VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait...

85
VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU 23 – 25 EKİM 2019 DİL VE TARİH-COĞRAFYA FAKÜLTESİ, ANKARA BİLDİRİ ÖZETLERİ 18th Congress of the European Anthropological Association

Transcript of VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait...

Page 1: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU

23 – 25 EKİM 2019 DİL VE TARİH-COĞRAFYA FAKÜLTESİ, ANKARA

BİLDİRİ ÖZETLERİ

18th Congress of the European Anthropological Association

Page 2: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

VII. Biyolojik Antropoloji Sempozyumu

23 – 25 Ekim 2019 - Ankara

Onursal Başkanlar Erksin Güleç - Ankara Üniversitesi

Metin Özbek – Hacettepe Üniversitesi

İhsan Çiçek - Ankara Üniversitesi

Sibel Bozbeyoğlu - Hacettepe Üniversitesi

Düzenleme Kurulu İsmail Özer – Ankara Üniversitesi

Yılmaz Selim Erdal – Hacettepe Üniversitesi

Mehmet Sağır – Ankara Üniversitesi

Başak Koca Özer – Ankara Üniversitesi

Serpil Eroğlu – Hacettepe Üniversitesi

Ömür Dilek Erdal - Hacettepe Üniversitesi

Kameray Özdemir - Hacettepe Üniversitesi

Meliha Melis Koruyucu - Hacettepe Üniversitesi

Ece Eren - Ankara Üniversitesi

Bilimsel Danışma Kurulu İzzet Duyar – İstanbul Üniversitesi

Ayşen Açıkkol Yıldırım – Sivas Cumhuriyet Üniversitesi

Derya Atamtürk Duyar – İstanbul Üniversitesi

Ecevit Barış Özener – İstanbul Üniversitesi

Cesur Pehlevan – Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi

Ahmet Cem Erkman – Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi

İsmail Baykara – Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi

Handan Üstündağ – Anadolu Üniversitesi

Fatma Arzu Demirel – Mehmet Akif Üniversitesi

Başak Boz – Trakya Üniversitesi

Seçil Sağır – Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi

Serkan Şahin - Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi

Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi

http://www.bioant.hacettepe.edu.tr/

Page 3: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

VII. Biyolojik Antropoloji Sempozyumu 23 – 25 Ekim 2019 - Ankara

Program

23 Ekim 2019 Çarşamba (Farabi Salonu)

Açılış

1. Oturum: İnsan Evrimi ve Anadolu - I 2. Oturum: İskelet Biyolojisi

3. Oturum: İnsan Biyolojisi - I

24 Ekim 2019 Perşembe (Farabi Salonu)

1. Oturum: İnsan Evrimi ve Anadolu - II 2. Oturum: Spor Antropolojisi

3. Oturum: Demografi 4. Oturum: İnsan Biyolojisi – II

5. Oturum: Paleopatoloji Poster Sunumları

24 Ekim 2019 Perşembe (508 Nolu Salon)

1. Oturum: Büyüme ve Gelişme

2. Oturum: Zooarkeoloji – I 3. Oturum: Dental Antropoloji 4. Oturum: Gömü Gelenekleri

5. Oturum: Zooarkeoloji - II

25 Ekim 2019 Perşembe (Farabi Salonu))

1. Oturum: Genel Konular 2. Oturum: Arkeometri

3. Oturum: Paleopatoloji Kapanış

Page 4: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

VII. Biyolojik Antropoloji Sempozyumu 23 - 25 Ekim 2019 - Ankara

Sözlü Bildiriler 23 Ekim

2019 İNSAN EVRİMİ VE ANADOLU - I

Başkan: Yılmaz Selim Erdal

Kurutlu Antropolojik Kazısı

Ahmet Cem Erkman

Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi

Miyosen dönem boyunca Afrika ile Avrasya arasında kurulan kara bağlantıları Anadolu’yu hominoid yayılımı açısından önemli coğrafik bölgelerden birisi durumuna getirmiştir. Geç Miyosen dönem Doğu Akdeniz bölgesinin özellikle primatlar ve diğer memeliler için uygun bir çevre koşulu sağladığı söylenebilir. Bu bağlamda Kurutlu lokalitesi Avrasya paleobiyostratigrafik çalışmaları açısında yeni ve önemli bir formasyon olarak dikkatleri üzerinde toplamaktadır.

Kurutlu lokalitesi Kırşehir İli, Kaman İlçesi, Kurutlu Köyü, Lodalı Tepesi mevkiinde Hirfanlı Barajının yanında yer almaktadır. Fosiller genellikle bu Kızılırmak formasyonunun alüvyon ağırlıklı akarsu ve göl ortamı çökelleri içinde bulunmaktadır. Fosiller genel olarak kaliş ve kalker yumrularının gelişmiş olduğu paleosol seviyelerinde görülmektedirler. Bu durum fosillerin her hangi bir çamur ya da önemli bir akıntıya maruz kalmadıklarını yani yerinde gömüldüklerinin önemli bir göstergesidir.

Kurutlu lokalitesi hominoid genus/genusları vermesi açısından büyük bir önem arz etmektedir. Kurutlu fosilleri bu dönemde evrimsel sürecin nasıl geliştiğine dair muazzam miktarda bilgi sağlayacak olması bu projenin önemini daha da artırmaktadır ve yeni bulguların Anadolu’yu içine alacak yeni bir taksonomik pozisyona oturtacağı kesin gibidir. Kızılırmak havzası dünya paleoantropologlarının dikkatini çekmekte ve kazılardan elde edilecek sonuçlar merakla beklenmektedir. Avrupa ve Asya omurgalı faunasının birinden diğerine olan göçlerinin hangi yollardan yapıldığının anlaşılması açısından da Kurutlu büyük önem taşımaktadır. Kurutlu lokalitesinde keşfedilen primat ailesine ait birçok cranial ve postcranial parçalar şimdiye kadar nesli tükenmiş hominoidlere ait bulunabilen en eksiksiz fosil parçalarını oluşturması açısından bu türler hakkında birçok ipucu vermesi beklenmektedir.

Kurutlu lokalitesi bugünkü Kızılırmak’ın taşkın alüvyonlu geniş ovalıklarına az ya da çok benzer bir ekolojik ortamı işaret etmektedir. Sediman içerisinde CaCO₃ bulunması, dönemin kurak-yarı kurak bir iklim hâkimiyetinde olduğunu gösteren önemli bir göstergedir. Geç Miyosen dönemine tarihlendirilen Hominoidea, Giraffidae, Rhinocerotidae, Proboscidae, Rodentia, Hyaenidae, Felidae, Equidae, Bovidae, Cervidae, Testudinidae ve Suidae ailelerine ait fosiller başlıca Kurutlu faunasını oluşturmaktadır.

Page 5: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Sivas Paleolitik Kültürleri

Ayşen Açıkkol Yıldırım, İsmail Baykara, Sercan Acar, Faruk Ay

Sivas Cumhuriyet Üniversitesi

Az sayıda arkeolojik araştırma dışında Sivas’ın paleolitik dönemdeki insan varlığına ilişkin hiçbir

veri bulunmamaktadır. Bu konuya ışık tutmak amacıyla 2016 yılında TC Kültür ve Turizm

Bakanlığı’nın izni ile 5 yıllık bir yüzey araştırmasına başlanmıştır. Bu çalışmanın amacı Sivas’ta

paleolitik dönemdeki insan varlığını araştırmak, paleolitik kültürleri tanımlamak ve kayaaltı

sığınakları, mağaralar ve hammadde kaynaklarını belirlemektir.

2016-2018 yılları arasında Sivas’ın Kangal ve Divriği ilçelerinde yüzey araştırmaları

gerçekleştirilmiştir. Hafik-İmranlı arası da kısa süreli araştırma ile incelenmiştir. Her iki ilçede

de alt ve orta paleolitik dönemlere ait buluntulara rastlanmıştır. Divriği’de volkanik kayaçların

kullanıldığı Alt Paleolitik endüstrisi, Afrika’nın MOD 1 endüstrisine benzerlik göstermektedir.

Kangal’da alt ve orta paleolitik kültürlerin varlığı keşfedilmiştir. Kangal birincil çakmaktaşı

kaynaklarına sahiptir ve buradaki orta paleolitik atölyeleri çok zengindir. Kangal alt paleolitiği

şimdilik çok az sayıda çakmaktaşı alet ile karakterizedir. Her iki ilçede de prehistorik çökellere

sahip mağara ve sığınak bulunamamıştır. Hafik-İmranlı arasındaki bölgeler ise çok jipsli ve çorak

bir toprak yapısına sahiptir. Bu alanda çok sayıda kültür varlığı yer alsa da, paleolitik kültürler

açısından önemli bir bulguya rastlanmamıştır.

Sivas günümüzde bile doğu-batı ve kuzey-güney yollarının kesiştiği stratejik bir konumda yer

almaktadır. Paleolitik dönemde de Sivas’ta insanlar yaşamışlar, birincil çakmaktaşı ve volkanik

hammadde kaynaklarını kullanmışlardır. Muhtemelen bu bölge Malatya-Maraş ve Batı Anadolu

arasındaki önemli bir geçiş bölgesidir. İnsan davranışları arasında da önemli bir farklılık göze

çarpar. Orta paleolitik aletlerinin tümü çakmaktaşından üretilmiştir. Alt paleolitikte ise

çoğunlukla volkanik kayaçlar tercih edilmiştir. Divriği-Kangal-Malatya sınırında yer alan

volkanik Yama Dağı kökenli volkanik kayaçlar hammadde açısından bölgedeki eski insanlara

geniş bir seçenek listesi sunmuştur. Tüm çabalarımıza rağmen obsidyen kaynaklarına ve

obsidyenden üretilmiş aletlere ulaşılamamıştır. En çok andezit ve bazalt gibi işlenmesi görece

kolay kaynaklar tercih edilmiştir. Elde ettiğimiz sonuçlar Neolitiği bile çok az bilinen Sivas’ın

tarihini yaklaşık 1 milyon yıl öncesine indirmiştir.

Page 6: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Geç Acheulian Dönemde Anadolu’nun En Eski Açık Alan Yerleşimi: Gürgürbaba

Tepesi Doğal Yapı Alanları

İsmail Baykara

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi

Anadolu’daki fosil insan varlığını ve insanların Afrika’dan Avrasya’ya yayılım alanlarını ortaya

koymaya yönelik gerçekleştirilen araştırmada, Van ilinin arkeolojik açıdan kilit bir noktada yer

aldığı ortaya konulmuştur. Coğrafik olarak Doğu Anadolu Bölgesi, Asya’ya açılan doğal bir kara

köprüsüdür ve Paleolitik dönemlerde insanların Doğu Anadolu’dan Asya’ya veya tam tersi yönde

olan göç hareketlerinin incelenmesi açısından kritik bir öneme sahiptir. Bu kapsamda Van İlinde

gerçekleştirilen araştırmalar sırasında Erciş’in, Ulupamir Köyü’nün hemen kuzeyinde yer alan ve

Gürgürbaba Tepesi olarak isimlendirilen alanda Paleolitik Çağ’a ait çok sayıda yontmataş alet

bulunmuştur ve insanların yerleşmek amacıyla kullandıkları yapılar tespit edilmiştir. Bu

çalışmada 2017-2018 yıllarında Gürgürbaba Tepesi’nde gerçekleştirilen kazı çalışmalarının

sonuçları tartışılacaktır.

Gürgürbaba Tepesi kazı çalışmaları sonucunda yontmataş aletlerin arasında el baltaları, iri

yonga ve dilgiler, iri kesici aletler, Levallois olan ve olmayan yongalama ürünler, düz yonga ve

dilgi gibi kalıntılar tespit edilmiştir. Yontmataş aletlerin teknolojik-tipolojik özellikleri açısından

Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir.

Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin Orta Pleistosen dönemin ortalarından

itibaren (Oksijen izotop 12) Paleolitik dönem insanları tarafından iskan edildiği

düşünülmektedir. Burada tespit edilen yontmataş aletlerin, Geç Acheulian dönemde Levant ve

Güney Kafkasya’daki örneklere benzer olduğu belirlenmiştir. Ayrıca, yontmataş alet çalışmaları

Gürgürbaba’daki hominin varlığının yalnızca zengin obsidiyen kaynaklarının kullanılmasına

yönelik olmadığını ortaya koymuştur. Çok sayıdaki el baltaları ve düzeltili aletler, bu alanın

yontmataş alet üretim yerinden ziyade bir yerleşim düzenini yansıttığını göstermiştir. Ayrıca,

kazılar sayesinde in situ Geç Acheulean buluntuları olan bir yerleşim alanı da belgelemiştir. Bu,

Türkiye’de ilk belgelenmiş Paleolitik açık hava yerleşimidir ve Avrasya’daki az sayıdaki

alanlardan birisidir.

Page 7: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

2017-2019 Yılları Ankara İli Miyosen ve Pleistosen Dönem Yüzey Araştırmaları

Mehmet Sağır, İsmail Özer, İsmail Baykara, Seçil Sağır, Serkan Şahin, Sibel Önal, Ayşegül

Özdemir, Ece Eren, Berkay Yaşar

Ankara Üniversitesi

Anadolu’nun coğrafi konumu itibari ile Paleolitik dönemden günümüze insanlar tarafından iskan

edildiği ve birçok uygarlığa ev sahipliği yaptığı bilimsel araştırmalar sonucunda ortaya

konulmuştur. Yapılan her yeni araştırma yeni bulgu ve buluntuları da gün ışığına çıkarmaktadır.

Türkiye’nin başkenti olan Ankara çevresinde yapılan araştırma ve arkeoloji kazılar sonucunda

Paleolitik dönemden kalma taş aletlerin ortaya çıkarılmış olması, kentin geçmişinin yazılı

tarihten çok öncelere uzandığını göstermektedir. Araştırmaların amacı, Ankara ili Miyosen

dönem çökellerinde yer alan fosil lokalitelerinin ve Pleistosen dönem tarihöncesi insanlarına ait

buluntuların araştırılmasıdır.

Türkiye’de, tarih öncesi insan hareketleri ve izlerini sürmek amacıyla Ankara ve çevresinde

gerçekleştirilen 2017-2019 yılı araştırmalarında Paleolitik döneme ait yeni buluntular ve alanlar

tespit edilmiştir. Ankara’nın Elmadağ, Gölbaşı, Bala, Kalecik, Çankaya ve Kahraman Kazan, Ayaş

ve Gölbaşı ilçelerinde gerçekleştirilen araştırmalarda, tipolojik olarak Alt ve Orta Paleolitik

döneme ait olan çok sayıda iki yüzeyli alet, çekirdek, Levallois uç, kenar kazıyıcı, dilgi ve yonga

gibi buluntulara ulaşılmıştır. Ayrıca bu araştırmalarda Miyosen dönem memeli fosillerini

barındıran yeni lokaliteler de tespit edilmiştir.

Page 8: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

23 Ekim 2019

İSKELET BİYOLOJİSİ Başkan: Ahmet Cem Erkman

İnsan Dişlerindeki Sıra Dışı Aşınma Üzerine Prehistorik Anadolu Topluluklarında

Bir İnceleme

Yılmaz Selim Erdal

Hacettepe Üniversitesi

İnsanlar, gündelik yaşamlarında çeşitli işlerde ellerini kullanmakla birlikte bazen daha fazla

nesneyi kavramak isteği gibi nedenlerle daha fazla organ, alet ya da ele ihtiyaç duyarlar. Dişlerin

yapılan işler, meslekler ya da alışkanlıklar, daha genel anlamıyla beslenme dışı aktivitelerde bir

araç gibi olarak dişlerin kullanımı hemen her toplumda görülür. Bu çalışma Anadolu’da

beslenme dışı aktivitelerde dişlerin kullanımını ele almaktadır. Çalışmada, alet teknolojisinde

meydana gelen gelişim ile dişlerin bir üçüncü el gibi kullanımı arasında ne gibi bir ilişki

olduğunu çözümlenmeye çalışılmaktadır.

Anadolu’nun farklı bölgelerinden, Erken Neolitik’ten Tunç Çağı’nın sonuna kadar 15 farklı

arkeolojik buluntu merkezinden 600 birey, dişlerde sıra dışı aşınmalar, bunların biçimi,

yönelimi, yaşa ve cinsiyete göre dağılımın açısından değerlendirilmiştir.

Dişlerin taçları ve diş aralarındaki çeşitli yönelimli çentik, oluk ya da farklı biçimlerdeki

aşınmalar, avcı-toplayıcı-balıkçı yaşam biçimine sahip erken Neolitik topluluklarda nüfusun

neredeyse yarısında gözlelenmektedir. Sıklık avcı-toplayıcılıktan tarıma geçişte azalmaktadır.

Ancak Çanak-Çömlekli Neolitik ve Kalkolitik topluluklarda hiç de azımsanmayacak ölçüde diş

kullanımı gözlemlenmektedir. Dişin bir alet gibi kullanımında görülen azalma, en belirgin Tunç

Çağı topluluklarında kendini göstermektedir. Sıra dışı diş aşınmaları kullanımı her iki cinsiyette

yaygın olduğu gözlemlenmekle birlikte, aşınmanın biçimi cinsiyetlere göre farklılaşmaya

başlamaktadır.

Avcı-toplayıcı-balıkçı erken Neolitik topluluklarından tarıma ve yoğun tarıma geçişte dişlerin bir

araç gibi kullanımının bireylerdeki kullanılan dişlerin sayısı ve aşınma biçimlerinde önemli

değişim gözlemlenmiştir. Ancak, en büyük değişim madenin gündelik yaşamda daha etkin

kullanıldığı Geç Kalkolitik ve Erken Tunç Çağı topluluklarında gözlemlenmiştir. Bu değişimin

nedenleri arasında hammaddenin farklılaşması, teknolojik gelişim ve sosyal tabakalaşmanın

artışı ile ilişkili görünmektedir. Madenin gündelik aktivitelere daha sık kullanımı ile birlikte dişin

nesneleri ısırma, ıslatma, bir kerpeten gibi tutma ihtiyacı da, bazı meslekler dışında, giderek

önemini yitirmiştir.

Page 9: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Uğurlu / Gökçeada’da Bir Çukur Mezar

Başak Boz

Trakya Üniversitesi

Gökçeada’da yer alan Uğurlu yerleşim yeri M.Ö 7.bin ve 6.bin’e tarihlenen tabakalar

içermektedir. M.Ö 5500-4900 tarih veren Kalkolitik dönem tabakasında, özel ev olduğu

düşünülen yapının avlusunda ve onu izleyen açık alanda 35 adet çukur bulunmuştur. Çeşitli

büyüklüklerde olan bu çukurların büyük kısmının içi sıva ile kaplanmıştır. Bilinçli olarak taş,

hayvan kemiği ve kırık seramik parçalarıyla doldurulan bu çukurlardan bir tanesinde farklı

yaşlardaki bireylere ait 12 adet iskelet bulunmuştur. Anadolu’da Domuztepe haricinde örneği

bulunmayan bu çukur mezarın yerleşimdeki ölü gömme adetlerinin bir parçası olup olmadığı

sorgulanmıştır. Bu çalışada bu çukur mezar ve içeriğinin incelenerek Batı Anadolu’da ve

adalarda M.Ö. 6. binde yaşamış olan topluluklara ait ölü gömme adetlerine ilişkin bilgiler elde

etmek amaçlanmıştır.

Çukur mezarın içinde bulunan ve kazısı tamamlanan 10 iskeletin biyoarkeolojik analizleri

yapılarak bağlamlarıyla birlikte değerlendirilmiştir. Çukurun kazısı henüz tamamlanmamıştır.

Hali hazırda çıkartılan iskeletlerin tümü birincildir ve bir tanesi hariç anatomik bağlantılarını

korumaktadır. 10 adet bireye ait iskeletlerden 5 ‘i kadın, 2’si erkek, 3 tanesi ise cinsiyeti

yapılamayacak kadar genç bireylere aittir. Bu bireylerin yaş dağılımları, 3 çocuk, 1 adölesan, 1

genç erişkin, 5 orta erişkin olarak belirlenmiştir.

M.Ö. 6. bine tarihlenen çukur mezarın içinde bulunan bireylerin yatış pozisyonları ve

birbirleriyle olan ilişkilerinden yola çıkarak bu bireylerin çukur içine gömülmedikleri, birbiri

ardına atıldıkları sonucuna varılmıştır. Her bireyin ardından atılan irili ufaklı taşlar ve kayaların

etkisiyle son derece kırıklı olan iskeletler üzerinde kurban töreni olduğunu kanıtlayacak izler

bulunamamıştır. Ancak, tüm mezar bütün buluntuları ile değerlendirildiğinde bunun normal bir

gömü adetinden daha çok kurban töreni olma olasılığı akla yatkın görünmektedir.

Page 10: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Kültepe Geç Roma Dönemi İskelet Topluluğunda İskorbüt ve Olası Nedenleri

Handan Üstündağ

Anadolu Üniversitesi

Arkeolojik kazılar, Tunç Çağı’nda önemli bir kent yerleşimi olarak bilinen Kültepe, Kaniş’te

Helenistik ve Roma dönemlerinde de bir yerleşimin bulunduğunu ortaya çıkarmıştır. Helenistik

ve Roma dönemlerine ait çeşitli mimari kalıntıların yanında Aşağı Şehir adı verilen alanda bir de

nekropol bulunmuştur. Bu nekropolde gerçekleştirilen kazılarda açığa çıkartılan mezarların bir

kısmının Helenistik döneme bir kısmının da Geç Roma/Erken Bizans dönemine ait olduğu

düşünülmektedir. Bu çalışmada Geç Roma/Erken Bizans dönemine ait mezarlarda bulunan insan

iskelet kalıntıları topluluğun sağlık ve beslenme yapısını anlayabilmek için paleopatolojik açıdan

incelenmiştir. Çalışmanın amacı, incelenen iskelet kalıntılarında sıklıkla gözlemlenen cribra

orbitalia, periostal reaksiyonlar, endokranyal lezyonlar, çene kemiklerinde ve sphenoid

kemiklerde belirgin gözeneklenme gibi kemik değişimlerinin sebebini belirlemektir.

Geç Roma/Erken Bizans dönemine ait mezarlarda bulunan minimum birey sayısı 95’tir. Bu

topluluğun % 46’sı erişkin yaşın altındaki bireylerden oluşmaktadır. Çalışmada çocuk ve erişkin

bireylere ait iskeletlerdeki lezyonlar, paleopatolojik ve klinik literatür esas alınarak

gözlemlenmiş ve sınıflanmıştır.

Toplulukta çok yüksek oranda cribra orbitalia, uzun kemiklerde periostal reaksiyonlar ve

endokranyal lezyonlara rastlanmıştır. Özellikle bazı çocuk iskeletlerinde çene kemiklerinde ve

sphenoid kemiklerde de belirgin gözeneklenme tespit edilmiştir. Söz konusu kemik

değişimlerinin C vitamini eksikliğine bağlı iskorbüt hastalığının özellikle çocuk iskeletlerindeki

göstergeleriyle örtüştüğü düşünülmektedir. Bu hastalığın temel sebebi taze sebze ve meyve

bakımından yetersiz bir beslenmedir. Söz konusu dönemde İç Anadolu’yu etkilemiş ciddi

kuraklık dönemlerinin olduğu bilinmektedir. Kuraklık, besin kıtlığının en önemli sebeplerinden

biridir. Bu çalışmada, bu kuraklıkların Kültepe’deki iskorbüt vakalarının sorumlusu olduğu öne

sürülmektedir.

Page 11: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Körtik Tepe Mezarlarından Bazı Kalıntıların Arkeometrik Analizleri

Ali Akın Akyol, Emine Torgan Güzel, Recep Karadağ, Kameray Özdemir, Yılmaz Selim

Erdal, Vecihi Özkaya

Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi

Neolitik yerleşim Körtik Tepe, Anadolu’daki mezar kültürü açısından çok farklı bir konuma

sahiptir. Körtik Tepe nekropolü, alçıyı gömmeden önce iskeletlerin kemiklerinin üzerine

kaplama malzemesi olarak kullanan farklı bir ölü gömme geleneğine sahiptir. İnsan iskeletinin

çoğu beyaz, kırmızı ve siyah renkli pigmentlerle de kaplanmış durumdadır. Hatta bazı

örneklerde, kaplama katmanları arasında da pigment kalıntıları bulunmaktadır. Körtik Tepe

arkeolojik alanından ele geçen iskeletlerin kaplama maddesi ile kemiklerin üzerinde bulunan

boyaların malzeme açısından arkeometrik tekniklerle analiz edilmesinden sonra Körtik Tepe ölü

gömme teknikleri hakkında bilgiler edinmek bu çalışmanın amacını oluşturmaktadır.

Bu çalışmada analiz edilen toplam 23 örnek, 2008-2012 yılları arasında Körtik Tepe

kazılarından ele geçmiştir. Pigmentlerin kemikler üzerindeki ve tabakalar arasındaki bileşiminin

belirlenmesi için SEM-EDX, Raman konfokal spetroskopi ve mikroskopi ve ince kesit optik

mikroskopi yöntemleri uygulanmıştır.

Element analizlerinin sonuçları, alçının (CaSO 4 ) iskeletlerin kemikleri üzerinde kaplama

malzemesi olarak yoğunlukla kullanıldığını göstermiştir. İnce kesit analizleri, alçının yanı sıra

kirecin (CaCO 3 ) de bileşimde kullanıldığını göstermiştir. Ek olarak sıvanın çok katmanlı olarak

uygulandığı belirlenmiştir. Raman ve SEM-EDX analizleri; beyaz rengin alçı, kırmızı rengin

limonit (FeO(OH) ve hematit (Fe 2 O 3 ), siyah rengin de karbon kaynaklı olduğuna işaret

etmektedir. Anadolu Neolitik kültürleri arasında sunduğu eşsiz buluntular ile farklı bir yer

edinen Körtik Tepe’nin, buluntuları üzerinden arkeolojik ve antropolojik yönden

tanımlanabilmesi için arkeometrik yöntemler uygulanmıştır. Arkeometrik bakış açısı her ne

kadar teknik veriler içerse de görüntüleme yöntemleri ve analizlerle ölü gömme kültüne ait

bilgilere ulaşılmıştır. Arkeometrik çalışmaların sonucunda, kaplamaların çok katmanlı olduğu ve

iskeletler üzerine uygulanan boyaların (beyaz, siyah, kırmızı, kahverengi gibi) benzer kökenden

elde edildiklerini göstermiştir.

Page 12: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

23 Ekim 2019

İNSAN BİYOLOJİSİ - I Başkan: Ayşen Açıkkol Yıldırım

Anadolu Ortaçağ Topluluklarının Biyolojik Uzaklık İlişkileri

Serpil Eroğlu

Hacettepe Üniversitesi

Genellikle birden fazla gen tarafından kontrol edilen özelliklere dayanarak insan toplulukları

arasındaki benzerlik ve farklılıkları belirlemeye yönelik “biyolojik uzaklık” çalışmaları,

çoğunlukla geçmişte yaşamış popülasyonların analizi için yapılmıştır. Alt Paleolitik dönemden

günümüze Asya, Afrika ve Avrupa arasında bir köprü konumunda olan Anadolu, göç yolları

üzerinde olduğu için geçmişte yaşamış çok sayıda topluluğa ev sahipliği yapmıştır. Bu

toplulukların çoğunluğunda, göçlerle oluşan biyolojik ve kültürel ilişkilere ilişkin yazılı kaynak

bulunmamaktadır. Dolayısıyla söz konusu ilişkilere ait ipuçları arkeolojik ve antropolojik

verilere dayalı çalışmalarla elde edilebilmektedir. Bu çalışma yazılı kaynakların olduğu; ancak

incelenen arkeolojik topluluklar ile ilgili yazılı kayıtların olmadığı, Ortaçağda yaşamış bazı

Anadolu topluluklarının biyolojik uzaklık ilişkilerine yönelik bir araştırmayı amaçlamaktadır.

Araştırma Anadolu’nun farklı coğrafik bölgelerinden gün ışığına çıkarılan ve Ortaçağa

tarihlendirilen iskelet gruplarına ait kafataslarından kaydedilen ölçülemeyen özelliklere

dayanılarak yapılmıştır. Bu çerçevede Anadolu’da Hauser ve De Stefano (1989)’un tanımladığı

gibi standart bir teknik kullanılarak verileri toplanmış olan topluluklar tercih edilmiştir.

Topluluklar arasındaki biyolojik uzaklıklar için Mean Measure of Divergence (MMD) istatistiği,

özellik frekansları ile ilgili istatistikler için SPSS 21 programı kullanılmıştır.

Kafatasının ölçülemeyen özelliklerinin, dişlerin morfolojik özelliklerinde olduğu gibi özellikle

zamansal farklılıklar başta olmak üzere topluluklar arasındaki farklılıkları iyi yansıttığını

görülmüştür. Aynı dönemde ve aynı bölgede yaşayan toplukların biyolojik benzerliklerinin daha

fazla olduğu bulunmuştur. Bu araştırma ile oluşturulan fenogramlar, Anadolu’da yaşamış bazı

sonucu aynı bölgede ve aynı dönemde yaşayan Anadolu topluluklarının daha yakın biyolojik

olarak ilişkili olduğunu göstermiştir.

Page 13: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Tecrit Altındaki Şempanzelerde Sosyal ve Biyolojik Kökenli Davranışlar

Sema Yılmaz, Derya Atamtürk, İzzet Duyar

İstanbul Üniversitesi

Türkiye’de tecrit altında barınan primat türlerinin davranışlarını anlamayı hedefleyen

çalışmalar mevcut değildir. Bu çalışmada, Türkiye’deki hayvanat bahçelerinde barınan

şempanzelerin sahip oldukları davranış örüntülerinin biyolojik ve sosyal temellerinin gözlem

yoluyla elde edilmesi amaçlanmıştır.

Darıca Faruk Yalçın Hayvanat Bahçesi’nde barınan altı şempanze (Pan troglodytes), sosyal ve

biyolojik kökenli davranışlarının tespit edilmesi amacıyla ad libitum ve odaksal örnekleme

teknikleri kullanılarak gözlemlenmiştir. Bu amaçla hazırlanan etogram 21 farklı davranışla

oluşturulmuştur. Toplanan veriler hem doğal yaşam alanlarındaki şempanzelerin davranış

örüntüleriyle hem de tecrit altındaki primatlarla yapılmış çalışmalarla karşılaştırılarak

değerlendirilmiştir.

İncelenen şempanzelerin üçü rehabilitasyon süreçleri sebebiyle tek başlarına ayrı ayrı

kafeslerde bulundurulduğu için Kafes grubu olarak adlandırılmış, ziyaretçilere açık alanlarda

birlikte barınan diğer üç birey ise Aile grubu olarak kategorize edilmiştir. Tecrit edilmiş bir

şempanze topluluğundan tek başlarına bırakılmaları suretiyle bir kez daha tecrit edilmiş bir

grubun oluşması, çalışmanın ikinci temel çıktısını meydana getirmiştir. Bu sayede tek başına bir

kafeste barınan üç farklı şempanzenin davranışları ile birarada yaşayan üç şempanzenin

davranışsal farklılıkları karşılaştırılmıştır. Altı şempanzenin davranışlarının dağılımı şu

şekildedir: oyun davranışı (% 7,9), insan etkileşimi (% 8,4), aktif (% 11,7), inaktif (% 14),

agonistik davranış (% 1,7), beslenme (% 31,9), anormal davranış (% 5,9), alturistik davranış (%

11,5), ve diğer davranışlar (% 7,2). Bulgularımız literatürdeki diğer hayvanat bahçelerinde

yapılan gözlemlerin sonuçlarıyla paralellik göstermektedir. Aile ve Kafes grupları arasındaki en

önemli farklılık anormal davranışlarda gözlemlenmiştir. Buna göre Kafes grubu bireylerinde

gözlemlenen anormal davranışların Aile grubunun anormal davranışlarından 3 kat daha fazla

olduğu tespit edilmiştir. Doğada ya da tecrit altında topluluk halinde yaşayan şempanzelerin

sosyal ilişkilerinin varlığını gösteren alturistik davranışlar ise kafes grubunda hiç

gözlemlenmemiştir.

Page 14: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Biyolojik Uzaklık Çalışmalarında Kullanılan Ölçülemeyen Özellikleri Verilerinin

Analiz Yöntemleri

Ali Akbaba, Mehmet Sağır

Ankara Üniversitesi

Biyolojik uzaklık; çevresel, genetik ve epigenetik bileşenlere sahip çok etkenli kalıtımın neden

olduğu ölçülen ya da ölçülemeyen iskelet ve diş morfolojilerini kullanarak, geçmiş ya da

günümüz insan popülasyonları arasındaki yakınlığı, çok değişkenli istatistiksel yöntemler

kullanarak belirleyen bir çalışma alanıdır. Ölçülemeyen diş özellikleri kullanılarak yapılan

biyolojik uzaklık çalışmalarında, özelliklerin belirlenmesi ve derecelendirilmesinde gözlemci

farklılığını ortadan kaldırmak ve yapılan çalışmaların sonuçlarını karşılaştırabilmek için Turner

ve arkadaşları (1991) tarafından geliştirilen “Arizona State Üniversitesi Dental Antropoloji

Sistemi” (ASUDAS) kullanılmaktadır. Gözlem içi ve gözlemciler arasında, uyumun sağlanması

için standart bir kaydetme sistemi olan ASUDAS’ın kullanılması ile birlikte elde edilen verilerin

analizleri için de birçok farklı yöntem geliştirilmiştir. Özellikle “R” istatistik yazılımı üzerinde

çalışmakta olan programların sayısı son yıllarda artmakla birlikte “AnthropMMD”, “rASUDAS” ve

“Mahalanobis D 2 ” en çok kullanılan yöntemler arasındadır. Bu çalışmada ölçülemeyen diş

özellikleri verilerinin analizlerinde “AnthropMMD”, “rASUDAS” ve “Mahalanobis D 2 ”

yöntemlerinin nasıl uygulandığını, hangisinin daha uygulanabilir olduğunu ve sonuçlar

açısından ne gibi farklılıkların ortaya çıktığını göstermek amaçlanmaktadır.

Topaklı (Nevşehir), Klazomenai (İzmir), Demir Çelik Limanı (İzmir) ve Batılimanı (İzmir)

popülasyonlarını oluşturan bireylerden belirli sayıda örneklem grupları oluşturarak bu

bireylerin ölçülemeyen diş özellikleri verilerinin “AnthropMMD”, “rASUDAS” ve “Mahalanobis D

2 ” yöntemleri kullanılarak analiz edilmiştir.

Kendi içerisinde de farklı filtrelerin uygulanmasına olanak tanıyan bu analiz yöntemlerinin her

birinde ilgili toplumların biyolojik uzaklıklarına ilişkin farklı grafikler elde edilmiştir. Her bir

yöntemin, uygulanabilirliği ve elde edilen sonuçların değerlendirilmesi açısından avantajları ve

dezavantajları olduğu görülmüştür. Örneklemi oluşturan birey sayısı ve çalışmanın amacı,

kullanılacak yöntemin belirlenmesinde önemlidir.

Page 15: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Kuzey Amerika ve Kuzeydoğu Asya Halklarının İlişkisinin Genomik Açıdan

İncelenmesi

Nefize Ezgi Altınışık, Pavel Flegontov, Piya Changmai, Stephaen Schiffels

Hacettepe Üniversitesi

Asya’dan Amerika kıtasına insanların göçü günümüzden yaklaşık 17 bin yıl önce “ilk yerliler” ile

başlamıştır. Arkeolojik çalışmalar bu dönemden sonra da çeşitli dönemlerde iki kıta arasında

insan hareketliliğinin var olduğunu göstermektedir. Bu büyük göçlerden biri de yaklaşık 5 bin yıl

önce Asya’nın Kuzeydoğu ucundan (Çukotka ve Kamçatka) Amerika’ya geçip daha sonra

Grönland’ı kolonize eden Paleo-Eskimo’ların hareketidir. Bu son göç dalgasına konu olan

toplumun, Asya’daki geçmişi ve Amerika’ya geçişi sonrası bölge toplumlarıyla (Atabaskan,

Yup’ik vd.) ilişkisi bir süredir çeşitli bilimsel disiplinlerin konusu olmuştur. Bu çalışmanın amacı,

Paleo-Eskimo genetik bileşeninin söz konusu bölgede yaşamış ve yaşamakta olan yerli halklarda

ne oranda temsil edildiğini belirleyerek, genetik karışma örüntülerinin anlaşılmasıdır.

İlk olarak, çalışmada kullanılmak üzere radyokarbon analizine göre günümüzden 7020 ila 280

yıl öncesine tarihlenen farklı kültürlere 48 bireyin antik genom verisi 1240K paneli ile

genotiplendi. Bunlar arasından seçilen iki birey shotgun yöntemiyle dizilendi. Üretilen veri,

yayınlanmış antik ve günümüz verileriyle birleştirildi. Biallelik varyantlar halihazırda var olan

ve yeni geliştirilen hesaplamalı genetik araçlar (Chromopainter, qpGraph, rarecoal, vb.)

kullanılarak çok yönlü biçimde incelendi. İstatistiksel sonuçlara uygun olarak geliştirilen

modeller farklı yöntemler ile test edildi.

Temel bileşenler analizi, ender varyant ve haplotip paylaşım analizleri ile bölgede yaşayan antik

ve günümüz toplumlarının, ilk yerliler ile Paleo-Eskimolar arasında doğrusal bir dağılım

gösterdiği saptanmıştır. Buradan hareketle yapılan karışım analizleri, Atabaskan bireylerinin %

5-23 oranında Paleo-Eskimo bileşeni taşıdığı anlaşılmıştır. Rarecoal analizine göre bu karışımın

günümüzden yaklaşık 4400 ila 5000 yıl önce gerçekleştiği tespit edilmiştir. Bununla beraber,

ortaya çıkan modele göre karışma sonrası bu toplumların tekrar Asya’da Çukotka bölgesine

döndükleri, devamında aynı toplumun tekrar Amerika’ya hareket ederek bugünkü Yup’ik, İnuit

gibi toplumları oluşturdukları belirlenmiştir. Sonuç olarak, bu çalışma bölge halklarının

tamamını tek bir genetik model ile açıklayabilen ilk çalışma olmuştur. Hesaplamalı genomik

literatürüne yeni istatistiksel metotlar eklemesi bağlamında, gelecekteki çalışmalara önemli bir

katkı sunması beklenmektedir.

Page 16: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

24 Ekim 2019

İNSAN EVRİMİ VE ANADOLU - II Başkan: İsmail Baykara

Coğrafi Bilgi Sistemleri Kullanılarak Geç Acheulian Döneme Ait Gürgürbaba

Tepesi’nde Ele Geçen Buluntuların İncelenmesi ve İnsan Davranışlarının

Yorumlanması

Birkan Gülseven, İsmail Baykara, Serkan Şahin, Berkay Dinçer

Ankara Üniversitesi

2014 yılında Van ili ve çevresinde başlatılan Pleistosen ve Neojen Dönem yüzey

araştırmalarında Gürgürbaba Tepesi Paleolitik Dönem açık alan yerleşim yeri keşfedilmiştir.

Paleolitik Dönem’de yaşamış insan gruplarının yaşamsal aktivitelerinin mekanla ilişkilendirildiği

çalışmalar sınırlı sayıdadır. Bu sebeple Gürgürbaba Tepesi’nde yaşamış insanlarının alan

kullanımını anlamak için ele geçen buluntular Coğrafi Bilgi Sistemleri yardımıyla incelenmiştir.

Bu çalışmanın amacını Gürgürbaba Tepesi’nde iskân etmiş insan gruplarının, obsidyenden

ürettikleri yontmataş aletler geniş bir alana yayılmıştır. Çevreye yayılan bu aletlerin mekân ile

bir ilişkisinin olup olmadığını anlamak ve alan kullanımını incelemek bu çalışmanın amacını

oluşturmaktadır.

Buluntu alanında ele geçen 11116 adet yontmataş alet teknolojik ve tipolojik analizleri

yapılmıştır. Tüm buluntular Dog-Leash Tekniği olarak adlandırılan yüzey araştırması yöntemiyle

incelenmiştir. Bu yöntemle elde edilen yontmataş aletlerin konumları bozulmadan koordinatları

alınmış ve bu sayede Coğrafi Bilgi Sistemlerinden faydalanılabilmiştir. CBS’den faydalanabilmek

için ArcGIS bilgisayar yazılımı kullanılmış ve yoğunluk haritaları oluşturulmuştur. Bu sayede

buluntuların dağılım ve yoğun olduğu bölgeler tespit edilmiştir. Ayrıca her bir yontmataş

Bordes’in (1961) geliştirdiği teknolojik ve tipolojik analize göre incelenmiştir.

Teknolojik ve tipolojik analizleri göz önünde bulundurularak ArcGIS yazılımı kullanılarak

yoğunluk ve dağılım haritaları oluşturulmuştur. Bu haritalar incelendiğinde alanda bazı

bölgelerin belirli aktiviteler için kullanıldığı gözlemlenmiştir. Avcı-toplayıcı insan guruplarının

çevreleri ile olan ilişkilerini anlamaya yönelik yapılan çalışmalar ile yoğunluk ve dağılım

haritaları oluşturularak yapılan çalışmalar incelenmiş ve bu sayede Gürgürbaba Tepesi’nde

yaşamış insan gruplarının atölye alanı keşfedilmiştir.

Page 17: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Yontmataş Alet Üretiminin Başlaması ve Alet-İnsan İlişkisi

Ergül Kodaş

Mardin Artuklu Üniversitesi

Yontmataş aletler insan eliyle üretilmiş olan ilk aletler olmakla birlikte insanoğlunun doğada bulunan

maddeleri yeniden biçimlendirerek kullanmasını, yani doğada bulunan maddelerin doğada

bulundukları halleriyle kullanılmasından çok fiziksel bir değişme uğratılarak kullanmasını ifade

etmektedir. Bu nedenle yontmataş alet üretiminin başlaması ile insansıların nöroanatomik ve

kognitif gelişimleri arasında bağlantıların olduğu öne sürülmektedir. Yontmataş alet üretimin ortaya

çıkması insansıların el ile beyin arasındaki koordinasyonlarının gelişim evrelerinin incelenmesi için

de önem arz etmektedir. Bu bağlamda yapılan araştırmalar Afrika Arkaik Paleolitik Dönem’e ve

öncesine tarihlenen yontmataş aletlerin teknik, metot ve konsept bağlamında önemli değişimler

geçirdiği ve bu durumun da insansıların kognitif değişim ve gelişim evreleri ve ellerin serbest-

kontrollü kullanımı arasında paralel gelişen bir ilişkinin parçası olduğu öne sürülmektedir. Özellikle

yontmataş alet üretiminde teknik boyutta ortaya çıkan değişimlerin insan ve insansıların düşünme,

düşündüğünü yapabilme gibi kavramlarla karşılaştırmalı olarak incelenmesi hem kognitif hem de

teknik bağlamda yeni tartışmalara neden olmaktadır.

Günümüzden yaklaşık 3,3 milyon yıl öncesinden beri üretildikleri bilinen yontmataş aletler

insanoğlunun uzun süren tarihi içerinde hem teknik hem de kognitif bağlamda önemli bir yere

sahiptir. Bu noktada Afrika Alt Paleolitik Dönem erken evresine tarihlenen Kada Gona, Kada Hadar ve

Lokalalei 2C gibi, Doğu Afirka’da bulunan yerleşim yerlerinde tespit edilen yontmataş aletler ve

Kenya’da bulunan Lomekwi 3 yerleşiminde tespit edilmiş olan ve yaklaşık 3,3 milyon yıl öncesine

tarihlenen yontmataş aletler insansıların hem teknik hem de kognitif boyutta göstermiş oldukları

değişim ve gelişim sürecinin incelenmesi için önem teşkil etmektedir. Özellikle yontmataş alet

üretimi için uygulanan üretim yöntemlerinin kognitif bağlamda ortaya çıkan gelişimlere bağlı

olduğunu düşünülmektedir ve konu üzerine yapılan çalışmalar teknik-kognitif karşılaştırmalar

üzerinden yürütülmektedir.

Afrika’da 3,3 milyon yıl öncesine tarihlenen ve bilinçli olarak üretilmiş olan yongaların basit

formüllerin dikkatli bir şekilde uygulanmasına indirgenmiş bir üretim şemasına bağlı olarak

üretildikleri görülmektedir. Buna karşın, homo türünün ortaya çıkmaya başladığı 2,6-2,4 milyon yıl

öncesine tarihlenen yontmataş aletlerin ise kendinden önceki üretim yöntemine göre daha gelişkin

ve karmaşık bir yapı sergiledikleri gözlemlenmektedir. Özellikle bu döneme tarihlenen yongaların

üretimi için yongaların üretildiği çekirdeklerin vurma ve yongalama yüzeylerinin kontrollü olarak

hazırlanmış olmaları ve debitage sırasında çekirdeklerin yongaların kırılmasını kolaylaştırmak için

tekrar tekrar hazırlanmaları, söz konusu yongalama yönteminin kendinden önceki üretim yöntemine

göre daha karmaşık bir yöntemle üretildiklerini göstermektedir. Homo erectus ile birlikte ise daha

karmaşık bir üretim zinciri ile üretilen iki yüzeyli aletlerin ve ardından da ön biçimlendirilmiş yonga

üretiminin (Levallua) ortaya çıkmasıyla beraber yontmataş alet üretim yöntemlerinin metot, teknik

ve konsept olarak farklı bir boyut kazandığını göstermekte ve insansıların kognitif bağlamda

geçirmiş oldukları süreç hakkında detaylı bilgiler vermektedir.

Alt Paleolitik Dönem’in erken evrelerine ve öncesinde tarihlenen yontmataş aletlerin üretim

yöntemlerine genel olarak bakıldığında söz konusu aletlerin üretimi için gerekli olan üretim şeması

ve üretim zinciri, yani düşünsel olarak kurgulanan aletin blok üzerinde fiziksel uygulanma şekli,

insansıların düşünme kapasiteleri, yontmataş aletleri neden ve nasıl ürettikleri sorularının, yani

kognitif ve teknik gelişmişliklerinin, incelenmesine olanak sağlamaktadır.

Page 18: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Çanakkale İli Paleolitik Dönem Yüzey Araştırması

Ece Eren, İsmail Özer, Mehmet Sağır, İsmail Baykara, Berkay Dinçer, Başak Koca Özer,

Serkan Şahin, Öznur Gülhan, Ayşegül Özdemir

Ankara Üniversitesi

İnsan türlerinin bugünkü bilgiler ışığında ilk kez 1,8 milyon yıl önce Afrika’dan çıkıp Dünya’nın

diğer bölgelerine yayılmış olduğu bilinmektedir. İnsan türlerinin bu yayılımlar sırasında takip

ettikleri rotalar ve yerleşim alanlarının tespiti Paleoantropoloji alanındaki en önemli konulardan

biridir. Türkiye konumu itibariyle her dönemde bu göç rotaları üzerinde yer almaktadır. Batı

Anadolu bölgesi, Türkiye’nin Afrika, Avrupa ve Asya kıtaları arasındaki konumu dolayısıyla

Pleistosen dönem insan göçlerinin ve yerleşimlerinin ortaya çıkarılması konusunda önemli bir

bölgedir. Bu amaç doğrultusunda 2014 yılından beri Çanakkale İlinde yüzey araştırmaları

gerçekleştirilmektedir.

Çanakkale ilinde 6 sezondur sürdürülen yüzey araştırmalarında yontmataş alet buluntuları

içeren 60 adet Paleolitik dönem açık buluntu alanı tespit edilmiştir. Bunun yanı sıra 17 mağara

ve kayaaltı sığınağı gözden geçirilmiş ve bunlar içerisinde yoğun bir insan yerleşimine sahip olan

İnkaya Mağarasında 2017 yılında kazı çalışmaları başlatılmıştır.

2014-2019 yılları arasında Çanakkale ilinde ve İnkaya Mağarası’nda devam eden çalışmalar ile

fosil insanların Anadolu’daki yaşam izlerine ve Avrupa’ya yayılımları sırasındaki izledikleri rota

ve yerleşim alanları hakkında önemli bilgiler elde edilmiştir. Dönem insanları tarafından

yapılmış Alt, Orta ve Üst Paleolitik ve az da olsa Mezolitik dönem yontmataş buluntuları

içerisinde çakmaktaşından üretilmiş çekirdek, yonga, dilgi, kenar kazıyıcı, ön kazıyıcı, keski,

Levallois yonga ve Levallois çekirdekler bulunmaktadır. Çanakkale ilindeki geniş vadiler avcı-

toplayıcı bir yaşam süren dönem insanları için oldukça elverişlidir. Yontmataş alet yapımında

kullanılan hammadde yataklarının dağınık alanlarda bolca bulunması, tatlı su kaynaklarının

bolluğu, buzul dönemlerinde büyük avantaj sağlayacak yer altı sıcak su kaynaklarının zenginliği

gibi faktörler dönem insanlarının bu bölgede yaşayabilmeleri için oldukça önemli kriterlerdir.

Çanakkale İli buluntuları da bize bu yörenin sıklıkla iskan edildiğini göstermektedir.

Page 19: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Batı Anadolu’da Pleistosen Dönem İnsan İzleri: İnkaya Mağarası

İsmail Özer, Mehmet Sağır, İsmail Baykara, Başak Koca Özer, Berkay Dinçer, Naoki

Morimoto, Wataru Morita, Serkan Şahin, Ece Eren, Sercan Acar, Öznur Gülhan, Çağdaş

Erdem, Ayşegül Özdemir, Sibel Önal

Ankara Üniversitesi

2012 yılında başlanılan Muğla ve Çanakkale İlleri Yüzey Araştırması projesi, 8 yıllık arazi

çalışmaları sonucunda tespit edilen 60 açık buluntu alanı ve İnkaya Mağarası ile Batı

Anadolu’daki Pleistosen dönem fosil insanlarına ait önemli kanıtlar sunmaktadır. Bu çalışmada

2016 yılında keşfedilen İnkaya Mağarası’nda 3 sezondur gerçekleştirilen kazı çalışmaları ve elde

edilen bulgular tartışılmaktadır.

Türkiye’de çoğunlukla güney bölgelerde yoğunlaşan Paleolitik dönem araştırmalarına yeni bir

bakış açısı kazandıran İnkaya Kazısı, coğrafi konumu itibariyle Anadolu ile Balkanlar arasındaki

insan göçü hareketlerinin incelenmesinde önemli bir boşluğu doldurmaktadır. 2017 yılından

beri sürdürülen kazı çalışmalarında çekirdek, yonga, dilgi, ön ve kenar kazıyıcılar, vurgaçlar ve

Levallois aletler tespit edilmiştir. Yontmataş aletlerin tipolojik özellikleri İnkaya Mağarası’nın

Orta Paleolitik döneme ait olabileceğini ortaya koymuştur.

Kazıdan elde edilen yontmataş kanıtların ışığında Çanakkale yöresinde yaşayan Paleolitik

dönem insanlarının İnkaya Mağarasını sıklıkla ziyaret ettikleri ve burayı bir yerleşim alanı

olarak kullandıkları anlaşılmıştır.

Page 20: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

24 Ekim 2019

SPOR ANTROPOLOJİSİ Başkan: Ömür Dilek Erdal

Spordan Kaynaklanan Asimetrik Bedenler

Defne Öcal Kaplan

Kastamonu Üniversitesi

Son yıllarda özellikle yüksek performans gerektiren profesyonel sporculukta en iyi olabilmek

için yapılan, spor branşının gerektirdiği fiziksel antrenmanlar sporcuların vücutlarında çok

belirgin postür problemlerine yol açmaktadır. Normal bir insan bedeni sagital düzlemde

incelendiğinde tam olarak simetrik bir yapı göstermezken bunu çıplak gözle görmek çok

mümkün değildir. Eklemler ve bunların hareketliliğini sağlayan kaslar anatomik olarak belirli bir

açı ve düzlemde fonksiyonel olarak çalışabilmektedir. Genellikle inaktif ve masa başı yaşama

atfedilen postür bozukluklarına, bedenin tek taraflı kullanılmasını gerektiren birçok branş

sporcularında da sıklıkla rastlanmaktadır. Özellikle dominant tarafın kullanımını gerektiren spor

branşlarında, eklem ve kas yapılarının kullanılan taraf lehine hipertrofi ve yapısal farklılık

oluştuğu ortaya konulmaktadır. Bu asimetri sonucu oluşan denge bozuklukları ve antropometrik

ölçümlerdeki oransal farklılıklar bedenin duruşunu düzetmek için geliştireceği yeni eğriliklere

yol açmaktadır. Araştırmanın amacı bu eğriliklerin oluşmaması veya giderilebilmesi

konusundaki çözüm önerilerini, yapılan bilimsel çalışmaların ışığında ortaya koymaktır.

Branşa yönelik spor eğitimi kalıplaşmış ve tekrarlanabilir olup otomatik hareketleri bedenin

öğrenmesini içerir. Spor branşlarında motor hareketler farklılık gösterir. Sporda maksimum

verimliliği sağlayabilmek –en iyi olabilmek- için branşa özgü ağır antrenmanlar yapmak, çok

ciddi boyutlarda kuvvet harcanımı gerekmekte ve bu durum anatomik yapının normalin dışına

çıkmasına yol açmaktadır. Çalışmada profesyonel sporcuların postür ve antropometrik oransal

ilişkilerini konu alan ve spordan kaynaklanan asimetrilerin ortaya konduğu güncel çalışmalar

incelenmiştir.

Basketbol, hentbol, raket sporları, okçuluk gibi dominant tarafın kullanımını gerektiren branş

sporcularında yapılan pek çok postür ve antropometrik ölçüm çalışmaları, bu sporcularda

belirgin deformitelerin olduğunu ortaya koymaktadır. Bu deformiteler zamanla ağrı ve kas-

iskelet sistemi sorunlarına yol açtığı gibi kozmetik görüntünün bozulması yüzünden stres ve

psikolojik problemlere de zemin hazırlamaktadır. İncelenen çalışmalar göstermektedir ki

profesyonel anlamda yapılan antrenmanlar özellikle tek tarafın dominanat olarak kullanımını

gerektiren spor branşlarında ciddi postür bozuklarına ve doğal olarak asimetrik bedenlere yol

açmaktadır. Bu araştırma ile dominant tarafın kullanılmasını gerektiren spor branşlarında

oluşan postür bozukluklarının, kaymaların ve tiltlerin tedavi edilebilmesi ve önlenebilmesi için

uygulanabilecek rehabilitatif egzersizler (dominant olmayan tarafın çalışmasını içeren

antrenmanlar) ve alınması gereken önlemler konusunda farkındalık yaratmak ve çözüm

önerileri sunmak amaçlanmaktadır.

Page 21: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Farklı Branş ve Kategorilerdeki Sivas İli Sporcularının Fiziksel ve Motorsal

Özelliklerinin Değerlendirilmesi

Sercan Acar, Başak Koca Özer

Sivas Cumhuriyet Üniversitesi

Geçtiğimiz yüzyılda dünyada ve ülkemizde spora verilen değerin artması ile özellikle jüvenil

büyüme ve adölesan dönemlerde farklı branşlarda sportif aktivitelerde bulunulması, bireyin

vücut yapısının şekillenmesinde, fiziksel gelişiminde ve motor becerilerinin oluşmasında büyük

rol oynamaktadır. Bu çalışmada, Sivas ilinde yaşayan güreş, hentbol, atletizm, voleybol,

teakwando, futbol ve basketbol branşlardaki erkek ve kadın sporcuların antropometrik

özellikleri, vücut kompozisyonları ve fiziki-motor özelliklerinin belirlenmesi ve performans

göstergeleriyle aralarındaki ilişkiyi değerlendirmek amaçlanmıştır.

Bu araştırma, 10-25 yaş arası 402 sporcu (379 erkek- 73 kadın) üzerinde antropometrik

ölçümler (boy, kilo, üstkol ve üstbacak uzunluğu, büst yüksekliği, biceps ve baldır çevresi,

suprailiac, supraspinale, subscapular, biceps ve triceps deri kıvrımı kalınlıkları, yağ ve kas

yoğunlukları) ve performans testleri (flamingo denge testi, disklere vuruş, durarak uzun atlama,

el dinamometresi, 2 kg. sağlık topu fırlatma, 10x5 metre mekik koşusu) alınarak

gerçekleştirilmiştir. Elde edilen verilerin SPSS 20.0 programı yardımıyla tanımlayıcı

istatistikleri, korelasyon ve regresyon analizleri yapılmıştır.

Elde edilen verilere göre, güreş branşında (86 erkek) fiziksel özelliklerin motor özelliklerle

anlamlı şekilde ilişkili olduğu ve bu özelliklerin performans özelliklerini önemli ölçüde etkilediği

anlaşılmıştır. Standardize edilmiş regresyon katsayılarına (β) göre özellikle kas kütlesi ve yağsız

kütle değerleri, tüm yaş grupları için antropometrik karakterler üzerinde istatistiki olarak

anlamlı ilişkiler göstermiştir. Teakwando branşında (23 erkek-20 kadın), sporcular yaş

gruplarına göre kategorize edildiğinde, erkekler ve kadınlar arasında anlamlı bir fark olduğu

tespit edilmiş, erkeklerin özellikle güç gerektiren performans özelliklerinde önemli derecede ön

planda olduğu gözlemlenmiştir. Futbol dalında ise (161 erkek), sporcular yaş kategorilerine

ayrıldığında, özellikle kas kitlesi ve yağsız kitle ile güç gerektiren sağlık topu fırlatma ve sağ ve

sol el ile kavrama testleri arasında pozitif korelasyon saptanmıştır.

Sonuç olarak, her bir branşın ayrı ayrı ön plana çıktığı fiziksel (antropometrik) ve motor

(performans) özelliklerinin olduğu ve özellikle güreş spor dalında Sivas ilindeki sporcuların

performans açısından biraz daha ön planda olduğu gözlemlenmiştir.

Page 22: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Elit Haltercilerin ve Elit Güreşçilerin Somatotip Özellikleri

Berkay Yaşar, Mehmet Sağır

Ankara Üniversitesi

Somatotip insan vücudunu rakamsal derecelendirmeyle açıklayan nicel bir yöntemdir.

Endomorfi (yağlılık), mezomorfi (kaslılık) ve ektomorfi (zayıflık) olmak üzere üç sınıflandırmayı

temel almaktadır. Bu üç bileşene ekti eden en önemli unsurlardan biri bedensel faaliyetlerdir.

Somatotip yöntemi, spor branşındaki başarının elde edilmesi için beden yapısının uygun olması

gerektiğini vurgulamaktadır. Çalışmanın amacı güreşçilerin ve haltercilerin somatotip

profillerini oluşturmaktır. Oluşturulan vücut yapıları temel alınarak erken dönem sporcu

seçimini, spor branşlarının gelişmesini ve spordaki başarının artmasını desteklemek

hedeflenmiştir.

Çalışmaya 21 güreşçi (6 greko-romen, 15 serbest stil) ve 9 halterci olmak üzere toplam 30

bireysel erkek sporcu dahil edilmiştir. Sporcuların hepsi 18 yaş ve üzeri, lisanslı ve müsabıktır.

Örneklemin 28’i aktif, 2’si eski Milli Takım oyuncusudur. Sporcuların Olimpik, Dünya, Avrupa ve

uluslararası düzeydeki turnuvaların herhangi birinde en az bir madalyası bulunmaktadır.

Sporcuların somatotip profillerini belirlenmek için Heath-Carter somatotip metodu

uygulanmıştır. Gerekli olan boy, ağırlık, triceps deri kıvrımı kalınlığı (D.K.K.), subscapular D.K.K.,

supraspinale D.K.K., baldır D.K.K., biceps ve baldır çevresi, diz ve dirsek genişliği Heath-Carter

yönteminin öngördüğü teknikler doğrultusunda alınmıştır. Boy 0.1 mm’ye duyarlı Martin tipi

antropometreyle, ağırlık TANITA SC-330 ile, D.K.K. ölçümleri Harpenden tipi D.K.K. aletiyle,

çevre ölçümleri şerit metreyle, genişlikler küçük çap pergeliyle alınmıştır. D.K.K. değerleri alet

deriye temas ettikten sonra 2-3 saniye beklenmiş, ölçümler 2’şer kez alındıktan sonra

ortalamaları kaydedilmiştir. Antropometrik ölçümlerin hepsi en az kıyafetle (iç giyim) alınmıştır.

Antropometrik değerler Somatotype 1.2.6 programına aktarıldıktan sonra somatotip profilleri

oluşturulmuştur. Sporcuların tanımlayıcı istatistikleri ve t-testi SPSS 20 programı ile yapılmıştır.

Güreşçilerin somatotip ortalaması 3.0-7.1-1.1, (serbest stil 3.0-7.3-1.1, greko-romen stil 3.1-6.7-

1.1) haltercilerin somatotip ortalaması 3.6-7.2-1.1 olarak hesaplanmış, sporcular endomorfik

mezomorf alanda konumlanmıştır. Güreşçilerin ve haltercilerin somatotip bileşenleri arasında

anlamlı bir fark yoktur (p>0.05). Greko-romen stil güreşçilerin, serbest stil güreşçilerin ve

haltercilerin somatotip değerlerinde anlamlı bir fark gözlenmemiştir (p>0.05).

Page 23: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

24 Ekim 2019

DEMOGRAFİ Başkan: Fatma Arzu Demirel

1950-2018 Yılları Arasında Türkiye Toplumunun Yaşam Beklentisi Üzerine Bir

İnceleme

Ece Demirelli, Mehmet Sağır

Ankara Üniversitesi

Nüfus, bir ülkede ya da bölgede yaşayan topluluk olarak açıklanmaktadır. Nüfus sayımları ile

yaşayan topluluğun demografik özelliklerinin yanısıra yaşam beklentiside somut olarak ele

alınabilmektedir. Aynı şekilde Antropolojik çalışmalarda da iskelet topluluklarının demografik

özelliklerini şekillendirmek ve anlamak açısından yaşam beklentilerinin belirlenmesi önemli bir

yere sahiptir. Geçmişten günümüze yaşam beklentilerinin belirlenmesi ve değerlendirilmesi

toplumun farklı dinamiklerinin anlaşılmasına yardımcı olmaktadır. Cumhuriyet’in kuruluşunun

ardından 1927 yılında yapılan ilk nüfus sayımına göre Türkiye nüfusunun 13,6 milyon olduğunu,

1950 yılında yapılan nüfus sayımı sonucuna göre de 20,947,188 ve en son olarak 2018 yılında

ise 82,003,882 olarak belirlenmiştir.

Cumhuriyet’ten günümüze gelişen sosyo-ekonomik durum, eğitim düzeyi ve sanayileşme

gözlemlenen sürekli ve hızlı nüfus artışının açıklanmasında önemli bir etken olarak karşımıza

çıkmaktadır. Yapılan çalışma, Türkiye’nin artan nüfus yapısı belirli yaş grupları dikkate alınarak

bu artışın nedenleri kapsamlı bir literatür çalışması ile araştırılmıştır. Bu sayede, 1950 yılından

günümüze kadar tolumun doğumla birlikte farklı yaş grupların yaşam beklentisindeki

değişimler analiz edilmiş ve eski Anadolu toplumlarının yaşlanma kalitesi ile karşılaştırılmıştır.

Page 24: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Kuşadası Kadıkalesi / Anaia (2016) Geç Bizans Dönemi İnsanlarının

Paleodemografik Yapıları

Gülfem Uysal

Hacettepe Üniversitesi

Kuşadası Kadıkalesi’nde 2016 yılında açılan ve Geç Bizans’a tarihlenen 14 mezardan ele geçen

23 bireyin, yaş, cinsiyet, boy, yaşam uzunluğu, ölüm yaşı ortalamaları, ağız sağlığı ve genel sağlık

durumu gibi demografik verilerinin ortaya konulması çalışmanın konusunu oluşturmaktadır.

Çalışmanın amacı ise Kuşadası Kadıkalesi’nde yaşamış olan insanlarının tümünün demografik

yapısını ortaya koyabilmek ve Anadolu’da yaşamış olan çağdaşlarıyla karşılaştırma

yapabilmesine olanak sağlamaktır.

Bebek ve çocukların yaş hesaplamalarında uzun kemik ölçüleri (Ubelaker 1978: 70-71, İşcan ve

Loth 1989: 45) ve diş sürme aşamaları (Ubelaker 1978:112) dikkate alınırken, erişkin bireylerde

(WEA, 1980) tarafından kabul edilen kriterler kullanılmıştır. Boy hesaplamalarında, Trotter ve

Gleser (1958), Pearson (1899) ve Sağır (2000)’ın matematiksel formülleri kullanılmıştır.

Patolojik gözlemler makroskopik olarak gerçekleştirilmiş ve Buikstra ve Ubelaker (1994)

kriterleri dikkate alınmıştır.

Kuşadası Kadıkalesi’nden 2016 yılında gün ışığına çıkarılan ve Geç Bizans dönemine tarihlenen

14 mezarda, toplamda 23 birey belirlenmiştir. Topluluğun paleodemografik yapısı, % 39,10 (9

birey) erkek, % 26,08 (6 birey) kadın, % 21,73 (5 birey) çocuk, % 8,70 (2 birey) bebek ve % 4,35

(1 birey) şeklindedir. Olası sosyo-ekonomik ve statü farklılıklarını analiz etmek için mezar tipleri

ve gömü gelenekleri değerlendirilmeye çalışılmıştır. Buna göre; 14 mezardan 7’sinde tekli gömü,

diğer 7’sinde çoklu gömü tespit edilmiştir. Çoklu gömü yapılan 2 mezarda 3’er birey, 5 mezarda

ise 2’şer birey tespit edilmiştir. Patolojik tespitler sonucunda, vücut kemikleri ve kafatasında

öncelikle osteoarthritis, travma, periostitis, osteomyelit, osteocondylitis bulgularına

rastlanmıştır. Topluluğun diş ve ağız sağlığını değerlendirdiğimizde ise, alveol kaybı, çürük, abse

ve aşınma öncelikle göze çarpmaktadır. Kadıkalesi Geç Bizans populasyonunun sadece 2016 yılı

paleodemografik yapılarından yola çıkarak bir genelleme yapmak tam anlamıyla mümkün

olmasa da, topluluğun daha ziyade erişkin bireylerle temsil edildiği ve fiziksel aktivite

yoğunluğuna bağlı hastalıklardan ve ileri yaş nedeniyle ortaya çıkabilen eklem

rahatsızlıklarından muzdarip olduklarını söyleyebiliriz. Ancak üç bireyde belirlediğimiz

endocranial enfeksiyon izleri dikkat çekicidir. Topluluğun, ağız ve diş sağlıklarının da

çağdaşlarına göre kötü olduğunu söyleyebiliriz.

Page 25: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Türk Popülasyonunda Üç Boyutlu Sacrum Görüntülerinden Cinsiyet Tayini

Öznur Gülhan

Ankara Üniversitesi

Cinsiyet tayini, antropoloji ve adli antropolojik araştırmalarda insan iskelet kalıntılarının

kimliklendirilmesinde kullanılan en onemli yontemlerden birisidir. Yaş, cinsiyet, atasal yakınlık

ve boy uzunlugu analizi ile biyolojik profillerin oluşturulması, iskelet kalıntılarını

kimliklendirme işlemi sırasında ilk ve en onemli adım olarak kabul edilir. Literatürde,

Sacrum’dan alınan metrik ölçümler kullanılarak cinsiyet tayini üzerine yapılan birçok çalışma

vardır ve bu çalışmalar Sacrum’dan alınan metrik ölçümlerin cinsiyet tayininde kullanılmak için

yeterli derecede seksüel dimorfizm sergilediğini göstermiştir. Bununla birlikte, bilgisayarlı

tomografinin bu amaç için kullanılmasının oldukça güvenilir bir yöntem olduğu yapılan

çalışmalar ile kanıtlanmıştır. Bu çalışmanın amacı, OsiriX yazılımı kullanılarak elde edilen üç

boyutlu bilgisayarlı tomografi görüntü verilerinin analiz edilmesi ile Türkiye popülasyonuna ait

Sacrum’dan cinsiyet tayini için kullanılmak üzere formüller geliştirmektir.

Çalışma kapsamında; İstanbul’da bir araştırma hastanesinden alınan 50 (25 Kadın ve 25 Erkek)

yetişkin bireye ait 3 boyutlu Sacrum rekonstrüksiyonları incelenmiştir. OsiriX programı

kullanılarak elde edilen 3B Sacrum görüntülerinin üzerinden manuel olarak 5 metrik ölçüm

alınmıştır. Beş antropometrik parametre SPSS 21.0 paket programı kullanılarak temel

tanımlayıcı istatistikler ve diskriminant analiz yöntemleri ile değerlendirilmiştir.

Elde edilen sonuçlara göre, tek degişkenli diskriminant analizinde en yuksek dogruluk payı

gosteren degişken % 66 dogruluk oranı ile MDB’dir. MDB’yi % 63 dogruluk oranı ile TDB takip

etmektedir. Bu formuller arasında, üç degişkenin birlikte kullanıldıgı (MDB, TDB ve MTDB)

diskriminant fonksiyonu % 69’luk bir oranda dogruluk saglayan en ayırt edici fonksiyon olarak

bulunmuştur. Bu çalışmada elde edilen bulgular literatürdeki çalışmalarla uyumlu sonuçlar

vermiş ve kullanılan 50 örneklem için Sacrum’un cinsiyet tayini için düşük doğruluk oranı

vermesine rağmen güvenilir bir gösterge olduğu sonucuna varılmıştır. Sonuçlar bu çalışmada

sunulan diskriminant denklemlerinin Kafatası ve Pelvis gibi cinsiyet tayininde daha sık

başvurulan kemiklerin bulunmadığı durumlarda adli cinsiyet tayininde faydalı olacağına işaret

etmektedir. Bu nedenle, Sacrum’dan alınan bu metrik olçumlerin Turkiye’de gerçekleşen kitlesel

olumler sonucunda veya adli olaylar neticesinde meydana gelen felaket kurbanlarını

kimliklendirmede adli antropologlar için cinsiyet tayini belirlemede kullanılabileceği

düşünülmektedir.

Page 26: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Kayalıpınar İnsanlarının Paleodemografik Analizi

İbrahim Sarı, Mehmet Sağır

Ankara Üniversitesi

Antropologlar insan biyolojisi ve kültürel gelişimi içerisinde yer alan bir faktör olarak

populasyonun önemini bilmektedirler. Bu durum demografi alanına olan ilgiyi arttırmış ve

sonuçta nüfus bilimciler tarafından kullanılan teknikler antropolojik çalışmalarda sıklıkla

kullanılmıştır. Antropolojik-paleodemografik araştırma, insan iskeletlerinin açığa çıkmasıyla

başlar. Bireylerin yaş ve cinsiyetleri belirlenir ve veriler yaşam tablosu olarak adlandırılan

tanımlayıcı analitik bir şablon içerisine aktarılır. Yaşam tablosu biyolojik bir populasyonun

yaşam sürecini açığa çıkarmak için hazırlanır ve çok kez populasyon ve kültürel süreç arasındaki

bağlantıyla ilgili olarak daha fazla değerlendirme için temel oluşturur. Bu bağlamda Kayalıpınar

insanlarının paleodemografik analizi büyük bir öneme sahiptir. Bu çalışmanın amacı İç

Anadolu’nun doğusunda yer alan Kayalıpınar insanlarının demografik yapısını ortaya çıkarmak,

bebek-çocuk ölümlülüğünü ve yaşam beklentilerini çağdaşı eski Anadolu topluluklarıyla

benzerlikler ve farklılıklar açısından karşılaştırmak ve verilere bağlı olarak toplum insanlarının

dönem içerisindeki yerini belirlemektir.

Çalışmaya konu olan insan iskeletleri Kayalıpınar arkeolojik yerleşim alanından açığa

çıkarılmıştır. Kayalıpınar Sivas İli Yıldızeli İlçesi’ne bağlı Kayalıpınar Köyü’nde yer alır. İskeletler

Tabaka 1’den ele geçmiştir ve Hellenistik-Erken Bizans’a tarihlenir. Mezarlar basit toprak, lahit,

taş mezar ve çömlek şeklindedir. Mezar hediyeleri az sayıdadır. Populasyon I. Seferihisar

Biyolojik Antropoloji Çalıştayı’nda (2014) alınan karar ile (0-2,5) bebek, (2,5-18) çocuk, (18-30)

genç erişkin, (30-45) orta erişkin, 45 ve üzeri ileri erişkin olacak şekilde yaş gruplarına

ayrılmıştır. Yaş ve cinsiyet belirlenirken Workshop of European Anthropologists (1980)

kriterleri göz önünde bulundurulmuştur. Yaşam tabloları ve eğrileri Ubelaker (1989)’a göre

düzenlenmiştir.

Populasyon 10 bebek, 29 çocuk, 90 kadın, 78 erkek ve 4 cinsiyeti belirsiz erişkin olmak üzere

211 bireyden oluşur. Bebek-çocuk ölüm oranı % 18,48’tir. Her iki cinsiyette orta erişkin sayısı

fazladır. Yaşam beklentisi yeni doğan bir bebek için 6,68 yıl, genç erişkinliğe adım atmış kadın

için yaklaşık 18, erkek için ise 20 yıldır. Ölümler kadınlarda en çok 20-24,9; erkeklerde 35-39,9;

bebek ve çocuklarda ise 4-4,9 ve 2-2,9 yaş aralığındadır. Erkeklerin kadınlara göre daha uzun bir

ömür uzunluğuna sahip olduğu görülmektedir.

Antik toplumlara dair sağlık koşullarını en iyi yansıtan unsurlar bebek-çocuk ölümleri ve yaşam

uzunluğudur. Kayalıpınar bebek ve çocuklarının ölüm oranı (% 18,48) Hellenistik-Roma (%

25,75) ve Anadolu Ortaçağ (% 38,13) topluluklarına göre oldukça düşüktür, bu durum bebek ve

çocukların sağlık durumlarının daha iyi olduğu şeklinde yorumlanabilir. Erişkin ömür uzunluğu

dönem sınırları içerisinde yer almaktadır.

Page 27: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Türkiye’de Yaşlı Nüfus: Mevcut Durum ve Projeksiyonlar Üzerine Bir

Değerlendirme

Ali Rıza Can, İzzet Duyar

Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi

Yaşlı nüfusun sayı ve oran olarak son yıllarda pek çok toplumda artış gösterdiği bilinen bir

durumdur. Türkiye de bu artışın gözlendiği ülkeler arasında yer almaktadır. Yaşlı nüfustaki artış

eğilimine yakından bakıldığında toplumlar arasında bazı ortak noktaların olmasına karşın

toplumların kendi dinamiklerinden kaynaklanan farklılıkların da olduğu ifade edilebilir. Söz

konusu farklılıklar toplumların genel nüfusa ve yaş gruplarına özgü sosyal politikaları

belirlemede önem kazanmaktadır. Bu çerçevede, elinizdeki çalışmanın amacı Türkiye’de yaşlı

nüfusun genel nüfus içerisindeki payının değişimini geçmiş, bugün ve gelecek açısından analiz

edip diğer toplumlarla gösterdiği benzerlik ve farklılıkları ortaya koymaktır.

Çalışma, Türkiye’de nüfus sayımlarının başladığı 1935 yılından başlayıp 2018 yılına dek geçen

zaman dilimini konu almaktadır. 1935-2000 yılları arasındaki veriler Genel Nüfus Sayımı

sonuçlarına, 2007-2018 yılları arasındaki veriler ise Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi

sonuçlarına dayanmaktadır. Ayrıca TÜİK tarafından yapılan ileriye dönük nüfus projeksiyonları

da analize dâhil edilmektedir.

1940 yılında yapılan sayıma göre, genel nüfus içerisinde yaşlılar (65+) % 3,5 oran ile temsil

edilirken, 2018 yılında bu oran % 8,8’e yükselmiştir. Nüfus projeksiyonu verileri ise Türkiye’de

yaşlı nüfusun bariz artışlar göstererek 2040 yılında % 16,3 oranına ulaşacağı yönündedir. Yaşlı

nüfus oranının % 7 den büyük olduğu ülkelerin ‘yaşlı ülke veya demografik yaşlanma’ olarak

tanımlandığı günümüz dünyasında, Türkiye demografik olarak “yaşlı toplumlar” skalasının alt

dilimlerinde yer almaktadır. Tarihsel açıdan bakıldığında Türkiye’de yaşlı nüfusun oransal

değerinin 2000 yılına değin çok büyük bir değişim göstermeyip yeni binyılın eşiğinde belirgin

şekilde artış eğilimine girdiği tespit edilmektedir. Karşılaşılan bu tablo, Türkiye’nin genel nüfus

ve yaşlılık politikası ile ilgili bir takım soru(n)ları da beraberinde gündeme getirmektedir.

Çalışmada, Türkiye’de yaşlı nüfusta gözlenen bu değişim ve eğilimlerin nedenleri ve sonuçları

ele alınıp tartışılmaktadır.

Page 28: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

24 Ekim 2019

İNSAN BİYOLOJİSİ - II Başkan: Serpil Eroğlu

Kafkasyalı Karaçay-Malkarlar Örneğinde “Etnogenez Süreçlerinin Açıklanmasında

Y-DNA ve Haplogrupların Rolü”

Ufuk Tavkul

Ankara Üniversitesi

Rusya Federasyonu’nun Kuzey Kafkasya Federal Bölgesinde yer alan Karaçayevo-Çerkesya ve

Kabardino-Balkarya adlı cumhuriyetlerde yaşamakta olan Karaçay-Malkarlar tarih, dil ve kültür

açısından bir bütün oluşturmaktadırlar. Yazılı ve sözlü tarih kaynakları onların Kafkasya’daki

varlıkları ve Altay-Sibirya coğrafyasındaki Türk toplulukları ile bağlantıları konusunda yeterli ve

tatmin edici bir bilgi ortaya koyamamaktadır. Dolayısıyla Karaçay-Malkarların etnik bir topluluk

olarak Kafkasya’da ortaya çıkışları ile ilgili tarihi bilgilerin ve verilerin analizi ve açıklaması

yeterli değildir. Yazılı ve sözlü tarih kaynaklarından elde edilen verilerin analiziyle varılan

sonuca göre Karaçay-Malkarlar Hun-Bulgar, Hazar, Kıpçak gibi kuzeyden Kafkasya’ya gelen eski

Türk boyları ile İskit-Sarmat-Alan gibi Hint-Avrupalı kavimlerin ve Kafkasyalı yerli halkların

binlerce yıllık etnik ve sosyo-kültürel etkileşim ve karışımının neticesinde ortaya çıkmış Türk

dilli bir Kafkasya halkıdır. Araştırmanın amacı Karaçay-Malkarların genetik yapılarının bu

sonucu destekleyip desteklemediğini ortaya koymaktır.

Karaçay-Malkar halkının tarihi, sosyo-kültürel ve etnik yapısı konusunda yeterli yazılı kaynak

bulunmaktadır. Genetik yapılarıyla ilgili veriler Amerika Birleşik Devletleri’nde bulunan

Familytree DNA şirketinin Karaçay-Malkar DNA projesinde yer almaktadır. 400 kadar Karaçay-

Malkarlı soya ait Y-DNA ve haplogrup sonuçları burada bulunmaktadır. Tarihi verilerle

haplogrup sonuçlarının karşılaştırılmasının Karaçay-Malkar halkının etnogenez sürecinin

belirlenmesini destekleyeceği düşünülmektedir.

Karaçay-Malkar DNA projesinde yaklaşık 400 soyun 12 farklı haplogruba mensup oldukları ve

SNP sonuçlarına göre bu farklılığın daha da arttığı görülmektedir. Haplogrupların yeryüzündeki

dağılımı, göç yolları ve yerleştikleri coğrafyalar ile ilgili bilgiler Karaçay-Malkar DNA projesi

sonuçlarıyla karşılaştırılarak onların etnogenez süreçleriyle ilgili bilimsel bir sonuca varmayı

mümkün kılmaktadır. Tarihi, sosyolojik, antropolojik ve linguistik verilerin ışığında Karaçay-

Malkar halkının etnogenez süreciyle ilgili teorilerin genetik bilgilerle de desteklendiği ve

doğrulandığı anlaşılmaktadır.

Page 29: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Anadolu’da Baş Biçimlendirme Geleneği: Diakronik Bir İnceleme

Valentina D’Amico, Yılmaz Selim Erdal

Hacettepe Üniversitesi

İnsanoğlu neredeyse Paleolitik çağdan bu yana çeşitli nedenlerle bedenlerini

biçimlendirmektedir. Bedenin biçimlendirmesinin bir yansıması ve yaygın olanı kafaya

uygulananlardır. Anadolu bu uygulamanın en erken, farklı tiplerde ve farklı nedenlerle

uygulandığı bir bölgedir. Anadolu’da baş biçimlendirme araştırmaları mevcut olmasına karşın

çok detaylı değildir. Ayrıca, kafanın bandajla sarılmasından kaynaklanan sirküler modifikasyon

en fazla gözlemlenmekteyken, farklı tipolojiler az bilinmektedir. Mevcut çalışmada, Anadolu’daki

yayınlanmış örnekler bu çalışma kapsamında incelen yeni örnekler diyakronik bir şekilde

dikkate alınararak baş biçimlendirme geleneğinin kökeni yayılımı ve tipolojileri açısından ele

alınması amaçlanmaktadır.

Neolitik’ten günümüze dek yerleşmelerden ele geçen insan iskeletleri makroskopik açıdan

incelenmekte; baş biçimlendirmesinin diakronik değişimi ele alınmaktadır.

Anadolu’da baş biçimlendirmesi Neolitik’ten beri bilinen istemli bir uygulama olarak karşımıza

çıkmaktadır. Etnografik araştırmalar bu geleneğin yalnızca geçmiş toplulukların değil, günümüz

geleneksel topluluklarda da uygulanmış olduğunu göstermektedir. Bu bilgiler önemli ölçüde

yuvarlak (sirküler) tipteki baş biçimlendirmeyle ilişkilidir. Anadolu’da sirküler kafa

biçimlendirmesinin sık gözlemlenmiş olmakla birlikte, bebeğin sırtüstü beşiğe yatmasıyla

gerçekleşen tabular (dikey) baş biçimlendirmesi ve özellikle kafa arkasının yassılaşmasının da

istemli bir uygulama olarak çok eskiden beri uygulanan bir gelenek olduğu bulgulanmıştır. Bu

çalışmada, prehistorik dönemlerde yaygın olan ve belirgin şekilde göze çarpan baş

biçimlendirmesi örneklerinin sirküler deformasyonlarca temsil edildiği belirlenmiştir. Zamanla

birlikte sirküler kafa biçimlendirmesinin sıklığı azalırken, kafa arkasının yassılaşması ile kendini

gösteren tabular tipteki baş biçimlendirme daha yaygın görülmektedir. Bazı örneklerde ise her

iki tip bir arada görülmektedir. Bütün bu verilerde baş biçimlendirmesinin zamanla şiddetinin

azaldığını, çeşitlendiğini, farklı tekniklerin bir arada uygulandığı bir biçime dönüştüğü

gözlemlenmiştir.

Page 30: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Resuloğlu (Çorum) İskeletlerine Ait Uzun Kemiklerin Kesitsel Geometrik Analizi Belkıs Abufaur, Derya Atamtürk, İzzet Duyar İstanbul Üniversitesi

İskeletlerde uzun kemiklerin kesit analizlerinin incelenen toplumun davranış ve yaşam örüntülerini ortaya çıkardığı anlaşıldığından bu yana iskelet biyolojisinin önemli çalışma alanlarından biri olmuştur. Bu çalışmada, Resuloğlu (Çorum) Erken Tunç Çağı topluluğuna ait uzun kemiklerin kesitsel geometrik analizi yapılmıştır. Bu dönemde yaşayan insanların maruz kaldıkları yükün bedenin hangi bölgesinde yoğunlaştığı, cinsiyetler arasında iş yükünün farklılık gösterip göstermediği, çoğunlukla hangi fiziksel aktivitelerin yapıldığı gibi sorulara cevap aranmıştır.

Analizler 13 femur, 19 humerus ve 4 tibia olmak üzere toplamda 36 uzun kemik üzerinde gerçekleştirilmiştir. Uzun kemik diafizlerinin kesit görüntüleri bilgisayarlı tomografi yardımıyla alınmıştır. Kesitlerde çekme-basma ve eğilme-burulmaya karşı gösterilen dayanıklılık değerleri hesaplanmıştır.

Araştırma bulguları, Resuloğlu sakinlerinde kemiklere binen yükün alt ekstremitelerde yoğunlaştığını ortaya koymuştur. Bu durum, Resuloğlu insanlarının uzun mesafe yolculuklarını içeren bir yaşam şekli ve geçim ekonomisine sahip oldukları anlamına gelmektedir. Ayrıca Resuloğlu bireylerinin sahip oldukları yaşam şeklinin cinsiyetler arası iş bölümü ve sağ-sol kol/bacak kullanımı açısından belirgin farklılık göstermediği yönündedir. Resuloğlu bireylerine ait bulgular diğer çalışmaların sonuçlarıyla karşılaştırıldığında üst ekstremite irilik ve dayanıklılığının dünyada görülen temporal değişimle orantılı olarak azaldığını göstermektedir. Alt ekstremitelerde ise irilik ve dayanıklılığın karşılaştırılan gruplara göre daha fazla olması, Resuloğlu insanlarının alt ekstremitelere daha fazla yük bindiren hareketler yaptığını ortaya koymuştur.

Page 31: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Deri Rengi Varyasyonu Üzerine Spektrofotometrik Bir İnceleme Ali Metin Büyükkarakaya Hacettepe Üniversitesi

İnsan deri rengi varyasyonu günümüze değin ırk ve ırkçılıkla ilgili araştırmanın önemli bir konusu olmuştur. Deri renginin alt yapısını oluşturan evrimsel süreçler birçok açıdan aydınlatılmış olmakla birlikte deri rengi varyasyonu üzerine çalışmalar önemini korumaktadır. İnsan fenotipik karakterleri açısından biyolojik çeşitliliği önemli bir yansıması olması yanında konunun sağlıkla olan ilişkisi bu açıdan değerlendirilebilir. Deri renginin ölçümünün birden fazla yolu bulunmaktadır. Dermatolojik olarak belli bazı yöntemlerle eritem ve melanin indeksleri yanı sıra Munsel, Fitzpatrik skalalarının kullanımı bunlar arasında yer alır. Son birkaç on yıldır ise spektrofotometrik cihazların kullanımıyla birlikte deri renginin ölçümü farklı açılardan değerlendirilebilmektedir. Bu çalışmada spektrofotometrik yöntemin deri rengi varyasyonu incelemesindeki belli veriler eşliğinde incelenmek amaçlanmıştır.

Yürütülen araştırmada 15 erkek ve 15 kadın bireyde (N=30) deri rengi X-Rite marka bir spektrofotometre kullanılarak, eritem ve melanin indekslerle ilişkilendirilen bazı parametreler ölçülmüştür. Ölçümler alın ve üst kol iç bölgelerinde gerçekleştirilmiştir. Rengin üç boyutlu koordinat sisteminde ifadesi ile ilişkili L*, a* ve b* değerleri kaydedilmiş, erkek ve kadın bireylerde ayrıca ve tüm grup içinde ortalamalar hesaplanmıştır. Cinsiyetler arasında ve grup olarak farklı coğrafyalarda yürütülmüş çalışma sonuçları ile birlikte değerlendirilmiştir.

Bekleneceği üzere, L* değerlerinin aynı cinsiyet içinde alın kısmında daha düşük olduğu, kadınlarda ise L* değeri ortalamasının erkeklere göre daha yüksek olduğu saptanmıştır. Eldeki sonuçlar spektrofotometrik yöntemin çeşitli dezavantajları bulunmakla birlikte üretilen değerlerin deri rengi varyasyonu araştırmasındaki kullanışlılığına işaret etmektedir.

Page 32: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

24 Ekim 2019

PALEOPATOLOJİ Başkan: Ali Metin Büyükkarakaya

Mardin Çevresinde Yapılan Dara ve Aktaş Mevkii Kazıları Paleopatolojik

İncelemesi

Ayşe Acar

Mardin Artuklu Üniversitesi

Geçmiş dönemlerdeki insanların hastalıkları ve bu hastalıkların etiyoloji hakkında bilgi

edinebilmek için iskelet kalıntıların üzerinde paleopatolojik incelemeler yapılmaktadır.

Çalışmanın amacı, Mardin çevresinde yapılan Dara Antik Kent ve Midyat Aktaş Mevkii

kazılarından elde edilen insan kemiklerinin paleopatolojik olarak karşılaştırılmasıdır.

2016 yılında Mardin ili, Artuklu İlçesi, Dara mahallesinde yapılan kazı ve 2013 yılında Mardin ili,

Midyat İlçesi, Aktaş mahallesinde yapılan kazı sonucunda elde edilen insan kalıntıları

makroskobik olarak paleopatolojik açıdan değerlendirilmiştir. Yetişkin ve çocuk bireylerde diş,

çene ve vücutta oluşan patolojiler ayrı ayrı değerlendirilmiştir.

Dara Antik Kent kazısından 102 adet (44 adet bebek ve çocuk, 58 adet yetişkin) birey, Aktaş

Mevkii kazısından ise kafatası bulgularına göre 76 adet (4 adet bebek ve çocuk, 72 adet yetişkin)

birey tespit edilmiştir. Dara Antik Kent kazısında çocuk, kadın, erkek ve cinsiyeti bilinmeyen

bireylere ait üst ve alt çenedeki 106 adet diş incelenmiş ve 7 adet patolojik lezyon

tanımlanmıştır. Bu patolojiler apse, çürük, diş taşı ve hiperdontidir. Aynı toplumun vücuttaki

patolojileri 3 adet kemikte keskin bir aletle yapılmış kesi izi, 1 adet bireyde kafatasında

trepenasyon, 3 adet bireyde yanlış kaynamış kemik, 2 adet kemikte enfeksiyona bağlı

dejenerasyon tespit edilmiştir. Aktaş Mevkii kazısında çocuk, kadın, erkek ve cinsiyeti

bilinmeyen bireylere ait üst ve alt çenedeki 632 adet diş incelenmiş, 14 adet diş çürüğü, 21 adet

apse, 251 adet antemortem diş kaybı, 3 adet hiperdonti tespit edilmiştir. Aynı toplumun vücut

patolojileri, kırık, arthiritis, osteofit, enfeksiyonel travma, Schmorl nodülü ve sakralizasyon

tespit edilmiştir. Mardin çevresinde yapılan iki kazının yakın dönemlerde olması karşılaştırmalı

analizi değerlendirme açısından fayda sağlamaktadır. Toplumların geçirmiş oldukları hastalıklar

her iki toplumda da benzerlik göstermektedir.

Page 33: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Yoncatepe (Van) İskelet Topluluğunda Osteoartritin (Dejeneratif Eklem Hastalığı)

İncelenmesi

Alaz Deniz Peker, Derya Atamtürk, İzzet Duyar

İstanbul Üniversitesi

İnsan iskelet kalıntılarında osteoartriti konu alan çalışmalar, hastalığın etiyolojik karakterinden

hareketle toplulukların fiziksel aktivite örüntüleri ve yaşam biçimleri hakkında ipuçları

verebilmektedir.

Bu çalışmada, Urartu dönemine tarihlendirilen Yoncatepe Kalesi ve Nekropolü (Van) kazılarında

çıkarılmış iskelet materyalini oluşturan 119 yetişkin bireye ait 13 farklı sinovial eklem grubu

osteoartrit açısından incelenmiştir.

İncelemelerimiz sırasında nekropoldeki iki adet mezarda gerçekleşen çökmeler sonucu Urartu

dönemi iskeletleriyle karışmış olan ve yakın döneme ait olduğu belirlenen ikinci bir iskelet

grubunun varlığı tespit edilmiştir. Zaman içerisinde bireylerin eklem sağlığında bir değişim olup

olmadığını ortaya koymak amacıyla yakın dönem bireyleri de çalışmaya dâhil edilmiştir.

Çalışmanın bulgularına göre postkranial eklemlerde osteoartritin en fazla görüldüğü eklem

bölgeleri Urartu dönemi bireyleri için sırasıyla vertebralar (% 13,05), diz (% 8,38) ve dirsek (%

7,10) olarak belirlenmiştir. Aktüel bireylerde ise en yüksek prevalans dirsek (% 9,09), diz (%

6,00) ve vertebral eklemlerde (% 5,26) tespit edilmiştir. Yoncatepe iskelet topluluğunda

osteoartrit örüntülerinin ve dolayısıyla yaşam biçimlerinin her iki dönemde de benzer olduğu

anlaşılmıştır. Bunun yanında ekstremite eklemlerinin sağ-sol açısından farklılık göstermemesi

ve “ileri derece oteoartrit”in düşük oranda görülmesi, toplulukta primer osteoartrit tipinin daha

ağır bastığına ve yaşın etiyolojik açıdan fiziksel aktiviteden daha önemli bir faktör olduğuna

işaret etmektedir. Topluluk geneli için osteoartrit prevalansı Urartu dönemi iskeletlerinde %

6,21, yakın döneme ait iskeletlerde ise % 3,44’tür. Yoncatepe insanları osteoartrit açısından

çağdaşları olan diğer Eski Anadolu topluluklarından daha düşük değerlere sahiptir. Bu durum

Yoncatepe iskelet topluluğunun (her iki dönem için de) oldukça genç nüfuslu olması dolayısıyla

eklem tahribatına yol açan fiziksel aktivitelerin doğurduğu mekanik stresten çağdaşları kadar

etkilenmediğini akla getirmektedir.

Page 34: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Van Kalesi Höyüğü 2013-2014 Yılları İskeletlerinde Gözlenen Travmalar

Hayrunnisa Özalper, Zehra Özbulut

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi

Van Kalesi Höyüğü’nden 2013 ve 2014 yıllarında çıkarılan insan kemiklerinde gözlenen

travmalar çalışmanın konusunu oluşturmaktadır. Van Kalesi Höyüğü Orta Çağ’ın son evresinden

başlayarak Yakın Çağ’a kadar tarihlendirilen bir mezarlık alanına sahiptir. Mezar ve ölü gömme

tiplerinde farklılığın olmaması ve mezar buluntularının bulunmaması nedeniyle mezarlık alanı

geniş bir tarihlendirmeyi kapsamaktadır. Van Kalesi Höyüğü toplumunun yaşam tarzlarının

belirlenmesinde travma çalışmaları önemli bir yer tutmaktadır. Van Kalesi Höyüğü toplumunda

gözlenen travmaların şiddete mi bağlı yoksa günlük aktiviteler veya bir hastalık sonucunda

oluşan travmalar mı olduğunun belirlenmesi çalışmanın amacını oluşturmaktadır.

2013 ve 2014 yıllarında Van Kalesi Höyüğü’nden elde edilen iskeletler Orta Çağ’dan Yakın Çağ’a

kadar tarihlendirilmektedir. Çalışma kapsamında 2013 yılına ait 43 birey ve 8 izole birey ve

2014 yılına ait 56 birey ve 21 izole birey olmak üzere toplam 128 birey kafatası ve vücut

travmaları açısından değerlendirmeye alınmıştır. Yaş tayini ve cinsiyetleri yapılan bireyler de

gözlenen travmalar bölgelerine göre kayıt altına alınmıştır. Ayrıca, röntgenleri de çekilmiştir.

Van Kalesi Höyüğü toplumunda 21 bireyde travma olgusu tespit edilmiştir. Travmalar

kafatasında çökme kırıkları olarak gözlenirken uzun kemiklerde daha çok düşmeye bağlı kırıklar

olarak gözlenmektedir. Ayrıca, uzun kemik kırılmaları bazı bireylerde enfeksiyona neden

olmuştur. Kesici, delici veya ateşli silah yaralanmalarına bağlı travmalar materyal üzerinde

tespit edilememiştir. Sonuç: Van İli’nin iklimsel ve coğrafik koşullar dikkate alındığında

bireylerin düşme ve çarpma gibi nedenlerden kaynaklı travmalara sahip oldukları

düşünülmektedir. Toplumdaki bireylerin günlük aktivitelerini yerine getirirken düşme ya da

darbe sonucunda travmalara maruz kaldıkları düşünülmektedir. Travmaların genellikle erişkin

bireylerde ve daha çok erkeklerde gözlenmesi bu düşüncemizi desteklemektedir.

Page 35: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Kyme’den Bir Çolağın Paleopatolojik Açıdan İncelenmesi

İsmail Dinçarslan, Simge Dinçarslan, Yılmaz Selim Erdal

Ankara Üniversitesi

İzmir-Çanakkale yolu üzerinde, Aliağa'nın 6 km güneyinde Çakmaklı köyü yakınında

bulunan Kyme antik kentinin güney nekropolünün bazı kısımları İzmir Demir Çelik ve Batılimanı

kurtarma kazıları ile ortaya çıkarılmıştır. Kazı alanında, MÖ 7-1. yüzyıllar arasına tarihlendirilen

yaklaşık 800 mezar açılmıştır. Bu mezarlardan ele geçen iskelet serisinden 745 birey

tanımlanabilmiştir. Bu bireylerden 568’inin yaşı, 467’sinin ise cinsiyeti tahmin edilebilmiştir.

Antik dönem için 15 yaş altı bireylerin oranının beklenin oldukça altında olduğu iskelet

serisinde, 15 yaş üstü bireylerin sayısı 680’dir. Erişkinlerin ölüm yaşı ortalaması yaklaşık 35

yıldır. Erkek ve kadın bireyler arasında ise ölüm yaşı ortalaması açısından önemli bir fark vardır

(Erkeklerde yaklaşık 37 kadınlarda ise 32,5 yıl). Bu demografik profili sergileyen iskelet

popülasyonundaki 271 mezar numaralı bireyin sağlık durumu ve bunun iskelet sistemine

yansımaları çalışmamızın konusunu oluşturmaktadır. Çalışmamızın amacı ise “antik çağ” da

yaşamış engelli bir bireyin, yaşam öyküsüne ilişkin ipuçlarına ulaşılmasıdır. Bu bağlamda, 271

mezar numarasıyla etiketlenen mezardan ele geçen ve 45-50 yaşlarında bir kadına ait olduğu

düşünülen iskelet kalıntıları çalışma materyalimizi oluşturmaktadır.

Paleopatolojik açıdan gözle görülebilir dokusal ve morfolojik özellikleri dikkate alınarak

incelenen bireyin yetişkinlik öncesi dönemde sol ön kol baş (proximal) kısmında meydana gelen

kırıklı bir travmadan kaynaklanan bir enfeksiyonun veya osteomyelitin septik artrite yol açmış

olabileceği düşünülmüştür. Eklemlerdeki sinovyal zar ve sinovyal sıvının bakteriyel, viral ya da

fungal etkenlerle oluşan iltihabi durumu olarak tanımlanan septik artrit tıbbi literatürde,

mortalite ve morbiditesi yüksek önemli bir sağlık sorunu olarak kabul edilmektedir. Bu

durumun tedavisine ilişkin günümüzde dahi tam bir fikir ve uygulama birliği bulunmamaktadır.

Dolayısıyla, antik dönemdeki tedavi olanaklarının kısıtlılığı da göz önüne alındığında, bireyin her

ne kadar yaşam mücadelesini kazanmış olsa da hayatının önemli bir kısmını önemi sağlık

sorunlarıyla mücadele ederek geçirdiği anlaşılmaktadır. Diğer taraftan bu sağlık sorunlarının

ilerleyen yaşla birlikte vücudun belli bölgeleri, özellikle de alt ve üst uzuvlarda önemli derecede

hareket kısıtlılığı ve vücudun tarafları arasında asimetriye neden olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca,

kazı alanındaki diğer birçok gömüde ele geçen zengin ve kıymetli mezar buluntularının aksine

bu bireye ait mezardan herhangi bir buluntunun ele geçmemiş olması da bireyin toplumsal

statüsüne ilişkin önemli bir ipucu sağlamaktadır.

Page 36: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

24 Ekim 2019

BÜYÜME VE GELİŞME Başkan: Sevda Özütürker

Okul Öncesi Dönem ve Okul Çocuklarının Büyüme-Gelişme Profillerinin

Oluşturulması: Ankara Üniversitesi 2017 Yılı Bilimsel Araştırma Projesi Sonuçları

Başak Koca Özer, Neriman Aral, Müdriye Yıldız Bıçakçı, Seda Gülsüm Gökmen, Cansev

Meşe Yavuz, Sibel Önal, Ece Özdoğan Özbal, Ayşegül Özdemir, Sebahat Aydos

Ankara Üniversitesi

Büyüme ve gelişme, fiziksel, davranışsal, bilişsel ve duygusal değişim sürecinin bebeklikten

çocukluğa, çocukluktan ergenliğe, ergenlikten erişkinliğe bir bütün olarak ele alındığı, çocuk

gelişimi, antropoloji, psikoloji, sosyoloji, eğitim bilimleri, tıbbi bilimler ve dilbilim gibi

disiplinlerin ortak çalıştığı bir alandır. Projenin amacı, okul öncesi ve okul dönemi çocuklarının

büyüme ve gelişim düzeylerinin değerlendirilmesidir.

Bu amaçla Ankara İlinde bulunan okulöncesi (3-5 yaş), ilk ve orta öğretim (6-17 yaş)

kurumlarında eğitim gören 2,427 çocuk ve adölesan üzerinde gerçekleştirilmiştir. Araştırmada

farklı sosyo-ekonomik düzeyden aile onamları alınan bireylerden antropometrik tekniklerle boy,

ağırlık, uzun kemik uzunlukları, kemik genişlikleri, çevre ölçümleri ve kas, yağ vb. rezervlerinin

hesaplanması için deri kıvrım kalınlıkları ve biyoimpedans ölçümleri uluslararası standart

protokoller doğrultusunda alınmıştır. Büyüme eğrileri cinsiyet ve yaşa göre oluşturulmuş,

çocukların beslenme durumları belirlenmiş ve beslenme durumunun antropometrik

değişkenlerle ilişkisi ortaya konulmuştur. Ayrıca 24 saatlik besin tüketimleri ve sıklığı

belirlenmiş, beslenme alışkanlıkları ve fiziksel aktivite de göz önüne alınarak günlük enerji alımı

saptanmıştır. Okulöncesi, ilk ve ortaöğretim dönem çocukların Gelişim İndeksi çocukların motor,

dil ve kavram gelişim değerlendirme araçları yardımıyla oluşturulmuştur. Çalışmada çocukların

farklı gelişim alanlarını değerlendirmek amacıyla 3-13 yaş aralığındaki çocuklar için Alpern

(2007) tarafından geliştirilen Aral ve arkadaşları (2015) tarafından geçerlik-güvenirlik çalışması

yapılan “Gelişimsel Profil 3-Ebeveyn Formu” (Developmental Profile, DP 3), 14-17 yaş arası

çocukların arkadaş ilişkilerini belirlemek amacıyla Karen (2002) tarafından geliştirilen Akran

İlişkileri Ölçeği kullanılmıştır.

Çalışmamız sonucunda erken çocukluk döneminde ağırlık ve boy değerleri özellikle 3 ve 4 yaşta

cinsiyetler arasında anlamlılık göstermektedir. BKE z-skorları, WHO standartlarına göre

değerlendirildiğinde, çocukların % 0.6’sının ağır malnütrisyonlu, % 1.5’inin düşük ağırlıklı, %

11.1’inin fazla kilolu ve % 4’ünün ise obez olduğu sonucuna varılmıştır. Çocuk gelişimi açısından

Gelişim İndeksi yaşa ve cinsiyete özgü olarak değerlendirilmiş; araştırma sonucunda cinsiyetin

3-5 yaş arası çocukların bilişsel gelişim, iletişim becerileri ve genel gelişim boyutlarında anlamı

farklılığa neden olduğu; çocukların genel gelişimlerinin ve alt boyutlarının yaşa göre doğrusal

bir şekilde ilerlediği; 14-17 yaş arası çocuklarda arkadaşlık ilişkileri bağlamında cinsiyetin

arkadaşlık ilişkilerinde anlamlı bir farklılığa yol açtığı ve kız ergenlerin arkadaşlık ilişkilerinin

erkek ergenlere göre anlamlı düzeyde yüksek olduğu sonuçlarına ulaşılmıştır. Elde edilen

sonuçlar doğrultusunda ailelere, eğitimcilere ve araştırmacılara öneriler sunulmuştur.

Page 37: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

6-17 Yaş Arası Çocuk ve Adölesanlarda Öğün Sıklığının ve Öğün Atlamanın

Beslenme Durumu İle Bazı Antropometrik Değişkenler Üzerindeki Etkisi

Cansev Meşe Yavuz, Başak Koca Özer

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi

Beslenme alışkanlıkları ve diyet örüntüsü, çocukluk ve adölesan dönemde yerleşmekte ve bu

alışkanlıklar yetişkinlik döneminde de devam edebilmektedir. Bu nedenle özellikle büyüme ve

gelişme döneminde bireylerin beslenmelerine ilişkin özellikleri belirlemek, önlemlerin alınması

açısından oldukça önemlidir. Ankara’da yaşayan 6-17 yaş arası okul çocukları ve adölesanlar

üzerinde gerçekleştirilen bu araştırmanın amacı, bireylerin genel beslenme alışkanlıklarını

belirlemek, öğün sıklığı ve öğün atlamanın beslenme durumu ve antropometrik değişkenler

üzerindeki etkisini saptamaktır.

Ankara’da öğrenimlerine devam eden 6-17 yaş arası 1568 çocuk ve adölesan araştırmaya dahil

edilmiştir. Bireylerden boy ve ağırlık ölçüleri International Biological Program doğrultusunda

alınmış, beslenme alışkanlıkları ve makro besin öğelerinin tüketimi 24 saatlik geriye dönük

hatırlatma yöntemini içeren bir anket ile belirlenmiştir. Bireylerin zayıflık, fazla kiloluluk ve

obezite durumu Dünya Sağlık Örgütü’nün z-skorları kesim noktalarına göre değerlendirilmiştir.

Çocuk ve adölesanların yağ kitlesi ve yağ yüzdesi, vücut kompozisyonu analiz cihazı TANITA SC

330S ile saptanmıştır.

Araştırma bulgularına göre, örneklemin % 0.7’si çok düşük kilolu, % 2.2’si düşük kilolu, % 64.4’ü

normal, % 19’u fazla kilolu, % 11’i obez, % 2.7’si ise morbid obezdir. Bireylerin % 41’inin günlük

enerji alımı, % 10.3’ünün ise protein alımı yetersizdir. Cinsiyetler arasında günlük enerji, protein

ve karbonhidrat tüketimi anlamlı farklılık göstermektedir (p<0.001). Günde ≤3, 4 ve ≥5 tüketilen

öğün sayısına göre yağ kitlesi (p<0.001) ve yağ yüzdesi (p<0.05) değerleri anlamlı derecede

farklıdır. Benzer şekilde öğün sıklığına göre makro besin öğelerinin günlük alımı anlamlı farklılık

göstermektedir (p<0.001). Ayrıca, sabah kahvaltısını atlayan bireylerin atlamayanlara göre daha

yüksek ağırlık, yağ kitlesi (p<0.001) ve BKE (p<0.05) değerlerine sahip olduğu belirlenmiştir.

Öğün sıklığının ve sabah kahvaltısını atlamanın beslenme durumu, BKE, ağırlık, yağ kitlesi ve yağ

yüzdesi üzerinde etkisi bulunmaktadır. Bu nedenle çocuk ve adölesanlara doğru beslenme

alışkanlıkları kazandırmak oldukça önemlidir.

Page 38: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Adölesanlarda Boy ve Ağırlık Özbildirimleri İle Fiziki Ölçümlerinin

Karşılaştırılması

Sibel Önal, Ayşegül Özdemir, Başak Koca Özer

Ankara Üniversitesi

Literatürdeki çalışmalara baktığımızda, boy ve ağırlığa ilişkin veriler yüz yüze görüşme, anketin

postayla gönderilmesi, internet üzerinden yapılan anketle veya telefonla sorgulama gibi farklı

biçimlerde elde edilebilmektedir. Ancak bahsi geçen bu antropometrik ölçümler bireylerin

beden algılarından büyük oranda etkilenebilmektedir. Ülkemizde adölesanlar üzerinde

özbildirime dayalı boy ve ağırlık ölçülerinin doğruluk ve geçerliliğini konu alan çalışma sayısı

oldukça sınırlı olduğu bilinmektedir. Çalışmanın amacı, adölesanlarda özbildirime dayalı boy ve

ağırlık ölçülerinin doğruluğunun tespitidir.

Araştırma Ankara İlinde farklı sosyo-demografik yapıya sahip liselerde öğrenim gören 14-17 yaş

arası 356 öğrenci (133 erkek ve 233 kız) üzerinde gerçekleştirilmiştir. Boy ve ağırlık değerleri

her bir bireye anket yoluyla sorularak özbildirimleri kaydedilmiş, ardından antropometrik

olarak ölçülmüştür ve aradaki farklılık istatistiki olarak analiz edilmiştir.

Özbildirimden ve antropometrik ölçümlerden elde edilen sonuçlara göre erkeklerde ortalama

boy 0.22 cm kızlarda 0.91 cm fazla, ağırlık ise erkeklerde 0.20 kg fazla ve kızlarda 0.80 kg düşük

bildirilmiştir. Kızlar erkeklere nazaran ağırlıklarını daha düşük ve boylarını daha yüksek olarak

bildirme eğilimindedirler. Araştırma örnekleminde yer alan bir grup lise öğrencisinin çalışma

tarihinden hemen önce beden eğitimi ve spor dersi kapsamında fiziki testlere tabi tutulmuş

olmaları, bu grubun özbildirim değerlerinde yüksek doğruluk oranı ile sonuçlanmıştır. Ders

müfredatı kapsamında düzenli fiziki ölçümlerin yapılması adölesanlarda vücut boyutlarına dair

farkındalık yaratmakta, diğer örneklem grubunda ise ölçüm ve özbildirim sonuçları arasında

belirgin istatistiki farklılıklar ile sonuçlanmaktadır (p&lt;0.05). Bu açıdan vücut boyutlarının

büyük değişim gösterdiği adölesan dönemde beden eğitimi ve spor derslerinin hem beden

algısında önemli rol oynadığı hem de vücut ağırlığı ile boy uzunluğunun doğru olarak

bilinmesinde önem taşıdığı, periyodik olarak fiziki ölçümlerin yapılmadığı diğer adölesanlarda

ise özbildirim doğruluk oranının oldukça düşük olduğu ve ülkemizde özbildirime dayalı

herhangi bir araştırma yaparken bu metodolojiden kaçınılması gerektiği kanısındayız.

Page 39: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Farklı Sosyo-ekonomik Koşullarda Büyüyen Yetişkin Kadınlarda Menarş Yaşı ve

Boy Uzunluğu

Gamze Sönmez, Yılmaz Selim Erdal

Hacettepe Üniversitesi

Endüstrileşme ve II. Dünya Savaşı sonrası iyileşen beslenme, sağlık ve bakım koşulları birçok

toplumda boy uzunluğunu pozitif etkileyerek, ortalamada sistemli olarak artışa neden olmuştur.

Diğer yandan ise iyileşen yaşam koşulları, büyüme temposunu hızlandırmış ve kız çocuklarında

menarş yaşı ortalaması düşmüştür. Literatürde boy uzunluğu ve menarş yaşı arasında bir ilişki

olduğu düşünülmekte ancak bu ilişkinin nasıl ve ne derece bir seyir gösterdiği tam olarak

bilinmemektedir. Bu çalışmada hem farklı sosyal ve ekonomik koşulların menarş yaşı üzerindeki

etkisini anlamak hem de menarş yaşı ve boy uzunluğu arasındaki ilişki çözümlenmeye

çalışılmıştır.

Bu amaç ile Samsun’da yaşayan farklı sosyo-ekonomik düzeylerde büyüyen 20-45 yaş arası 272

kadın seçilmiş ve hatırlatma yöntemiyle menarş yaşları belirlenmiştir. Hatırlatma yönteminin

doğası gereği yaşlarını hatırlamayan bireyler olmuş, bu nedenle ancak 263 bireyin menarş

yaşları değerlendirilmiştir. Ayrıca Anthropometric Standardization Reference Manual (ASRM) ve

International Biological Programme (IBP)’ nin öngördüğü teknikler doğrultusunda, Martin Tipi

Antropometre ile bireylerden Boy Uzunluğu (mm) ölçüsü alınmıştır.

Araştırma bulgularına göre örneklem grubunun yaş ortalaması 34’tür. Kadınların menarş yaşları

9 ile 19 arasında değişmektedir. Menarş yaşı Üst SED’de 12,7 (n:101), Alt SED’de 13,3 (n:97) ve

ağır çalışma koşullarında çalışan Alt SED’de (n:69) ise 13,3 olarak saptanmıştır. Bu üç grubun

menarş yaşının ortalamaları ve boy uzunluğu arasında farklar istatistiksel olarak anlamlı

bulunmuştur (p<0,005). Yapılan analizler sonucunda menarş yaşı ve boy uzunluğu farklı sosyo-

ekonomik düzeylerde farklılık göstermektedir. Üst sosyo-ekonomik gruba ait bireylerde menarş

yaşı ortalaması görece daha düşüktür. Menarş yaşı 9-10 yaş gibi çok erken olan bireylerde boy

kısadır. Ancak ilerleyen yaşlarda menarş olan bireyler arasında üst sosyo-ekonomik gruplarda

boy uzunluğu her zaman daha fazladır. Genel olarak değerlendirildiğinde sosyo-ekonomik

düzeyi ne olursa olsun “çok erken” yaşta menarş gören bireyin boy uzunluğu daha düşük; daha

geç yaşta menarş gören bireyde ise dezavantajlı koşullar altında büyümesine rağmen daha

yüksektir. Bu sonuç menarş yaşı ve boy uzunluğu arasındaki ilişkinin, beslenme kadar etkili

olmasa da, mevcut olduğunu ortaya koymaktadır.

Page 40: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Kırşehir İli Adölesanlarının Menarş Durumunun Belirlenmesi

Duygu Hilal Akça, Başak Koca Özer

Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi

Menarş, adölesan dönemde büyüme ve gelişmenin önemli değişkenlerinden biridir.

Popülasyonlar arasında farklılık göstermekte ve çeşitli faktörler nedeniyle seküler değişime

uğramaktadır. Bu çalışmayla, ülkemiz adölesan dönem kız çocuklarında güncel mernarş

başlangıç yaşının tespit edilmesi, ilişkili faktörlerin tespiti ve seküler değişimin

değerlendirilmesi amaçlanmıştır.

Araştırma, Kırşehir İli Milli Eğitim Müdürlüğüne bağlı ilk ve orta dereceli okullarda öğrenim

gören 9-18 yaş grubu 1,212 kız öğrenci üzerinde kesitsel yöntemle gerçekleştirilmiştir.

Öğrencilere mevcut menarş durumlarını belirlemeye yönelik sorular içeren bir anket

uygulanmıştır. Ayrıca öğrencilerin annelerine menarş başlangıç tarihleri ve sosyo-ekonomik

durumları ile ilgili bir anket uygulanmıştır. Öğrencilerin menarş yaşları geçmişe dönük

hatırlatma (Recall) ve mevcut menarş durumunun sorulması (Status-Quo) yöntemleri ile,

annelerin menarş yaşları ise geçmişe dönük hatırlatma (Recall) yöntemi ile hesaplanmıştır.

Analizler sonucunda öğrencilerin yaş ortalaması 13,59 yıl olarak bulunmuş, status-quo

yöntemine göre % 61,8 (n= 738)’inin adet görmeye başladığı, % 38,2 (n= 456)’sinin ise henüz

adet görmediği saptanmıştır. Menstürel döngü başlangıç tarihine göre menarş yaş ortalamasının

12,24 yıl olduğu tespit edilmiştir (n= 671). Öğrencilerin anne menarş yaşlarının ortalamasının

12,83 yıl olduğu hesaplanmıştır (n= 458). Yapılan korelasyon analizine göre anne ile kızlarının

menarş yaşı arasında anlamlı bir ilişki mevcuttur (p<0,001). Araştırma sonuçları bazı gelişmiş

ülkelerde menarş yaşının durağanlaştığını, hatta sabitlendiğini rapor etmekte, birçoğunda ise bu

gelişimin oldukça yavaşlamış olduğunu vurgulamaktadır. Ancak ülkemizde, bölgesel

farklılıklarla birlikte son 50 yılda pozitif yönde seküler değişimin devam ettiği gözlenmektedir.

Bölgesel farklılıkların oldukça yüksek olduğu ülkemizde fiziki antropolojik çalışmaların lokal

çalışmalarla desteklenmesinin büyük önem taşıdığı kanısındayız.

Page 41: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

24 Ekim 2019

ZOOARKEOLOJİ - I Başkan: Can Yümni Gündem

Antropolojik Çalışmalarda Hayvan Modelleme- Florozis Örneği

Ramazan Türkekul, Seda Karaöz Arıhan, Serkan Yıldırım, Okan Arıhan, Gökhan Oto, Suat

Ekin, Damla Yıldız

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi

Kemiklerimizin ve dişlerimizin yapısında eser element şeklinde bulunan flor, yeterli alındığında

koruyucu, akut ya da kronik olarak fazla alımında patolojilere sebep olmaktadır. Florozis

hastalığı, sadece modern toplumlarda değil, aynı zamanda eski uygarlıklarda da önemli bir

sorundur. Kazılardan elde edilen iskeletler üzerinde florozis olgusu ile karşılaşılmıştır. Florozis,

makroskopik olarak da gözlemlenebilirken aynı zamanda iz element analizleri ile de bu birikim

ortaya konulabilmektedir. Hayvanlar, deneysel toksisite çalışmalarında insan biyolojik araştırma

modeli olarak kullanılmaktadır. Bu çalışmada; sıçanlar üzerinde farklı doz ve sürelerde flor

uygulamasının kilo kaybı, lokomotor aktivitede olası değişiklerin izlenebilmesi, flor birikiminin

kemik ve diş dokularındaki olası etkileri deneysel hayvan modeli ile ortaya konulmaya çalışılmış

ve antropolojik bakış açısı ile değerlendirme yapılmıştır.

Yapılan araştırmada, 150-200 gr ağırlığında yetişkin erkek Wistar-albino cinsi sıçanlar

kullanılmıştır. Toplamda 56 adet sıçan kontrol, akut ve kronik olmak üzere 7 farklı gruba

ayrılarak farklı dozlarda ve farklı sürelerde flor maruziyeti sağlanmıştır. 1 litrelik suyun içine 5

mg, 15 mg ve 50 mg NaF çözündürülerek 5, 15 ve 50 ppm F¯ solüsyonları günlük olarak

hazırlanmıştır.

Çalışmada kullanılan sıçanlar ağırlık kaybı açısından değerlendirilmiştir. Bu amaçla 1-30-60-90.

günlerde gruplar arasında kilo kaybı açısından anlamlı bir fark gözlenmedi. Rotarod lokomotor

testi florun lokomotor aktiviteyi doza ve zamana bağlı olarak azalttığını göstermiştir. Femur

kemiğinin (trabeküler doku) baş kısmının yanı sıra boynun (kortikal doku) önemli bir flor

birikimi alanı olduğu görülmüştür. Aynı zamanda, kaburga kemiği, flor birikiminin önemli bir

alanı olarak belirlenmiştir. Bu nedenle, flor birikimi açısından dikkat çekici bir doku olarak

sunulabilmektedir. Işık mikroskobu ile yapılan değerlendirmede femur kemik dokusunda epifiz

büyüme plakasında ve kemik trabeküllerinde ciddi incelme tespit edilmiştir. Tüm bu verilerin

Eski Anadolu toplumları açısından florozis ile ilişikli iskelet materyali çalışmalarında göze

alınmasının önemli olduğu kanaatindeyiz.

Bu araştırma Van YYÜ BAP tarafından YYU-BAP-SYL-2017-5953 nolu proje olarak

desteklenmiştir.

Page 42: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Maydos Kilisetepe Höyüğü Tunç Çağı’nda Tespit Edilen Kemikli Balık Kalıntıları

Aylin Badem, Can Yümni Gündem, Göksel Sazcı

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi

Maydos Kilisetepe Höyüğü; 200x180 m. büyüklüğü ve deniz seviyesinden 33 m. Yüksekliğiyle

Gelibolu Yarımadası’nın en büyük höyüklerindendir. 2010 yılında Doç. Dr. Göksel Sazcı

tarafından başlatılan ve günümüze kadar devam eden çalışmalar sonucunda höyüğün Erken

Tunç Çağı III döneminden Osmanlı Dönemi’ne kadar yerleşim gördüğü anlaşılmıştır. Maydos

Kilisetepe Höyüğü’nde 2012 yılında Dr.Öğr. Üyesi Can Yümni Gündem tarafından başlatılan

arkeozooloji çalışmalarında memeli hayvanların yanı sıra, Erken Tunç Çağı’ndan Son Tunç

Çağı’na kadar olan tabakalarda tespit edilmiş kemikli balık kalıntılarının türlerinin tespit

edilmesi, bu türlerin beslenme ekonomisindeki yeri ve öneminin araştırılması amaçlanmıştır.

Tunç Çağı’nda Çanakkale Boğazı’nda yaşayan ve boğazdan geçiş yapan türler hakkında bilgi

almak, bu türlerin olası avlanma yöntemlerini araştırmak bir diğer önemli husustur.

Araştırmanın materyalini Maydos Kilisetepe Höyüğü’nün Tunç Çağı tabakalarında tespit edilen

kemikli balık kalıntılarından oluşmaktadır. Bu araştırmada Can Yümni Gündem’in 2015 yılında

yayınlamış olduğu makalesinde geçen ve arkeozooloji çalışmalarında temel metot olarak

kullandığı “Görsel Tanımlama Metodu” kullanılmaktadır.

Yapılan çalışmalar sonucunda, Tunç Çağı’nda Maydos Kilisetepe Höyüğü’nde kemikli

balıklardan; 6 familya, 12 tür ve 12 cins tespit edilmiştir. Bu türler; Naucrates ductor (Klavuz

Balığı), Dicentrarchus labrax (Levrek), Liza ramada (İnce Dudaklı Kefal), Mugil cephalus (Has

Kefal), Mugil spp. (Kefalgiller), Pomatomus saltatrix (Lüfer), Euthynnus alletteratus (Yazılı

Orkinos), Thunnus thynnus (Orkinos), Thunnus spp. (Orkinosgiller), Pagellus bogaraveo

(Mandagöz Mercan), Pagellus erythrinus (Kırma Mercan), Pagellus spp., Pagrus pagrus (Mercan),

Sparus aurata (Çipura), Spondyliosomo cantharus (Iskatari) ve Sparidae (İzmaritgiller) tespit

edilmiştir. Bu türler içerisinde Maydos Kilisetepe Höyüğü’nde yaşamış toplumların besin

ekonomisinde en çok Sparidae ve Scombridae türlerinin hâkim olduğu tespit edilmiştir. Tespit

edilen bu türlerin, Çanakkale Boğazı’nda yaşayan veya geçiş yapan türlere ait olduğu tespit

edilmiştir. Maydos Kilisetepe Höyüğü’nün konumu Çanakkale Boğazı ve Kilye Koyu’na olan

yakınlığı deniz avcılığı stratejilerinde önemli bir etkendir. Yerleşimde hem pelajik hem de

demersal türlerin bulunması sadece kıyısal balık avcılığının değil, denize açılarak büyük

organizasyonlar gerektiren deniz avcılığının da yapıldığını göstermektedir.

Page 43: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Höyüktepe İlk Tunç Çağı Yerleşmesinde Hayvan Kullanımı

Dilber Sağdıç

Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi

Hayvan kemiklerinin incelenmesi ile hayvansal proteinin beslenmedeki payı, hayvan kesim

teknikleri, kesilen hayvanların kullanılan kısımlarının saptanması ve kazı yerlerinde bulunuş

durumları ile de toplumun yaşayışı, beslenme koşulları ve teknolojileri hakkında bir fikir

edinilebilir. Höyüktepe hayvan kemikleri üzerinde yapılan zooarkeolojik çalışma ETÇ

toplumunun beslenme ekonomisinin detayları hakkında önemli ve ayrıntılı verilere ulaşmayı

mümkün kılmaktadır.

Kütahya il sınırları içerisinde yer alan Höyüktepe yerleşiminde Geç Doğu Roma (GDR), Orta Tunç

Çağı (OTÇ) ve Erken Tunç Çağı (ETÇ) tabakalarının olduğu belirlenmiştir. ETÇ II döneminde,

höyüğün sadece üst kısmında ve doğu yamaçlarında yerleşilmiş olduğu anlaşılmaktadır.

Araştırma kapsamında, en eski kültür evresini oluşturan ETÇ I- II, 2015 yılı kazı çalışmaları

sırasında toplanan hayvan kemikleri üzerinde analiz çalışmaları yürütülmüştür. Kemikler,

zooarkeolojik araştırma yöntemleri esas alınarak incelenerek, tür, yaş, cinsiyet ve morfolojik

özelliklerine göre sınıflandırılarak değerlendirilmiştir.

On yedi farklı plan kareden toplanan hayvan kemiklerinin 1428 tanesi incelenmiştir. Bunlardan

420 tanesinin tür tespiti yapılmıştır. Geriye kalan 1008 tanesi ise karakteristik bölümleri eksik

ve küçük parçalar halinde ele geçtiğinden, kesin olarak türü belirlenememiş ve kemiklerin cidar

kalınlıkları göz önüne alınarak büyük memeli ve orta memeli olarak ayırt edilmiştir. I. ve II.

tabakalarda en çok tüketilen hayvan grubunu % 29,52 oranıyla koyun ve keçiler

oluşturmaktadır. Koyun ve keçilerden sonra en çok tercih edilen ikinci hayvan türü ise (%

26,43) domuzlardır. Sığırlar % 20,95’lik oranla tercih sırasına göre yerleşmenin üçüncü türünü

oluşturur. Yerleşmede ETÇ II de evcil hayvanların yanı sıra yabani türler içinde % 10,71oranıyla

kızıl geyik, karaca ve alageyikler oluşturmuştur. ETÇ II’ye tarihlenen I. ve II. tabakalarından elde

edilen hayvan kemikleri besin ekonomisinde evcil hayvanların baskın olduğunu ve yerleşmede

en çok tüketilen hayvan türünü koyun ve keçiler oluşturduğunu göstermiştir. Yabani hayvanlar

sayıca az olup, av hayvanları arasında geyikgillerin sayısı dikkat çekicidir. Dolayısıyla beslenme

ekonomisine av hayvanlarının katkısı oldukça azdır.

Page 44: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

24 Ekim 2019

DENTAL ANTROPOLOJİ Başkan: Serkan Şahin

Isparta Yalvaç Bizans Dönemi Diş Varyasyonları

Derya Eryılmaz, Fatma Arzu Demirel

Burdur Mehmet Akif Üniversitesi

Isparta İli Yalvaç İlçesi’nde 2013 ve 2014 yıllarında gerçekleştirilen kurtarma kazılarında

saptanan ve Bizans Dönemi’ne tarihlenen mezarlardan ele geçirilen 51 adet iskelet ve yol

tahribatından ele geçen 1 kadına ait iskelette çevresel ve kalıtsal nedenlerden kaynaklanan ve

popülasyonların birbirleriyle benzerlik ve farklılıklarını gösteren 15 adet diş varyasyonu tespit

edilmiştir. Bu çalışma, arkeolojik toplumlarda nadir rastlanan olgular olan diş varyasyonları ile

ilgili bilgi verilmesi ve ilgili verilerden yola çıkarak topluluğun yaşam kalitesi açısından diğer

Bizans dönemi Anadolu topluluklarından belirgin bir fark gösterip göstermediğini saptamak

amacıyla gerçekleştirilmiştir.

Bu çalışmanın materyalini Isparta İli Yalvaç İlçesi’nde 2013 ve 2014 yıllarında gerçekleştirilen

kurtarma kazılarında saptanan ve Bizans Dönemi’ne tarihlenen mezarlardan ele geçirilen 51

adet iskelet ve yol tahribatından ele geçen 1 adet kadına ait iskelet oluşturmaktadır. Toplulukta

erişkin yaş altı 2 bebek (% 4), 2 çocuk (% 4) ve 2 adölesan (% 4) ve 45 adet (% 88) erişkin birey

bulunmaktadır. Toplulukta 16 kadın, 23 erkek ve 9 adet de cinsiyeti belirlenemeyen erişkin

birey bulunmaktadır. Ayrıca yol tahribatından ele geçmiş erişkin bir kadına ait olan bir adet

iskeletin dişinde görülen varyasyon da bu çalışmaya dahil edilmiştir. Mevcut iskeletlerde üst

çeneye ait 274, alt çeneye ait 316 toplam 590 adet daimi ve 14 adet süt dişi olmak üzere toplam

604 adet diş bulunmaktadır. Bu bireylere daimi dişlerden üst çeneye ait 94, alt çeneye ait 61

olmak üzere toplam 15 adet dişte varyasyonlar tespit edilmiştir. Bu dişlerden maxillaya ait olan

5 tanesi izole şekilde ele geçirilmiştir. 150 adet diş ise alveollerinde korunmuş şekildedir.

Mevcut iskelet topluluğundan ele geçen iskeletlerin incelenmesi sonucunda bu toplulukta

gömülü diş, mikrodonti, kürek-şekilli kesici diş, pozisyon sapması, dilaserasyon, kök eğriliği,

talon tüberkülü, mandibular torus, çıkmamış kalıcı diş başlıkları altında toplanabilir. Diş

varyasyonları, çevresel ve kalıtsal nedenlerden kaynaklanmakta ve popülasyonların birbirleriyle

benzerlik ve farklılıklarını göstermektedir. Ayrıca fiziksel ve kültürel çevrenin etkileri

konusunda bilgi verme potansiyeline sahiptir. Bu toplulukta, diş varyasyonlarının yanı sıra,

postkraniyal iskeletlerde de iskelet gruplarında kalıtsal ve biyolojik yakınlıkların

belirlenmesinde kullanılan epigenetik karakterler oldukça sık gözlemlenmiştir. Buna göre,

topluluğun nispeten kapalı bir grup olması muhtemel görünmektedir.

Page 45: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Çürük Sıklığının Sınıflaması Üzerine Bir Deneme

Meliha Melis Koruyucu, Yılmaz Selim Erdal

Hacettepe Üniversitesi

Diş çürüğü, karbonhidratlı besinlerin fermantasyonu sonucu ağız içi pH derecesinin düşmesine

neden olan organik asitlerin diş dokularını demineralize etme süreci olarak tanımlanmaktadır.

Tüketilen besin türleri ile sıkı ilişkisi sebebiyle diş çürükleri, eski insan topluluklarının beslenme

alışkanlıklarını, özellikle de diyetlerindeki karbonhidrat ve protein dengesini belirlemede

oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Anadolu eski insan topluluklarında diş çürüğünü ele alan

birçok çalışma bulunmasına rağmen çürük sıklıklarıyla ilgili değerlendirmelerde herhangi bir

standardın olmadığı dikkat çekmektedir. Benzer sıklıklara sahip olan topluluklardan bazılarının

çürük sıklığı “yüksek” olarak değerlendirilirken diğerlerinin ise “düşük” olduğu belirtilmektedir.

Bu bağlamda, hangi değerin “düşük” hangisinin “yüksek” olduğunu anlamak için bir standarda

ihtiyaç duyulmaktadır. Bu çalışmanın amacı, çürük sıklığının sınıflaması konusunda bir

standardizasyon belirlemeye çalışmaktır.

Çanak Çömleksiz Neolitik dönemden Yakınçağ’a kadar uzanan bir zaman diliminde Anadolu’da

yaşamış eski insan topluluklarına ait çürük sıklıkları değerlendirilmiş, çürük sıklıkları farklı

yöntemlerle derecelerine göre sınıflandırılmıştır.

Anadolu eski insan topluluklarına ait en düşük ve en yüksek çürük sıklıkları belirlenerek

ortalama bir değer tespit edilmiş, en yüksek değerin ilk ve son %10’luk kısımları sırasıyla en

düşük ve en yüksek değerler olarak kabul edilmiştir. Geri kalan %80’lik kısım ise eşit şekilde üçe

bölünerek çürük sıklıkları kademeli olarak “çok düşük”, “düşük”, “orta”, “yüksek” ve “çok

yüksek” olarak sınıflanmıştır. Bu çalışma sonucunda önerilen sınıflamanın Anadolu’da yaşamış

eski insan topluluklarına ait çürük sıklıklarının “düşük” , “orta” ya da “yüksek” olarak

değerlendirilmesine ilişkin bir standardizasyon sağlayacağı düşünülmektedir. Dahası, önerilen

bu sınıflama ile elde edilecek standardizasyon, toplulukların karbonhidrat mı yoksa protein

ağırlıklı mı beslendikleri konusunda daha sağlam değerlendirmelerde bulunulmasını, dolayısıyla

beslenme alışkanlıklarının daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.

Page 46: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Kureyşler Barajı Kurtarma Kazıları Geç Doğu Roma İskeletlerinde Diş ve Çene

Patolojileri

Selcen İlbey, Ahmet Cem Erkman

Ankara Üniversitesi

Geç Doğu Roma Dönemine tarihlendirilen Attepe ve Dereköy iskeletlerine ait dişler, diş ve çene

patolojileri yönünden incelenmiştir. Bu çalışmada; diş çürüğü, apse, aşınma, periodontal

hastalıklar, diş taşı, hypoplasia ve antemortem diş kaybı (AMDK) gibi patolojik lezyonlar

araştırılarak her iki topluluğa ait beslenme, ağız hijyenleri, sosyo-ekonomik durumları, stres

göstergeleri gibi yaşam şekillerini anlamaya yönelik çıkarımlar yapılmıştır. Amaç: Attepe ve

Dereköy topluluklarında diş ve çene patolojilerine bakılarak toplulukların beslenme profilleri,

geçirdikleri olası hastalıklar ve günlük aktivitelerle olan ilişkilerinin ortaya konulması

amaçlanmıştır. Elde edilen sonuçlar Anadolu’da yaşamış eski insan topluluklarıyla

karşılaştırılarak aralarındaki benzerlik ve farklılıklar ortaya konulmuştur.

Bu çalışmada Kütahya ilinde bulunan ve Geç Doğu Roma Dönemine tarihlendirilen Attepe

popülasyonundaki 34 erişkin bireye ait 447 daimi diş ve Dereköy popülasyonundaki 17 erişkin

bireye ait 270 daimi diş incelenmiştir. Diş çürüklerinin tespitinde Brothwell (1981) ve Hillson

(2005), diş taşı derecelendirmesinde Brothwell (1981) ve Hillson (1996), diş aşınma

derecelendirilmesi Bouville vd. (1983), apse oluşumu, hypoplasia, AMDK ve periodontal

hastalıkların belirlenmesinde Brothwell (1981)’den yararlanılmıştır. Daimi dişlerde

gözlemlenen patolojik oluşumların cinsiyet ve yaşa bağlı istatistiksel değerlendirmeleri için SPSS

23 programı kullanılmıştır. Diş patolojileri arasındaki ilişkinin istatistiksel olarak analizi için Ki-

Kare (Chi-Square) testi kullanılmış ve korelasyon analizi yapılmıştır.

Attepe topluluğundaki diş patoloji oranları 447 daimi diş ve 618 soket üzerinden

değerlendirilmiştir. Çürük % 13.77, apse % 0.81, periodontal hastalıklar % 68.18, diş taşı %

13.07, hypoplasia % 17.98 ve AMDK % 22.33 oranındadır. Dereköy topluluğunda ise 270 daimi

diş ve 298 soket üzerinden değerlendirilerek; çürük % 12.88, apse % 2.01, periodontal

hastalıklar % 80, diş taşı % 3.83, hypoplasia % 23.28 ve AMDK % 5.37 oranında bulunmuştur.

Her iki topluluğun da aşınması derecesi 3 ve 4 ölçeğindedir. Attepe ve Dereköy topluluklarındaki

diş ve çene patoloji verileri, bu toplukların kısmen tarıma kısmen de hayvancılığa dayalı bir

sosyo-ekonomik yapıya sahip olduklarını göstermektedir. Hypoplasia patolojisinin düşük

oranlarda ve hafif şiddette seyretmesi yetişkin bireylerin erken çocukluk dönemlerinde daha az

fizyolojik strese maruz kaldıklarını işaret etmektedir. Her iki toplulukta da belirli patoloji

oranlarında cinsiyete ve yaşa bağlı farlılıklar tespit edilmiştir. Bulgular çağdaşları olan diğer Eski

Anadolu Topluluklarıyla karşılaştırıldığında ağız ve diş sağlıklarının iyi durumda olduğu ve

yeterli besin tükettikleri gözlemlenmiştir.

Page 47: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Bir Stres Göstergesi Olarak Lineer Mine Hipoplazilerinin Kütahya Domaniç

İskeletlerinde Değerlendirilmesi

Sevgi Tuğçe Gökkurt

Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi

Disiplinler arası bir çalışma konusu olan stres, incelenen topluluklarda biyolojik tepkiler

hakkında genellemelerden, sosyal çevreleri sağlığa bağlayan araştırmaların birçoğunu içeren

geniş bir alana yayılmıştır. İskelet çalışmalarında değerlendirilen ve stres göstergelerinden

yalnızca bir tanesi olan lineer mine hipoplazileri; sağlık sorunları, yaşam standartları, yetersiz

beslenme ve hastalık gibi pek çok faktöre bağlı olarak oluşabilmektedir. Dolayısıyla toplumların

yaşam koşulları, çevre ile ilişkisi ve hayat standartları ile doğrudan ilişkilendirilmektedir. Bu

çalışmadaki temel amaç, Domaniç insanlarının büyüme-gelişme sürecini etkileyen stres

faktörlerinin şiddetleri, yaşandığı dönemler ve etkileri açısından değerlendirilmesidir. Bu sayede

topluluğun bebek ve çocukluk döneminde maruz kaldıkları olumsuz koşullar değerlendirilerek

topluluğun büyüme çalışmalarına katkı sağlanması amaçlanmıştır.

Bu amaç doğrultusunda Domaniç ilçe merkezindeki Hisar Mahallesi’nde yer alan ve MS 4-5. Yy’a

tarihlendirilen Anıtsal Tonozlu Mezar Odasına ait toplam 506 daimi diş lineer mine hipoplazileri

kapsamında değerlendirilmiştir. Lineer mine hipoplazilerin şiddetlerin Brothwell (1981)’in

sınıflandırmasına göre değerlendirilmiştir. Her bir bant sayısı çalışma formunda not edilerek

tekrarlanma sıklıkları belirlenmiştir. Belirlenen lineer mine hipoplazilerinin mine-sement

sınırından defekte olan uzaklığı belirlenerek çalışma formuna not edilmiştir. Biyolojik yaşlar,

Reid ve Dean (2000;2006)’ın veri setleri esas alınarak hesaplanmıştır.

Değerlendirilen 506 daimi dişin % 17,19’unda lineer mine hipoplazisi tespit edilmiştir. Tespit

edilen lineer mine hipoplazilerinin beş banda kadar örneklerinin gözlendiği; ancak ağırlıklı

olarak lineer hipoplazilerin % 58,6’sının tek bant olarak gözlendiği belirlenmiştir. Ayrıca şiddet

derecelerine göre sınıflandırıldığında lineer mine hipoplazisi tespit edilen dişlerin % 72,4’ünün

hafif dereceli olduğu gözlenmiştir. Biyolojik yaş verileri ise hipoplazilerin yoğun olarak 4-4,5 ve

5-5,5 yaş aralıklarında yaşandığı sonucunu vermektedir.

Konu ile ilgili literatür göz önüne alındığında bu dönemlerin yeni kontaminasyon ortamlarına

maruz kalma, sosyalleşme ve çevresel faktörler sonucu hastalık riskinin arttığı bir sürece işaret

ettiği bilinmektedir. Dolayısıyla belirlenen stres süreçleri sosyalleşmeye bağlı olarak

açıklanmaktadır. Ayrıca topluluk içinde ağırlıklı olarak gözlenen hafif dereceli hipoplazi şiddeti

ve tek bant düzeyinde gözlenen tekrarlanma süreci bu dönemin ağır tahribatlar yaratmadığı

görüşünü desteklemektedir.

Page 48: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

24 Ekim 2019

GÖMÜ GELENEKLERİ Başkan: Kameray Özdemir

Güneydoğu Anadolu’da Orta PPNB Dönem Ölü Gömme Adetleri: Boncuklu Tarla

Örneği

Ergül Kodaş

Mardin Artuklu Üniversitesi

Yukarı Dicle Havzası Neolitikleşme süreci üzerine olan bilgilerimiz Ilısu Barajı inşaat çalışmaları

sırasında tespit edilen ve kazısı yapılan yerleşim yerleri sayesinde gidererek artmaktadır. Bu proje

kapsamında Mardin Dargeçit İlçesi’ne bağlı, Ilısu Barajı’na ismini de veren, Ilısu Köyü sınırları

içerisinde tespit edilen ve kazısıdevam etmekte olan Boncuklu Tarla yerleşim yeri de Yukarı Dicle

Havzası Çanak-Çömleksiz Neolitik Dönem kronolojisi ve kültürleri üzerine önemli bilgiler

vermektedir. Bu bağlamda Boncuklu Tarla’da açığa çıkarılan çok sayıdaki insan kalıntısı Yakındoğu

Neolitik Dönem ölü gömme geleneklerinin incelenmesi için yeni bilgiler vermesi açısından ayrı bir

öneme sahiptir. Ölü gömme adetleri açısından bakıldığında ise Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde

bulunan Orta PPNB Dönemi yerleşimlerinde çok az sayıda tespit edilen iskelet kalıntıları ile temsil

edilmektedir. Bu döneme tarihleneniskelet kalıntıları çoğunlukla Çayönü’nde açığa çıkarılan Kafataslı

Bina’da ve Nevali Çori, Akarçay Tepe, Mezraa Teleilat ve Cafer Höyükte evlerin içerisinde açığa

çıkarılan kısıtlı sayıdaki insan kalıntıları ile sınırlıdır. Yakındoğu’da Orta PPNB Dönem ölü gömme

adetlerine genel olarak bakıldığında ise kendi içerisinde bölgesel olarak çeşitlilik gösterdiği

görülmektedir. Bu bağlamda, Boncuklu Tarla’da tamamı evlerin içerisinde bulunan mezarlar

Yakındoğu’da Çanak-Çömleksiz Neolitik Dönem B evresi ölü gömme adetlerinin incelenmesi için en

önemli veri kaynaklarından birini oluşturmaktadır.

2017 kazı çalışmaları sırasında yerleşim yerinde Orta PPNB Dönem tabakalarında açığa çıkarılan,

100’e yakın yetişkin ve çocuk bireyin gömüldüğü, mezarların tamamı mekân içi gömü niteliğindedir.

Söz konusu mezarlarda tespit edilen insan kalıntıları içerisinde birincil gömülere ait olanlar

çoğunlukta olmakla birlikte ikincil gömülerin ve hatta kafatası kültüne ait olabilecek izole

kafataslarının bulunduğu mezarlar da tespit edilmiştir.

Yerleşim yerinde tespit edilen mezarlarda tekli, ikili, üçlü gömüler yoğun olmakla birlikte yedi ve

daha fazla bireyin gömüldüğü çoklu mezarlar tespit edilmiştir. Söz konusu mezarlardaki bireylerin

bir bölümünün anatomik pozisyonlarını daha sonradan yapılan gömüler nedeniyle tamamen veya

kısıtlı olarak kaybetmiş oldukları görülmektedir. Bunun yanı sıra bazı mezarlarda izole kafataslarının

olması ikincil gömü geleneğinin önemli bir parçası olan kafatası kültünün uygulanmış olduğunu

kanıtlamaktadır. Mezar hediyeleri için yaş ve cinsiyetbağlamında henüz net bir farklılık tespit

edilmemiş olmamakla birlikte 1-5 yaş arası çocuklara ait olan mezarlarda diğer mezarlara oranla

daha fazla süs eşyası (boncuk) bulunmaktadır. Yerleşim yerinde yapılan kazılar ve elde edilen bilgiler

de Güneydoğu Anadolu Neolitikleşme süreci üzerine hem, kültürel, sosyal ve inançsal hem de

kronolojik anlamda çok önemli sonuçlar vermekte ve yeni bilimsel çalışma alanlarına ve yorumlara

zemin hazırlamaktadır. Yerleşim yerinde tespit edilen mezarların ölü gömme adetleri bağlamında

göstermiş olduğu çeşitlilik ve mezarların bulunduğu alanların köy-mekan organizasyonu içerisindeki

dağılımları hem ölü gömme adetleri hem de yerleşimin Orta PPNB Dönemde sahip olduğu köy-mekan

organizasyonları hakkında önemli bilgiler vermektedir ve bölgenin Orta PPNB Dönem ölü gömme

adetleri üzerine yapılacak olan antropolojik ve arkeolojik çalışmalara yeni bir dinamik katmaktadır.

Page 49: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

The Neolithic Human Burials from Tappeh Sang-e Chakhmaq, Iran

Yuko Miyauchi

University of Tsukuba, Japan

Tappeh Sang-e Chakhmaq is situated in Northeastern Iran, at the southeastern foot of the Alborz

Moutain range. Within the several mounds consisting the site, two main prehistoric mounds;

West Tappeh (7200-6600 cal BC) and East Tappeh (6300-5200 cal BC), were excavated in 1971,

1973, 1975, and 1977. From this site, more than140 individuals were excavated from the

settlement. As new methods have developed since the excavation, and more sites has been

excavated from the region, re-examination of these materials will give valuable insights to the

burial practice in this region. This study will re-examine the human remains and burial practice

of Tappeh Sang-e Chakhmaq.

The material is human remains excavated from Tappeh Sang-e Chakhmaq during1971 to 1975.

This study will proceed with the following steps; (1) estimation of preservation status, (2) age-

at-death estimation, (3) sex estimation (adults only), (4) observation of pathological features,

(5) comparing the burial features.

Within the 124 individuals from Tappeh Sang-e Chakhmaq, 102 were subadults (under 20

years) and 22 were adults (over 20 years). Furthermore, around 80 % of these subadults were

perinatal/neonatal or foetal. The oldest subadult was 6-7 years old. There was no difference in

age-at-death distribution between West and East Tappeh. However, some difference in burial

practice between West Tappeh and East Tappeh was observable. Some of the subadults and

adults showed pathological features. The age-at-death distribution from Tappeh Sang-e

Chakhmaq indicates high perinatal/neonatal mortality. Furthermore, the number of subadults

are significantly larger than adults, and there is no individual between 7 to 20 years, which

suggests that there was difference in burial location between subadults and adults. Although

there are some differences, the burial practice was common between West and East Tappeh.

Page 50: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Hasankeyf Höyük’teki Ölü Gömme Uygulamaları

Megumi Tashiro, Osamu Kondo, Yutaka Miyake

Hacettepe Üniversitesi

Ölü gömme geleneği yerleşik yaşamla birlikte insan topluluklarının en fazla ilgilendiren

ritüellerden biri olmuştur. Gömü sonrası ölü gömme uygulamaları arasında kemiklerin

boyanması, özellikle Yukarı Dicle bölgesinde görülen bir uygulamadır. Bu çalışmada iskeletlerde

saptanan kırmızı ve siyah boyaların uygulanma biçimi ele alınmaktadır. Hasankeyf Höyük’teki

iskeletler üzerinde saptanan boyaların ölüler üzerinde nasıl uygulandığının belirlenerek,

Neolitik dönemde, Hasankeyf Höyük’te defin ve defin sonrası işlemlerin yeniden

yapılandırılması amaçlanmaktadır.

Bu çalışmada Hasankeyf Höyük’ten gün ışığına çıkartılan 133 iskelet makroskobik olarak

incelenmiştir. Mezarlar ele geçtiği mekandaki konumları, mezar eşyalarının ile ilişkileri, alandan

elde edilen veriler, fotoğraflar aracılığı ile incelenmiştir.

Hasankeyf Höyük&#39;ten çıkan 133 iskelet içinde %30 iskelet üzerinde kırmız ve siyah boyalı

iskeletler bulunmuştur. Boyalarda bant ve çizgi şeklindedir ve iskelet üzerine doğrudan

boyanmışlar. Mezardan çıkan boyalı iskeletler, çoğullarda birincil mezar durumdadır. Boyalı

iskeletlerde yaş ve cinsiyetin eğilimi yoktu. Boyalı iskeletlerin mezarında çok zengin mezar

eşyaları mevcut değildir.

Hasankeyf Höyük’te Neolitik döneminde görülen özel mezar töreni olarak boyalı iskeletler

bulunmaktadır. Fakat kafatasının alınması (skull removal), sıvalı kafatası ya da kafatası gömüleri

(skull cash) gibi ikincil mezar uygulamaları yoktur. İskeletler çoğunlukla birincil mezar durumda

ele geçmiş ve bant ya da çizgi gibi belirgin boya şekilleri kalmıştı. O nedeniyle Hasankeyf

Höyük’te insanlar öldüğü zaman tam iskeletleşme olmadan önce cenaze tören bitmemiş,

iskeletleşme tam bittiği zaman kemik üzerine boya konulduğu belirlenmiştir. Boyalı iskelet

yapımı amacı, cenaze töreni tam bitirmiş yani ölüm işareti olarak kullanıldığı sonucuna

ulaşılmıştır.

Page 51: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Ionia Bölgesinde Kremasyon Uygulaması

Pelin Taş Kuşçu, Celal Şimşek

Ankara Üniversitesi

Anadolu’da genel olarak bilinen iki gömü uygulamasından söz etmek mümkündür. Bunlardan

ilki, ölünün beden bütünlüğünün korunarak toprağa veya mezar yapısına gömüldüğü

inhumasyondur. İnhumasyon gömüler basit toprak mezardan anıt mezara kadar her türlü alana,

görece kolay ve zahmetsiz bir şekilde yapılabilmektedir. Bu sebeple geniş bir mekân ve zaman

aralığında uygulandığını söylemek mümkündür. Bir diğeri ise, yakılarak beden bütünlüğünün

kısa zamanda yok olmasını amaçlayan kremasyondur. Gerek kazı alanlarından ele geçen

kalıntılarda gerekse Antik döneme ait edebi eserlerde kremasyonun yoğun olarak kullanılan bir

ölü gömme biçimi olduğu görülmektedir. Kremasyonun ne zaman ortaya çıktığı, nasıl

uygulandığı ve amaçları konusunda çeşitli görüşler bulunmaktadır. Ancak antropolojik ve

arkeolojik kalıntılar, kremasyonun yalnızca bir gömü biçimi olarak değil, aynı zamanda bir

‘gelenek’ olarak ele alınması gerektiğine işaret etmektedir. Bu çalışmada, Ionia Bölgesindeki

yakarak gömme uygulaması, arkeolojik buluntular ve paleoantropolojik veriler kapsamında ele

alınacaktır. Bu çalışma, Antik Dönem’de Ionia Bölgesindeki kremasyon geleneğinin ortaya çıkışı

ve gelişimine yer vermeyi amaçlamaktadır.

Çalışmada, nekropol kazıları yapılan veya mezarlarla ilgili çalışmaların yer aldığı kentlerden

Baklatepe, Panaztepe, Miletos, Erythrai, Teos, Klazomenai, Symrna, Phokaia, Kolophon ve Notion

kentlerindeki kremasyon uygulamaları ele alınacaktır. Çalışmanın metodunu literatür taraması

oluşturmaktadır.

Ionia Bölgesinde kremasyon geleneği, ilk olarak Geç Tunç Çağı’nda görülmeye başlamıştır. En

erken Baklatepe ve Panaztepe yerleşimlerinde karşımıza çıkan kremasyon mezarlar, birincil ve

ikincil tipteki yakma biçimleriyle temsil edilmektedir. Protogeometrik ve Geometrik Dönem’le

birlikte, kremasyon Ionia kentlerinde yaygınlaşmaya başlamıştır. Bunun en güzel örneği

Klazomenai’de görülmektedir. Hellenistik ve Roma Dönemi’ndeki kremasyonlar ise Phokaia,

Miletos ve Ephesos kentlerindeki mezarlarla temsil edilmektedir.

Ionia Bölgesindeki gömü biçimlerini ise inhumasyon ve kremasyon oluşturmaktadır. Her iki

gömü biçiminin de, Geç Kalkolitik Dönem’den itibaren uygulandığı görülmektedir.

Protogeometrik Dönem’in sonları ve Geometrik Dönem’in başlarında kremasyon hızla

yaygınlaşmıştır. Arkaik Dönem’de ise inhumasyonun yavaş yavaş kremasyonun yerini aldığı

görülmektedir. Bu durum, lahit mezarların popülerlik kazanması ile bağlantılı olarak

değerlendirilebilir. Klasik, Hellenistik ve Roma Dönemlerinde de, her iki gömü tipi bir arada

uygulanmaya devam etmiştir.

Page 52: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Eski Azerbaycan Yoplumlarında Ölü Gömme Gelenekleri ve Anadolu Etkisi

Ulkar Allahverdiyeva

Ankara Üniversitesi

Toplumlarda zamanla gelişen mezar kavramının çeşitli kültürlere ve dönemlere göre

farklılaşmasıyla, farklı mezar tipleri meydana çıkmış ve toplumların ölü gömme geleneklerinin

sosyokültürel yapılarını ve ölüme bakış açılarını anlamak için incelenmeye ve değerlendirilmeye

başlanmıştır. Bu çalışmada Anadolu ve Azerbaycan’ın Geç Tunç-Erken Demir devrine ait ölü

gömme gelenekleri göz önünüde bulundurularak, bu konu üzerinde karşılaştırmalar yapılmıştır.

Her iki bölgedeki ölü gömme biçimleri ele alındıktan sonra, aynı zaman dilimi içindeki

farklılıklar ve birbirleriyle olan benzerlikleri karşılaştırılarak aralarında kültürel bağ ve

etkileşim olup olmadığı tartışılmıştır.

Azerbaycan nekropolislerinden elde edilen veriler, diğer bölgelerdeki mezar veya mezarlıklarla

ölü gömme adetleri açısından ve mezar hediyeleri baz alınarak karşılaştırılmış, mezarların kronolojik durumu ortaya konulmaya çalışılmıştır. Karşılaştırmalar yapılırken coğrafi ve

kronolojik kıstaslar göz önünde tutulmuş, diğer bölgelerde saptanan paralel uygulamalar ve örnekler de göz önünde tutularak bir çerçeve oluşturulmuştur.

Çalışmada her iki bölgedeki gömme biçimleri ele alındıktan sonra, aynı zaman dilimi içindeki

farklılıklar ve birbirleriyle olan benzerlikleri karşılaştırılarak aralarında kültürel bağ ve

etkileşim olup olmaması öğrenilmiştir. Her iki bölgede benzer ve farklı mezar türlerine

rastlanılmıştır. Örneğin, küp mezarlarda yön birliği olmaksızın çift küp mezarlar Anadolu

bölgesinde uygulanırken, Azerbaycan’da ikinci ürün olarak küp değil, diğer bir seramik ürünü

kullanılmıştır. Buna karşın her iki bölgede de içerisinde gömü olmaksızın çeşitli sebeplerle başka

alanlarda ölmüş / kaybolmuş bireyler için yapılmış simgesel mezarların da yapıldığı

gözlenmiştir.

Page 53: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

24 Ekim 2019

ZOOARKEOLOJİ - II Başkan: Handan Üstündağ

Derekutuğun Madenci Yerleşim Yerinin Tunç Çağlarında Beslenme Alışkanlıkları

Can Yümni Gündem, Sultan Sarı

Batman Üniversitesi

Çalışmanın konusu Derekutuğun’da çıkarılan hayvan kemiklerinin incelenmesi ve bu veriler

ışığında günümüz Çorum’da Tunç Çağında yaşamış madenci topluluğunun bilinmeyen beslenme

alışkanlıklarını ortaya koyup, bölgedeki diğer aynı dönemsel yerler ile karşılaştırmaktır.

Çalışmanın amacı ise Derekutuğun’da yaşamış madencilerin besicilik ve beslenme

alışkanlıklarını ortaya koymak olarak ifade edilebilir.

Derekutuğun Kazılarından Tunç Çağlarından çıkarılan hayvan kemikleri. Görsel tanımlama

metotları ışığında malzeme incelenmiş ve veri bankasına girilmiştir. Bu metotları kısaca burada

tekrarlamak gerekirse; hayvan kemiklerinin türleri belirlenmiş, adet olarak sayılıp

gruplandırılmış, insanların et ihtiyaçlarına katkılarını hesaplayabilmek için tanımlanan ve

tanımlanamayan bütün hayvan kemiklerinin dijital terazide ağırlıkları alınmıştır. Ölçümleri

alınabilen hayvan kemiklerin ölçülmüş ve hayvanların kesim yaşlarını anlayabilmek için hem

eklem durumları hem de diş yüzeyi aşınması seviyeleri hesaplanmıştır. Patolojik ve insan

modifikasyonları (kasaplık, yanık izleri, vb.) fotoğraflanıp, not edilmiştir. İncelenen malzeme

grubu daha sonra bölgede bulunmakta olan dönemsel yerleşim yerleri ile karşılaştırılmıştır.

Derekutuğun’da tespit edilmiş evcil ve yabani türler: Farklı adetlerde tanımlanmış evcil türler;

köpek, koyun, keçi, domuz, sığır ve eşek/katır. Az sayıda tanımlanan yabani türler ise ağırlıklı

olarak geyik türleridir. Derekutuğun’da tespit edilen türler bize tipik bir İç Anadolu Tunç Çağı

yerleşimi faunası sunmaktadır. Derekutuğun’da en çok beslenen hayvan koyundur ama et

ihtiyacı üç ana tür eşit düzeyde karşılamaktadır; sığır-domuz-koyun. Özellikle İTÇ-III Döneminde

Derekutuğun’daki beslenme alışkanlığı ile diğer yerleşimler farklılık gösterir. Eşek mi yoksa

katır mı sorusuna tam cevap bulunamamış olsa dahi; bu bize bakır cevherinin çıkarıldığı ve

işlendiği Derekutuğun’un çok önemli bir ticaret ağının başlangıç noktası olduğunu

göstermektedir.

Page 54: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Ritüel Uygulamaların Zooarkeolojik Açıdan Ele Alınması: Tatıka Erken Tunç (I-II)

Çağı Örneği

Derya Silibolatlaz Baykara

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi

Zooarkeoloji bilimi, kısaca arkeolojik alanlardan bulunan hayvan kemik kalıntılarını

incelemekte, faunayı tanımlamakta, insanın çevresiyle ve hayvanlarla arasındaki ilişkinin

anlaşılmasını sağlamaktadır. Bu çalışmada, Tatıka Erken Tunç Çağı I-II (ETÇ I-II) mezarlığı ve

mezarlarla ilişkili yapılardan ele geçen hayvan kemiği kalıntıları yardımıyla, ölü gömme ve anma

ritüellerinin daha iyi anlaşılması hedeflenmektedir. Ilısu ve HES Projesi inşaat sahasındaki

kurtarma kazılarından bir tanesi olan Tatıka, Dicle vadisinin doğu kıyısında yer alır. Mimari

kalıntılardan anlaşıldığı kadarıyla Tatıka’da ölü ritüellerine ilişkin uygulamaların yapıldığı

belirtilmiştir.

Çalışma kapsamında, ölü yemeği artığı olan hayvan kemiği kalıntıları tanımlanmıştır. Böylece,

geçmiş dönem Tatıka halkı tarafından hangi hayvan türlerinin ölü gömme ve anma törenlerinde

sıklıkla tercih edildiği ortaya çıkarılmıştır. Üç kazı sezonunda (2013-2016 yılları) toplam 1542

kemik, diş ve boynuz kalıntılarına ulaşılmıştır. Toplanan 1471 kemiğin cins ve tür bazında

tanımlanması yapılmış olup, 71 tanesi orta boy ve büyük boy memeliler grubuna dahil edilerek

tanımlanamayan grubu oluşturmuştur. Hayvan kemiği kalıntılarına bakıldığında evcil memeli

grubunun faunada oldukça baskın olduğunu görmekteyiz, bunun yanında az sayıda yabani

hayvan da tespit edilmiştir. Bu çalışmalar yapılırken cins / tür tanımlaması yapılamayan ancak

boyutlarına göre sınıflandırılan orta ve büyük boy memeli grubu hesaplamaya katılmamıştır.

Genel olarak faunaya baktığımızda koyun / keçi, domuz ve sığır en çok ele geçen hayvan

grubunu oluşturmaktadır. Yaban hayvanlarından ise en çok geyikler tercih edilmiştir. Yaban

hayvanları grubu evcil memelilere göre daha az çeşitlilik göstermektedir.

Anadolu’daki zooarkeolojik çalışmaları incelediğimizde hayvancılık yapan toplumların

ekonomilerinin çoğunlukla koyun, keçi, sığır ve domuza bağlı olduğu görülmektedir. Genel

olarak bu çalışma kapsamında incelenen arkeolojik ritüel alanlarında da faunanın benzer olduğu

gözlenmiştir. Sıklıkla koyun, keçi, sığır ve domuz gibi temel besin kaynaklarının ölü gömme

törenlerinde tercih edilmesindeki amaç, ölen kişinin ruhunun diğer dünyada da bu hayvanlarla

beslenmesi olabilir. Arkeolojik ritüel alanlarından ele geçen hayvan kemiklerinin yoğunluğunu

ve çeşitliğini anlamak, düzenli olarak yapılan ölü anma törenlerini anlamak için oldukça

önemlidir. Kemikler üzerindeki kesim ve yanık izleri ise kurban edilen hayvanlar için yapılan

uygulamaları aydınlatmaktadır. Bunlar mezarlık alanında kurbanın parçalanıp tüketilmesi,

orada haşlanarak yenmesi ve kalıntıların mezarlık alanlarına bırakılması, özel kuyulara

gömülmesi veya mezara özenle yatırılmaları şeklinde olabilir. Hangi hayvan türü seçilirse

seçilsin buradaki amaç ölen kişi için tanrıya sunulan hediye olmuştur ve bu hediye ölü ruhunun

diğer dünyadaki yaşamı için hizmet etmektedir. Geyiklerin ve yeni doğan koyun / keçilerin en

çok bebek mezarlarından gelmesi bu mezarlara diğer yetişkin mezarlarından farklı uygulamalar

yapıldığını göstermektedir. Bebek ve çocuk mezarlarında yenen ölü yemeklerinin ölümden

sonraki yaşamla ilgili olabileceği gibi, yaşayan bebeklerin korunması için de uygulanıyor

olmasını akla getirmektedir.

Page 55: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Tek Türlü Değil, Çok Türlü Bir Dünyadır: Zooarkeoloji’de Antrozoolojik

Yaklaşımlar

Abu Bakar Siddiq

Mardin Artuklu Üniversitesi

Zooarkelojik yorumlamalarda bütünsel bir yöntem uygulaması çalışmanın konusunu

oluşturmaktadır. Çalışma, arkeofaunaların incelenmesinde insan merkezli düşüncelerin aksine,

çok türlü bir dünya düşüncesi önermeyi amaçlamaktadır.

Çalışmanın temelinde, geçmiş insanlarla diğer hayvanların ilişkisini anlamak için günümüzde

ortaya çıkan Antrozoolojik düşünceler vardır. Zooarkeolojik çalışmaların amaçlarının yanı sıra

etnografik verilerin yardımıyla insanlar ile diğer türlerin soyut ilişkileri de incelenmiştir.

Hem tarih öncesi hem de tarihi yerleşmelerden elde edilen hayvan kalıntıları, çoğu zaman çeşitli

aletler ve objeler gibi yalnızca insanlar tarafından kullanılan doğal bir kaynak olarak

yorumlanmaktadır. Bu durum, insan ve diğer hayvanlar arasında soyut ilişkileri geçerek yalnızca

somut ilişkilerin kaydedilmesine yardımcı olmaktadır. Dolayısıyla zooarkeoloji’deki bu bakış

açısı, günümüz dünyası üzerinde ‘Antroposen’ dönemin olumsuz etkilerini daha da

güçlendirmeye teşvik etmektedir. Fakat etnografik kaynaklar ile birlikte hem doğa tarihi hem de

hayvan davranışlarına baktığımızda, insan dâhil tüm hayvan türlerinin etkileyici ve son derece

birbirine bağlı ilişkilerde olduğu görünmektedir. Bu durum insan merkezli “hayvansal topluluk”

bakış açısının aksine, diğer türlerle doğadaki bir tür olan “insan”ların ilişkisinin yeniden

incelenmesi ihtiyacını oluşturmaktadır. Paleontoloji, paleoantropoloji ve zooarkeoloji dâhil

olmak üzere, doğa tarihini inceleyen bilim dallarının temel amacı, insanoğlunun yaşamını

sürdürmek için daha uygun bir dünya düzenine destek sağlamaktadır. Fakat temel fark şu ki,

paleontoloji, doğa tarihi çalışmalarında bir birey olarak tüm türlere aynı önemi verirken,

paleoantropoloji ve zooarkeoloji ile birlikte, antropolojinin tüm dalları yalnızca insanı merkeze

alarak sorunsalları oluşturmaktadır. Öte yandan Antrozooloji, hem insan hem de diğer

hayvanların etkileşimlerini incelenmekte, iki taraflı ‘ilişki’lere odaklanmaktadır. Bu nedenle,

insanoğlunun oluşumu, gelişimi ve bu gelişiminde diğer hayvanların rollerini incelemek için,

zooarkeoloji’de çok türlü bir dünya düşüncesiyle birlikte insan-hayvan arasındaki iki taraflı

ilişkilerin incelenmesi son derece önem arz etmektedir. Bu biçimli düşüncelere odaklanarak

yöntem ve yorumlamaları oluşturması sayesinde, zooarkeoloji ‘Antroposen’in olumsuz etkilerini

azaltarak yaşamakta olan uygun bir dünya oluşumuna yardımcı olacaktır.

Page 56: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Anadolu’nun Demir Çağı Zooarkeolojisi

İlkem Gürgör, Derya Dilibolatlaz Baykara, İsmail Özer

Ankara Üniversitesi

Bu çalışmanın konusunu, Anadolu Demir Çağı arkeolojik alanlarından elde edilen zooarkelojik

verilerin değerlendirilmesi oluşturmaktadır. M.Ö. II. binyılın ikinci yarısından itibaren demirin

yavaş yavaş yaygınlaşan kullanımı ve M.Ö. IX. yy. sonlarında artık tüm silah ve aletlerin

yapımında demirin kullanımı tartışmasız bir üstünlük sağlamıştır. Demirin yaygın kullanımı

Anadolu’da Tunç Çağlarını sona erdirmiştir. Demir Çağı’nda Anadolu’da Balkanlar ve Ege

Adalarından gelen yoğun göçler sebebiyle 400 yıl süren kaos ortamına sebep olmuştur. Bu

süreçte Anadolu’da yıkım ve buna bağlı olarak kültürel değişimler olmuştur. Bu yaşanan değişim

o kadar şiddetli olmuştur ki ilkel yaşama dönüş ve siyasi çöküşler yaşanmıştır. Bu çalışmanın

amacı, Anadolu’da Demir Çağı’nda ortaya çıkarılan zooarkeolojik buluntulardan yola çıkarak

dönem insanlarının yaşayış biçimleri hakkında bilgi sahip olmaya çalışmaktır. Özellikle Erken

Demir Çağlar’ında yaşanan toplumsal gerilemenin izleri yapılan bu çalışma sayesinde daha iyi

anlaşılması hedeflenmiştir.

Zooarkeolojik açıdan çalışılan ve özellikle Orta ve Doğu Anadolu’da bulunan 22 arkeolojik alan

değerlendirilmiştir. Zooarkeolojik veriler, dönem boyunca evcil hayvan türlerinin değişmediğini

ancak türlerin sayısında bölgesel olarak farklılık gösterdiğini ortaya oymuştur. Özellikle ikincil

ürünlerinden fayda sağlanan ve ekonomik açıdan önemli olan hayvanların, Demir Çağ

toplumlarının sosyoekonomik durumlarını yansıtması açısından önemli olduğu anlaşılmaktadır.

Page 57: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

25 Ekim 2019

GENEL KONULAR Başkan: Defne Öcal Kaplan

Ankara-Gençlik Parkı Örneği Üzerinden Lunaparklarda Oyunsallık Üzerine Bir

Deneme

Ümmühan Berna Küçükoğlu

Ankara Üniversitesi

Bu çalışmanın konusunu, bir maddi kültür alanı olarak kabul edilen lunaparklara özgü oyun

oynama biçimleri ve oyun oynama pratikleri oluşturmaktadır. Lunapark oyuncakları dolayımıyla

deneyimlenen oyun pratikleri, oyunsallık ve bu pratikler etrafında anlam kazanan bir çok

kavram-heyecan, korku, performans, tehlike, boş zaman, toplumsal cinsiyet, çalışma-oyun zıtlığı,

beden, algı, uzam, kaybolmak, kapalı kalmak, lunatizm- tezin sorunsalı kapsamında

incelenmiştir. Çalışmanın amacı, lunaparklara özgü oyun oynama ve oyunsallık kavramlarına

dair çözümlemeler geliştirmek ve bu çözümlemeler sonucunda lunaparklardaki oyun oynama

biçimlerine dair kategoriler elde etmek ve çıkarımlarda bulunmaktır.

Çalışma, Ankara Gençlik Parkı’ndaki Lunaparkta katılımcı-gözlemci olarak gerçekleştirilen alan

araştırmasına dayanmaktadır. Araştırmacı fenomenolojik bir yaklaşım kullanarak kendi oyun

deneyimleri üzerinden lunapark uzamını betimlemiş ve yorumlamıştır.

Lunaparktaki temel oyun oynama biçimi oyun teorisyeni Roger Caillois’nın oyunlar arasında

yaptığı ayrım üzerinden (vertigo, temsil, şans, rekabet) “ sıradan algı üzerinde tahribat yaratan

kısa süreli fiziksel etkinlikler ” olarak tanımlanabilecek vertigo oyun kategorisine tekabül

etmektedir. Vertigo oyun kategorisinin yanı sıra; Lunaparktaki oyun oynama biçimleri analitik

olarak üç ayrı kategori altında toplanmıştır. Bu kategorilerden biri oyuncu sayısı ve insanlarla

olan ilişki ile alakalıdır: Kimi oyunlar aile, arkadaş, sevgili gibi birden fazla kişi ile grupça

oynanırken kimi oyunlarda oyun yalnız başına deneyimlenir. İkinci kategori ise oyuncak-oyuncu

ilişkisi ile ilgilidir ve oyuncakların çalışma mekanizmalarına bağlı olarak oyuncuların

oyuncaklarda ne kadar süre hangi bedensel konumlarda bulunduğuna işaret eder. Her

oyuncakta oyuncuların bedenleri, oyuncaklar ve çevre ile kurulan görme, dokunma, işitme gibi

deneyimler farklılaşır (çarpışarak, oturarak, ayakta, görme alanı açık ya da daralmış, el ele

tutuşarak, ayaklarını sallayarak, kusarak, baş aşağı, sallanarak gibi). Lunaparklara özgü üçüncü

oyun oynama biçimlerine dair kategori, oyun esnasında tek başına ya da birlikte deneyimlenen

korku, gülme, kahkahalar atma, küfürler savurma, çığlık atma, ağlama, dalga geçme, sevinç, hayal

kırıklığı ya da kazanma ve ya kaybetme duyguları gibi ruh halleri ile ilgilidir.

Page 58: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Mapuçe Yerli Ayinlerinde Kültürel Olgu Olarak Melezlik

Deniz Karaevli

Ankara Üniversitesi

Bu çalışma Güney Amerika yerli halklarından Mapuçelerin geleneksel ayinleri Nguillatun’un

tarihi süreçte farklılaşmasını ve ayin bağlamının kültürel kimlik ifadesi olarak melezlik kavramı

üzerinden tartışılmasını konu almaktadır. Nguillatun günümüzde Şili ve Arjantin ülkelerinin

orta-güney kesiminde farklı bölgesel kimliklere sahip Mapuçe toplulukları tarafından

gerçekleştirilmeye devam etmektedir. Nguillatun; “toprak” «Mapu» ve “insan”ın «che» karşılıklı

ilişkisine dayanan ve karşılıklı alışveriş, teşekkür etme-isteme, verme-isteme diyaloğundan

kaynaklı bir ayindir. Çalışmanın amacı, kültürel olgu olarak melezlik kavramının karmaşıklığını,

öznel ve toplumsal bağlamlarla ilişkisi üzerinden incelemektir.

2014-2015 yılları arasında Şili’de katılımlı gözleme dayanan tez araştırmasının bir sonucu olan

bulgular bu çalışmada sunulmaya çalışılacaktır.

Tarihi süreçteki güç ilişkilerinden ayrı düşünülemeyen Nguillatun; bugün de Mapuçe

toplumunun en önemli kimliksel ifadelerinden biri olarak devamlılığını sürdürmektedir.

Misyonerlik faaliyetleri ve bağımsızlık hareketleri ile farklı ilişkiler kurmuş olan farklı Mapuçe

toplulukları, Mapuçe toprak egemenliğinin kaybı konusunda da farklı süreçler deneyimlemiştir.

Mapuçe dinindeki değişimler ve ayinlerinin Hıristiyanlık ve farklı kültürlerin bileşenlerinden ne

derece etkilenmiş olduğuna bakıldığında değişkenlik gösteren bir melezlik olgusundan söz

etmek gerektiği görülmektedir. Nguillatun, bölgesel Mapuçe kimliklerinin tarihi süreçte

çatışmadan uzlaşmaya farklı bağlamlarda, Kilise-devlet gibi farklı güç unsurlarıyla girmiş

oldukları ilişkiler doğrultusunda olduğu kadar, ayin liderlerinin kişisel uygulamaları

doğrultusunda da farklılaşabilmektedir. Nguillatun, Hıristiyanlık ve diğer kültürel bileşenlerin

etkilerini değişken ölçülerde yansıtan ya da hiç yansıtmayan farklı uygulamalara tabidir. Farklı

Mapuçe toplulukları arasındaki dini ve kültürel melezlik süreçlerinin ve bu süreçlerin

Nguillatun’a yansıma biçimlerinin çok sesliliği, her bir ayinin kendi kapsamında

değerlendirilmesini öngörmektedir. Bu noktada Nguillatun, kimi zaman geçirmiş olduğu

dönüşümlere rağmen, kimi zaman bu dönüşümlerle birlikte Mapuçe toplumunun kimlik inşa

sürecinin en önemli kültürel ve dini ifadelerinden biri olmaya devam etmektedir. Nguillatun

bağlamında Mapuçe halkı tarafından deneyimlenen kimlik inşa süreci, her bir ayin bağlamının

tekilliğine ek olarak, ayin katılımcılarının bireysel yorumlama süreçlerinin muhtemel

farklılıklarının da göz önünde bulundurulmasıyla genelleştirilebilirliğini yitirir görünmektedir.

Page 59: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Geometrik Morfometrik Yöntemi Kullanılarak Pelvis İskeletinden Cinsiyet Tayini

Ece Sinanoğlu

Ankara Üniversitesi

Havuzdere Köyü içerisindeki nekropol alanından çıkarılan 28 erkek ve 25 kadın bireye ait

coxalar üzerinde çalışılmıştır. Geometrik morfometrik yöntemin avantajlarından faydalanarak,

coxalar üzerinde cinsiyet analizi yapılmış, örneklerin lateral ve medial olmak üzere iki farklı

yönden fotoğrafları çekilmiştir. Lateral görünümden 22, medial görünümden 20 olmak üzere 44

farklı anatomik nokta belirlenmiştir. Çalışmamızın amacı; hem kadın ve erkek coxae iskeletleri

arasındaki, cinsiyet farklılığının varlığını geometrik morfometrik yöntemle bilgisayar ortamında

kanıtlamak hem de iki cinsiyet arasındaki varyasyon yüzdelerine ulaşmaktır. Çalışmamızda

ayrıca sağ ve sol coxalar arasındaki farklılıklarda araştırılmıştır.

Fotoğraflama işlemi 30XWIDE lensli OLYMPUS marka fotoğraf makinesiyle gerçekleştirilip,

makine sabit bir tripod üzerine yerleştirildikten sonra işlemler yapılmıştır. Bütün örneklerin

fotoğraflama sırasında aynı pozisyonda olması sağlanmıştır. Noktalama işlemi ise tpsDig2

programında gerçekleştirilmiştir. Anatomik noktaların konumlandırılmasında herhangi bir hata

oluşmaması için noktalama işlemleri aynı araştırmacı tarafından yapılmış, istatistiki

değerlendirmeler ise MorphoJ ve Past programları kullanılarak gerçekleştirilmiştir.

Coxae’nın lateral açıdan değerlendirilmesinde ilk 18 temel bileşen şekil varyasyonlarının %

95’ini göstermiş, 2 erkek ve 1 kadın iskeleti % 95’lik güven aralığının dışında yer almıştır.

Coxae’nın medial açıdan değerlendirilmesinde ise ilk 18 temel bileşen şekil varyasyonlarının %

95’ini göstermiş, 1 erkek iskelet % 95’lik güven aralığının dışında kalmıştır. Sonuç: İskeletlerin

lateral açıdan görünümlerine, diskriminant ve kanonik diskriminant analizi uygulandığında

cinsiyetlerin birbirlerinden net bir şekilde ayrıldığı gözlemlenmektedir. Ayrıca uygulanan

istatistiki analizlerde cinsiyetler arasında anlamlı bir farka ulaşılmıştır (p<0.05). Medial açıdan

görünümlerine diskriminant ve kanonik diskriminant analizi uygulandığında kadın ve erkek

bireylerin birbirlerinden net bir şekilde ayrıldığı gözlemlenmektedir. Uygulanan istatistiki

analizlerde de cinsiyetler arasında anlamlı bir farka ulaşılmıştır (p<0.05). İki görünümde de

crista iliaca cinsiyetler arasındaki farkı analiz edebilmek adına etkili bir bölgedir. % 95 oranında

doğruluk oranı içermektedir. Ancak beklenilenin aksine sağ ve sol iskeletlerde bireyler arasında

ve büyük sciatic notch üzerinde cinsiyetler arasında anlamlı bir farklılığa ulaşılamamıştır

(p>0.05).

Page 60: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Üç Boyutlu Pelvis Görüntülerinden Alınan Metrik Ölçümlerde Gözlemciler Arası

Uyumun Değerlendirilmesi

Öznur Gülhan, Hakan Mutlu, Ece Eren

Ankara Üniversitesi

Yaş, cinsiyet, atasal yakınlık ve boy uzunluğu analizi ile biyolojik profillerin oluşturulması iskelet

kalıntılarını kimliklendirme işlemi sırasında ilk ve en önemli adım olarak kabul edilir. Yakın

zamana kadar, anatomik olarak bozulmuş iskelet kalıntılarından biyolojik kimlik oluşturmanın

en yaygın yolu kemikleri doğrudan analiz edebilmek için maserasyon prosedürlerini

uygulamaktı. Ancak bu süreç oldukça zaman alıcı olabilmekle birlikte birçok etik sorunu

beraberinde getirmektedir. Bu sebeple, son dönemlerde yapılan çalışmalar göstermiştir ki

bilgisayarlı tomografi (BT) görüntülerinin kullanımı, iskelette herhangi bir tahrip yaratmaksızın,

felaket kurbanlarını kimliklendirme çalışmalarında önemli bilgiler edinilmesini sağlamaktadır.

Adli antropologlardan yapmış oldukları çalışmaların sonuçlarını mahkemede savunmaları

istenebileceği için herhangi bir kriminal vaka için kullanmış oldukları yöntemlerin Daubert

standartlarında tekrarlanabilir ve güvenilir olmasını kanıtlayabilmeleri oldukça önemlidir. Bu

nedenle doğru ve hassas bir yöntem oluşturmakla birlikte gözlemciler arası uyumun

değerlendirilmesi de oldukça önemlidir. Bu çalışmanın amacı, farklı tecrübe seviyelerine sahip 3

gözlemci tarafından 3 boyutlu Pelvis görüntülerinden elde edilecek ölçümlerin doğruluğunun ve

gözlemciler arası uyumun değerlendirilmesidir.

Çalışma kapsamında; İstanbul’da bir araştırma hastanesinden alınan 20 yetişkin bireye ait 3

boyutlu Pelvis rekonstrüksiyonları incelenmiş ve farklı uzmanlık derecesine sahip 3 gözlemci

tarafından bağımsız olarak 3B Pelvis görüntülerinin üzerinden manuel olarak 5 metrik ölçüm

alınmıştır. Gözlemciler arası ölçüm hatası, teknik ölçüm hatası (TEM) kullanılarak hesaplanmış

ve Pelvis ölçümlerinin güvenilirliği, intraclass korelasyon katsayısı (ICC) ile değerlendirilmiştir.

Elde edilecek olan bulgular yeni bir ölçme yöntemi olarak üç boyutlu Pelvis görüntülerinden

metrik ölçümler alınarak cinsiyet tayininin yapılmasının güvenirliğine ilişkin bilgi sağlayacaktır.

Bu anlamda çalışmanın literatüre önemli bir katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Daha önce

yapılan diğer araştırmalar bilgisayarlı tomografi görüntülerinin kullanılmasının biyolojik profil

oluşturulmasında geleneksel yöntemlere göre doğruluk ve tekrarlanabilirliği artırdığını

göstermiştir. Bu sebeple, adli antropologların modern iskelet verilerinin referans veritabanlarını

kullanmaya devam etmeleri çok önemlidir, böylece yöntemler ve yazılım paketleri dünya

çapındaki değişen popülasyonlara ayak uydurabilir. Ancak, bu verilerin güvenilirliği belirlenmeli

ve en iyi uygulamayı sağlamak için tüm antropologlar tarafından kullanılan veri toplama

protokolleri standartlaştırılmalıdır.

Page 61: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

25 Ekim 2019

ARKEOMETRİ Başkan: Başak Boz

Konik Işınlı Bilgisayarlı Tomografi Kullanılarak Cinsiyetin Belirlenmesinde

Mandibular Koronoid Çıkıntı Yüksekliğinin ve Sigmoid Çentik Açısının

Değerlendirilmesi: Pilot Çalışma

Gülsün Akay, Kahraman Güngör

Gazi Üniversitesi

Bu çalışmanın amacı, sigmoid çentik açısı ve mandibular koronoid çıkıntı yüksekliğini, adli

antropolojik çalışmalara katkıda bulunmak amacıyla cinsiyetin öngörülmesi için olası bir araç

olarak analiz etmek ve iskeletsel Angle sınıflandırmasına göre ölçümler arasında fark var mı

değerlendirmektir.

Yaşları 15 ile 38 arasında değişen toplam 45 bireyin (22 Kadın, 23 Erkek) konik ışınlı bilgisayarlı

tomografi görüntüleri retrospektif olarak incelendi. Üç boyutlu görüntülerde mandibular

koronoid çıkıntının yüksekliği ve sigmoid çentik açısı ölçümleri yapıldı. Ölçümlerin ortalama

değerleri, standart sapmaları hesaplandı. Angle iskeletsel sınıflandırmasına (Sınıf 1,2 ve 3) ve

cinsiyete göre mandibular koronoid çıkıntı yüksekliği ve sigmoid çentik açısı değerlendirildi. Sağ

ve sol ölçümleri arasındaki uyum, sınıf içi korelasyon katsayıları kullanılarak analiz edildi.

Çalışmaya katılan bireylerin yaş ortalaması 26.3 idi. Erkeklerde sigmoid çentik açısının

ortalaması 93.81 (± 8.89) iken kadınlarda bu açı 95.76 (± 9.2) olarak hesaplandı. Mandibular

koronoid çıkıntının yüksekliği ise kadınlarda ortalama 11.46 (± 2.7) mm iken erkeklerde 12.74

(±3.3) mm olarak ölçüldü. Angle Sınıf 3’de koronoid yükseklik ölçümleri, Sınıf 1 ve 2’ye göre

daha büyük değerler elde edilirken, sigmoid çentik açısı belirgin olarak daha küçük gözlendi. Sağ

ve sol ölçümler arasındaki farkı değerlendirmede sınıf içi korelasyon katsayı sigmoid çentik açısı

için 0.58, koronoid çıkıntı yüksekliği ölçümleri için 0.79 olarak bulundu. Erkeklerde mandibular

koronoid çıkıntının yükseklik ölçümleri kadınlara göre daha büyükdeğerler göstermiştir Konik

ışınlı bilgisayarlı tomografi görüntüleri, mandibulanın ölçümleri ile ilgili değerli bilgiler

sağlayabilir ve antropoloji ve adli tıptaki araştırmalar için güvenilir bir yöntem olabilir.

Page 62: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Prehistorik ikiztepe Topluluğunun Sütten Kesme Sürecinin Sabit İzotop

Analizleriyle Yeniden Değerlendirilmesi

Kameray Özdemir, Yılmaz Selim Erdal, Yu Itahashi, Banjamin Irvine

Hacettepe Üniversitesi

İnsan büyüme ve gelişiminin önemli bir parçası olan sütten kesme, katı gıdaların diyete

girmesinin ardından emzirmenin sona ermesi olarak tanımlanır. Sütten kesme süreci, genellikle

bütünsel şekilde incelenen bir konudur. Arkeolojik topluluklarda bebek beslenmesi ve sütten

kesme örüntüleri ile ilgili önceki araştırmalar stres göstergelerinin değerlendirildiği geleneksel

osteolojik teknikleri kullanmıştır. Bunula beraber, arkeolojik toplumlarda, sütten kesme süreci,

kararlı izotop ve eser element analizleri gibi biyomoleküler metotlar kullanılarak da

incelenebilir. Bu çalışma, prehistorik İkiztepe topluluğu üzerinde daha önceden kemiğin

inorganik kısmının element (kalsiyum ve stronsiyum) birikimi analiz edilerek gerçekleştirilmiş

olan sütten kesme sürecinin belirlenmesi çalışmasının ortaya çıkardığı sonuçlarının, kemiğin

organik kısmından elde edilen karbon ve azotun sabit izotop oranlarının analiz sonuçlarıyla

karşılaştırılmasını ve yeniden değerlendirilmesini amaçlamaktadır.

30 yetişkin yaş altı bireyin femurundan alınan parçanın kullanıldığı element analizleri kütle

spektromere tekniği (ICP-MS) kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Sonrasında, otuz birey arasından

seçilen 15 bireyin kaburga kemikleri üzerinde karbon (C) ve azotun (N) sabit izotop oranlarının

belirlenmesi çalışmasında yürütülmüştür. Analizler izotop oranı kütle spektrometresi (IR-MS)

tekniği kullanılarak yapılmıştır.

Bebek ve çocukların δ 13 C değerleri ‰ -19,7 -‰ -18,5 arasında değişirken δ 15 N değerleri ‰

10,8 ile ‰ 12,4 arasında dağılmaktadır. Yapılan çalışma İkiztepe Topluluğunda sütten kesme

sürecinin 1-2 yaş arasında başladığını ve 2-3 yaş arasında sonuçlandığını ortaya çıkarmıştır.

Azot izotop oranlarının ortaya çıkardığı sütten kesme süreciyle ilgi örüntü element analizi

sonuçlarıyla örtüşmüştür. Elde edilen bir diğer sonuç 1 yaş altı bebeklerin beslenmesinin

nerdeyse bütünüyle anne sütüne dayandığıdır. Bununla beraber, WARN hesaplama sonuçları,

bebeklerde kemiğin yeniden yapılanma hızının, sütten kesme yaşını hesaplarken bir “gecikme”

oluşturabileceğini bize düşündürtmüştür. Dolayısıyla, sadece incelenen bu toplulukta değil, tüm

tarih öncesi topluluklarda sütten kesmenin başlama yaşının yeniden gözden geçirilmesi

gerekliliği ortaya çıkmıştır. Gömü sonrası değişimlerin elementlerin biyojenik birikimini

değiştirdiği yönündeki eleştirilere rağmen, iyi korunmuş iskelet serileri üzerinde yürütülecek

element analizi çalışmalarının güvenirliğini hala daha koruduğunu söylemekte mümkündür.

Page 63: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

An Integrative Approach to Examining Staple Finance in the Early Bronze Age of

Anatolia Adjacent Regions

Benjamine Irvine

British Institute at Ankara

This talk will focus on a developing hypothesis with which to assess staple finance (i.e. arable

agriculture and animal husbandry) in the late 4 th - early 2 nd millennia BC of the Greater Near

East. This was initially defined as a ‘subsistence package’ for the Early Bronze Age (EBA) of

Anatolia and adjacent regions. The goal is to provide information on staple finance economical

models during this dynamic period of human history in this pivotal region of the Near East.

Utilising a holistic approach to drawtogether multi-faceted approaches and sources of

information in an integrative manner to provide a larger scale overview of dietary habits and

subsistence practices.

Stable isotope analysis (δ 13 C, δ 15 N, and δ 34 S) of animals and humans from four Anatolian

ca. EBA populations (İkiztepe, Titriş Höyük, Bademağacı, and Bakla Tepe). This primary isotope

data has been evaluated in conjunction with previously published data including isotopic,

archaeobotanical, and archaeozoological data from the Early-Middle Bronze Age of the Greater

Near East.

The results from the stable isotope research, in conjunction with other published isotope data,

indicated that there was, what could be defined as, an ‘EBA isotope signal’ for these sites in

comparison to earlier and later populations. The conclusions of the research suggests that there

was a narrowing in the range of isotopic values, likely resulting from an increased specialisation

and intensification in arable agriculture from a diverse range in the Late Neolithic and

Chalcolithic to a monotonous and specialised range of cultivated domestic plants in the EBA.

Furthermore, livestock management also became a specialised and intensive endeavour.

Page 64: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Anadolu’nun İlk Sakinlerinde Gündelik Aktivite ve Hareketlilik

Demet Delibaş, Yılmaz Selim Erdal

Hacettepe Üniversitesi

Kemikler dışarıdan gelen fiziksel baskıyı, belli sınırlar içerisine karşılayabilecek şekilde

yapılarını değiştirme esnekliğine sahiptir. Bu değişim göstergelerinden birisi de kütlesi artan

kasların tutunduğu bölgenin yüzey alanını arttırmak için bu alanlarda meydana gelen kemiğin

yeniden yapılanmasıdır. İskelet kalıntılarında yeniden yapılanmanın gelişim derecelerinin

makroskobik olarak incelenmesiyle geçmiş toplumların üzerindeki fiziksel yük ve harekete özel

kasların tutunma bölgelerindeki gelişmişlik derecesine ve şekline bağlı olarak hareket modelleri

tahmin edilmektedir. Yerleşik hayata yeni geçmiş olan ve avcı toplayıcı yaşam biçimine sahip ilk

köylerin sakinlerinin üzerindeki gündelik yaşamın gerekliliği olan fiziksel baskının ne kadar

olduğu ve bu fiziksel baskının insan vücudunu nasıl etkilemiş olduğu bilinmemektedir. Bu

çalışmanın amacı, yerleşik hayata geçmiş avcı-toplayıcı-balıkçı toplumların gündelik

hayatlarındaki fiziksel baskı ve hareket modelleri üzerinden yaşam biçimlerinin nasıl olduğunu

belirlemektir.

Bu çalışma için Diyarbakır ilinin Bismil ilçesinde bulunan Akeramik Neolitik Dönem yerleşimi

olan Körtik Tepe’nin en erken yerleşim tabakasından başlayarak açığa çıkarılmış olan insan

iskelet kalıntılarından bir kısmı Hawkey ve Merbs’in geliştirdikleri teknikle incelenmiştir. Üst

üyelerde ikisi ligament, 20’si kas tutunma alanı olmak üzere 22 tutunma alanı, alt üyelerde ise

20 kas tutunma alanı incelenmiştir.

Genel olarak toplumsal düzeyde kas/ligament tutunma izlerinin gelişim dereceleri oldukça

zayıftır. Bununla birlikte az sayıdaki bireyde kas/ligament tutunma alanlarının diğerlerine

oranla daha gelişkin olduğu görülmektedir. Cinsiyetler karşılaştırıldığında ise kadınlar ve

erkekler arasındaki gelişim farkı omuz ve üst kolda, alt kol ve alt üyelere oranla erkekler lehine

daha belirgindir. Aynı zamanda kasların önemli bir kısmında hafifçe de olsa erkeklerde daha

yüksek gelişim gözlenmiştir. Körtik Tepe insanlarının günlük yaşamlarında yoğun fiziksel

baskıya maruz kalmadığı belirlenmiştir. Kas tutunma alanları gelişimi, kaynaklara ulaşmaları

kolay olan verimli bir alanda yaşayan avcı-toplayıcı-balıkçı yaşam tarzına uygun bir biçimde

şekillenmiştir.

Page 65: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

25 Ekim 2019

PALEOPATOLOJİ Başkan: Derya Silibolatlaz Baykara

Aşıklı Höyük İnsanlarında Yaralanmalar ve Olası Nedenleri

Ömür Dilek Erdal

Hacettepe Üniversitesi

Eski insan topluluklarının içinde bulundukları ekolojik ortama adaptasyonları ve yaşam biçimi

hakkında ip uçlarının elde edilmesinde ele alınan konulardan birini de travmalar

oluşturmaktadır. Dışarıdan gelen darbeler sonucunda kemiğin bütünlüğünü kaybetmesi olarak

tanımlanan travmalar, gündelik aktiviteler sırasında çarpma, vurma, düşme gibi nedenlerden

kaynaklanabileceği gibi grup içi ya da dışı kavgadan/şiddetten de kaynaklanabilmektedir.

Neolitik Dönem’de, insanların görece barışçıl bir topluluk olduğu belirtilse de, farklı

yerleşimlerden iskelet kalıntılarında tespit edilen lezyonlar topluluk içerisinde ya da gruplar

arasında şiddetin olabileceğini işaret etmektedir. Bronz Çağı’nda birçok arkeolojik merkezde

savaş izleri mevcut olmakla birlikte, Anadolu’da şiddetin ne zaman başladığı önemli bir sorun

oluşturmaktadır. Neolitik Dönem iskeletlerinde şiddete ilişkin bulgulardan bahsedilmekle

birlikte, verilerin oldukça sınırlı olması travmaların yorumlanmasında diğer bir sorunu

oluşturmaktadır. Bu çalışma Aşıklı Höyük Neolitik insanlarında tespit edilen kafatası ve gövde

yaralanmalarının olası nedenleri hakkında ip uçları elde edebilmek için yapılmıştır.

Aşıklı Höyük’ten 1989-2017 yılları arasında gün ışığına çıkarılan toplam 93 birey bu

araştırmanın materyalini oluşturmaktadır. Travmalar makraskobik ve radyolojik analizlerle

incelenmiştir. Kemiğin kendini yenileme sürecinin olup olmamasından hareketle,

yaralanmaların perimortem olup olmadığı tanımlanmaya çalışılmıştır. Kafatası travmaları,

depresyon biçimli ve kesici, delici, küt silah yaralanmaları olmak üzere sınıflandırılarak ele

alınmıştır. Gövde yaralanmalarında ise, kemiğin morfolojik değişimi göz önünde

bulundurulmuştur.

Erişkin ve çocukları içeren 59 birey kafa travması açısından incelenmiş ve bunların % 18,6’sında

yaralanma tespit edilmiştir. Gruplar arasındaki farklılık istatistiksel açıdan anlamlı

bulunmamıştır. 71 birey ise gövde yaralanması açısından incelenmiş ve %19,7’sinde travma

gözlemlenmiştir. Gövde yaralanmaları açısından ise gruplar arasındaki farklılık anlamlı

bulunmuştur. Bu farklılıkta çocuklarda yaralanmanın olmamasının etkili olduğu belirlenmiştir.

Elde edilen verilerden hareketle, Aşıklı insanlarının yaralanmalarının vurma, çarpma ve düşme

gibi günlük aktivitelerden kaynaklandığı ifade edilebilir. Ancak, iki bireyin vücut kemiklerine

saplanmış olarak tespit edilen ok ucunun varlığı, yaralanmaların tek nedeninin günlük aktivite

olamayacağını işaret etmektedir. Gruplar arasında bir savaştan bahsetmek mümkün olmamakla

birlikte, Aşıklı’da bireyler arasında şiddetin olduğu söylenebilir.

Page 66: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Dereköy ve Attepe (Geç Doğu Doma) İnsanlarının Paleoantropolojik Analizi

Serkan Şahin

Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi

Bu çalışmada, Kureyşler Barajı Kurtarma Kazıları’ndan çıkarılan Geç Doğu Roma Dönemi Attepe

ve Dereköy iskeletlerinin paleodemografik yapısı ve paleopatolojik olguları incelenmiştir.

Çalışmanın amacı Dereköy ve Attepe toplumlarının patolojik olarak incelenmesi ve elde edilen

verilerin diğer Anadolu toplumlarıyla karşılaştırılması sonucunda toplumun sağlık yapısının

belirlenmesidir.

Kureyşler Barajı Kurtarma Kazıları esnasında ortaya çıkarılan Dereköy Nekropolü’nde bulunan

29 mezardan çıkarılan 32 birey ve Attepe yerleşim yerinde bulunan 46 mezardan elde edilen 53

birey bu çalışmanın materyalini oluşturmaktadır. İskeletlerinin cinsiyet tahmini yapılırken Bass,

White, Brothwell, İşcan ve Steyn kriterleri göz önüne alınmıştır. Yaş tahminin de ise bebek ve

çocuklarda diş sürmesi için Ubelaker, genç erişkinlerde epifizyal yaşlandırma için Brothwell,

erişkinlerde symphysis pubisten yaşlandırma için Todd ve auricular yüzeyde yaşa bağlı

değişimleri için Lovejoy, claviculanın gövde ortası kesiti için Kaur ve Jit, costae’nin sternal

uçlarındaki değişim için İşcan ve Steyn, humerus ve femur’un proksimal kesitlerinden yaş

tahmini için Szilvassy ve Kritscher, dental aşınma kullanılarak yapılan yaş tahmini için Brothwell

ve kompleks yaşlandırma için Workshop of European Anthropologist’de yer alan kriterler

kullanılmıştır. Paleopatolojik lezyonlar belirlenirken Aufderheide ve Rodriguez-Martin, Mann ve

Hunt, Ortner, Buikstra ve Ubelaker, Brickley ve Ives, Lovell, Brothwell ve Roberts ve

Manchester’da belirtilen tanımlamalardan yararlanılmıştır.

Her iki toplumdaki erişkin bireylerin yoğun günlük aktiviteleri arasında kol ve bacak gücüne

dayalı, yüksek çaba gerektiren ağır yük kaldırma ve taşıma faaliyetlerine ait izler

gözlemlenmiştir. Bu bağlamda karşılaşılan travma izleri de muhtemelen günlük aktiviteye ait bir

durum olmalıdır. Her iki toplumda da demir eksikliği nedeniyle oluşan anemiye diğer

toplumlara göre daha az rastlanmış ve diğer toplumlara göre daha iyi durumda oldukları

görülmüştür. Bulgular her iki toplumun da hayvansal gıdalar içeren bir diyetlerinin olduğunu ve

beslenme yapılarının göreceli olarak iyi olduğunu göstermektedir. Paleodemografik verilerdeki

bebek-çocuk ölüm oranları ise hızlı seyreden enfeksiyonel hastalıkları akla getirmektedir. D

vitamini eksikliğine bağlı lezyonların görece az olması bireylerin güneş ışığından yeteri kadar

faydalandığını ve beslenme düzeylerinin yeterli seviyede bulunduğunu düşündürmektedir.

Bütün bu bulgular Dereköy ve Attepe toplumlarının kısmen tarıma kısmen hayvancılığa

dayalıbir sosyo-ekonomik yapıya sahip olduğu, beslenme açısından göreceli olarak iyi durumda

bulunduğu ve diğer Anadolu toplumlarıyla karşılaştırıldığında nispeten daha hijyenik yaşam

koşullarına sahip muhtemel köy toplulukları olduklarını işaret etmektedir.

Page 67: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Malatya Ortaçağ Topluluklarının Antropolojik Analizi

Merve Göker, Ömür Dilek Erdal

Hacettepe Üniversitesi

Malatya, Verimli Hilal bölgesinde bulunması ve Fırat Nehri’ne yakın konumu itibariyle eski

dönemlerden bu yana stratejik öneme sahip olmuştur. Arslantepe ve diğer prehistorik

höyüklerde yapılan arkeolojik kazılarla gerek bölgenin gerekse Anadolu’nun erken dönemlerine

ışık tutulurken; insan iskelet kalıntılarıyla toplulukların yaşam biçimleri hakkında ipuçları elde

edilmiştir. Arkeolojik ve antropolojik çalışmalar, bölgenin prehistorik dönemleri hakkında

birçok veri sağlamasına karşın, Ortaçağ verilerinin oldukça sınırlı olması önemli bir sorun olarak

karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle, Malatya bölgesinin Anadolu Ortaçağ toplulukları içerisindeki

yeri hakkında ipuçları elde edilmesi oldukça önemlidir. Çalışma, Malatya’da bulunan Cafer

Höyük ve Değirmentepe Ortaçağ insanlarının demografik ve sağlık yapıları ile gömü

uygulamaları hakkında ipuçları elde ederek, bölge insanının yaşam biçimi ve Anadolu

toplulukları arasındaki yerini belirleyebilmek amacıyla yapılmıştır.

Araştırmanın materyalini Cafer Höyük’ten 54; Değirmentepe’den 73 olmak üzere toplam 127

birey oluşturmaktadır. Demografik yapının nasıl şekillendiğini anlayabilmek için toplulukların

sağlık yapıları da ele alınmış ve insan iskelet kalıntıları makroskopik yöntemler kullanılarak

analiz edilmiştir. Ulaşılan demografik veriler, kazı raporlarında yer verilen bilgilerle

sentezlenerek toplulukların gömü uygulamaları hakkında da ipucu elde ediliştir.

Her iki toplulukta da yüksek oranda bebek ölümlerine rastlanmıştır. Bu oranlar doğumu takip

eden ilk ay içerisinde Cafer Höyük’te % 42,9 iken, Değirmentepe’de % 50’ye dek varmaktadır.

Sağlık yapıları açısından topluluklarda osteoartrit ve osteoporoz ön plana çıkmaktadır ve yaşlı

bireylerde sıklıklarının arttığı gözlemlenmiştir. Gömü uygulamaları açısından ise Cafer Höyük

topluluğunda mezar hediyelerinin çokluğu dikkat çekmiştir. Cafer Höyük ve Değirmentepe

topluluklarının demografi, sağlık yapıları açısından benzerlik gösterdiği, dolayısıyla Ortaçağ’da

bölgede kültürel yapı ve yaşam biçimi açısından sürekliliğin olduğu söylenebilir. Her iki

toplulukta yüksek oranda seyreden bebek ölümleri sütten kesme ve enfeksiyonlar gibi çevresel

koşullarla ilişkilendirilmiştir. Anadolu Ortaçağ topluluklarının gömü hediyelerine bakıldığında

oldukça az ya da olmadığı görülmektedir. Ancak, mezar hediyelerinin çokluğu ve zenginliği

açısından Cafer Höyük diğer Anadolu topluluklarından farklılık göstermektedir. Söz konusu bu

kültürel farklılıkta, yerleşimin ticaret yolu üzerinde olmasının etkili olduğu düşünülmektedir.

Page 68: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

Kyme’den Bir Tüberküloz Örneği

Simge Dinçarslan, İsmail Dinçarslan, Yılmaz Selim Erdal

Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi

Aliağa ağır sanayi bölgesindeki bazı şirketlerin arazilerinde yapılan kazılarda, bu alanın M.Ö. 11.

yüzyılın ortalarında, bugün Nemrut olarak adlandırılan körfezin kıyısında kurulmuş ve 12 Aiol

kentinin en büyüğü olan Kyme’nin güney nekropolü olduğu anlaşılmıştır. İzmir Demir Çelik ve

Batılimanı arazilerinde yapılan kazılarda yaklaşık 800 mezar açığa çıkarılmıştır. Bu mezarlardan

ele geçen iskeletler incelenmiş, bebek ve çocuk sayısının eski toplumlar için beklenenden az

olduğu, kadın erkek sayısının birbirine yakın olduğu ve bireylerin ortalama yaşam sürelerinin

dönem ortalamalarının altında olduğu belirlenmiştir. Bol ve kıymetli mezar hediyelerine ve çok

çeşitli mezar tiplerine rastlanan nekropolde Hellenistik döneme ait bir kiremit mezardan demir

strigilis ve diadem parçaları ile birlikte açığa çıkarılan İDÇ M396 numaralı birey paleopatolojik

açıdan incelenmiştir. Genel gözlemde bireye ait kemiklerde rastlanan izlerin tüberküloz olma

ihtimali araştırılmıştır.

Bireye ait tama yakın kafatası, bazı uzun kemikler, bazı parmak kemikleri, pelvis parçaları,

omurlar ve kaburgaların bir kısmı bulunmaktadır. Makroskobik incelemelerde bahsi geçen

iskelet elemanlarının temsil ettiği kısımların çoğunda enfeksiyon izine rastlanmıştır.

Bireyin uzun kemiklerinde subperiostal oluşumlar, omurlarında osteoporoz ve litik lezyonlar

görülmektedir. Bireyde çoğunlukla toraks içi hastalıklara bağlı olarak ortaya çıkan ve el ve ayak

parmaklarında çomaklaşma, uzun kemiklerde yeni kemik oluşumu ve eklem iltihabı ile

karakterize bir sendrom olan Hypertrophic osteoarthropathy de gözlemlenmiştir. Ayrıca

endocranialde saggital sütur boyunca parietallerde yoğun, frontal ve oksipitalde seyrek olmak

üzere devam eden “yılan biçimli dallar”a benzer bir lezyona rastlanmıştır. Çalışmacılar, “serpens

endocrania symmetrica” (SES) adını vermeyi tercih ettikleri bu lezyonun, endocranial

alanlardaki farklı renklenme, kemiğin renginin solması, doku değişimi ve labirent benzeri

yapıyla karakterize olduğunu belirtmişlerdir. Bu lezyonun da özellikle toraks içi enfeksiyonları

işaret ettiği söylenmektedir. İDÇ M396 numaralı bireyin iskeletinde tüberküloz izlerine

rastlanmış, bu lezyonlar ve ilişkilendirildikleri hastalıklar da göz önüne alınarak iskeletin bir

tüberküloz örneği olabileceği önerilmektedir.

Page 69: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

19. Yüzyıl Van Kalesi Höyüğü’nden Çıkarılan Bebek ve Çocuk Kemiklerinin Harris

Çizgilerinin Belirlenmesi

Yasemin Bakıray

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi

Konu, Van Kalesi Höyüğü’den elde edilen Orta Çağ ve Yakın Çağ Dönemi’ne ait bebek ve çocuk

kemiklerinde Harris çizgilerinin belirlenmesidir. Ülkemizde Harris çizgileri üzerinde çalışma

yapan araştırmacılar ve yayınlar sınırlıdır. Bu çalışmalar Paleoantropoloji’nin bir disiplini olan

paleopatoloji açısından önemlidir. Orta Çağ ve Yakın Çağ Dönemi’ne ait olduğu düşünülen Van

Kalesi Höyüğü’nden ele geçen bebek ve çocuk kemikleri üzerinde gözlenen Harris çizgileri tespit

edilerek o dönemde bu alanda yaşamış olan bebek ve çocukların maruz kaldıkları stresi ve

büyümelerindeki gelişim bozukluklarının ve farklılıkların açığa çıkarılacaktır. Ayrıca, Harris

çizgilerine ilişkin yapılan çalışmalar ile dönemsel olarak karşılaştırılacaktır. Böylece, farklı

toplumlarda gözlenen bebek ve çocukların büyüme ve gelişmelerinde ne tür farklılıklar olduğu;

aynı veya farklı strese dayılı olup olmadığı ortaya çıkarılacaktır.

Tez materyalini Van Kalesi Höyüğü’den elde edilen Orta Çağ ve Yakın Çağ Dönemi’ne ait bebek

ve çocuk kemikleri oluşturmaktadır. Van Kalesi Höyüğü’nden 106 adet bebek ve çocuk

iskeletinden sağlam durumda olanlardan 40 tanesi değerlendirmeye alınmıştır. Bireylerin yaş

belirlemeleri uzun kemiklerden ölçümler alınarak ve dişlere bakılarak hesaplanmıştır. 14 yaş

üstü bireyler bu çalışmada değerlendirmeye alınmamıştır. Harris çizgisi belirlemede klasik

yöntem olan röntgen çekimlerine ek olarak CT çekimleri yapılmıştır.

Röntgen ve CT görüntülerinden elde edilen verilere göre 40 bireyden 24 tanesinde Harris

çizgilerine rastlanmıştır. En fazla Harris çizgisi VK15950 numaralı bireyde gözlenmiştir (8 adet

peoksimal; 5 adet distal). Van Kalesi Höyüğü Eski Van Şehri’nden çıkarılan ve Ortaçağ ve Yakın

Çağ’a tarihlendirilen bebek ve çocuk iskeletlerinde çok sayıda Harris çizgisine rastlanmıştır.

Bunun nedeni, o dönemde yaşanan savaşın beraberinde getirdiği olumsuzlukların tamamının

gelişim çağındaki bebek ve çocuklara yansıyan etkileridir. Harris çizgisi belirlemede klasik

yöntem olan röntgen çekimi dışında daha net sonuçlar bulmak adına bu çalışmada CT de

denenmiştir. Ancak yapılan denemelerde CT ile net sonuçlar elde edilememiştir.

Page 70: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

VII. Biyolojik Antropoloji Sempozyumu 23 - 25 Ekim 2019 - Ankara

Farabi Fuayesi 24 Ekim

2019 POSTER BİLDİRİLER

Başkan: Seda Karaöz Arıhan

1

Alaybeyi Höyük Sığır – Toplum İlişkisi

Abu Bakar Siddiq, Çağdaş Erdem

Mardin Artuklu Üniversitesi

Erzurum Alaybeyi Höyük toplumları üzerinde, yerleşimde yer alan sığırların somut ve soyut

etkilerinin taranması çalışmanın konusunu oluşurmaktadır. Çalışmanın amacı ise Alaybeyi

Höyük kurtarma kazılarından elde edilen zooarkeolojik kalıntılar ışığında, Alaybeyi insanları ile

yerleşmede yer alan sığırlar arasında kurulan somut ve soyut bağlantıları inceleyerek Alaybeyi

kültürü içinde oluşan sığır-insan etkileşimini anlamaya çalışmaktır.

Faunanın ilk zooarkeolojik analizi, 2016-2017 yıllarında Alaybeyi Höyük kurtarma kazı

çalışmasından gün ışığına çıkarılmış zooarkeolojik kalıntılardan yapılmıştır. Toplamda 4591

kemik ve kemik parçası kaydedilmiş ve bunların 2569'u cins veya tür düzeyinde tanımlanmıştır.

Zooarkeolojik analizi için nicel araştırma yöntemleri uygulanmış, Alaybeyi Höyük’teki sığır-insan

ilişkilerinin olası yönlerini anlamak için de nitel bir yaklaşım izlenmiştir.

Toplam 976 örnek (NISP % 37.95’si) sığır kalıntıları (Bos taurus) olarak belirlenmiştir.

Bunlardan Mandibula, tespit edilen toplam sığır kemikleri arasında en yüksek oranı (% 12,71)

içermektedir. Pelvis ise, % 10,56 oranında mandibula kemiklerini takip etmektedir. Ayrıca çok

fazla miktarda kafatası kemiği ve uzun kemikler mevcuttur. Humerus, radius, femur ve tibia

kemikleri sırasıyla % 9.73, % 7.79, % 4.71 ve % 5.43 olarak tanımlanmıştır. Öte yandan, phalanx

I, II ve III'ün yanı sıra metapodial kemikleri de önemli miktarda göze çarpmaktadır. Bu

istatistiksel verilere ek olarak sığır kalıntıları üzerinde özellikle metal satır kesim izleri ile

birlikte aşırı yük taşımanın sonucu meydana gelen patolojik izlere de rastlanmaktadır. Ayrıca

sığır kalıntılarının içeresinde çok sayıda parçalı vertebrae ve costae kemiklerinin olduğu tespit

edilmiştir. Hayvan kalıntıları arasında yüksek orandaki sığır kalıntısı, Alaybeyi toplumlarının

geçimlerinin, küçükbaş hayvanlarının aksine sığır pastoralizmine bağlı olduğuna işaret

etmektedir. Patolojik izler, muhtemelen tarım, taşıma ve ulaşım faaliyetlerinde sığırların tercih

edildiğini anlatmaktadır. Kalıntıların arasında önemli miktarda hemen hemen her çeşit kemiğin

yer alması, yerleşme alanı içerisinde ya da çok yakın alanlarda sığırlar üzerine kasaplık

işlemlerini göstermektedir. Aynı zamanda izlenen kesim işlemleri, uzmanlaşmış kasaplık

uygulamalarının varlığını ortaya koymaktadır. Buna ek olarak çok parçalı kemik kalıntıları,

Alaybeyi halkı tarafından kemik iliği tüketimine işaret etmektedir.

Page 71: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

2 Anadolu Miyosen Dönem Bovidlerinin Paleobiyocoğrafyası ve

Paleoekolojisi

Ali Taş

Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi

Anadolu Miyosen dönem bovid ailesinin paleobiyocoğrafyası ve paleoekolojisi herhangi bilimsel

bir analiz ya da metot ile detaylı bir biçimde bugüne kadar yeterli düzeyde sınanmamıştır. Bu

çalışmanın temel amacı Anadolu Miyosen dönem lokalitelerine ait bovid ailesine ait cins ve tür

bilgilerinin analiz edilmesidir. Ayrıca bu çalışmanın Anadolu’nun biyostrtigrafik, paleocoğrafik,

paleoekolojik ve paleoklimatolojik problemlerinin çözülmesine katkılar sağlayacağı

düşünülmektedir.

Anadolu’da 22 lokaliteden 53 adet, İran’da 2 lokaliteden 19 adet ve Yunanistan’da ise 30

lokaliteden 52 adet bovid cins ve türü analiz edilmiştir.

Anadolu-İran-Yunanistan provinsindeki lokalitelerden elde edilen verilere göre 8 farklı bovid

cins ve türünün ortak olduğu görülmüştür. Yoğun Avrasya bovid fosil kayıtları, evrimsel

değişimin nedenlerini ele almak için uygun bir deneysel çerçeve sunmaktadır. Potansiyel olarak

bovidlerle ilgili zamansal veya mekânsal detaylar gerçek evrimsel değişimin bir kaydını

tutmaktadır, ancak sadece istatistiksel durumlar evrimsel açıklamaları daraltabilmektedir. Bu

bağlamda bovid paleo-biyolojisini paleo-iklimsel modellemelerin sonuçlarıyla birbirine

bağlamak daha iyi sonuçlara ulaşmada etkili olmaktadır. Bovidlerin yaşam süresi boyunca uzun

göç mesafelerini kat edebilmesi bovidlerin evrilmesi ve aynı zamanda da göç faktörlerinin eş

zamanlı olabilmesine olanak sağlamıştır. Anadolu, bulunduğu coğrafik konumu nedeniyle

memeli göçlerinde önemli bir rol oynamıştır. Bu memeliler içinde özellikle primat takımıyla aynı

paleoebiyocoğrafyayı paylaşan bovidlerin morfolojik özellikleri paleoekolojiyi anlamada önemli

ipuçları vermiştir.

Page 72: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

3 Ankara İlinde Yaşayan 6-17 Yaş Okul Çocuklarında Boy Uzunluğu, Ön Kol

ve Alt Bacak Uzunlukları İle Oranlarının Değerlendirilmesi

Ayşegül Özdemir, Başak Koca Özer

Ankara Üniversitesi

Erken çocukluk döneminden adölesan dönemin sonuna kadar erkek ve kız çocuklarda büyüme

farklı tempolarla devam etmekte ve bu süreçte alt ve üst ekstremite segment boyut ve

oranlarında değişiklikler meydana gelmektedir. Allometrik büyüme çalışmalarının konusunu

oluşturan bu alan büyüme ve gelişmenin değerlendirilmesi açısından önem taşımakla birlikte,

ülkemizde bu çalışmaların azlığı dikkat çekmektedir. Çalışmamızın amacını okul çocuklarında

boy uzunluğu, alt segment büyüme durumlarını değerlendirmek ve geçmişten günümüze

ülkemizde yapılan çalışmalar ile karşılaştırarak çocuklardaki alt segment büyüme trendini

ortaya koymak oluşturmaktadır.

Çalışmamız Ankara ilinde yaşayan 6-17 yaş arası 1,484 (761 erkek ve 723 kız) birey üzerine

gerçekleştirilmiş kesitsel modelde bir çalışmadır. Çalışma kapsamında bireylerden boy

uzunluğu, ön kol ve alt bacak uzunluk ölçümleri standart protokollere uygun olarak ölçülmüş ve

tibioradial endis hesaplanmıştır.

Boy uzunluğu, ön kol uzunluğu ve alt bacak uzunluk değerleri 9-11 yaşlar arasında erkek ve kız

çocuklarda yakın değerler gösterirken, 11 yaştan sonra erkek çocuklarda ortalama değerlerin

daha yüksek olduğu görülmektedir. 15 yaştan itibaren boy uzunluğu, önkol ve alt bacak

uzunluğu değerlerinin cinsiyetler arasında anlamlı farklılık gösterdiği görülmüştür (p&lt;0.001).

Ön kol uzunluğu ve alt bacak uzunluğu değerlerinin boy uzunluğu ile pozitif korelasyona

sahiptir. Tibioradial endis yalnızca 12 yaşta cinsiyetler arasında istatistiksel olarak anlamlıdır

(p&lt;0.05). Çalışmamız sonucunda boy uzunluğu, önkol ve alt bacak uzunluklarında özellikle 15

yaştan sonra seksüel dimorfizmin belirgindir. Tibioradial endis değerlerinde 12-14 yaş arasında

kız çocuklarında büyüme atılımına bağlı olarak oranların erkek çocuklarından daha yüksek

olduğu belirlenmiştir. Sonuçlar, geçmiş yıllardaki araştırma sonuçlarıyla karşılaştırıldığında,

antropometrik değerlerde artış ve oranlarda da farklılaşma olduğu saptanmıştır.

Page 73: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

4 Barajlar Sonrası Yeni Yerleşim Yerlerinde Sosyokültürel Sorunlar: Ilısu

Köyü Örneği

Ayşenur Öz, Ergül Kodaş

Mardin Artuklu Üniversitesi

Bu çalışma barajlar sonrası göç eden insanların yaşamlarında meydana gelen sosyal- kültürel

değişimlerin incelenmesi amacıyla Ilısu Barajı inşaatı sırasında yer değiştiren Ilısu Köyü üzerine

yapılmıştır. Bu bağlamda Eski ve yeni yaşam alanının söz konusu köy halkının yaşam modelleri

üzerinde göstermiş olabileceği ekonomik ve sosyo-kültürel değişimlerin incelenmesi

amaçlanmıştır. Bu çalışma Ilısu köylülerinin eksi geleneksel yaşam modeline ait olan evlerin,

ortak yaşam alanlarının, tarımsal ve hayvansal üretim faaliyetlerinin yeni köy yerleşkesi ile

beraber ortaya çıkan yeni yaşam modelleri ile birlikte ortaya çıkan farkların tespitini ve

nedenlerinin belgelenmesini amaçlamaktadır. Özellikle baraj inşaatı ile beraber eski Ilısu

Köyü’nden, yeni Ilısu Köyü’ne göç eden köylülerin yaşamlarındaki sosyal ve kültürel yönde nasıl

bir değişime uğradığını gözlemlenmesi amaçlanmıştır.

Mardin ili Dargeçit ilçesi sınırlarında bulunan Ilısu Köyü çevresinde yapılan Boncuklu Tarla

kazıları sırasında terk edilen eski Ilısu Köyü ve DSİ tarafından inşa edilen yeni Ilısu Köyü

yerleşke alanlarını karşılaştırılmış ve bu bağlamda her iki köyde de yaşamış olan bireylere yeni

ve eski yaşam alanları arasındaki sosyo-kültürel ve ekonomik değişimler hakkında sorular

sorulmuştur. Bu bağlamda 2017 yılında yaklaşık 6 aylık bir süre boyunca köylülerle görüşülmüş

ve alan çalışması yapılmıştır. Hatta Boncuklu Tarla kazılarında çalışan Ilısu Köyü mensupları

yaklaşık 3 ay boyunca her gün düzenli olarak, ilk etapta çalışma ile ilgili bilgi vermeden,

gözlemlenmiş ve onlarla yeni ve eski yaşam alanları arasındaki farklar üzerine konuşmalar

yapılmıştır (Ayşenur Öz tarafından).

Baraj inşaatı ile birlikte Ilısu Köyü halkının ekonomik bağlamda ortaya çıkan köklü değişimleri

ve yeni köyün inşasıyla birlikte ortaya çıkan yaşam alanları köylülerin kendi arasındaki sosyal

ilişkileri köklü bir şekilde etkilediği gözlemlenmiştir. Özellikle köylülere yeni yapılan evlerin

tamamı aynı plan üzerinden inşa edilmiştir ve evlerin tamamı arasında büyük bahçe duvarları

bulunmaktadır. Köy meydanı veya evler arasında ortak kullanım alanı bulunmamaktadır.

Eskiden ortak kullanılan tandır ve benzeri ortak işlikler artık kullanılmamaktadır. Bu bağlamda

kadınlar kadınların gündelik yaşamlarında sosyal ilişkilerin zayıfladığı ve eski köy

geleneklerinin ve bireysel ilişkilerin zayıfladığı gözlemlenmiştir, ve köyde yaşayan kadınlar da

bu doğrultuda cevaplar vermiştir. Bilhassa geçici mevsimlik iş imkanı sağlayan baraj inşaat

süreci hayvancılığın ve tarımsal üretimin giderek önem kaybetmesine neden olduğu

gözlemlenmektedir. Bu bağlamda köyde yaşayan yetişkin erkek bireyler ve genç erkek bireyler

eskiye oranla rölatif bir zenginlik yaşadıklarını yeni sosyal ilişkiler kurduklarını bildirmektedir.

Bu durum yetişkin kadın bireylerin bildirmiş olduğu duruma ters düşmektedir. Ilısu Barajı ve

Hes projesi kapsamında eski Ilısu Köyü’nden yeni inşa edilen Ilısu Köyü’ne yapılan göç özellikle

ekonomik bağlamda kendisini hissettirmekte, özellikle daha fazla ücret ve bunu getirisi olan yeni

araçlar ve daha az ekonomik sorun olduğu gözlemlenmektedir. Bu bağlamda ekonomik olarak

daha rahat olan erkek bireyler kendilerini daha iyi ve mutlu hissederken eski yaşam alanlarında

mevcut olan ortak alanların ve işliklerin artık olmamasından ve evler arasında keskin duvarların

olmasından dolayı kadınların daha fazla eve kapandığı ve sosyal ilişkilerinin zayıfladığı

gözlemlenmektedir.

Page 74: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

5 Eski Anadolu Toplumlarında Kremasyon Uygulamalarının Günümüz

Tekniklerine Göre Yeniden Değerlendirilmesi

Ceylan Demirhan

Ankara Üniversitesi

Ölüm sonrasında cesedin yakılarak gömülmesi geleneği çok eski zamanlardan beri uygulanmaktadır.

Yakarak ruhun temizlenip, bedenin arındırılması düşüncesi her dönemde kendini göstermiştir.

Dünden bugüne var olan kültürel değişimler ve bilgi birikimi kremasyona da yansımış ve yeni

boyutların kazanılmasına olanak sağlamıştır. Ölü yakıldıktan sonra tamamen küle dönüşmemektedir.

Yakılmış cesetlerin urnelere konulması için urnelerin ağzı genişletilir veya arta kalan kemikler

kesilerek kolaylıkla kaplara konulması sağlanırdı. 1873 yılında Prof. Bruno Brunetti tarafından

geliştirilen kremasyon fırını sonrasında, kremasyon geleneği zamanla krematoryum denilen yerlerde

gerekli işlemlerin ardından kremasyon fırını içerisinde gerçekleştirilip, geriye kalan 2,5-3 kg

ağırlığındaki kemikler mekanik özel öğütücülerden geçirilerek urnelere konulmaya başlanmıştır.

Günümüzde kremasyon işlemi daha teknolojik yöntemlerle gerçekleştirilmektedir. Eski kremasyon

fırınlarının yaklaşık olarak 900-1200 derece en az 70 dakika yakılması işlemi şimdi 300-350

derecede hatta belli bir miktar su yardımıyla daha kısa sürede gerçekleştirilmektedir. Kültürel ve dini

inanç farklılığından dolayı Anadolu’da şu an aktif bir kremasyon merkezi bulunmamaktadır. Anadolu

kremasyon izlerine kazı sonuçları neticesinde ulaşmaktayız. Bu çalışmanın amacını çok eski

dönemlerden beri eski Anadolu toplumlarında çeşitli amaçlarla uygulanan kremasyon geleneğinin

yeni güncel teknikler ışığında yeniden değerlendirilmesi oluşturmaktadır.

Türkiye’de yüz yıldan daha uzun bir zamandır yapılan arkeolojik kazılarda ele geçirilen binlerce

iskelet kalıntısı Neolitikten günümüze eski Anadolu toplumlarının kültürel yapıları ve ölü gömme

gelenekleri hakkında bilgi vermektedir. Kremasyon gömülerin yapıldığı iskelet serileri çalışmamızın

materyalini oluşturmaktadır. Güncel kremasyon teknikleri de çalışma kapsamında gözden geçirilerek

eski uygulamaların değerlendirilmesinde kullanılmıştır.

Anadolu’da Neolitik çağ dönemlerini yansıtan bazı kazılardan elde edilen iskeletlerde yanık izlerine

rastlanmıştır. Kremasyon olarak adlandırılan bu uygulamanın en erken örneği Aşıklıhöyük’ te

bilinmektedir. Metin Özbek’in, Wahl’ın (1981) kadavralar üzerinde gerçekleştirdiği deneysel

çalışmalarına dayanarak incelediği yanma derecelerinin, iskeletlerde genellikle açık kahverengi

tonda olduğunu, dolayısıyla da Aşıklı höyükte ölülerin 200°C’yi geçmeyen hafif bir ateşle yakıldıkları

sonucunu vermektedir. Özbek’e göre, ölülerin gömüldüğü taban altı çukurlarında hiçbir yanma izinin

olmaması, bunların bir başka yerde yakıldıktan sonra getirilip evlerin taban altlarına hoker

pozisyonunda gömüldüklerini akla getirmektedir. Ayrıca bir erişkin erkeğe ait iskelet üzerinde

bulunan çok miktardaki yanmış odun parçacıklarına da bakılırsa, ölülerin genellikle yakıldıktan

hemen sonra çukura gömüldüğü anlaşılmaktadır. Kremasyon geleneğinin Neolitik Dönem’e kadar

uzandığı Anadolu’da ayrıca Çayönü, Demirköy gibi kazılarda da aynı yöntemle gömüler yapıldığını

görmekteyiz. Bu örneklerin yanı sıra İstanbul-Yenikapı’da gerçekleştirilen Geç Neolitik çağa ait

kazılarda kremasyon yapıldıktan sonra arta kalan kemik ve küllerin urnelere konulduğu mezarların

olması, kremasyon uygulamasının farklı dönem ve toplumlarda farklılaştığını göstermektedir.

Anadolu’da bulunan basit kremasyon mezarlar zamanla urne mezar olarak karşımıza çıkmaktadır.

Farklı coğrafik bölgelerde ve dönemlerde birçok arkeolojik alanda kremasyon uygulamasının

tekrarlandığı görülmektedir. Günümüzde modern yöntemlerle uygulanan kremasyon uygulamaları

bizlere geçmiş dönemlerde yapılmış olan kremasyon gömüleri hakkında bilgiler verebilmektedir.

Örneğin çok yüksek olmayan ateş altında yakılması sonucunda vücudun tümüyle yanmamasından

dolayı, kremasyon sonucunda arta kalan kalıntıların urnelere konulma aşamasında bir uygulamadan

daha geçirildiği tahmin edilmektedir.

Page 75: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

6 Hırbe Helale Geç Antik Çağ Mezarlık Alanı

Charlotte Labedan Kodaş, Ayşegül Öz, Muaviye Şahin, Çağdaş Erdem, Nihat

Erdoğan, Ergül Kodaş

Mardin Müze Müdürlüğü

Hırbe Helale yerleşim yeri Mardin-Diyarbakır karayolu güzergahının 6. Kilometresinin batısında

yer alan Artuklu Üniversitesi yerleşkesi içerisinde Mardin ili Artuklu ilçesi sınırları içerisinde yer

almaktadır. Nekropol alanında ve Artuklu Üniversitesi yerleşkesi içerisinde bulunan bazı

alanlarda 2010 yılından beri aralıklarla sondaj kazıları yapılmıştır. Bugün Mardin Artuklu

Üniversitesinin kampüsü içeresinde bulunan Güzel Sanatlar Fakültesi’nin kuzeyinde yer alan

Hırbe Helale Nekropol alanında Paleolitik Dönem, Neolitik Dönem, Geç Antik Çağ (4-6 yy),

Bizans Dönemi ve Artuklu Dönemi’ne ait tabakalar tespit edilmiştir. Fakat alanda yoğun olarak

Geç Antik Çağ’a tarihlenen mezarlar bulunmaktadır. Yerleşim yerinde açığa çıkarılan mezarların

hem mezar mimarisi açısından hem de mezar içi gömülerin yaş, cinsiyet ve yatış pozisyonları

bakımından kendi içerisinde çeşitlilik gösterdiği görülmektedir. Bu duruma ek olarakmezar

hediyelerinin bireylerin yaş ve cinsiyetine göre bazı farklılıklar sergilediği gözlemlenmektedir.

Bölgede tespit edilen diğer mezarlık alanlarını (kaya mezarları vb) da düşündüğümüzde Hırbe

Helale Nekropol alanının Tur Abdin bölgesi Geç Antik Çağ ölü gömme adetlerinin incelenmesi

için ayrı bir önem teşkil etmektedir.

Alanda yapılan sondaj kazılarında 32 adet taş sanduka mezar, 3 adet oda mezar ve 4 adet basit

toprak mezar tespit edilmiş ve açığa çıkarılmıştır. Söz konusu mezarlarda yaklaşık 45 bireye ait

ve yine alanda yapılan çalışmalar sırasında mezarların dışında dağınık olarak toplanan en az 25

(+/-) bireye ait iskelet kalıntısı tespit edilmiştir.

Mezarlarda in situ durumda açığa çıkarılan iskeletlerin çoğunluğunun birincil gömü geleneği ile

gömülmüş olan yetişkin bireylere ait oldukları gözlemlenmekle birlikte çocuk bireylere ait in

situ durumda olan iskelet kalıntıları da bulunmaktadır. Ölü gömme gelenekleri açısından

bakıldığında ise alanda açılan tüm mezarlar içerisinde ortaya çıkarılan ve in situ durumda olan

iskeletlerin tamamının güneybatı kuzeydoğu yönünde uzandıkları gözlemlenmektedir. Özellikle

anatomik pozisyonlarını korumuş olan bireylerin tamamının yüzlerinin yukarı baktığı ve

kollarının leğen kemiği üzerinde yarı kıvrılmış olarak gömüldükleri görülmektedir. Özellikle taş

sanduka mezarlar içerisinde anatomik pozisyonda olan iskeletlerin baş veya ayak uçlarında

daha önceden aynı mezarda gömülü olan bireylerin dağınık bir şekilde toplandıkları

gözlemlenmektedir. Bunun yanı sıra tekli birincil gömülerin yapılmış olduğu gözlemlenen 4 adet

basit toprak mezarların ikisinde bireylerin sol tarafı üzerine yan yatırılmış şekilde gömüldükleri

tespit edilmiştir. Yerleşim yerinde açığa çıkarılan iskelet kalıntılarına ve mezar tiplerine genel

olarak bakıldığında, ölü gömme adetleri açısından çok fazla bir değişiklik sergilememekle

beraber mezar tipolojisi açısından önemli farklılıklar gösteren Hırbe Helale nekropol alanı (taş

örgülü oda mezarlar, taş sanduka mezarlar, basit toprak mezarlar ve bir adet lahit mezar), Dara

Antik Kenti kazıları ve bölgede tespit edilen diğer mezarlar birlikte düşünüldüğünde, bölgenin

Geç Antik Çag’da göstermiş olduğu kültürel yapı üzerine önemli bilgiler vermektedir.

Page 76: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

7 Oylum Höyük Demir Çağı Hayvansal Geçim Ekonomisinin Anlaşılması

Derya Silibolatlaz Baykara, Belgin Aslan

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi

Oylum Höyük Kilis ili Merkez ilçeye bağlı Oylum Mahallesi sınırları içerisinde, Kilis Gaziantep

karayolunun güneyinde yer alır. Höyük, yaklaşık 460 m uzunluğunda ve 370 m genişliğinde olup,

kuzey ve batı yamaçları daha diktir. Boyutları itibariyle Güneydoğu Anadolu bölgesinin en büyük

höyükleri arasında yer alır. Oylum Höyük kazıları, Güneydoğu Anadolu ve Suriye kültürünün

etkileşimlerinin anlaşılması açısında oldukça önemlidir. Höyük, Geç Kalkolitik dönemden

Ortaçağ’a kadar devamlı olarak iskan edilmiştir. Son yıllarda kazılardan ele geçen kral mühürleri

ve mühür baskılar höyüğün önemini kanıtlar nitelikteyken, MÖ. 3.-2. binlere ait belgelerde

Gaziantep ve Kilis çevresinde aranan ve oldukça önemli bir Hurri şehri olan Ulisum olduğu

düşünülmektedir. Yapılan çalışma kapsamında Demir Çağ Oylum Höyük halkının evcil

hayvanları hangi amaçla kullanıp ürünlerinden ne şekilde yararlandıkları anlaşılmaya

çalışılmıştır. Ayrıca geçmiş dönem Oylum höyük halkının beslenme alışkanlıkları, hayvansal

ürünlerden nasıl faydalandıkları, avcılık-kasaplık faaliyetleri ve çevresel şartların anlaşılması

planlanarak, Oylum Höyük insanları hakkında önemli bilgiler elde edilmesi amaçlanmıştır

Bu çalışma kapsamında 2007-2011 yıllarından ele geçen ve (MÖ 1200-330) Demir Çağın’a

tarihlendirilen kontekslerden toplanan hayvan kemikleri incelenmiştir. Faunada toplam 1349

kemik çalışılmıştır bunlardan 1313 tanesinin tür ve cins bazında tanımlanması yapılmıştır 36

tane kemik ise boyutlarına göre orta ve büyük boy olarak gruplanmıştır. Faunaya baktığımızda

koyun, keçi, sığır ve domuz gibi evcil türlerin baskın olduğunu görmekteyiz, faunada az sayıda

ele geçen yaban hayvanları ise alageyik, kemirgenler, kaplumbağalar ve kuşlarla temsil

edilmektedir. Kemikler üzerindeki yanık ve kesim izlerine az sayıda rastlanmıştır.

Oylum Höyük zooarkeolojik çalışmalarının değerlendirmesi sonucunda, Demir Çağ Oylum Höyük

halkının geçimlerini koyun-keçi-sığır ve domuz gibi ekonomik anlamda güçlü ve fayda sağlayan

hayvanlardan oluştuğunu söyleyebiliriz. Yapılan yaşlandırma sonucunda çiftlik hayvanlarının

erken yaşta kesime alınmadıkları, ikincil ürünlerinden faydalanmak amacı ile yetişkinliğe

ulaşmalarının beklendiği anlaşılmıştır. Hayvancılıkla uğraşan toplumlarda bu durum normaldir.

Farklı ürünler elde etmek amacı ile hayvanların kesime alınma yaşlarında değişiklik olmaktadır.

Çiftlik hayvanları içerisinde genç hayvanlar da mevcuttur bu durum sürünün geleceğini kontrol

altına alma ile ilgili olmalıdır.

Page 77: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

8 Anadolu Miyosen Dönem Rhinocerotidae Paleoekolojisi ve Biyostratigrafisi

Emrah Şimşek

Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi

Miyosen Dönem zoocoğrafik göçler açısından karmaşık bir dönem olup, Anadolu karasal

çökellerin biyostratigrafisinin-biyokronolojisinin aydınlatılması açısından Rhinocerotidae’ler

memeliler arasında önemli bir gruptur. Avrasya ve Afrika’da kolay ve hızlı hareket

kabiliyetlerinden dolayı hızlı bir şekilde evrim geçirerek yayılmışlardır. Miyosen dönem Anadolu

primat lokalitelerine bakıldığında çok zengin bir Rhinocerotidae biyoçeşitliliği olduğu

görülmektedir. Rhinocerotidae’ler primatlarla birlikte paleoekolojik ilişkilerin belirlenmesi

oldukça önemlidir. Paleoekolojik koşulların tahmini için geliştirilen hypsodonty analizi

ekometrik verilerinden yola çıkarak Rhinocerotidae türlerin yaşadıkları habitatların hakkında

önemli bilgiler vermektedir. Rhinocerotidae’lerin Anadolu paleoekolojisindeki yeri oldukça

karmaşıktır. Bu bağlamda gergedanların ekolojik ve filogenetik ilişkilerin detaylandırılması ve

ekometrik verilerin karşılaştırılması bu çalışmanın temel amacıdır.

Anadolu’da bulunan 4 önemli hominoid lokalitesinde yer alan ve aynı ekolojik nişleri paylaşan

Rhinocerotidae’lerin paleocoğrafik paleoekolojik ve paleo-biyokronolojik açıdan

karşılaştırılarak değerlendirilmesi yapılmıştır.

Orta Miyosen primat lokalitelerinden Paşalar ve Çandır’da Chilotherium, Aceratherium,

Beliajevina ve Brachypotherium ortak gözükürken, Geç Miyosen primat lokalitelerinden

Çorakyerler ve Sinap’ın üst seviyelerinde Diceros,Chilotherium, Stephanorhinus ve Acerorhinus

cinsleri mevcuttur. Rhinocerotidae Anadolu Miyosen Dönemde oldukça değişen mevsimsel

ortamlara daha sert ve daha aşındırıcı beslenme biçimine adapte olan başarılı bir memeli

grubudur. Lokalitelere bakıldığında jeolojik dönemlerin gerek fiziksel gerekse iklim şartlarına

bağlı olarak ekolojik koşulları sürekli olarak değiştiği görülmektedir. Çankırı Çorakyerler

faunasındaki Diceros neumayri’nin varlığı bölgenin daha açık alan olduğuna işaret etmektedir.

Ek olarak kuru habitatlarda otlanan bir tür olan Brachypotherium varlığı ise bu durumu

destekler niteliktedir. Genel olarak Miyosen Dönem Rhinocerotidae ekolojisi birçok gölden

oluşan kısmen yarı açık ve yarı ormanlık bir habitatın varlığını belirtir. Bunun yanında, özellikle

de aynı ekolojiyi paylaşan primatların varlığı bu bölgelerin çevresinde ağaçlık ve gölsel alanların

da sık bulunduğunu kanıtlamaktadır.

Page 78: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

9 Memelilerin (Carnivora) Carnassial Dişlerinin Evrimi

Gökhan Zeybek

Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi

Milyonlarca yıldır yaşamını devam ettiren etçilleri de bünyesinde barındıran büyük

kertenkelelerin habitatlarına, memelilerin hakim olması nasıl gerçekleşmiştir? Memeli sınıfının

neden diğer sınıflara göre daha başarılı olduğu sorusu çerçevesinde, özelleşen diş formülleri ve

çeşitlenen carnassial diş özelleşmeleri bütüncül olarak ele alınması amaçlanmıştır. Geçmişte

ekosistem içerisindeki habitatında nişini oluşturabilmiş türler bulunduğu ortam hakkındaki

değişimleri ve organizma üzerindeki baskı yaptırımlarını gözler önüne serebilir. Aynı zamanda

günümüz memeli türleri arasında ki akrabalık ilişkilerinin aydınlatılmasında kullanılabilir. Yok

olmuş türlerin neden yok olduğu hakkında faydalı analizler yapabilmeyi olağan hale getirebilir.

Çeşitli homo cinsine ait türlerin aynı ekosistemi paylaşma potansiyeli dolayısıyla katkı

sağlayabilir.

Literatür araştırması esasına dayanan bu çalışmada memelilerin ortaya çıkış zamanları,

bulundukları jeolojik zaman dolayısıyla (senozoik) çeşitlenme nedenleri, beslenme

farklılıklarına göre diş anatomilerinde ki özelleşmelerden bahsedilmiş, carnivor takımına giden

canlı formları (incektivor) doğrultusunda carnassial diş oluşumları ve evrimi temel alınarak

anlatılmaya çalışılmıştır.

Makaslama carnasialleri (Premolar 4, Molar 1) carnivorlar için sinapomorfi olmasına rağmen

Carnivora üyeleri geniş bir alanda ekolojik nişleri işgal ederek farklılaşmışlardır. Kediler

(Felidae), gelincik ile sansar (Mustelidae) gibi yüksek carnivor grupları, köpek ve tilkiler

(Canidae) gibi “generalist”ler, firavun faresi (Herpestidae) gibi böcekçiller, ayılar (Ursidae) ve

rakunlar (Procyonidae) gibi omnivorlar, dev pandalar gibi tam otçulları içerir. Ekolojideki

değişim diş yapısına önemli ölçüde yansır (Van Valkenburg, 1989). Organizmaların yaşadığı

küçük bir değişim birçok yeni formun fitilini ateşleyebilmektedir. Enerji kaynaklarının elverişli

olması, geçmişteki vücut boyutu küçük olan formların bir batımda fazla çocuk sahibi olmasına ve

gen havuzunda ki çeşitliliğe sebebiyet verebilmektedir. Daha çok çocuk daha çok çeşitlilik ve

mümkün olan ortamda daha adaptif uyum içermesi anlamına gelebilir. Yeni diş formülleri daha

verimli beslenme anlamına gelebileceği için ortama uygun değişebilen türler ekosistemde

frekanslarını devam ettirebilmişlerdir. Carnivorların karakteristik özelliğini içeren carnassial

dişlerde de bu adaptif uyumu görebilmekteyiz. İncektivorlardan miras aldıkları bu özellikleri

nişindeki farklılaşmadan dolayı oldukça hızlı evrimleşerek çok daha farklı formlara

dönüştürebilmiştir. Bu farklılaşmaları türleşme süreçlerinden anlayabilmemiz evrimin dişlerde

de aynı şekilde önceki formun var olan karekterinin üzerine koyarak deneme yanılma

yöntemiyle çalıştığını yok olan formlardan anlamaktayız.

Page 79: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

10 Anadolu Miyosen Dönem Rodent (Rodentia=Mammalia) Faunasının

Paleoekolojik Açıdan İncelenmesi

Hasan Vural

Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi

Küçük memeliler genelde her ortama adapte olup, değişen coğrafyaya göre hızla evrilen memeli

guruplarından en önemlisidir. Bu yüzden paleobiyocoğrafyayı ve paleokronolojiyi

anlamlandırmak için Rodent faunasını çalışmak son derece önemlidir. Küçük memeliler özellikle

Rodentler nişlerini gerçekleştirdikleri habitatlara spesifiye olan türler olup ekolojik indikatörler

olarak kullanılabilirler. Rodent türlerine göre habitatları ya da ekolojiyi tanımlayabiliriz.

Paleontolojik kazılardan elde edilen Rodent fosilleri de paleoekolojik değerlendirmeler yapmak

için en uygun fauna grubudur. Ayrıca Miyosen Dönemden günümüze meydana gelen ekolojik

değişimleri Miyosen Dönemden günümüze Rodent faunasındaki değişimi izleyerek

anlamlandırabiliriz. Anadolu’da yapılan paleontolojik kazılardan elde edilen Rodent fosillerine

dayalı olarak yayınlanan ve databaselerde yer alan kayıtlar baz alınarak, Miyosen Dönemden

günümüze Anadolu’nun paleobiyocoğrafyasını ve paleoekolojisini anlamak. Ayrıca Anadolu’da

bugüne kadar çalışılmış ve yayınlanmış tüm Rodent kayıtlarından yola çıkarak fosil Rodent

faunasının çıkarılması amaçlanmıştır.

Anadolu’da Miyosen Döneme ait paleontolojik kazılardan elde edilmiş fosillerden çalışılmış ve

yayınlanmış tüm makalelerden Rodent kayıtları çıkarılmıştır. Bulgulara günümüz Rodent

biyoçeşitliliği ile karşılaştırılmış ve Miyosen Dönemden günümüze Anadolu Rodentlerinin

evrimsel değişimi paleoekolojik olarak değerlendirilmiştir.

Rodentia takımına ait Muridae familyası Erken ve Geç Miyosende yoğun yayılış gösterirken Orta

Miyosende bu oran gözle görünür şekilde azalmıştır. Aynı şekilde Spalacidae familyası Orta ve

Geç Miyosen’de yoğunken Erken Miyosen’de bu yoğunluk görülememektedir. Cricetidae

familyasının Erken Miyosenden Geç Miyosene geldikçe doğrusal bir azalma görülmektedir.

Gerbillidae familyası Erken Miyosen görülmezken Orta Miyosende ortaya çıkmış ve Geç

Miyosende bu oran daha da artmıştır. Rodent takımındaki bu kısmi dalgalanmalar

paleoekolojideki değişimler ile karakterize edilir. Miyosen Dönem Rodent dağılımına

bakıldığında Anadolu paleoekolojik ve paleocoğrafik olarak değişimlere rastlanılmaktadır.

Anadolu Erken Miyosen Rodentleri bölgenin nemli ve ormanlık olduğunu gösterirken Orta

Miyosende karasal alanları göstermektedir. Geç Miyosende ise Anadolu açık alanlarla

karakterize edilmektedir.

Page 80: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

11 Re-evaluating Animal Exploitation Patterns in Eastern Anatolia During the

Early Neolithic Period

Lubna Omar

Binghampton University, USA

From an anthropological perspective, Anatolia is a vital region in terms of the history of the

animal-human relationship. While the Neolithic period contributes with an interesting

advancement in the patterns of animal exploitation through the reliance on intensified hunting

practices and then the shift to using domesticated animals. Investigating faunal remains from

various Neolithic sites in the region provided considerable evidence regarding the animal

exploitation activities in Anatolia.

Although animal remains are quite abundant in archaeological contexts and do potentially

survive better than other types of ecofacts, still zooarchaeologists are faced with the challenge to

assess the accumulation of bones and reconstruct the pattern of animals’ exploitation using a

limited set of analysis methods, which are highly vulnerable to taphonomic processes. In the

case of Anatolia, recent methods measuring various isotopic ratios in some Neolithic sites in

Anatolia offered unique insight on the diet of Neolithic communities. However, we are still

working on incorporating the results of methods into the framework on animal exploitation that

goes beyond the direct acquirement of food products from animals. Examining the results of

both traditional zooarchaeological research methods and isotopic analysis.

The materials are extracted from zooarchaeological publications with interpretations of faunal

analyses in multiple Neolithic sites in Eastern Anatolia in addition to the recent results of isotope

analyses which in turn focused on few Neolithic sites in the region. The methods focus on

producing statistical representations to conduct a comparative analysis of both lines of evidence

and what type of information we could obtain from each type.

The results of the study determine the strength of various analysis methods used in

Zooarchaeological research. In addition, it emphasizes on how we should approach the

examination of Neolithic faunal assemblages to acquire a clearer picture of life during this very

intriguing chapter of humanity.

Page 81: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

12 Biyostratigrafi ve Biyokronoloji Çalışmalarına Bir Örnek: Kütahya Altıntaş

Küçük Memeli Fosillerinin Analizi

Mehmet Yasin Işık

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi

Küçük memeli fosillerinin analizi sonucunda Altıntaş (Kütahya) Lokalitesi’nin biyostratigrafik ve

biyokronolojik olarak değerlendirilmesidir. Küçük memelilerin önemli bir ailesi olan ve çalışma

konumuzun da ana materyali oluşturan Progonomys’lerin taksonomisi konusunda yapılan

çalışmalara bakıldığında görüş ayrılıklarının ve konu hakkında bir fikir birliğinin olmadığı

bilinmektedir. Cins ve tür tanımlamalarında araştırıcıların aynı aile için farklı taksonomik

yaklaşımları ve birden çok terminoloji kullanmaları, mevcut problemleri daha karmaşık hale

getirmektedir. Altıntaş (Kütahya) Lokalitesin de yaşamış olan küçük kemirgenlere ait

materyallerin ayrıntılı taksonomisinin yapılacak olması ve ortaya çıkacak yeni bilgiler ışığında

önceki çalışmalarla karşılaştırılıp, grubun az bilinen filojenetik evrimini ortaya çıkarılmaya

çalışılacaktır. Altıntaş (Kütahya) lokalitesinin biyokronolojik ve paleobiyocografik tarihinin

faunal korelasyon yöntemi kullanılarak saptanması ve ortamın paleoekolojik olarak

yorumlanması da amaçlanmıştır.

Çalışma materyalimizi Altıntaş (Kütahya) lokalitesinden elde edilen küçük memelilere ait 40

adet fosil dişler oluşturmaktadır. Bu çalışmada, dişler morfolojik ve biyometrik açıdan incelenip

morfotip ayrımları yapılacaktır. Küçük memeli türlerinin tanımlanmasında Weerd’in, (1976)

terminolojisi temel alınacaktır.

Çalışmamızda kullandığımız Muridae ailesine ait olan Progononmys cinsine ait koleksiyonda,

cinsleri birbirlerinden ayıran özellikler olarak kullanılan boy, hipsodonti, kök sayıları, M3 ve m3

ün şekli gibi karakterler incelenerek grup içindeki önemli farklılıklar ortaya koyduğu

saptanmıştır. Bu koleksiyonda tür içi varyasyonun genişliği hakkında bilgiler verilmiş ve

böylelikle eski çalışmaların kontrolü sağlanmıştır. Çalışmada Altıntaş (Kütahya) bölgesinden

elde edilmiş 40 adet Progonomys cathalai cinsine ait fosil dişler morfolojik ve biyometrik açıdan

incelenerek morfotip ayırımına gidilmiştir Altıntaş (Kütahya) Lokalitesinden elde edilen

Progonomys cinslerinin gerek morfolojik olarak gerekse boyutsal anlamda Sinap Tepe ile büyük

bir benzerlik göstermesi ve dişlerin daha önceden çalışılmış diğer lokalitelerden çıkan aynı cins

fosil dişlerle morfolojik olarak benzerlik göstermesi ve Wessels’in 2009 yılında yapmış olduğu

çalışmaya ek olarak yapılan bu çalışmanın sonuçlarının Wessels ile paralellik göstermesinden

dolayı, bu lokalitenin yaşının Sinap Tepe’nin ve karşılaştırma yapılan diğer lokalitelerin

belirlenmiş olan yaş aralığı olan ve Wessels’in de bu bölge için belirlemiş olduğu Vallesiyen

(MN9-MN10) döneme atıf edilebileceği ortaya çıkmıştır.

Page 82: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

13 Su Ortamında Bulunan İnsan Kalıntılarının Adli Antropoloji Açısından

Değerlendirilmesi

Seda Karaöz Arıhan, Mehti Doğan

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi

Bu çalışmada su ortamlarında cesetlerisn çürüme evrelerinin etmenleri, çürüme evrelerinin

hangi aşamalardan oluştuğu anlatılacaktır. Su çevreselliğinin insan kalıntılarına etkileri ve

biyotik-abiyotik etkilerin anlaşılması ve aktarılması hedeflenmektedir.

İnsan kalıntılarının çürüme evreleri ile ilgili yapılacak çalışmalarda etik değerler ve insan hakları

yönünden hassasiyetler bulunduğundan, yeni bir gözlem ve araştırma yapılmadan, mevcut

literatürün taranması ile elde edilecek veriler değerlendirilecektir.

Ölümün tanımlanması, tarihe ve medeniyetlere göre farklılık göstermesine karşın, insan

ölümünün hukuki yönden tanımlanması, miras hukuku, medeni hukuk, ceza hukuku, insan

hakları, savaş suçları, asayişe müessir olayların tespiti ve adli tıp-adli antropoloji bakımından

tanımlanması, bilimsel yönden önemlidir. Ölüm, sözcük olarak yaşamın sona ermesi anlamına

gelirken, adli tıp açısından birçok süreci içerisinde barındıran geniş bir kavram olarak karşımıza

çıkmaktadır. Somatik ölüm, spontan dolaşım ve solunumun durması, beyin ölümü ve hücre

ölümü ayrıca yalancı ölüm bir bütün olarak, fonksiyonel ve fiziksel bulgularla birlikte ele

alınmaktadır. Ölümün tanımlanmasıyla, belirtileri olan, su kaybı, ölü soğuması, ölü lekeleri, ölü

katılığı, ölü sıkışması, cesedin tefessühü (çürüme-parçalaması) ve parçalanmanın durduğu

mumyalaşma ve sabunlaşma gibi evrelerin çözümlenerek anlaşılması ölüm sonrası zaman

aralığının (Post mortem interval ‘’PMI’’) belirlenmesinde önemli rol oynar. Çevresellik etmenleri

içerisinde, su ortamında bulunan insan cesetlerinin ölüm sonrası belirtileri ve post mortem

intervali, karasal ortamlara göre farklılık gösterir. Sudaki insan kalıntıları, kalıntıların

çeşitliliğine ve su çevresinin çeşitliliğine göre farklı potansiyeller içerebilir. (Haglund, 2001) Su

çevreselliğinde insan kalıntıları, suyun sıcaklığı, derinliği, akıntı, fauna ve flora, mevsim, suyun

kimyasal içeriği, cesedin suyun yüzeyinde ya da dibinde oluşuna, tortulaşma ve jeolojik

faktörlere göre etkilenebilir. Su, kalıntıları taşıyan, değiştiren ve biriktiren en yaygın tafonomik

ajanlardan biridir. Suyun insan cesedi üzerindeki etkilerinin anlaşılmasının, Post mortem

intervalin belirlenmesinde fayda sağlayacağı değerlendirilmektedir. Ölüm sonrası sürecin

belirlenmesi ise adli tıp, tafonomik analiz, adli antropoloji ve adli süreçlerin işleyişine olumlu

etki sağlayacaktır.

Page 83: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

14 Anadolu Geç Miyosen Dönem Lokaliteleri ve Rhinocerotidae Buluntuları

Özge Kahya

Ankara Üniversitesi

Son yıllardaki araştırmalarda Anadolu Geç Miyosen dönemine ait birçok yeni lokalite

keşfedilmiştir. Bununla birlikte farklı türlere ait yeni fosil kayıtları elde edilmiş ve bu yenilikler

ışığında Rhinocerotidae ailesinin evrimine ilişkin bilgilerimizin güncellenmesi gereği doğmuştur.

Bu çalışmada Anadolu Geç Miyosen dönem Rhinocerotidae üyelerinin paleobiyolojik dağılımı ve

filogenetik ilişkilerini güncel bilimsel literatürün incelenmesi, Yeni ve Eski Dünya Neojen memeli

fosilleri veri tabanından sağlanan verilerin araştırılması ile gözden geçirilmesi amaçlanmaktadır.

Aynı zamanda terminolojik farklılıklar ve bu farklılıkların giderilmesi düşünülmektedir.

Literatür çalışması yöntemine dayanarak hazırlanan bu çalışmada, Anadolu’da yürütülen

Miyosen dönem paleontoloji çalışmaları ve yüzey araştırmaları ile Miyosen dönem paleontoloji,

paleoekoloji, paleoiklim, paleobiyoloji gibi konularda yayınlanmış bilimsel literatürden

faydalanılmıştır. Ayrıca bunlara ek olarak “New and Old World Neogene Fossil Mammal

Database (NOW)” (Fortelius 2016) veritabanınından Türkiye Geç Miyosen Rhinocerotidae verisi

derlenmiştir. Rhinocerotidae üyelerinin biyocoğrafik dağılımlarının saptandığı veritabanında

kullanılan ortalama yaş lokalitelerin atfedildikleri MN birimlerinin alt ve üst sınırlarının

ortalaması alınarak hesap edilmiştir. NOW veritabanı Steininger (1999) çalışmasında sunulan

MN kronolojisini kullanmaktadır. Daha sonra, bu buluntu yerleri coğrafik olarak üç ayrı bölgeye

(Trakya, Batı ve Güney Anadolu ve Orta Anadolu) gruplandırılarak çalışılmıştır.

Günümüz Anadolu ve Trakya’sında toplam 247 Geç Miyosen (11.1- 5.3 milyon yılları arası)

lokalitesi içerisinde 105 Rhinocerotidae buluntusu barındıran lokalite tespit edilmiştir. Bu

lokalitelerde Chilotherium (%34), Pliodiceros (%33), Acerorhinus (%13), Dihoplus (%7),

Subchilotherium (%4), Ceratotherium (%3), Aceratherium (%2), Diceros (%2) ve Stephanorhinus

(%1) olmak üzere 9 farklı cins bulunmuştur. Fosil lokalitelerin uzamsal dağılımlarından dolayı

bölge coğrafik olarak üç bölüme ayrılmıştır. Bunlar; Trakya Bölgesi, Batı ve Güney Anadolu

Bölgesi ve İç Anadolu Bölgesidir. Geç Miyosen boyunca bu üç bölgede bulunan ortak cins

Chilotherium, Pliodiceros, Acerorhinus ve Dihoplus’dır. Bu çalışmanın sonuçları, Rhinocerotidae

üyelerinin Anadolu Geç Miyosen memelileri topluluğunun en yaygın elementlerinden biri

olduğunu göstermektedir. Geç Miyosen dönemde Rhinocerotidae tür zenginliği artmıştır.

Rhinocerotidae türlerinin yanı sıra Anadolu Geç Miyosen’inde görülen açık habitatlara ve ağaçlık

alanlara uyum sağlamış hyaenid, felid, bovid ve proboscid gibi diğer memeli türlerinin varlığı, bu

faunaların Geç Miyosen dönemde Avrasya’nın büyük bölümünü dağılmış olan Pikermiyen

kronofaunasının iyi temsilcileri olduğunu göstermektedir. Geç Miyosen Rhinocerotidae

üyelerinin çoğu, Avrasya’daki Pikermiyen kronofaunanın yok oluşuna paralel olarak Anadolu’da

da Miyosen sonunda kaybolmuştur. Bununla birlikte, Chilotherium gibi bazı cinsler Anadolu’daki

Orta Pliyosen’e kadar hayatta kalmıştır.

Page 84: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

15 Çinkonun Tat Alma Duyusuna Etkisi

Özlem Tuncer

Ankara Üniversitesi

Çinkonun insan beslenmesinde önemli bir yere sahip olduğu bilinmektedir. Yetişkin bir insan vücudunda ortalama 2-3 g kadar bulunan çinkonun, büyüme gelişmede, yara iyileşmesinde, immün sistemin korunmasında, kanser riskinin azalmasında ve bunların yanı sıra tat alma duyusunda da etkili olduğu bilinmektedir. Böbrek yetmezliği, diabetes mellitus, kemoterapi ve malnutrasyon gibi çeşitli hastalıkların ya da kültürel beslenme alışkanlıklarının etkisiyle oluşan çinko eksikliği tat alma duyusunda kayıplara yol açabilmektedir. Bu anlamda her çinko eksikliğinde tat alma duyusunda eksikliklerin meydana gelip gelmediği ve yaşla birlikte çinko düzeylerinde nasıl bir değişim görülmekte olduğu bu çalışmanın konusunu oluşturmaktadır. Bu çalışmanın amacı, çinkonun tat alma duyusunda meydana gelen değişimleri, yaşa bağlı çinko değişimleri ve sosyo-ekonomik durumun beslenme içeriğindeki çinko seviyesine etkisini araştırmayı içermektedir.

Çalışma kapsamında, Özdemir, 2008’de İkiztepe toplumu, Avcu ve diğ., 2011’de diabetes mellitus hastası bir kadın ile çinko analizlerini ve tat alma duyusuna etkilerini içermesiyle Anadolu’da yapılan arkeolojik ve güncel çalışmalar incelenmiştir.

Arkeolojik verilerden yola çıkarak, Özdemir, 2008’de İkiztepe toplumu (n: 90) üzerinde yaptığı paleodiyet çalışmasında, çinko seviyelerini (normal seviye 200 ppm) bebeklerde 243,4, çocuklarda 254,5, genç erişkinlerde 251,7, orta erişkinlerde 231,3 ve yaşlılarda 242,7 ppm olarak bulmuştur. Çinko seviyelerinin yüksek olması toplum beslenmesinde etin önemli miktarda tüketildiğini göstermektedir. Öktem ve diğ., 2005’te Isparta ilindeki farklı sosyoekonomik ve kültürel düzeye sahip, 8-15 yaş arasındaki 380 öğrenci ile yaptığı çalışmada, mayasız ekmek ve tahılla beslenen gruptaki çocukların, mayalı ekmekle beslenen gruptaki çocuklara oranla serum çinko düzeyini (94,5 mg/dl) düşük olarak bulmuştur. Avcu ve diğ., 2011’de, tat alma bozukluğu çeken 36 yaşındaki, diabetes mellitus hastası bir kadının, tuzlu ve acı dahil tüm gıdaların tadını tatlı olarak algıladığını belirtmesiyle, serum çinko düzeyini test ederek, sonucun 50.2 μg/dl (normali kadınlarda 70.0-114 μg/dl) ile düşük olduğunu tespit etmiştir. Çinko eksikliğini gidermek adına günde 25 mg’lik çinkoglukonat tedavisi uygulanmış, 3 ay sonra tat alma duyusu düzelmiş ve çinko değerinin 132.87 μg/dl’a arttığı tespit edilmiştir. Taneli, 2005’te Anadolu toplumunda çinko seviyeleri ölçmüş ve çocukların, % 25’ i 72.4mcgr/dl. altında, % 50’si 72,4 -108,5 arasında, % 25 ‘i de 108,5 üstünde, yetişkinlerin ise, % 25’i 76.2 mcgr/dl altında, % 50’si 76.2 – 114.26 mcgr/dl arasında , %25’i de 114.2mcgr/dl üstünde serum çinko düzeyine sahip olduğunu tespit etmiştir.

Yaşam kalitesi üzerinde etkili olan ve beslenmeyi destekleyen unsurlardan biri olan tat duyusu, insanlar için önemli bir yere sahiptir. Çeşitli hastalıklar ve beslenme alışkanlıklarıyla birlikte çinko seviyesi düşmekte ve tat alma duyusunu olumsuz etkilemektedir. Beslenmeye bağlı olarak çinko seviyesinin düşük olmasıyla meydana gelen tat bozukluğunda çinko takviyesi yapılarak, kişinin tat alma duyusunun yerine geldiği ortaya çıkartılmıştır. Arkeolojik topluluklarda çinko seviyesinin yaş gruplarına göre dağılımına bakıldığında yaşlanmayla birlikte bir azalışın gözlendiği tespit edilmiştir. Karakus, 2013’e göre yaşlanmayla birlikte bireylerin besinlerdeki tatları algılama duyularında eksiklikler meydana gelmektedir. Ancak çalışmaların tümü birbirini destekler nitelikte değildir. Diğer toplumlara göre ülkemizdeki çinko oranının eksik bulunduğunu belirten Taneli (2005), çinko eksikliğini gidermek adına ülkemizdeki ekmeklere çinko ilavesi, pastörize sütlere c vitamini ve demirle birlikte çinko ilave edilmesine yönelik uygulamalar yapılarak, çinkonun normal seviyelere gelmesi sağlanmıştır. Yapılan çalışmalarla birlikte insan yaşamı içerisinde önemli bir yeri olan çinkonun eksikliğinde meydana gelen bozukluklarla birlikte tat alma duyusundaki bozulmalar, ilaçlar ve çinko içerikli ek besinlerle normal seviyelere getirilerek kişinin yaşamını kolaylaştırmak mümkün olduğu tespit edilmiştir.

Page 85: VII. BİYOLOJİK ANTROPOLOJİ SEMPOZYUMU · Alt Paleolitik’in geç Acheulian dönemine ait olduğunu belirlenmiştir. Sonuç olarak bu kanıtlar ışığında, Gürgürbaba Tepesi’nin

16 Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi Öğrencilerinin Beslenme Durumları

ve Obezite Riski

Sevda Özütürker

Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi

Türkiye’de sağlıksız beslenme sebebiyle özellikle adölesan ve gençlik döneminde sağlık

sorunlarında artış görülmektedir. Üniversite eğitimi sürecinde karşılaşılan; toplu halde

beslenmenin yol açtığı beslenme bozuklukları, ekonomik sıkıntılar, düzensiz beslenme

alışkanlığı, sürekli öğün atlanması, sağlıksız besin tercihleri gibi durumlar sebebiyle şişmanlık

veya obezite gibi sorunlarla karşılaşılmaktadır. Obezite, vücuda besinler aracılığıyla alınan

enerjinin harcanan enerjiden fazla olması sebebiyle ortaya çıkmakta ve birçok hastalığın

oluşumuna zemin hazırlamaktadır. Yükseköğrenim gençliğinin doğru beslenme davranışlarına

sahip olması hem kendi sağlıkları hem de topluma örnek olmaları nedeniyle önem taşımaktadır.

Bu araştırmada, üniversite eğitimi gören gençlerden vücut kompozisyonunu belirleyen

ölçümlerin alınması, alınan değerlerin var olan referans ve standartlarla karşılaştırılması,

beslenme alışkanlıklarının anketlerle saptanması ve üniversite öğrencilerinin obezite

prevalanslarının belirlenmesi amaçlanmaktadır

Çalışmamız Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesinde öğrenim gören, 18-28 yaş aralığında olan

424 öğrenci (215 erkek, 209 kadın) üzerinde gerçekleştirilmiştir. Bireylerden ağırlık, boy, deri

kıvrım kalınlığı ölçüleri, bel çevresi ve kalça çevresi ölçüleri alınmıştır. Boy ve ağırlık

değişkenlerinden bireylerin Beden Kitle Endisi (BKE) değerleri hesaplanmıştır. Boy ve ağırlık

ölçümü uluslararası antropometrik protokollere göre alınmış, BKE ise WHO standartlarına göre

değerlendirilmiştir.

Parametrelerinin cinsiyetlere göre değişimi incelendiğinde, ağırlık erkek öğrencilerde 71,66 kg,

kadın öğrencilerde 57,20 kg; boy uzunluğu erkek öğrencilerde 175,91 mm, kadın öğrencilerde

161,49 mm’dir. Bel ve kalça oranı ölçüleri dikkate alındığında bu oran erkek öğrencilerde 0,81

iken kadın öğrencilerde 0,70’dir. Boy ve ağırlıktan hesaplanan BKE değerleri erkek öğrencilerde

23,15 kg/m², kadın öğrencilerde 21,99 kg/m²’dir. Erkek öğrencilerin % 17,7’si aşırı kilolu, %

3,3’ünün obez, kadın öğrencilerin ise % 13,4’ünün aşırı kilolu, % 1,4’ünün ise obez olduğu

saptanmıştır. Cinsiyetler arası vücut kompozisyon parametreleri istatistiki açıdan farklılık

göstermektedir (p<0,001). Bu araştırma üniversite öğrencilerinin beslenme alışkanlıklarının

saptanması, obeziteye neden olan faktörlerin ve obezite prevalanslarının belirlemesine yönelik

gerçekleştirilmiştir. Ergenlik döneminin sonlarını ve yetişkinlik sürecinin başını kapsayan

üniversite eğitimi boyunca edinilen beslenme davranışları ömür boyu devam etmektedir.

Araştırmamız sonucunda, öğrencilerin sıklıkla öğün atladıkları ve fast food tüketimlerinin

yüksek olduğu bulunmuştur. Bu bağlamda üniversite öğrencilerine düzenlenecek sempozyum,

konferans ve paneller ile doğru ve sürdürülebilir beslenme alışkanlıkları kazandırılmasına katkı

sağlanabilir. Böylece bireylerin obezite ve buna bağlı birçok hastalıktan korunmalarında etkili

olunacaktır.