Ferzan Özpetek.

Calle, ‘son kez’ İstanbul’da Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi (SSM) bienal ile eşzamanlı olarak açılan, ‘Son Kez, İlk Kez’ adlı sergisinde günümüzün en önemli 10 çağdaş sanatçısı arasında gösteri-len Sophie Calle’i ağırlıyor. Sanatçı, görme engelli kişilerin gördükleri son anın yanı sıra, İstanbul’da yaşayıp denizi hiç görmemiş insanlar konusunu özgün bir bakış açısıyla ele alı-yor. SSM’nin ziyaretçilerini sarsıcı, duygu dolu ve gerçekçi bir yolculuğa çıkardığı 3 bölümden oluşan sergi 17 Eylül-31 Ekim tarihleri arasında izlenebilecek.

Calle’s ‘last time’ in İstanbul

The Sabancı University Sakıp Sabancı Museum (SSM) is host-ing the ‘Last Time, First Time’ exhibition of Sophie Calle, qualified as one of the 10 foremost contemporary artists of our time, which opened simultaneously with the Biennale. The artist is treating the theme of visually impaired persons’ last moment of vision and of people living in İstanbul who never saw the sea, from a genuine point of view. The visitors of SSM are invited on a shocking, emotional and realistic jour-ney in three parts by Calle. The exhibition which opened on 17th September will last until 31st October.

Arkeoloji, diplomasi ve sanat buluşması Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi ilginç bir etkinliğe ev sahipliği yapacak. 14 Ekim’de ziyarete açılacak olan sergi, ressam, arkeolog ve müzeci Osman Hamdi Bey ile Amerikalı arkeolog ve fotoğrafçı John Henry Haynes ile Prof. Hermann Vollrath Hilprecht’in Osmanlı topraklarında keşişen yaşamlarından yola çıkarak, Amerikalı arkeologların Osmanlı topraklarındaki ilk kazılarını ve iki ülke arasındaki diplomatik ilişkileri konu alıyor. Sergi 8 Ocak’a kadar izlenebilecek. Pera Müzesi’ndeki bir diğer etkinlik ise Suretin Sireti isimli sergi. 1 Kasım-31 Aralık tarihleri arasında izleyiciyle buluşacak sergi, Merkez Bankası Sanat Koleksiyonu’ndaki eserler arasında yapılan bir seçkiden oluşuyor.

Meeting of archaeology, diplomacy and art

Suna and İnan Kıraç Foundation’s Pera Museum will host an interesting event having for theme the first excavations of American archaeologists in the

Ottoman Empire and the diplomatic relations between the two countries, departing from the journeys of painter, archaeologist and museum founder Osman Hamdi Bey, American archaeologist and photographer John Henry Haynes and Prof. Hermann Vollrath Hilprecht, whose lives intercrossed on Ottoman lands. The exhibition to open on 14 October 2011, will last until 8 January 2012.Another exhibition entitled Suretin Sireti (Inner conscience’s reflection on human face-theme) consisting of a selection from the paintings of the Turkish Central Bank’s Art Collection, will also take place at Pera Museum from the 1st of November to 31st December 2011.

İstanbul Arkeoloji Müzeleri Tahon’u ağırlıyorBelçikalı seramik sanatçısı Jo-han Tahon’un varoluş sorunu-nu irdelediği eserlerden oluşan Arche (ilk madde) sergisi İstan-bullu sanatseverlerle buluşuyor. Özil Koleksiyonundan derlenen ve ağırlıkla büstlerden oluşan sergi, 17 Eylül-13 Kasım tarih-leri arasında İstanbul Arkeoloji Müzeleri Çinili Köşk binasında gezilebilir.

Jean

Bap

tiste

Mon

dino

©Ad

agp,

Par

is, 2

011C

ourt

esy

Gale

rie P

erro

tinThe İstanbul Archaeological Museums are hosting Tahon

A ceramics exhibition consisting of the Belgian artist Johan Tahon’s ceramics scrutinising the question of existence under the title “Arche” (initial substance) started on 17 September and will continue until 13 November 2011 at the İstanbul Archaeological Museums Tiled Pavilion Museum. The exhibition includes mainly busts and other works of art selected from the private collection of art dealer Dağhan Özil.

‘New Stories’ Ceramics at Rezan Has Museum

Ceramics artist Mehmet Kutlu’s series of works inspired from the portraits and lives of nine artists who “like the silkworms, regenerated other lives while regenerating themselves, turned themselves into new stories while telling their stories” will be exhibited from 15th September to 20th November at the Rezan Has Museum. Artists inspiring Mehmet Kutlu’s perspective were: Yaşar Kemal, Genco Erkal, Gülriz Sururi, Türkan Şoray, Zülfü Livaneli, Sezen Aksu, Fazıl Say, Ayla Algan and Ferzan Özpetek.

Meeting of history and culture in Nevşehir

The first Nevşehir History and Culture Symposium aimed at exchanging information concern-ing research on the cultural and natural heritage of Cappadocia will be held on 16-19 October. The symposium to take place at the Sebahat and Erol Toksöz Vocational High School of High-er Education Training Hotel in Nevşehir, will proceed with excursions to historical and touristic areas organized for the participants, following the presentation of academic papers.

‘Kilden Suretler’ hayat buluyorVehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi, ilginç bir sergiye ev sahipliği ya-pıyor. Müzenin koleksiyonundaki Helenistik ve Roma Dönemi’ne ait terrakotta figürin-lerin arasından seçilen heykelcikler yoluyla, günümüzdeki kadın imgesi ile antik dönem tanrıça inançları arasında kalan kadın kimliği sorgulanıyor. Sergi, 18 Kasım-15 Nisan tarih-leri arasında gezilebilir.

‘Clay Faces’ revived

Vehbi Koç Foundation’s Sadberk Hanım Museum will serve as venue to an exhibition consisting of a selection of figurines from amongst the museum’s collection of 584 Hellenistic and Roman Period terra cotta ar-tefacts. The exhibition which claims to ques-tion the female identity between the ancient goddess notion and present-day woman per-ception, will be open from 18 November 2011 to 15 April 2012.

Çağdaş sanatın kalbi Lütfü Kırdar’da atacak 24-27 Kasım tarihleri arasında 6’ncısı düzenlenecek olan Contempo-rary İstanbul, dünyaca ünlü Türk ve yabancı sanatçıları, tanınmış koleksiyonerleri, müze müdürlerini, küratörleri, sanat eleştirmenlerini ve basın mensuplarını Lütfü Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sa-rayı çatısı altında bir araya getirecek. Paneller ve çeşitli modern sanat çalışmalarının eş zamanlı olarak izleyiciyle buluşacağı organizasyon Türkiye’nin bugüne kadar yapılmış en kapsamlı modern ve güncel sa-nat etkinliği olarak tanımlanıyor.

Kitap Fuarı başlıyorİstanbul’un kültür sanat hayatındaki en önemli etkinlikler-den İstanbul Kitap Fuarı bu yıl 30’uncu yaşını kutluyor. 12-20 Kasım tarihleri arasında TÜYAP Fuar Merkezi’nde yapılacak olan fuar, bu yıl da yerli ve yabancı çok sayıda yazarın okurla buluşmasına ev sahipliği yapacak.

İstanbul Book Fair

İstanbul Book Fair is cele-brating its 30th anniversary this year. Readers will enjoy the opportunity of meeting with their preferred Turkish and foreign authors who are expected to participate in great numbers at the fair to be held between 12-20 No-vember 2011 at the TÜYAP Fair Centre.

Lütfü Kırdar Center to welcome Contemporary Art

The 6th edition of ‘Contemporary İstanbul’ the annual art fair where world-known artists from Turkey and abroad, prominent art collec-tors, museum directors, curators, art critics and media representatives meet, will be held on 24-27 November at the Lütfü Kırdar Interna-tional Convention & Exhibition Centre (ICEC). The fair where discus-sion panels and various art activities will be presented simultaneously to the visitors, is qualified as the most comprehensive modern and contemporary art organization held in Turkey up to this date.

Nevşehir’de tarih ve kültür buluşması! Nevşehir’in kültür ve tabiat varlıkları üzerine yapılan çalışmalara hakkında bilgi paylaşımını sağlamak amacıyla düzenlenen 1. Uluslararası Nevşehir Tarih ve Kültür Sempozyumu 16-19 Kasım tarihleri arasında yapılacak. Sebahat ve Erol Toksöz Meslek Yüksek Okulu Uygulama Oteli’nde düzenlenecek olan kongre, akademik sunumların ardından tarihi ve turistik bölgele-re düzenlenecek gezilerle sona erecek.

Devlet Tiyatroları repertuvarına 12 oyun daha ekledi!Türk tiyatrosunun en köklü ve saygın kuruluşu olan Devlet Tiyatroları, 1 Ekim 2011 Cumartesi günü yeni sezonunu açtı. Son yıllarda yaptıkları yenilikçi atılımlarla dikkat çeken Dev-let Tiyatroları, 54 yerleşik sahnesi ve turne sahnelerinde bu yıl 12 yeni oyunu da izleyiciyle buluşturacak. Sergilenecek yeni oyunların büyük bir bölümünü yerli eserler oluştururken, ya-bancı klasik ve modern eserler de sahneye konacak. Bu sezon, Devlet Tiyatroları’nda Yaşar Kemal’in eseri Köroğlu’nun Meydana Çıkışı, Haldun Dormen’in Kantocu gibi oyunları-nın yanı sıra Tennessee Williams’ın Sırça Kümes gibi oyunla-rını da izlemek mümkün olacak.

State theatres’ new season opens with 12 new playsTurkish State Theatres inaugurated their new theatrical season on 1st October 2011. Widely acclaimed for their innovative impulses in recent years, the State Theatres will stage 12 new theatrical performances at their 54 permanent theatre halls as well as in the course of their tour in various Turkish cities. They will primarily stage plays by Turkish playwrights in addition to several classical and modern dramas by foreign authors. ‘Köroğlu’s Coming into Light’ by famous author Yaşar Kemal, renowned playwright and director Haldun Dormen’s ‘Canto Artist’ (Cabaret Chanteuse-Songstress) alongside with The Glass Menagerie by Tennessee Williams are among the plays on this season’s repertoire.

76

İLCITY

MÜZE MUSEUM

KAPALICLOSED

KASIM-MARTNOVEMBER-MARCH

NİSAN-EKİMAPRIL-OCTOBER

İLETİŞİMCONTACT

Aksaray Ihlara Vadisi Örenyeri Ihlara Valley • 08:00 - 17:00 08:30 - 18:30 (382) 453 7701

Ankara Anadolu Medeniyetleri MüzesiMuseum of Anatolian Civilizations

• 08:30 - 17:30 08:30 - 19:00 (312) 324 3160

Antalya

Alanya Kalesi Castle of Alanya • 08:30 - 17:00 09:00 - 19:30 (242) 735 7337

Aspendos ÖrenyeriAspendos Archaeological Site • 08:00 - 17:00 09:00 - 19:00 (242) 238 5688

Noel Baba Müzesi St. Nicholas Museum Pazartesi Monday 08:00 - 17:30 09:00 - 19:00 (242) 871 6820

Simena ÖrenyeriSimena Archaeological Site • 08:00 - 17:00 09:00 - 19:00 (242) 874 2022

Antalya Müzesi Antalya Museum Pazartesi Monday 08:00 - 17:00 09:00 - 19:00 (242) 238 5688

Myra Örenyeri Myra Archaeological Site • 08:00 - 17:00 09:00 - 19:00 (242) 871 6821

Olympos ÖrenyeriOlympos Archaeological Site • 08:00 - 17:00 09:00 - 19:00 (242) 892 1325

Patara ÖrenyeriPatara Archaeological Site • 08:00 - 17:00 09:00 - 19:00 (242) 843 5018

Perge ÖrenyeriPerge Archaeological Site • 08:00 - 17:30 09:00 - 19:00 (242) 426 2748

Phaselis ÖrenyeriPhaselis Archaeological Site • 08:30 - 17:00 09:00 - 19:00 (242) 821 4506

Side Müzesi Side Museum Pazartesi Monday 08:00 - 17:00 09:00 - 19:00 (242) 753 1006

Side Antik Tiyatrosu Side Antique Theatre • 08:00 - 17:00 08:00 - 17:00 (242) 753 1542

Termessos ÖrenyeriTermessos Archaeological Site

• 08:00 - 17:00 09:00 - 19:00 (242) 423 7477

Aydın

Afrodisias ÖrenyeriAphrodisias Archaeological Site

• 08:00 - 17:00 08:00 - 19:00 (256) 448 8086

Milet Örenyeri Miletus Archaeological Site • 08:00 - 19:00 08:00 - 19:00 (256) 875 5562

Didim Örenyeri Didyma Archaeological Site • 08:00 - 19:00 08:00 - 19:00 (256) 811 5707

Çanakkale Assos Örenyeri Assos Archaeological Site • 08:00 - 17:00 08:00 - 19:00 (286) 721 7218

Troia Örenyeri Troia Archaeological Site • 08:00 - 17:00 08:00 - 19:00 (286) 283 0061

Gaziantep Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi Gaziantep Zeugma Mosaic Museum Pazartesi Monday 08:00 - 17:00 08:00 - 17:00 (342) 324 8809

Hatay Hatay Müzesi Hatay Museum Pazartesi Monday 08:00 - 16:30 09:00 - 18:30 (326) 214 6168

TÜRSAB-MTMMÜZE REHBERİ

TÜRSAB-MTM MUSEUMS GUIDE

77

İstanbul

İstanbul Arkeoloji Müzeleriİstanbul Archaeological Museums Pazartesi Monday 09:00 - 17:00 09:00 - 19:00 (212) 520 7740

Ayasofya MüzesiHagia Sophia Museum Pazartesi Monday 09:00 - 16:30 09:00 - 19:00 (212) 522 1750

Kariye Müzesi Chora Museum Çarşamba Wednesday 09:00 - 16:30 09:00 - 19:00 (212) 631 9241

İstanbul Büyük Saray Mozaikleri Müzesiİstanbul Mosaic Museum Pazartesi Monday 09:00 - 17:00 09:00 - 19:00 (212) 518 1205

Türk ve İslam Eserleri MüzesiMuseum of Turkish and Islamic Arts Pazartesi Monday 09:00 - 17:00 09:00 - 19:00 (212) 518 1805

Topkapı Sarayı MüzesiTopkapı Palace Museum

SalıTuesday 09:00 - 17:00 09:00 - 19:00 (212) 512 0480

Topkapı Sarayı Müzesi Harem DairesiHarem Apartments Salı / Tuesday 09:00 - 15:30 09:00 - 17:00 (212) 512 0480

İzmir

Bergama Asklepion ÖrenyeriBergama Asklepion Archaeological Site • 08:00 - 17:30 08:30 - 19:00 (232) 631 2886

Efes Müzesi Ephesus Museum • 08:00 - 17:00 08:30 - 19:00 (232) 892 6010

Efes Örenyeri YamaçevlerThe Terrace Houses • 08:00 - 17:00 08:00 - 19:00 (232) 892 6010

St. Jean Anıtı St. Jean • 08:00 - 17:00 08:30 - 19:00 (232) 892 6011

Bergama Akropol ÖrenyeriBergama Akropolis Archaeological Site • 08:00 - 17:00 08:30 - 19:00 (232) 631 0778

Efes ÖrenyeriEphesus Archaeological Site • 08:00 - 17:00 08:30 - 19:00 (232) 892 6010

Mersin Cennet-Cehennem ÖrenyeriChasm of Heaven and Hell • 08:00 - 17:00 08:00 - 20:00 •

Muğla

Kayaköy Örenyeri Kayaköy • 08:30 - 20:00 08:30 - 20:00 (252) 614 1150

Sedir Adası Sedir Island • 08:00 - 18:00 08:00 - 18:00 (252) 214 6948

Kaunos ÖrenyeriKaunos Archaeological Site • 08:30 - 20:30 08:30 - 20:30 (252) 614 1150

Knidos ÖrenyeriKnidos Archaeological Site • 08:30 - 19:00 08:30 - 19:00 (252) 726 1011

Bodrum Mausoleion Anıt MüzesiMausoleion Pazartesi Monday 08:00 -17:00 08:00 -19:00 (252) 316 1219

Bodrum Sualtı Arkeoloji MüzesiBodrum Museum of Underwater

ArchaeologyPazartesi Monday 08:00 - 17:00 08:00 -19:00 (252) 316 2516

Nevşehir

Göreme Açıkhava Müzesi Karanlık KiliseThe Dark Church • 08:00 - 17:00 08:00 - 19:00 (384) 271 2167

Özkonak Yeraltı ŞehriÖzkonak Underground City • 08:00 - 17:00 08:00 - 19:00 (384) 513 5168

Derinkuyu Yeraltı ŞehriDerinkuyu Underground City • 08:00 - 17:00 08:00 - 19:00 (384) 271 2167

Göreme Açıkhava MüzesiGöreme Open Air Museum • 08:00 - 17:00 08:00 - 19:00 (384) 271 2167

Kaymaklı Yeraltı ŞehriKaymaklı Underground City • 08:00 - 17:00 08:00 - 19:00 (384) 278 2500

Zelve Örenyeri-Paşabağlar ÖrenyeriZelve - Paşabağlar Underground City

• 08:00 - 17:00 08:00 - 19:00 (384) 271 3535

Trabzon

Sümela Manastırı Sümela Monastery Pazartesi Monday 09:00 - 16:00 09:00 - 16:00 (462) 531 1064

Trabzon Ayasofya MüzesiTrabzon Hagia Sophia Museum

• 08:00 - 17:00 09:00 - 19:00 (462) 223 3043

istanbul arkeoloji müzeleriayasofya müzesi

kariye müzesi istanbul büyük saray mozaikleri müzesi

türk ve islam eserleri müzesitopkapı sarayı müzesi

topkapı sarayı müzesi harem dairesi

bergama asklepıon örenyeri bergama akropol örenyeri

efes müzesi efes örenyeri

efes örenyeri yamaçevler st. jean anıtı

troıa örenyeri assos örenyeri

afrodısıas örenyerimilet örenyerididim örenyeri

kayaköy örenyerisedir adası

kaunos örenyeriknıdos örenyeri

bodrum mausoleıon anıt müzesibodrum sualtı arkeoloji müzesi

alanya kalesiaspendos örenyeri

noel baba müzesisimena örenyeriantalya müzesimyra örenyeri

olympos örenyeripatara örenyeri

perge örenyeriphaselis örenyeri

side müzesiside antik tiyatrosu

termessos örenyeri

79

TÜRSAB-MTM İŞ ORTAKLIĞI’NDAKİMÜZE ve ÖRENYERLERİ

MUSEUMS AND ARCHAEOLOGICAL SITES UNDER THE MANAGEMENT OF

TÜRSAB-MTM BUSINESS PARTNERSHIP

göreme açıkhava müzesi karanlık kiliseözkonak yeraltı şehriderinkuyu yeraltı şehrigöreme açıkhava müzesikaymaklı yeraltı şehrizelve örenyeri

anadolu medeniyetleri müzesi

ıhlara vadisi örenyeri

cennet-cehennem örenyeri

hatay müzesi

gaziantep zeugma mozaik müzesi

sümela manastırıtrabzon ayasofya müzesi