Bir dengbêj olarak Yaşar Kemal...doğar, hangi koşullarda barış içinde yaşar, bütün bu...

16
20 GÜNLÜK EDEBİYAT SANAT VE DÜŞÜN DERGİSİ 04 Ocak 2020 Cumartesi SAYI: 273 Politik Bir dengbêj olarak Yaşar Kemal Yaşar Kemal

Transcript of Bir dengbêj olarak Yaşar Kemal...doğar, hangi koşullarda barış içinde yaşar, bütün bu...

Page 1: Bir dengbêj olarak Yaşar Kemal...doğar, hangi koşullarda barış içinde yaşar, bütün bu hususların tespiti savaş ve barış ilkesi kapsamındadır. 2- Birlik İlkesi: Türkiye,

20 GÜNLÜK EDEBİYAT SANAT VE DÜŞÜN DERGİSİ

04 Ocak 2020 Cumartesi

SAYI: 273Politik

Bir dengbêj olarak

Yaşar KemalYaşar Kemal

Page 2: Bir dengbêj olarak Yaşar Kemal...doğar, hangi koşullarda barış içinde yaşar, bütün bu hususların tespiti savaş ve barış ilkesi kapsamındadır. 2- Birlik İlkesi: Türkiye,

Medya Presse-und Werbeagentur GmbH [email protected]: Geschäftsführer: Ahmet Yücedağ Ver. Redakteur: Özgür ReçberlikHans-Böckler-Str. 16 63263 Neu-Isenburg

Tabiatın tercümana ihtiyacı yoktur, onun güzelliğinianlamak için açık bir ruh yeter. (Karl Detler)

Iqbal Masih dört yaşındaykenailesi onu 10-15 dolara bir halıdokuma atölyesi sahibine sattı.Halı tezgahına zincirlenmiş birvaziyette günde 14 saat çalışı-yordu. 10 yaşına geldiğindekamburu çıkmış, akciğerleri biryaşlınınkine dönüşmüştü. Birşekilde oradan kaçmayı başardıve Pakistan’daki köle çocukla-rın sözcüsü oldu. 1995’te birkurşun onu bisikletinin üzerin-den yere devirdiğinde 12 ya-şındaydı.

FOTO

: MOL

LY R

OSE

LEE

FOTO

- A. T

OMKİ

NSON

Page 3: Bir dengbêj olarak Yaşar Kemal...doğar, hangi koşullarda barış içinde yaşar, bütün bu hususların tespiti savaş ve barış ilkesi kapsamındadır. 2- Birlik İlkesi: Türkiye,

3

Ulusal birlikadına HalkÖnderi Ab-dullah

Öcalan’ın tarihsel çalış-malar yaptığı bilinmek-tedir. Özellikle Ocak2009 tarihinde açıkladığıulusal birlik için beştemel ilke günümüzdeaydınların, sanatçıların, siyasetçilerin öncülük yaptığıbirlik çalışmalarına da ışık tutacak niteliktedir:

"1- Savaş ve Barış İlkesi: Kürt halkının varlığı ve ulu-sal hakları hangi durumda güvencede, hangi koşul-larda tehdit altında olur ve meşru savunma hakkıdoğar, hangi koşullarda barış içinde yaşar, bütün buhususların tespiti savaş ve barış ilkesi kapsamındadır.

2- Birlik İlkesi: Türkiye, İran, Suriye ve Irak’takiKürtlerin kendi aralarında kuracağı birlik, söz ko-nusu devletlerin varlığına ve siyasi sınırlara karşıdeğildir. Her parçadaki Kürtlerin kendi sosyal, siya-sal, ekonomik, kültürel, diplomatik, öz savunma ör-gütlenmesinin olması ve bu örgütlenmelerin diğerparçalardaki Kürtlerle siyasi sınırları sorun yapma-dan ilişkilenmesi, demokratik konfederalizmini kur-ması anlamına gelmektedir.

3- Demokratik İlke: Demokratiklik ilkesinin uygu-lanması, Kürtlerin Türkiye, İran ve Suriye’de kolektifve bireysel haklarının ve örgütlenmelerinin önün-deki anayasal, yasal bütün engellerin kaldırılıp dev-letler açısından demokratik dönüşümün hayatageçirilmesidir, demokratik özerklik statüsünün ge-reklerinin yerine getirilmesidir.

4- Kültürel Haklar İlkesi: Kürtlerin kimlik, dil ve kül-türel haklarının nasıl güvenceye alınıp pratikleşeceğive farklı kültürel toplulukların haklarını tanımlamakdemokratik ulusal duruşun önemli bir ilkesidir. Builke, Kürtlerin kültürlerinin bir bütün olarak tanınmasıve hayata geçirilmesini ifade eder. Kürt halkının birulusal topluluk olmasından gelen kimliğini ve kültü-rünü, dilini özgürce yaşaması, geliştirmesi, korumasıtemel kültürel haklarının kabul edilmesi her şeydenönceliklidir.

5- Demokratik Siyaset ve Sosyal-Ekonomik İlke:Özce tanımlanacak olursa demokratik siyaset, halkınsiyasi irade olarak varlık gösterdiği, doğrudan katıl-dığı, aynı zamanda denetime, eleştiriye açık, sadecebir parçanın, bir grubun değil tüm Kürtlerin çıkarınıve ihtiyacını esas alan, birlikte yaşadığı halka zarar ge-tirmeyecek, farklı siyasi yapıların birbirinin varlığınıortadan kaldırmayı hedeflemediği, demokratik müca-deleye, muhalefete açık siyasi anlayışı ifade eder.

Demokratik ve özgür toplumu bir talep veütopya olmaktan çıkarmak, yaşanabilir kılmak, poli-tik-ahlaki toplumu inşa etmek kadın özgürlük so-rununun çözümüyle ve bu alanda toplumsalcinsiyetçiliğin aşılması, zihniyet ve toplumsal ku-rumlarıyla değişim yaşamasıyla doğrudan bağlan-tılıdır. Bu anlamda kadınların bu toplumsalsorunun çözümü için demokratik mücadele ve ör-gütlenmelerini güçlendirmeleri, çözüm politikala-rını oluşturmaları, kurumlarını çoğaltmaları, eğitselve sosyal faaliyetlere ağırlık vermeleri vazgeçilmez-dir. Aynı şekilde Kürdistan gençliğine ilişkin doğrusosyal politikaların belirlenmesi demokratik toplu-mun gelişimi için önemlidir. Çoğunlukla genç nü-fusa sahip olan Kürdistan gerçeğinde gençlik baştaolmak üzere tüm sosyal kesimlere dair sosyal ilkeve politikaları tartışıp belirlemek gerekmektedir.

Kürdistan halkının yoksulluk, işsizlik durumu gözönüne alındığında ekonomik ilkeye de ihtiyaç var-dır. Sahip olduğu zengin, verimli coğrafyasına rağ-men, açlık, işsizlik ve yoksulluk Kürtlerin kaderihaline getirilmiştir. Ekonomik ilke, güncel olduğukadar ekonomik sorunların köklü çözümü, ekono-minin gelişmesi, Kürtler arası yeterli bir dayanışma-nın sağlanması için ekonomi-politiğin ve projelerinoluşturulmasını içerir."

Pratik ÖnerilerBeş ilke ile birlikte 2012 yılında KCK adına üç mad-

delik pratik öneriler açıklanmıştı:"1- Ulusal Kongre’nin tüm Kürtler adına örgütlü ve

ortak bir diplomasinin gelişmesi için bir örgütlen-meye gitmeyi öncelikli bir görev olarak belirlemesiciddi bir ihtiyaçtır. Böyle bir mekanizma her türlü

parça, grup ve şahsiyetin ilişki ve çıkarlarını aşarak,dört parça Kürdistan için diplomasi yapmalıdır… TümKürtlerin ihtiyacına cevap olabilecek bir diplomasi,ancak Demokratik Ulusal Kongre’ye dayalı olarak ge-liştirilebilir.

2- Kongrenin yerine getirmesi gereken en önemligörevlerden birisi de, büyük bir soykırım ve katliamtehdidi altında bulunan Kürtlerin, kendilerini nasıl sa-vunacakları sorusuna çözüm ve açıklık getirmesidir.Kürtlerin, kendi varlıklarını koruma ve özgürlüklerinigüvence altına alma tedbirlerini geliştirmesi hayatiderecede önemli bir konudur. Bunun için öz savunmaamacıyla, kongre bileşenlerinin kendi denetimlerin-deki savunma güçlerinden birlik için ortak komutan-lık altında ortak savunma gücünü oluşturulmasıtemel bir gündemdir.

3- Kongre, belirlediği görevleri ve kararları yerinegetirmekle yükümlü, icra organı görevini yerinegetirecek daimi bir Yürütme Kurulu’nu seçmelidir.Yürütme Kurulu’nun bütün Kürtleri temsil yetki-sine sahip, Kürt halkının pratik-politik ilişkilerininyürütülmesinden sorumlu bir kurul olarak düşü-nülmesi gerekir. Buna göre, iç ve dış diplomatikfaaliyetler, ortak komutanlık, ekonomik, sosyal vekültürel ilişkilerin Kurul tarafından kurumsal olarakyürütülmesi gerekir."

Bu görüşlerin ifade edilmesinin üzerinden geçenyıllarda Rojava demokratik halk devrimi gerçek-leşti. Türk sömürgeciliği oraya saldırdı. Kuzey kent-lerinde öz yönetim direnişleri gelişti,tanklarla-uçaklarla saldırdı; Güney Kürdistan’da ba-ğımsızlık referandumuna zerrece tahammül gös-termeyip tehdit etti; İşgal hareketlerinigenişleterek Kürt halkının her türlü kazanımını yoketmeye çalıştı. Fakat tüm bu saldırılara rağmentarih yüz yıl önceki gibi tekerrür etmedi. Kürt halkıve dostları direndi, direniyor. Şimdi ilkeler ve pratiköneriler ışığında direnişi ulusal birlikle taçlandırmave özgür bir ülke yaratma zamanıdır.

Bu temelde tüm sanatçıların, aydınların, emekçile-rin, halklarımızın, anaların, zindanlarda ve tüm cephe-lerde direnen yoldaşların ve dostların yeni mücadeleyılı kutlu olsun!

Kürtlere yönelik tüm saldırılara rağmen tarih yüz yıl önceki gibi tekerrür etmedi. Kürt halkı ve dostları direndi, direni-yor. Şimdi ilkeler ve pratik öneriler ışığında direnişi ulusal birlikle taçlandırma ve özgür bir ülke yaratma zamanıdır.

Ulusal birlik ilkeleri ve pratik öneriler

Nurettin DEMİRTAŞ

Page 4: Bir dengbêj olarak Yaşar Kemal...doğar, hangi koşullarda barış içinde yaşar, bütün bu hususların tespiti savaş ve barış ilkesi kapsamındadır. 2- Birlik İlkesi: Türkiye,

4

Felaketler temelinde İsmail Dindar’ın kısa bir öyküsünün okunması…

Susan Sontag birmakalesinde acıve felaketlerin

anlatımı ile ilgili şöylediyor: “Anlamak, anmak-hatırlamaktan dahaönemlidir; her ne kadaranlamak için anmayaihtiyaç duyulsa da.”Yazar İsmail Dindar(*)

da, yirmi yıldır devam eden yazarlık öyküsünde,doğup büyüdüğü bölgede çok inançlı ve çok kültürlüolarak görülen Torê’de (Tur Abdin) yaşanan katliamve felaketleri kendine dert ediyor. Kendine dert et-mekle de kalmıyor, aydın bir tavırla bunların toplumhafızasından unutulmasını ve silinmesini engelle-meye çalışıyor. Eserlerinde sürekli yönünü Torê’de ya-şanan, toplumsal travmaya yol açan ve yerleşen bufelaket ve katliamlara çevirerek, resmi ve egemen ta-rihe karşı yeni bir okumanın kapısını aralıyor. Yazdıkla-rının toplumun hafızasından süzülmüş alternatif birbelge olarak da okunması gerekir. Ancak mevzu ede-biyat ve edebi eserler olunca amaç sadece şahitlik veyeni bir toplumsal hafıza oluşturmak olmamalıdır. İs-mail Dindar’ın metinleri acı, toplumsal hafıza, karak-terlerin örülmesi ve estetize edilmesinde de Kürtedebiyatı için yeni bir soluk ifade ediyor. Bu çalışmadayazarın eserleri ile ilgili genel bir değerlendirme yap-mayacağım, ancak bir örnek olarak “Payîza me zû hatbihara me virnî (**) ma (Güzümüz erken geldi baharı-mız gecikti)” öyküsünü ele alarak katliamlar nede-niyle ortaya çıkan toplumun acıları ve travmaları,‘kanlı’ ama sürdürülebilir ilişkileri üzerinden Kürtlerinve Torê bölgesindeki diğer insanların toplumsal hafı-zasını ele alacağım.

Yazarın söz konusu öyküsü, son yüzyılda Torê böl-gesinde yaşanan olayları ele alıyor. Öykü yaşanan fe-laketlerin genel bir açıklamasından ziyade şahitlerinanı ve anlatımları üzerinden kurgulanmış. İtiraf etmekgerekir ki öykü çok ağır bir ritim ile, ancak seçili keli-

melerle, ilgi çekici bir şekilde okurun dut ağacındandüşen bir yaprağın sesini duymasını sağlıyor, güz rüz-garıyla üşütüyor ve gün doğumu ile karekterlerininyüzüne vuran güneş ışığı ile birlikte okurun da gözle-rinin buna refleks vermesini sağlıyor. Atmosferik biröykü. Her kelime, her ses, her renk ve cümle özenleseçilmiş. İçeriği ile rahatça bir romana dönüştürülebi-lecek öyküyü yazar üç sayfayla örmüş. Etki gücünü ya-ratma çabası öyküde ön plana çıkıyor. Bu da yazarınokur üzerinde etki bırakmak isteğini nasıl bilinçli birşekilde yaptığını gösteriyor. 

Öykü aynı şehirde yaşayan, aynı tarihe sahip ancaküç farklı toplum mensubu üç yaşlı adamın dilindenaktarılıyor. Öyküde üç farklı bakış açısı var; Kürt-ÊzîdîCindî, Süryanî Şemûn ve Kürt-Müslüman Hecî Süley-man. Belediyenin dut ağacının altına yerleştirdiğibankta ikindi vakti oturmuşlar. Mevsimlerden sonba-hardır. Soğuk bir rüzgar yüzlerine vuruyor, sararmışyapraklar üzerlerine dökülüyor ve ayakkabılarınınüzerine konuyor. Sohbetleri de gölgesine sığındıklarıdut ağacının ekildiği döneme dair. Dut ağacının nezaman ekildiği sorusu yüz yıllık hafızalarına giriş içinbir kapı görevi görüyor adeta. Toplumun kollektif ha-fızası için bir sembol/tanık oluyor. Öykü Torê bölge-sindeki Midyat’ta geçiyor. Her ne kadar yazar öyküyüyüzde yüz hayali bir öykü olarak tanımlasa da, dün-yaya geldiği Qertmînê köyü ve etrafındaki Süryani veÊzîdî köyleri öykünün yaşandığı mekan olarak okurahatırlatıyor. Sebebi de söz konusu yerin üç toplumunyaşadığı bir yöre olmasıdır.

Kürtçe olan Cindî, Êzîdîlerde sık rastlanan bir isim.Cindî, koç boynuzlarını andıran beyaz gür bıyıklarasahip. Bu anlatım ile beyaz sakallı bir Êzîdî yaşlısınınfotoğrafını ortaya çıkarıyor. Şemûn ise Torê bölgesin-deki Süryanilerde sık rastlanan dini ve ulusal bir isim.Hecî Silêman da ‘Hecî’ ön isiminden ötürü, direkt din-dar bir Müslüman’ın portresi ile karşı karşıya getiriyorbizi. Öyle ki Haca gitmiştir ve namazında, niyazındabir adamdır. Ezan okunmasıyla birlikte kalkıp camiyegidiyor. Kına yaktığı için bıyıkları kızıl rengidir. Hecî Si-lêman oradakilerin en yaşlısıdır ve uzun, derin bir ha-fızayı temsil ediyor. Üçü de kendi toplumlarını temsilettikleri için isimleri öyküde önemli role sahip.

Öykü ağıcın ekildiği zaman üzerinden başlatılıyor.Hecî Silêman, Şemûn’a soruyor: 

- Kirve Şemûn, kimin bu dut ağacını ektiğinibiliyor musun?

Şemûn bilmediğini mimikleriyle göstererek;- Mesih ve Muhemmed üzerine yemin ediyorum,

ben oldum olası bu ağaç burdaydı. Ağacın kim tara-fından ekildiğini bilmiyorum.

Ardından Cindî söz alıyor: - Ben de hatırlamıyorum, bu meydana kimin bu

güzel ağacı ektiğini bilmiyorum. Muhammed’in Ku-ran’ı, İncil ve Şêxadî üzerine yemin ediyorum; kim ek-mişse direkt cennete gitmiştir, o kadar! Çünküçocuklar dutları yiyor, büyükler de gölgesinde otura-rak keyif yapıyor. (57-8). 

Torê bölgesinde en çok ekilen ağaçlardan birisi dedut ağacıdır. Bölge kültüründe bu ağaç bereket vezenginlik anlamına geliyor. Ekildiği ev ve köyün zen-ginliğini gösteriyor ve hemen hemen her avlu ya dabahçede vardır. Dut ağacı adeta öykünün şemsiyesive yüzyılın tanığı rolündedir. Yine en erken meyveveren ağaç olduğu için baharın sembolüdür aynı za-manda. Ancak öykümüz ağacın meyve vermesi iledeğil, toplumsal felaketlerin anlatıldığı kötümser olanmetaforik bir yaprak dökümü ile başlıyor.

Yine öykümüzün isminden de anlaşılacağı üzereBahar ve Güz’ün temsilinde güz kazanmıştır. Yaprakdökülüyor, bölgenin üç toplumunu temsil eden üçyaşlı adam toplumsal trajedilerinden bahsediyorlar.En başından söylemeliyiz ki anlatıcı olarak ön planaçıkan Hecî Silêman’dır. Daha yaşlı olduğu için dahaçok trajediye ve toplumsal felakete şahitlik yapmıştırve her kelimesinde geçen yüzyılda yaşanan olaylar-dan ötürü büyük bir pişmanlığın yüreğini sardığınıhissettiriyor. Eski zamanlara dönüyor, Midyat ve köyle-rinin kültüründen bahsediyor ve Süryanilerin nekadar önemli bir yere sahip olduklarını hatırlatıyor.Yine Midyat’ta kuyumculuk yapan Saliba isimli birSüryani’nin gözleri önünde, gölgesinde oturduklarıdut ağacını kendi elleriyle ektiğini söylüyor. Bir Sürya-ni’nin eliyle ekilen dut ağacının varlığının önemi üze-rinden medeniyetin yaratılmasında Süryanilerinbelirleyici pozisyonunu dile getiriyor.

◗ Kürt edebiyatı içinyeni bir soluk ifadeeden yazarın “Pa-yîza me zû hat bi-hara me virnî (**)ma (Güzümüzerken geldi baharı-mız gecikti)” öy-küsü, son yüzyıldaTorê bölgesinde ya-şanan olayları elealıyor. Öykü yaşa-nan felaketleringenel bir açıklama-sından ziyade şahit-lerin anı veanlatımları üzerin-den kurgulanmış.

‘Güzümüz erken geldi baharımız gecikti’

David YEŞİLMEN

‘Güzümüz erken geldi baharımız gecikti’

Page 5: Bir dengbêj olarak Yaşar Kemal...doğar, hangi koşullarda barış içinde yaşar, bütün bu hususların tespiti savaş ve barış ilkesi kapsamındadır. 2- Birlik İlkesi: Türkiye,

5

Yine eskiden sadece Süryanilerin orada yaşadıklarıbilgisini veriyor. Fermanlarla Süryaniler kaçtı. Başkabölgelerde fermanlarla karşılaşan Êzîdîler ve Müslü-man Kürtler de Süryanilerin terk ettikleri yerlere yer-leştiler. Ancak Müslüman Kürtlerin nasıl buraya gelipyerleştiğini göremiyoruz. Sezsizleştirme var burada.Ancak yazar Hecî Süleyman üzerinden bir medeniye-tin nasıl yok olduğunu anlatmaya çalışıyor; 

- İlk dükkan dişçi Lehdo’ya aitti. Ben şimdi 65 ya-şındayım. Dişlerimi yaptırdığı zaman 18 yaşınday-dım. Bakın daha ilk gün gibi sağlamdır. Hemenyanındaki dükkan, Gümüşcü-Telkar Marawgê’nindi.Bir demirci vardı ismi İsa’ydı; yaptığı balta, orak vebıçakların namı tüm ülkelere yayılmıştı. MarangozHanna ve Nalbant Ezîz’in yerleri en sondaydı. Sizehangisini anlatsam ki?  (59)

“Size hangisini anlatayım ki?” cümlesi yorgun vetravmatik bir ruh halinin dışa vurumu gibi yansıyorve gelecek üzerine düşünmek bile istemiyor. 

1915 katliamı da öyküde önemli bir yer tutuyor.Hecî Silêman düşmanın bölgede yaşayan halklarüzerinde oynadığı bir oyun olarak tanımlıyor 1915’i.Süryanilerin Seyfo, Kürtlerin Fermana Filehan bazende Qira Sor (Kızıl Katliam) olarak ifade ettikleri katli-amdan ‘ilk tufan’ olarak bahsediyor. Çünkü ikinciferman ya da tufan onun ardından geliyor. 

“İlk tufanda top gibi hepimizle oynadılar. Bu top-rakların onlarla cennete dönüştüğü Süryanileri bizekatlettirdiler. Biz yüzyıllardır köylümüz, komşumuzolan suçsuz günahsız insanların katili olduk. Kılıcı-mıza onların kanı bulaştı. Elalem bizi maşa gibi kul-landı”(59). 

Hecî Silêman temsil ettiği toplum adına yapılanyanlışı itiraf ediyor ve özeleştiri veriyor. Kürtler eliyleSüryanilerin katledilmesinin pişmanlığını ifade edi-yor. Ancak bilinmesi gerekir ki Hecî Silêman ikincikatliamın yaşandığı dönemin jenerasyonundan.Olayın tanıklarının söylemlerinin şahitliğini yapıyor.Yine Kürtlerin günümüzdeki politik yaklaşımlarınınetkilerinin kıvılcımları da ortaya çıkıyor. İlk fermanıHecî Silêman kendisinden öncekilerden duymuş,ancak ikinci fermana birebir şahitlik ediyor. 

Şöyle diyor: “Kirveler biliyorsunuz bundan kırk yılönce ne Êzîdîlerin ne de Müslümanların tek bir eviyoktu burda. Nasıl ki ikinci ferman ile birlikte Sürya-niler kenti boşalttıysa, Êzîdîler de atalarının yaşadığıdağları yetim bıraktı.” (58)

Bu sefer de Süryani ve Êzîdîlerin göçertilmesindenbahsediyor ve bunu ikinci ferman olarak tanımlıyor.ikinci fermanı ilkinden daha ağır olarak anlatıyor.Unutmamamız gereken bir şey de Torê’nin yani Sür-yanilerin Tur Abdin olarak isimlendirdikleri yerin onlariçin kutsal bir bölge olduğu gerçeğidir. 

Hecî Silêman’ın söylediklerini teyit edercesineCindî de şunları ifade ediyor: ”Biliyor musun sevgiliHecî, ne Süryanilere ölüm yağdıran Seyfo ne de Êzî-dîlerin karşılaştıkları 78 ferman ve saldırı, biz Êzîdî-leri ortadan kaldıramadı. Ancak benim korkum odurki bu göç tamamen bizim sonumuzu getircek. Uzakve yabancı ülkelere dağılmamız bizim sonumuz ola-cak.” (59) 

Şemûn da göç etmeyi sudan çıkan balığın duru-muna benzeterek, ”Ne zamanki balık sudan çıktı, ozaman ölüm kapıdadır. Atalarının topraklarındanuzaklaşan birisi, sudan çıkan bir balıktır artık.”(59) Öykü medeniyetin varlığını toprağa bağlıyor veen büyük katliamı ise halkların Torê’yi boşaltmasıolarak anlatıyor. 

Katliama katılma nedenlerine sıra gelince sadeceHecî Silêman’ın kendi toplumunu suçluyor. Kenditoplumunu cehalet, körlük ve çıkarcılık ile ithamediyor: ”Gözlerimiz kör olmuştu, ne okurumuz vardıne aydınımız. Eğer bugün gibi olsaydı kimse bizeböyle bir şey yaptırabilir miydi? Bugün işte bu yüz-den dört taraftan biz Kürtlere karşı saldırı var. DünÊzîdî ve Süryaniler, bugün de sıra biz Kürtleregeldi… Ağa ve beyler basit nedenlerden ötürü bir-birine düşmanlık yapıyordu. Her birisi kanımıza do-yamayan canavarın ağzında bir lokmadan başka birşey değildi. Birbirimizin hırsızlığını yapıyorduk, birbi-rimizi talan ediyorduk…” (59)

Hecî Silêman toplumun yanlışlarına ve Kürt hare-ketinin günümüzde yarattığı zihniyetin geç gelme-sine hayıflanarak şunları söylüyor: ”Birbirindendeğerli gençler bugün dağ bayır demeden dolaşı-yor gariban halkı derin uykudan uyandırıyor. Eğerbundan 50 yıl öncesinde böyle olsaydı güzümüz

erken gelmez, baharımız da öyle gecik-mez, kısa sürmezdi.” (59). Ve günümüzde oluşan an-layışa sığınıyor. Bir özür kıvamında kelimeler yavaşyavaş ve hece hece ağzından çıkıyor: ”Gözlerimizkör olmuştu, ne okurumuz vardı ne aydınımız. Eğerbugün gibi olsaydı kimse bize böyle bir şey yaptıra-bilir miydi? Bugün işte bu yüzden orada burada, hertaraftan biz Kürtlere karşı saldırı var. Dün Êzîdî veSüryaniler, bugün de sıra biz Kürtlere geldi…“ (59) 

Bu karşılaştırma ve sorgulama Torê bölgesindehemen hemen her Kürdün hanesinde söylenen veyüzyıl öncesi ile günümüz arasında devamlılığı sağ-layan bir toplumsal yüzleşme pratiği olarak; “onlarkahvaltıydı, biz öğle yemeği olduk” deyimi ile aynıanlamı ifade ediyor. 

Öykünün sonunda, efsuni bir şekilde ve yine rit-mik olarak önce yukarı mahallede kalan son bir kaçyaşlı kadın ve erkek Süryani’ye hizmet veren kilise-nin çanı çalıyor. Şemûn arkadaşlarıyla vedalaşarakağır adımlarla kiliseye doğru yürüyor. ArdındanCizre yolu üzerinde, Süryani ustalarının elindençıkan işlenmiş taşlarla minaresi yapılan caminin mü-ezzininin ezan okuma sesi geliyor. Burada minare-nin Süryanilerin eliyle yapılması gibi çok önemli birayrıntıyı unutmamamız gerekiyor. Hecî Silêman dakalkıyor ve ikindi namazını kılmak için caminin yo-lunu tutuyor. Êzîdî olan Cindî tek başına kalıyor. Rüz-garın ve doğanın sesi ona lawij (dini metinlerinmelodileri) gibi geliyor ve gün batımına kadar bu-rada kaldıktan sonra o da evine gidiyor. 

Kısa öykümüzde her karekter bir toplumu temsilediyor. Ancak temsil edilen her üç toplum da ezilentoplumlardır ve öykü eskiden yaşanan ve günü-müzde hala onarılmayan acılara odaklanıyor. 

Bu çekilen acıların sorumlusu olarak da bu felaket-lerin yaşanmasının aracı-maşası olarak kullanılanMüslüman Kürtler görülüyor. Pişmanlık, nostalji vekatliam yıllarının travmaları, yani yüzyıllık bir sürecinmuhasebesinin yapıldığı bir öyküdür. Birlikte yaşamafırsatının elden kaçmasının hayıflanmasıdır da aynızamanda. Çünkü artık hem üç kahramanın ömürleri-nin, hem de Torê bölgesinin halklarının sonbaharıdıryaşanan. Çünkü kendi toplumlarını kendi topraklarıüzerinde temsil eden son insanlardır. Êzîdîlerin veSüryanilerin büyük bir çoğunluğu topraklarını terkederek göçmüştür. Müslüman Kürtler de katliam veasimilasyon saldırılarıyla karşı karşıyalar… 

(*) Dindar, İsmail. “Payîza me zû hat bihara mevirnî ma”, Seyfo, Evrensel Yayınları, 2015, İstanbul, s.57-60.

(**) Virnî: Türkçe karşılığı yok. Geciken doğum, geçekilen ürün anlamına geliyor. Dijbera peyva ‘Virnî’ jî‘Helî’ ye. 

◗ Yazar İsmail Dindar, yirmi yıldırdevam eden yazarlık öykü-sünde, doğup büyüdüğü böl-gede çok inançlı ve çokkültürlü olarak görülen Torê(Tur Abdin)’de yaşanan kat-liam ve felaketleri kendinedert ediyor. Kendine dert et-mekle kalmıyor, aydın bir ta-vırla bunların toplumunhafızasından unutulmasınıve silinmesini engellemeyeçalışıyor.

◗ 1915 katliamı da öyküde önemli biryer tutuyor. Hecî Silêman 1915’i düş-manın bölgede yaşayan halklar üze-rinde oynadığı bir oyun olaraktanımlıyor. Süryanilerin Seyfo, Kürtle-rin Fermana Filehan bazen de QiraSor (Kızıl Katliam) olarak ifade ettik-leri katliamdan ‘ilk tufan’ olarak bah-sediyor. Çünkü ikinci ferman ya datufan onun ardından geliyor.

Page 6: Bir dengbêj olarak Yaşar Kemal...doğar, hangi koşullarda barış içinde yaşar, bütün bu hususların tespiti savaş ve barış ilkesi kapsamındadır. 2- Birlik İlkesi: Türkiye,

6

Çevrenizde tümkötülüklerolup biterken

yerinizde oturup ‘banane başkalarından’ diye-bilirsiniz. Ta ki adaletegereksinim duyanakadar. Ama o zaman daöncekiler yok edilirkensessiz kaldığınızdansizin için ses çıkaracak kimse olmayacak. Her şey olupbiterken sessiz kalmanız, size olacak kötülüklere karşıçıkacak tüm sesleri öldürmeniz demektir.

Bu yazıda sizlerle birlikte günümüzden 2500 yıl ön-cesine gidip günümüze geri döneceğiz. Antik Yunantragedya yazarı Sofokles’i (Sofokles d. M.Ö 495-M.Ö406) ve onun iki tragedyasını, günümüzle bağlantılıanlatmaya çalışacağım. Oidiphus ve Antigone traged-yaları…

Oidiphus tragedyasıOidiphus tragedyası, antik Yunan tragedyalarının

en önemlilerindendir. Günümüzde 'Oidiphus kom-pleksi' olarak psikanaliz literatürüne de girmiştir.

Çocukları olmayan Tebai şehrinin kral ve kraliçesiLaios ve İokaste, bir kahine danışır. Kahinler babasına,‘Bir çocuğunun doğacağını, doğacak bu çocuğunkendisini öldürüp annesiyle evleneceğini söyler’.

Oidiphus, doğduğunda babası kehanetin gerçek-leşmemesi için Oidiphus’un bileklerini birbirine çivile-tir ve çobanına verip, götürüp dağda ölüme terketmesini söyler. Çoban, Oidiphus’u dağa götürür

ancak öldürmeye kıyamaz. Orada karşılaştığı başkabir çoban, çocuğu ona vermesini kendi kral ve kraliçe-sinin çocukları olmadığını, çocuğu onlara vereceğinisöyler. Çoban da zaten çocuğun ölmesini istemediğiiçin çocuğu ona verir. (Oidiphus, Antik Yunanca şişayak anlamına gelir) Diğer çoban, Oidiphus’u alırKorin, kral ve kraliçesine götürür. Onlar Oidiphus’ukendi çocukları gibi benimser, büyütür. Oidiphus’ahiçbir zaman gerçek çocukları olmadığını söylemez-ler. O da onları gerçek anne babası bilir. Bir gün birisiOidiphus’a onların gerçek anne ve babası olmadığınısöyler. Oidiphus, bunu babası bildiği Korin kralınasorar. Kral bu gerçeği inkar eder.

Oidiphus, gerçeği öğrenmek için öz anne ve baba-sının gittiği kahine danışır. Kahin, Oidiphus’un kim ol-duğunu ve kaderini de biliyordur. Kahin, Oidiphus’agerçeğin tamamını söylemez, sadece kaderinde ger-çek babasını öldürüp annesiyle evleneceğini söyler.Odiphus kehanetin gerçek olmaması için oradanbaşka bir yere Tebai şehrine gider. Tebai şehrine gelir-ken yolda kral ve adamlarıyla yol verme yüzündenkavga eder ve kralı öldürür. Daha sonra Tebai şehriningirişinde, şehre girmeye çalışan herkese bir bilmecesoran, bilmeyenleri uçurumdan atan, Tebai’nin başınabela olan Sfenks’le karşılaşır. Kraliçenin kardeşi Kreon,bu canavarın sorusunu bilenle kızkardeşini evlendiripkral yapma sözü verir. Sfenks ona, "Sabah dört ayaklı,öğlen iki ayaklı, akşam dört ayaklı olan şey nedir” diyesorar. Oidiphus, "İnsan" der. "Sabah çocukken dörtayak üzünde yürürüz, öğlen genç iki ayak üstünde yü-rürüz, akşam yaşlanınca bir baston yardımıyla yürü-rüz." Doğru cevabı duyan Sfenks, kahrından

uçurumdan düşerek ölür. Bunu gören Tebai halkı,hazır yeni kralları ölmüşken ve de şehrin başına belaolan Sfenks’ten kurtardığı için, dul kalan kraliçeyle Oi-diphus’u evlendirip Tebai kralı yaparlar.

İşte Oidiphus ve babasının kaçtığı kehanet gerçekolur, Oidiphus’un dramı burada başlar. Oidiphus, çokcömert erdemli bir kral olarak halkı refah içinde yaşa-tır. Geçen yıllar içinde dört çocuğu olur. Derken birgün Tebai şehri veba hastalığı ve kuraklıktan kırıl-maya başlar. Oidiphus şehri kıran hastalığın nedeniniaraştırmaya başlar. Oidiphus, kraliçenin kardeşiKreon’u kahine yollar. Kreon, dönüşünde eski kralınkatilinin bulunup cezalandırılması gerektiğini ve bukatilin, şehirleri Tebai’de olduğunu söyler. Bunun üze-rine Oidiphus başka bir kahin çağırıp ona sorar. Kahinona, "Bunu araştırma" der. Oidiphus’un kralın katili ol-duğunu ve anne babasını bilmediğini söylemekletehdit eder. Oidiphus kahinle konuştuğu sırada kra-liçe içeri girer ve eski kocasının ölüm şeklini anlatır.Oidiphus bu sözlerden şüphelenir, çünkü kendisişehre gelirken dört yol ağzında bir kişiyi öldürmüştür.

Gerçekte de kral Laios da dört yol ağzında öldü-rülmüştü. Kraliçe bu olanları anlatırken bir habercigelir ve Korin kralının öldüğünü söyler. Korin halkı Oi-diphus’un kral olmasını ister. Ancak Oidiphus geridönmez Korin’e, babası bildiği kral onun yüzündenölmemiştir ama kehanetin geri kalan kısmının gerçekolması korkusuyla Korin’e kral olmayı kabul etmez.Haberci, Oidiphus’a onun kral ve kraliçenin gerçekoğulları olmadığını, evlatlık alındığını söyler. Kraliçe,İokaste Oidiphus’un kim olduğunu anlar ve intihareder. Oidiphus, bebekken onu alan çobanı bulur ve

Sofokles’in binlerce yılllık uyarısı

Tekin AĞACIK

◗ Sofokles bize erdemli bir yönetici-nin nasıl olması gerektiğini Oidiphus tragedyasında gösterir. Ve her insanıntoplumu kötüye götüren olaylar karşısında nasıl davranması gerektiğinin çerçevesini çizer. Erdem, etik yaşamolaylar karşısında nasıl davrandığımızla ortaya çıkar, "söylem yerine pratik" der Sofokles, Oidiphus tragedyasında.

Page 7: Bir dengbêj olarak Yaşar Kemal...doğar, hangi koşullarda barış içinde yaşar, bütün bu hususların tespiti savaş ve barış ilkesi kapsamındadır. 2- Birlik İlkesi: Türkiye,

7

gerçekleri ondan öğrenir. Oidiphus tüm gerçeğianlar ve gerçekte annesi olan kraliçeyle evlendiğinianlar. Kraliçeyi aramak için geri döner ancak İokasteutancından intihar etmiştir. İokaste’nin intihar ettiğinigören Oidiphus kraliçenin elbisesinden aldığı iki altıntoplu iğne ile gözlerini kör eder. Utanç dolu gözlerledünyaya bakamayacaktır artık. Oidiphus tüm zaman-ların edebi tarihinde erdemli insan olarak gösterilir.Neden böyle diye düşünebiliriz. Oidiphus halkı kıranvebanın nedenini öğrenmesine rağmen bu sırrı ken-disine saklayıp iktidarını sürdürmek yerine erdemlibir insan olup kendi iktidarını ve bunun sağladığıtüm güçlerden vazgeçip diğer insanları düşünerekhepsini reddetmiştir.

Sofokles bize erdemli bir yöneticinin nasıl olmasıgerektiğini Oidiphus tragedyasında gösterir. Ve herinsanın toplumu kötüye götüren olaylar karşısındanasıl davranması gerektiğinin çerçevesini çizer.Erdem, etik yaşam olaylar karşısında nasıl davrandı-ğımızla ortaya çıkar. “Söylem yerine pratik” der So-fokles, Oidiphus tragedyasında. Oidiphus, oğullarıbüyüyüp ülkeyi yönetmeye hazır olana kadar ül-kede kalır ve daha sonra kızı Antigone’nin yardı-mıyla Kolonos şehrine gider. Oidiphus Kolonos’agittikten sonra oğulları arasında çıkan anlaşmazlıkyeni bir kehanet doğurur. Babalarının gömüldüğüyer bilinmezse kardeşlerin büyük bir felaketle karşı-laşacağı bildirilir. Eteokles ve Polyneikes kendi çıkar-ları yararına babalarını kullanmaya çalışırlar. Oğulları,Oidiphus’u Tebai şehrine zorla getirmeye çalışıncaonlara beddua eder ve sonra huzur içinde ölür. Ete-okles ve Polyneikes babalarının bedduasının gerçekolmaması için aralarındaki sorunu çözmeye çalışır veher yıl biri ülkeyi yönetme konusunda anlaşır. Ancakhükmetme hırsına yenilirler.

Eteokles sırası gelince tahtı, kardeşi Polyneikes’edevretmeyi reddeder. Eteokles kardeşi Polyneikes’iülkeden sürer, o da tahtı elde edebilmek için Argoskralının kızıyla evlenir. Argos kralını Tebai’ye saldır-mak için ikna eder. Ve Tebai şehrinin kapısına dayanırkardeşine hakkı olan tahtı almak için savaşa daveteder, bu savaş sonrası iki kardeş birbirini öldürür. An-tigone’nin trajedisi burada başlar. Kreon iki yeğeninölümü pahasına aralarındaki anlaşmazlığı gidermekyerine onların birbirini öldürmesine destek olur ve enyakın akraba olduğu için kendini kral ilan eder.

Antigone tragedyasıKreon, iki kardeşin birbirini öldürdüğü savaş son-

rası, Eteokles’in cenazesini törenle gömer ancak ken-dinden yana olmayan Polyneikes’in cenazesini hainilan ederek, kurda kuşa yem olsun diye gömülmesineizin vermez, gömmeye çalışanı hain ilan eder, yas tu-tulmasını yasaklar. Kreon, Oidiphus tregedyasındasilik, yok denecek kadar silik, dahası iyi diyebileceği-miz bir karakterdir. Ancak Antigone tragedyasındaKreon asıl kişiliğini, iktidar hırsıyla vicdanı kör olmuşbir kişilikle karşımıza çıkar. Vatan, millet uğruna ölümsözlerini sık sık yineler. Bu sözlerle kendi iktidarını pe-kiştirmek için diğerlerinin yaşamlarını nasıl hiçe say-dığını gösterir. Tragedyanın başlarında şöyle der."Devlet yönetiminde yoğrulmadıkça kişi, ölçülemezonun zekası karakteri gerçek düşünceleri". Bu sözlerleKreon doğru söyler ama gelecekte kendisi devlet yö-netiminde nasıl kötü bir kişilik olduğunu gösterir. İkti-dar hırsının bir insanı nasıl bir canavaradönüştürdüğünü görürüz Kreon’un kişiliğinde. Anti-gone, Kreon’un buyruklarına karşı gelir, ölen iki kar-deşinin aynı saygıyla gömülmesini ister. Kreon’a"ölünce herkes eşittir" der. Bu düşüncesini kız kardeşiİsmene’ye söyler ancak İsmene ona yardım etmez,ölüm korkusuna yenik düşer ve ihaneti seçer. İsmenebu tragedya da ihaneti temsil eder. Antigone, gecegizlice kardeşini gömerken yakalanır ve Kreon’unemirlerine karşı geldiği için ölüme mahkum edilir.

Canlı canlı bir kaya mezara gömülerek oradaölüme mahkum edilir. Kreon’un oğlu Haimon, aynızamanda Antigone’nin nişanlısı bu karara karşı çıkar,ancak Kreon’un gözü iktidarından başka bir şey gör-mediği için onu dinlemez. Antigone hapsedildiği taşmezarda intihar eder, bunu gören Haimon da onunölüsüne sarılarak intihar eder.

Tüm bunları gören Kreon’un eşi Eurydike de, buhaber üzerine intihar eder. Tüm bunların sonucundaKreon sırtını dayadığı erki kaybeder. Sofokles’in bu ikitragedyasında iki kral görürüz; biri erdemli bir yaşamuğruna elindeki tüm erki kaybeder. Tüm bunları kay-betmemek, elinde olmasına rağmen erdemsiz bir ya-şamı seçmek aklına bile gelmeyen Oidiphus.Erdemsizliği seçip iktidar uğruna her türlü kötülüğüseçen, en yakınlarının ölümü karşısında bile erdemliolmayı aklına getirmeyen, ama yine de iktidarı kaybe-den Kreon.

TC’nin kesintisiz faşizmiSofokles binlerce yıl öncesinden tiranların diktatör-

lerin halka zulmetmek için iktidarın erkini nasıl kul-landıklarını ve bunu nasıl elde ettiklerini gösterir.İnsanlık bunları görmezden geldi. Tarih çok Sezarlar,Mussoliniler, Frankolar, Hitlerler, Mustafa Kemaller,Saddam Hüseyinler gördü. Ama yine de bunların ar-dından gidenler, kendilerinin de felakete sürüklendi-ğini göremedi. Türkiye Cumhuriyeti’nde ise kesintisizfaşizm, Mustafa Kemal’le başlayıp Erdoğan’la devamediyor.

Erdoğan, yumuşak söylemlerle herkesi kucaklıyor-muş gibi görünerek iktidara getirilmiş, iktidarı iyicegüçlendikçe asıl iç yüzünü ortaya çıkarmıştır. TürkiyeCumhuriyeti’nden devraldığı katliam geleneğini enbarbar biçimde sürdürmekte tereddüt etmiyor.

Milliyetçilik sosuyla katliamlarını haklıymış gibi

göstererek muhalefetinden yumuşak muhaliflerinekadar herkesi kendi katliamlarının sessiz ortağı yaptı.Erdoğan iktidarının Kürtlere karşı yürüttüğü sistemli,bilinçli politikası, Türkiye Cumhuriyeti’nin birincil he-deflerinden biridir.

Uğur Kaymaz, Ceylan Önkol gibi sayısız Kürt ço-cuklarının katliamına imzasını atmış, sessiz kalandünya karşısında katliamlarını daha da pervasızlaş-tırmıştır. Roboskî, Sur, Nusaybin, Silopi, Cizre’deKürtleri bodrumlarda canice katlettiği yetmemişgibi ölülerimizi gömmemize bile izin vermeyecekkadar insanlığa uzak bir düşüncenin vücut bulmuşhali olmuştur, Erdoğan.

Ölülerimiz günlerce sokakta kaldı, anneler ço-cuklarının bedenini buzdolabında sakladı bozul-masın diye, katlettiği insanlarımızın bedenleriniyerlerde sürükletti, ölülerimize yas tutma, insani birşekilde gömmemizin önünde en insanlık dışı yön-temlerle engel oldu.

Öte yandan dünyanın her yerinden topladığı cani-lerle, Rojava’da yaşayan Kürtlere yönelen Erdoğan, in-sanlık dışı bir savaş yürüterek Kürt düşmanlığını iyicepekiştirerek, bu katliamlarını "kahramanlık" naralarıylasüsledi. Erdoğan, tüm diktatörler gibi içindeki caniyiyönetemeyen, ama başkalarını yönetmeye kalkan,karşı çıkanı katleden, içindeki caninin kölesidir.

Mücadele etmek de bizim ödevimiz olsun!Sofokles, bize erdemli bir yöneticinin veya insanın

nasıl olması gerektiğinin çerçevesini çizer. Bir yöneticikendi itibarı uğruna başka insanları itibarsızlaştırma,öldürme gibi bir hakkı olamaz, der. Tam tersine; “eğerbir yönetici, kendisinin neden olduğu acılara veyabaşka kötülüklere karşı başka insanların lehine kendi-sine ne olursa olsun tüm gerçekleri açığa çıkarmalı-dır”, der Sofokles.

Yukarıda bize göstermiş olduğu iki karakter; Oidip-hus ne kadar erdemliyse Kreon o kadar erdemsiz biryöneticidir. Elbetteki her insan erdemli olmalıdır amaerdemsiz olan bir yöneticiyse tüm halk zarar görür vedevlet itibarsızlaşır. Kendi kişisel çıkarları uğruna tümhalka zarar veren Kreon, en sonunda kendi çocuklarıolmak üzere tüm ailesine zarar verip her şeyi kaybet-miştir. Oidiphus’a baktıkta o kendi çıkarlarını öteleyipgerçekler uğruna sadece kendi zarar görecek bir bi-çimde erdemlice yaklaşmıştır.

Günümüz Kreon’a gelince Sofokles’in çizdiği kötü-lük karakterine benzerlikleriyle binlerce yıl sonra Er-doğan’dır. Bu kötülüğün abidesi binlerce yıl önceçizilmiş etik kuralların hepsini çiğnemiş, sadece Kürthalkına değil Türk halkı ve Ortadoğu halklarının tü-müne ettiği kötülüklerle kötülük sınırlarını genişlet-miş. Bu yaptığı tüm kötülüklere ailesini ve yanındayer alan insanlığın yüz karası, tüm kapı kullarını daortak etmiştir. Tüm insanlık bilir ki ölüm karşısındaherkes eşittir. Kahramanlık savaştığın birinin ölüsünesaygı duymaktır. Ne kadar düşman olsan da. Kahra-manlık ölüye işkence etmek çürüyene kadar sokaktabırakmak değildir. Cizre’de cenazesi günlerce sokaktakalan Taybet Ana, buzdolabında cenazesi bozulmasındiye saklanan Cemile, birer Polineikes’tir. Kendi halkıiçin savaşan şehit düşen ve yaşayan her Kürt kadınıve onlarla birlikte olan dünyanın çeşitli yerlerindengelen enternasyonal devrimciler birer Antigone’dir.Ve kendi halkına karşı zalimlerin yanında yer alan,kendi halkının acılarını görmeyip, susan her Kürt birerİsmene’dir.

Sofokles, binlerce yıl önceden insanlığı uyarıyor.Kötülere karşı insanlığın zaferini öngörüyor. Bu bir sa-natçının öngörüsüdür, kötülük karşısında insanların,insanlığın ne kadar kötü durumlara düşeceğini söylü-yor. Öyleyse dünyayı daha iyi bir yer yapmak için mü-cadele etmek de bizim ödevimiz olsun.

Sofokles’in Antigone tra-gedyasında iki kral görürüz;biri erdemli bir yaşam uğ-runa elindeki tüm erki kay-beder. Tüm bunlarıkaybetmemek, elinde olma-sına rağmen erdemsiz bir ya-şamı seçmek aklına bilegelmeyen Oidiphus. Erdem-sizliği seçip iktidar uğrunaher türlü kötülüğü seçen, enyakınlarının ölümü karşısındabile erdemli olmayı aklınagetirmeyen, ama yine de ikti-darı kaybeden Kreon.

Page 8: Bir dengbêj olarak Yaşar Kemal...doğar, hangi koşullarda barış içinde yaşar, bütün bu hususların tespiti savaş ve barış ilkesi kapsamındadır. 2- Birlik İlkesi: Türkiye,

Yaşar Kemal, yazılı edebiyatındengbêjidir. Fakat bu edebiyatı Kürtçedeğil de Türkçe icra eder. Evet, Türkçe.Ama daha anasının karnındayken deng-bêjlerin sesi genlerine sirayet etmiştir.Tüm yaşamı ve edebiyatında bu deng-bêjlerin duygusu, tınısı, melodisi veKurdî aklını kullanmıştır. Eserlerinin ne-redeyse hepsini Kurdî duygularla yaz-mıştır.

8

Deng ses, bêj söylem, dengbêj ise sözün us-tası anlamını taşır. Söz ve ses, dengbêjlerleyüzyıllardır nesilden nesile taşınmaktadır.

Dünyada başka hiçbir yerde olmayan bir müzik vekültür formu olan dengbêjlik endemik bir türdür vesadece Kürtlerde vücut bulmuş, onlar tarafından ge-liştirilmiştir. Duyguda, zihinde yüzyıllardır sözlüformda süregelmektedir. Dengbêjler, Kürtlerin edebi-yatını, dramasını, müziğini, halk danslarını; kısacasıtüm kültürünü bağrında taşımıştır. Peki Yaşar Kemal’edengbêj diyebilir miyiz? Evet. Yaşar Kemal bir deng-bêjdir.

O, Vanlı bir ailenin çocuğu olarak Çukurova’nın sarısıcağında doğmuş, anne ve babasından duyduğu ilkkelimeler Kürtçe. Hatta ailesi çocukluğu boyunca ev-lerine dair hep şu sözle övünmüş ve bu onun Kürtçekilamlar söylemesine, ağıtlar toplamasına vesileolmuş: “Bu ev Evdalê Zeynîkê’nin diz çöküp kilamsöylediği evdir.”

Evdalê Zeynîkê gibi bir dengbêjin sürekli Yaşar Ke-mal’in kulağında çınlaması hayatının tümüne sirayetetmesi anlamını da taşımaktadır. ÇocukluğundaKürtçe kilamlar seslendiren Kemal, hayatı boyuncaKürtlerden, Kürtçe’den ve dengbêjlerden kopmamış,Kürt duygusu hep hayatında olmuştur.

O edebiyatın dengbêjidirMadem dengbêjlik sözle olan bir formdur, Yaşar

Kemal nasıl dengbêj olabilir? O, yazılı edebiyatındengbêjidir. Edebiyatın en büyük dengbêjlerindenbiridir. Fakat bu edebiyatı Kürtçe değil de Türkçe icraeder. Evet, Türkçe. Ama bahsettiğim gibi, daha anası-nın karnındayken dengbêjlerin sesi genlerine sirayetetmiştir. O, tüm yaşamı ve edebiyatında bu dengbêj-lerin duygusu, tınısı, melodisi ve Kurdî aklını kullan-mıştır. Eserlerinin neredeyse hepsini Kurdî duygularlayazmıştır. Tıpkı çocukluğunun geçtiği Çukurova’da“Evde Kürtçe, dışarıda Türkçe konuşuyorduk” demesigibi, içinde hep Kürtçeyi yaşamış, kaleminin ucundanTürkçe damıtmıştır. İç dünyası Kurdî duygularla dolu-dur, dengbêjlerin ve Mezopotamya’nın kadim kültü-rünü yaşamıştır. Eserlerini okuyan herkes bu Kurdîduyguları görür, hisseder. O Türkçe yazan bir Kürt ya-zardır.

Yaşar Kemal hayatı boyunca Kürtlerle beraber yü-rüdü. Kürt meselesinin çözümü için, ölüm oruçları içinhep konuştu, yazdı. Barış için mücadele etti. Bundandolayı defalarca yargılandı. Musa Anter, Ahmet Türkgibi tüm Kürt şahsiyetler onun en yakın dostlarıydı.

O, “En güzel şiir, barıştır” diyen koca yürek, kocadağ, yaşadığı yüzyıldan bundan sonraki yüzyıllarabelki de bin yıllara kalacak büyük bir edebiyat deha-sıdır. Nasıl ki dengbêjler sözlü edebiyatın taşıyıcısı ko-numundalar, bugün de Yaşar Kemal o sözlü geleneğiilk başlarda sözlü olarak devam etse de, kanından ca-nından terinden damlatarak kağıda damıtıp ölüm-süzleştirmeyi erken kavradı ve yazdı. Hep yazdı. Kahduyduklarını, kah gördüklerini, kah hissettiklerinikendi tarifsiz evreninde evirdi, çevirdi, pişirdi ve tekbir ağaçtan dönüşen tek bir kağıda, kaleme ayıp et-meden nakış nakış nakşetti. Ve bugün tüm insanlığaarmağan etti.

Yaşar Kemal ile 2005 yılında, çalıştığım gazete içinyapacağım bir röportaj vesilesiyle tanıştık. Sohbeti-miz, muhabbetimiz sırasında onun geleneksel ve mo-

derni bir araya getiren bir dengbêj olduğuna şahitoldum. Ailesinin Van’dan Çukurova’ya göç etmesi veİskan Kanunu Başkanı’nın Ermenilerden kalan konağıKürtoğlu dediği babasına vermek istemesi, babasınında Ermeni evi olduğu için kabul etmeme yürekliliğini“Yuvası yıkılan kuşun yuvası başka kuşa hayretmez”sözüyle reddetmesi, yaşamını şekillendiren ilk ailevitavır olarak görülebilir.

Teneke eseri Kürtçe’deYaşar Kemal’in Teneke adlı tiyatro oyununu 2006

yılında Kürtçe’ye çevirerek kitap olarak yayınladım.Her görüşmemizde bu oyunu ne zaman sahneleyece-ğimi sorardı. Fakat oyunun Kürtçe olması ve kadrosu-nun geniş olması nedeniyle bir türlü iki yakayı biraraya getiremediğimi söyledim. Kendi eserini kendianadilinde sahnede görmeyi çok istiyordu. Maalesefonun yazdığı oyunu kendi anadiliyle sahnelemesinigöremedi. O yaşarken sahneleyemedim. Fakat birgün bu oyunu onun anadili olan Kürtçe ile sahnele-yeceğime dair ona söz verdim ve bu sözü yerine ge-tirmek için elimden geleni yapacağım.

Yaşar Kemal yaşadığı dönemde ve benim kendi-siyle olan 10 yıllık muhabbetimde, kendisinden gerekyüz yüze gerek uzun telefon görüşmelerimizde bir-çok şey öğrendim. O, bu dünyada yaşayan son kuşakdoğayı deneyimlemiş ve bugün bize tüm ayrıntıla-rıyla aktaran bir edebiyat dehasıdır. Tüm eserleri in-sanlığa verilen birer ibret ve ders niteliğindedir.“Kitaplarımı okuyanlar insan öldürememeli, zulümedememeli, barışçıl olmalı…” demesi bize bu dersifazlasıyla veriyor.

Neredeyse tüm eserleri dünya dillerine çevrilip ya-yınlandı. Ama anadilinde maalesef yeterince yayın-lanmadı. O, hayattayken tüm eserlerinin Kürtçeyeçevrilmesini istiyordu. Ama birkaç eseri dışında çeviriyapılmadı. Tüm külliyatının Kürtçeye çevrilmesini faz-lasıyla hak ediyor. Bunu dünya gözüyle görmedi amabu da bize bir görev olsun.

Bugüne kadar eserlerini okumamış olmak, O’na dakendimize de büyük haksızlıktır. Dostoyevski, Çehov,Tolstoy gibi okumadığımız dünya klasiği neredeyseyokken, insan psikolojisinin, sosyolojisinin ve karakteryaratımının en ince detayına kadar -kesinlikle- dünyaklasiği niteliğindeki eserlerinin tek birini bile okuma-dan ölmemek gerekiyor. Kendisinin de dediği gibi,roman insan psikolojisini işler. Fakat o bu insan psiko-lojisini coğrafya ve doğanın içinden getirip eserininzirvesinde tamamlıyor.

Bir dengbêj olarak Yaşar Kemal✦

O, bu dünyada yaşayan sonkuşak doğayı deneyimlemiş vebugün bize tüm ayrıntılarıyla aktaranbir edebiyat dehasıdır. Tüm eserleriinsanlığa verilen birer ibret ve dersniteliğindedir. “Kitaplarımı okuyanlarinsan öldürememeli, zulüm edeme-meli, barışçıl olmalı…” demesi bizebu dersi fazlasıyla veriyor.

Hayattayken, tüm eserlerininKürtçeye çevrilmesini istiyordu. Amabirkaç eseri dışında çeviri yapılmadı.Tüm külliyatının Kürtçeye çevrilme-sini fazlasıyla hak ediyor. Bunudünya gözüyle görmedi ama bu dabize bir görev olsun.

İnce Memed eseri, sosyalizmintoprakla buluşmuş halidir. Neden bueserden bu kadar korkulduğunu iseşu sözler çok güzel özetler: ...İnceMemed ağayı öldürmeye gittiğinde:“Beni öldürmen neye yarar, bir ağagider, başka bir ağa gelir” der.“Olsun” diye karşılık veren İnceMemed, “benim yerime de başka birİnce Memed gelir” der.

Kitapların, toprağın, doğanın,otun, böceğin, ateşin, ağacın, kuşun,yiğitliğin, taşın, dağın Mezopo-tamya’nın, Anadolu’nun, dünyanınölümüdür Yaşar Kemal’in ölümü. Birkalem, bir kağıt ve bir orman değilmidir zaten bir yazarı var eden?

Aydın ORAK▼

Page 9: Bir dengbêj olarak Yaşar Kemal...doğar, hangi koşullarda barış içinde yaşar, bütün bu hususların tespiti savaş ve barış ilkesi kapsamındadır. 2- Birlik İlkesi: Türkiye,

9

Yaşar Kemal’i 2015 yılında kaybettik. Cenazesindeinsanların umutlarını gözlerimle gördüm. “Bitmedidaha, sürüyor o kavga…” İşte umudun ismi şiirdekibu cümleydi. Ve hala sürüyor bu umut, bu kavga.Onunla ilk görüşmemizi anımsadım. İstanbul Har-biye’de oturduğumuz yerden kalkıp, onu taksiye bin-dirmek üzere yürüdük, yürüdük, yürüdük. Kolumagirmiş, türlü şakalar, espriler, fıkralar anlatırken insan-ların onu işaret ederek “İnce Memed geçiyor” deme-lerini anımsadım. Onca eserin babası, dünyayıalgılamamıza eserleriyle katkı sunan, İnce Memed’izulme karşı başkaldıran Yaşar Kemal ile usul usul,neşe içinde yürüyorduk, umuda doğru…

Yaşar Kemal Efsanesi Yaşar Kemal’i sonsuzluğa uğurladık. Fakat telefon

rehberimde hala ismi kayıtlıdır. Bir gün onu aramak,sesini duymak istedim. Telefonumu çıkardım. Gayri ih-tiyari Yaşar Kemal ismine bastım, aradım. Sonra bir-den kapattım. Onu sonsuzluğa uğurladığımızıhatırladım. Onunla sohbet etmek, o kendisi dev, yü-reği dev insanı görmek istiyordum. Fakat yok. Onu öz-lediğimi hissettim. Eve döndüm. Kitaplarını okumayabaşladım. Videolarını taradım. Uzun uzun beraberçektiğimiz fotoğraflara, gençlik fotoğraflarına, Ara Gü-ler’in çektiği Yaşar Kemal fotoğraflarına baktım. Veonun belgesel filmini yapmaya karar verdim. Biyogra-fisini film yapıp zaman zaman izleyip özlem gidermekiçin başladım aslında yapmaya. Sonunda ortaya“Yaşar Kemal Efsanesi” filmi çıktı. Filmin ismi YaşarKemal Efsanesi; çünkü destan, hikâye, çîrok, kilam,tüm bu coğrafyanın, Mezopotamya’nın Anadolu’nunyaşayan efsanesiydi. Bu efsaneyi yaşatmak ilerilere ta-şımak gerekiyordu.

Uzun süren çalışmaların sonunda gördüm ki,meğer aslında onu hiç tanımıyormuşum... Babasınınüvey kardeşi tarafından öldürülmesi ve sonrasında 4buçuk yaşında kekeme olması, bir kurban kesimindebıçağın kayıp gözüne saplanması, çocukluğundaKürtlerin en büyük dengbêjî Evdalê Zeynîkê’nin evle-rine gelmiş olması, Yılmaz Güney’in sinemaya başla-masına vesile olması, Ara Güler, Zülfü Livaneli, AtıfYılmaz, Türkan Şoray… Türkiye ve dünyada değme-diği neredeyse tek bir insan kalmaması… Ne kadarda çok insana değmiş!

Filmde onun Kürt kimliği ön planda duruyor. Barışmücadelesi, Kürt halkının dili, dengbêjlerle Kürtçe ko-nuşması, ailesinin Van’dan göçü, yargılanmaları, SaitFaik’in ona “Kürtlerin en Türk’ü, Türklerin en Kürdü”demesi, Ara Güler’in “sen Ermeni, Yaşar Kemal Kürt,beraber ne b..k yiyeceğiniz belli değil” diye espriyleyorumladığı emniyet raporu ve daha birçok anekdotyer alıyor.

İnce Memed’in hikayesi…Yaşar Kemal Efsanesi

filmini yaparken onunlailgili çok şey öğrendim.Örneğin İnce Memed.Adanalı bir tarihçi, YaşarKemal’in bu eseri ger-çekten yaşayan ve eşkıyaolan Safiye Memedadında birinin hikâyesi-nin üstüne kurduğunusöyler: “Yaşar Kemal bu-rada kaldığı zamanlarburaya gelirdi. Bu bah-çede benden eşkıyalarısorardı, ben anlatırdım. O da kurşun kalemle bir kâ-ğıda yazardı. İnce Memed diye bahsedilen kişinin as-lında bu köyde eşkıyalık yapan Safiye Memedolduğu… Ama tabii romanda sembolik bir isim ola-

rak İnce Memed ismini tercih etmiş Yaşar Kemal. Yanianlatılan kişi Safiye Memed, bu köyden.”

İnce Memed yayınlandıktan sonra her bölgeden in-sanlar hikayenin kendi bölgelerinde geçtiğini, İnceMemed’in aslında tanıdıkları bir eşkıyanın hikayesi ol-duğunu söylerler. Herkes kendi bölgesine mal etmekister. Fakat Yaşar Kemal, her eserin kendi yaratımı ol-duğunu özellikle vurgular.

Yaşar Kemal 1946-47 yıllarında roman denemele-rine başladığında, İnce Memed de bunlar arasındaydı.“1951 yılında İstanbul’a geldiğimde İnce Memed’denbir sayfa bile elimde yoktu. Ama konu olduğu gibi ka-famdaydı. Yazmak istiyordum. 1953 yılının o dehşet,görülmemiş kışı başlamasın mı? Bizde küçük bir çinisobadan başka bir şey yoktu. Aşağıdaki evin sobanınbacası bizim duvarın ortasından geçiyor. Tilda (eşi) ya-tağında oturuyor. Belini bacanın geçtiği sıcak duvarayaslıyor, orda kitap okuyor. Ben de Erzurum’dan aldı-ğım kalın eldivenler elimde, İnce Memed’i yazmayaçalışıyorum.

Çok soğuktu. Yeryüzü gökyüzü dondu. İstanbullularboğaza inip buzların üstüne binip resimler çektirdiler.Bu karda kışta buz gibi evde, üç ayda İnce Memed’ibitirdim.”

Paraya ihtiyacı olduğu bir dönemde, önceden tanı-dığı ve filmler çeviren bir sinemacı ondan bir senaryoyazmasını ister. Daha önce Abidin Dino ile bir iki se-naryoda çalışmışlardı. Sinemacıya İnce Memed’in ko-nusunu anlatır ve “bunu yaz, sana üç bin lira veririm”yanıtıyla heveslenerek bir ayda senaryoyu yazıp tes-lim eder. Yani aslında İnce Memed’in romanını yazma-dan önce film senaryosunu yazmıştır. Fakatsenaryoyu verdiği adama bir daha ulaşamaz. Film çe-kilemez. Yakın dostu Orhan Kemal o sırada Yeşilçam’la

ilişkiye girmiş harıl harıl senaryolar yazmaktadır. Oda yavaştan başlayacağını söylemektedir.

1964’de Amerikan Fox şirketi ondan İnce Me-med’i filme çekme hakkını ister. Anlaşırlar, söz-leşmeler imzalanır. Böylece yaklaşık 20 yılsürecek bir yılan hikâyesi başlamış olur. Film1965’te Çukurova ve Toroslarda çekilecekti. Se-naryoyu Korkunç Koleksiyoncu filminin senaristiStanley Mann kaleme alır. Bu senaryoyla Tür-kiye’de ilgili makamlara başvurular yapılır. Baş-vuru kabul edilmez. Şirketin sahiplerinden birigelir, dönemin başbakanıyla görüşür ve Tür-kiye’de filmin çekilemeyeceği yanıtını alır. Şirketsenaryoyu başkalarına tekrar yazdırır ve başvu-rular yapılır. Yine “çekilemez” denir. Hiç bir hükü-met filmin Türkiye’de çekilmesine izin vermez.Hiçbir dönemde senaryo sansür kurulundan ge-çemez. Daha sonra yapım hakkı Peter Ustinov’a

geçer. Film Yugoslavya’da çekilir. Doğrusu sinema-nın altı milyon dolar harcanan İnce Memed’ineyazık olur. Çok kötü bir film ortaya çıkar.

İnce Memed eseri, sosyalizmin toprakla buluşmuş

halidir. Neden bu eserden bu kadar korkulduğunu iseşu sözler çok güzel özetler: ...İnce Memed ağayı öldür-meye gittiğinde; “Beni öldürmen neye yarar, bir ağagider, başka bir ağa gelir” der. “Olsun” diye karşılıkveren İnce Memed, “benim yerime de başka bir İnceMemed gelir” der.

Çırak ustasından ne öğrenir?İnsanın adı, sanı, yaşı piştikçe, varoluşu gerçek an-

lamda gerçekleştikçe, kısacası büyüdükçe dünya tıpkınefsi gibi giderek küçülür. İnsan büyüdükçe nefsi kü-çülür. İşte bu deneyimi, bu cümleleri Yaşar Kemal’i ta-nıdıkça kendi kendime yıllar yılları kovaladıkçasöyledim, deneyimledim ve öğrendim.

Bir çırak bir ustanın yanında ne öğrenir? Ustadansadece sanat veya zanaatını öğrenmez. Bu sadece kü-çücük bir şeydir. Asıl öğrendiği şey; onunla aynı at-mosferi soluması, baktığını görmesini bilmesi,oturmasını, kalkmasını, yürümesini, kısacası yaşama-sını bilmesini öğrenir. Havadan sudan konuşması bileonunla aynı havayı soluması, ustanın çırağına havanınnasıl soluduğunu öğretmesi yeterince bir ‘şey’ değilmidir zaten! Öğrenmek dediğimiz nedir ki: Yandım,piştim, elhamdülillah değil midir?

Musa Anter dostluğuMusa Anter’le olan anılarından sürekli söz ederdi

usta. Özellikle Kürtçe ıslık çaldığı anki anlatımı ve anı-sını Musa Anter’in yaşamını anlattığım Araf oyunundavideo ile anlatıyor. Yani usta sahnede Musa Anter ilebirlikle video yoluyla oynuyor. Oyunun en samimi an-latımdan bir tanesidir: “Musa Anter gibi öfkesiz Kürtgörmedim. Onu öldürdüğü için bağışlamıyorum budevleti.”

Kitapların, toprağın, doğanın, otun, böceğin, ate-şin, ağacın, kuşun, yiğitliğin, taşın, dağın Mezopo-tamya’nın, Anadolu’nun, dünyanın ölümüdür YaşarKemal’in ölümü. Bir kalem, bir kağıt ve bir ormandeğil midir zaten bir yazarı var eden? Bir yazar, birkalem bir kağıt ve bir ormanda tekrar yaşam bul-mayacak mı sanki! Bir yazarın gövdesi, bir ağacıngövdesi kadar kadim, bir dağın heybeti kadar gör-kemli, bir kelebeğin gölgesi kadar hafif ise işte ozaman o gerçektir. Gerçeklik dediğimiz zaten birrüya değil midir? 

Kitap olmak insan olmaktan zordur. İnsan sonsuzolur. Kitap hep var olur. Aslolan o kitaba kendi ka-nından, kendi terinden damlatmak değil midir mü-rekkep yerine? İşte o zaman insan kendi yazdığıkitap olur. Ve işte o yüzden kitap olmak daha zor-dur. Hem bir kağıt olur, hem bir yazı olur hem debir insan olur. O insan da bir yazar olur. Dünyayasığmaz olur. Sonsuzluk içinde var olur.

Yaşar Kemal ve Aydın Orak

Page 10: Bir dengbêj olarak Yaşar Kemal...doğar, hangi koşullarda barış içinde yaşar, bütün bu hususların tespiti savaş ve barış ilkesi kapsamındadır. 2- Birlik İlkesi: Türkiye,

10

Hakkâri’de Bir Mevsim, Ferit Edgü’nün ilkkez 1977’de yayımlanan romanıdır. Edgü1964’te er-öğretmen olarak gittiği Hakkâ-

ri’nin Pirkanis köyünde yaşadıklarını yıllar sonrahayal ile gerçeği bir arada kurgulayarak anlatmayaçalışır. Roman, politik olarak döneminin son dereceilerisinde olduğu için olsa gerek, türlü yasaklama-lara maruz kalır. Kürtçe diye bir dilin olmadığı, dev-let tarafından dilin ve bu dili konuşan Kürt halkınınyok sayıldığı zamanlarda (!) Edgü, Kürtçe öğren-meye çalışan bir köy öğretmenini odağa alır. Bir kışmevsimi boyunca köyde kalan genç öğretmen,köyde yaşayan insanların dünyasına da yakındantanıklık eder.

İki bölümden oluşan kitabın Ön ve Son Söz baş-lığını taşıyan birinci bölümünde on altı alt bölüm,ikinci bölümünde ise dokuz alt bölüm vardır. Olayörgüsü birinci bölümde birbirini takip eden olaylardizisi şeklinde sunulmuş; ikinci bölümde ise parça-lar halinde sunulup, birleştirilmesi okura bırakılmış-tır.

İlk basımı Ada Yayıncılık tarafından yapılan,roman, Onat Kutlar’ın senaryosuyla Erden Kıral ta-rafından ”Hakkâri’de Bir Mevsim” adıyla filme deçekilmiştir. Eser Almanca, Fransızca, Japonca gibipek çok dile çevrilmiştir ve Türkiye’de hâlâ çoksatan kitaplar arasında yer almaktadır. Bunun birnedeni “taşraya” göreve giden öğretmenler, öğret-men adayları ve eğitim fakülteleri olsa da bir diğernedeni şüphesiz ki Edgü’nün ustalıkla kotardığıanlatımıdır.

Hiç görmemiş birine deniz nasıl anlatılır?Kitabın, kendini sürgün ya da kazazede olarak ta-

nımlayan isimsiz kahramanı -gerçekleşip gerçek-

leşmediği belirsiz bir kaza sonucu- kendisini ya-bancı olduğu bir zaman ve mekânda bulur. Bo-yunu geçen karların arasında yürümeye veyolunu bulmaya çalışan öğretmen, denizlerleçevrili yerden dağların arasına adeta “düşmüş-tür”. Deniz özlemi öyle büyüktür ki, hayatlarındahiç deniz görmemiş olan çocuklara denizi anlat-maya ve onlarla bir duygu ortaklığı kurmaya çalı-şır. Karların üstüne önce bir gemi, sonra dadalgaları çizer. Ancak denizi hiç görmemiş birinedeniz nasıl anlatılacaktır?

2000 rakımlı, 13 haneli, 114 nüfuslu köyün halkıve kendisiyle tercüman aracılığıyla konuşan Muh-tar ondan çocuklara okumayı, yazmayı, hesapyapmayı öğretmesini ister ve ağlarla örülü karan-lık bir oda verir. Muhtarın çocukların hesap yap-mayı öğrenmesinin nedeni köyün temel geçimkaynağının, görünenin aksine, tefecilik olmasıdır.Muhtar bir de çocukların Türkçe öğrenmesiniister: “Sen bizim bilmediğimiz bir dili bilirsin kibize o gereklidir.” Ferit Edgü muhtarın bu talebikarşısında “Bu dili öğrenmelerinin, okuyup yaz-malarının, onlara niçin gerektiğini çok sonra anla-dım” diyecektir. Öğretmen, “Ama nasılöğretecektim bilmedikleri bir dili onlara?” diyesorduğunda ise, Muhtar’ın “Başla, sonu gelir” ce-vabına Muhtar’ın babasının da “Başaracaksın,çünkü yalnız bizim için değil, kendin için bu” şek-linde katıldığını görecektir.

Çocuklar Türkçe hoca Kürtçe öğrenirSınıf haline getirilen bir oda bulunsa da çocuk-

ların ders görmesi için köyde hiçbir araç-gereçyoktur ve her şeyden önemlisi çocuklar Türkçebilmemektedir. Ders için gerekli araç-gereçlerinteminini sağlamak için Hakkâri merkeze gidenöğretmen İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün son de-rece ilgisiz tavırlarıyla karşılaşır. Çocuklara ise basitTürkçe kelimeleri öğretmekle işe başlar, bu es-

nada kendisi de basit Kürtçe kelimeleri öğrene-cektir. Mental olarak hayli zorlanan öğretmenekısa bir süre sonra isimsiz mektuplar gelmeyebaşlar. Bu, onun için en azından bir sağaltma aracıolacaktır.

Ağa-devlet ilişkisine tabi HalitÖğretmenle ilişkilenme açısından baktığımızda

öğretmene en yakın olan Halit isimli karakterdir.Halit’in bir karısı ve kardeşi Zazi bu köydedir;ancak Halit köye karşı bir aidiyet geliştirmemiştir.Hatta öğretmenle arasında geçen bir diyalogda,ikisinin de bu köye yabancı olduğunu söyler.Halit’in tabi olduğu ağası ile ilişkisi onun içinsorun değildir, hatta gayet memnundur bu ilişki-den. Halit, İran’dan kaçak giriş yapan iki tüccarı öl-düren üç kılavuzdan biridir. Öğretmen, Halit’ietraftan duyduğu cinayetleri kimin işlediği konu-sunda sıkıştırır: “Peki, söyler misin bana, uykudamı öldürdünüz Acemleri? Biz öldürmedik Hocam.Yani ben öldürmedim. Uyuyorlarmış. Kim söyledi.Öldüren. Sen orada değil miydin? Oradaydım.Ama belki de uyuyordum.”

Öğretmenin sorularına dayanamayan Halit birnoktada ise neredeyse ona çıkışarak şöyle der:“Kim anlattı Hoca sana bunları?” Hoca, ”Gazete-lerde okudum” der. Halit gülerek, ”Burası büyük birkent mi ki gazeteler yazsın cinayetleri? Burada hergün adam ölür. Gazete mi yeter bunları yazmaya?”der. Halit belki de bu noktada öğretmeni dışarıdangelen bir tehdit olarak görür. Her ne kadar kendiniköye yabancı biri gibi konumlandırsa da köyünyerlisidir ve köyde dönen karanlık işleri bir şekildegörünmez kılanlardan biridir. Ağa-devlet ilişkisionu hayatta tuttuğu için koruması gereken bir ikti-dar ilişkisine tabidir. Halit, sorgulanmaya başlandığıanda öğretmene yarenlik eden bir köylüden devle-tin kullanışlı bir mekanizması haline gelen biraraca dönüşür. Halit, köylüler tarafından da iyi biryalancı olarak kodlanmıştır.

1977 yılında kaleme alınan Hakkâri’de Bir Mevsim romanı 1988 yılında Onat Kutlartarafından senaryolaştırılarak aynı isimle sinema filmine de uyarlanmıştı.

Halit, Zazi ve Muhtar◗ İçselleştirilmiş iktidar, insanları birey

konumundan nasıl da nesne konu-muna sürüklüyor, bunun en güzelörneklerinden biri Hakkâri’de BirMevsim. Devlet ve Tanrı elini çeksede köylüler bir şekilde kendilerinehükmedecek birini buluyor ve ken-dilerini bizzat kendi elleriyle onatabi kılıyorlar.

◗ Halit, her ne kadar kendini köye ya-bancı biri gibi konumlandırsa daköyün yerlisidir ve köyde dönen ka-ranlık işleri bir şekilde görünmezkılanlardan biridir. Ağa-devlet ilişkisionu hayatta tuttuğu için korumasıgereken bir iktidar ilişkisine tabidir.

Zabel MİRKAN▼

Page 11: Bir dengbêj olarak Yaşar Kemal...doğar, hangi koşullarda barış içinde yaşar, bütün bu hususların tespiti savaş ve barış ilkesi kapsamındadır. 2- Birlik İlkesi: Türkiye,

11

◗ Muhtar, köydeki mülkiyetin koruyu-cusu, feodal düzenin temsilcisi du-rumundadır. Öğretmen buradatamamen izole bir hayat sürece-ğine ve devletin, Tanrı’nın bu köyüunuttuğuna artık tam anlamıyla ik-nadır. Köylüler de tek tanrılarınınmuhtar olduğunu kabul etmiş du-rumdadırlar.

◗ Muhtar, Zazi’nin üzerine “kuma”getirmeye karar vermiştir. Zazi budurumdan rahatsızlığını tüm köyebir şekilde açık eder. Bir noktadada derdini şöyle anlatır: “Bu nebiçim töre ki, hak yok, hukuk yok;sevgi yok, saygı yok; yaşanan gün-ler yok, yalnız yumruk var, yalnızhorlanma var.”

Devletin, Tanrı’nın unuttuğu köyMuhtar, köydeki mülkiyetin koruyucusu duru-

mundadır. Köyde kimin kalacağına ya da kimin gi-deceğine karar verebilir. İş düzenini öğretmeneanlatmaya çalıştığı bir anda ise şöyle der: “Sürüle-rimizin çobanlığını yapamazsın. Çünkü meraları,otlakları, hem de köpekleri ve kurtları bilmezsin.Saban süremezsin, ekin biçemezsin. Çünkü seninde, bizim gibi toprağın yok. Paran varsa tefecilikyaparsın. Bizlere bu zor kış günlerinde un satarsın.Bal, şeker, tuz satarsın. Bizden, baharda doğacakkuzularımızı, yaz başında kırpılacak koyunlarımı-zın yününü alırsın. Beş liralık pirinç için bir kiloyün. Bir bidon gazyağı için bir kuzu. Bir çuval uniçin iki toklu ve vesaire.”

Feodal düzenin temsilcisi muhtarMuhtarın iş tanımları aslında köyün devlet tara-

fından karşılanmayan ihtiyaçlarıdır. Bu tablonunsunduğu, öğretmeni endişelendirir. Burada tama-men izole bir hayat süreceğine ve devletin, Tan-rı’nın bu köyü unuttuğuna artık tam anlamıylaiknadır. Köylüler de böyle düşündüğünden olsagerek, salgın hastalık nedeniyle kaybettikleri ço-cukları İslâmi usullere göre gömmezler. Bu durumise tek tanrılarının muhtar olduğunu neredeysekabul etmiş durumda olduklarına dair son derecebelirleyicidir. Muhtar, feodal düzenin temsilcisi ko-numunu öğretmene “Burada yalnız kalma, koy-nuna birini al,” diyerek de açık etmiştir. Üstelikkitapta muhtarın bahsettiği biri, öğretmenin öğ-rencisi olan kız çocuklarından biridir. Muhtar, esa-sen öğretmene kirli bir iş teklif etmiştir ve o kızçocuğunu parayla ona verebileceğini, yani “sata-bileceğini” açık etmiştir. Öğretmen bu teklifi geriçevirse de bazı geceler arada bir muhtarın onailettiği bu teklif zihnini, ne yazık ki, yoklamıştır.

Zazi’nin isyanı: Hak yok, hukuk yokKöylüler burada öyle bir düzen kurmuştur ki iş-

lerine ne devlet ne de Tanrı’yı karıştırıyor görün-seler de gerçekte olan devletin de Tanrı’nın daonları unuttuğudur. Bu durumu esasen en iyi şe-kilde kitaptaki tek güçlü kadın karakter olanZazi’den duyarız. İnşa edilen mülkiyet düzenineses çıkarmayı tercih etmeyen, çünkü başka biryaşam tahayyül etmeyen/edemeyen köylüler, Za-zi’nin uğradığı haksızlıkla sanki dile gelir. Zaziçocuk yaşta evlendiği için hâlâ genç ve güzeldir.Bu yaşına rağmen muhtara dört çocuk “vermiş-tir”; ancak şimdi son kullanma tarihi geçmiş gibikenara atılmaktadır. Muhtar, Zazi’nin üzerine“kuma” getirmeye karar vermiştir. Zazi bu durum-dan son derece rahatsız olduğunu muhtara, öğ-retmene ve aslında tüm köye bir şekilde açıkeder. Bir noktada da derdini şöyle anlatır: “Bu nebiçim töre ki, hak yok, hukuk yok; sevgi yok, saygıyok; yaşanan günler yok, yalnız yumruk var, yalnızhorlanma var.”

Öğretmenin Hakkâri merkeze indiğinde karşı-laştığı ve küçük bir an’ını aktardığı Süryani iseüzerinde bulundukları toprakların kadimliğini ak-tarmaya yardımcıdır. Ancak bir müddet sonra Sür-yani’nin de orayı terk ettiğini söylemesi sontutunulacak dalı da köyün kırdığını gösterir.

İçselleştirilmiş iktidar, insanları birey konumun-dan nasıl da nesne konumuna sürüklüyor, bununen güzel örneklerinden biri Hakkâri’de Bir Mev-sim. Devlet ve Tanrı elini çekse de köylüler bir şe-kilde kendilerine hükmedecek birini buluyor vekendilerini bizzat kendi elleriyle ona tabi kılıyor-lar. Çünkü hayatta kalmaları gerekiyor ve şimdionları hayatta tutabilecek tek tanrıları muhtar...

Page 12: Bir dengbêj olarak Yaşar Kemal...doğar, hangi koşullarda barış içinde yaşar, bütün bu hususların tespiti savaş ve barış ilkesi kapsamındadır. 2- Birlik İlkesi: Türkiye,

12

Her insangibi biryazarında haya-

tında iz bırakan kimiönemli olaylar vardır.Benim hayatımda da izbırakan ve zamanındayazıyla bilince çıkar-maya çalıştığım olay-lardan biri, benim de bir bildiri ile çalışmalarınakatıldığım "I. Türkiye Halk Ozanları Semineri ve Ser-gisi"dir.

Konuyu ilginç kılan; Kültür Bakanlığı’nca ilk kezböyle bir seminerin düzenlenmesi, Semineri düzenle-yenlerin ilginç tutumu, ben dahil Seminer katılımcıla-rının bir bölümünün TRT mensubu olmasınarağmen, TRT’nin takındığı ilginç tutum ve nihayet buSeminer dolayısıyla bir bürokratın kütüphanesi ol-mayan Hakkari’ye sürgün edilmesi ve bu komik sür-günün daha sonra Vizontele Tuuba gibi yankı yapanbir filme konu olmasıydı.

MİFAD Daire Başkanı Alevi yazar Nejat Birdoğan’ın ilginç tutumuNejat Birdoğan adını 1960-70’li yıllardan itibaren

halkbilimi/ folklor dergilerindeki yazılardan tanıyor-dum. Kendisi, Kars Azerileri’nden ve Şiî inancına men-suptu. 1970’li yılların ikinci yarısında bu Bakanlıktagörevliyken; o dönem Adalet Partisi, Milli SelametPartisi ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin oluşturduğu I.Milliyetçi Cephe iktidarında, Danıştay kararına rağ-men TRT’nin başında "fuzuli şağîl" olarak bulunan, ta-vukçuluk profesörü Şaban Karataş’ın Türk- İslamcıkadrolaşma adına TRT’ye doldurduğu kimi MHP’lilerlekolkola dolaştığını görüyordum...

Daha sonra, 1978’de kurulan CHP iktidarında MilliFolklor Araştırmaları Dairesi’nin başkanlığına getirildi-ğini gördüm ve sözkonusu başkanlığın, bakanlıkadına 5-7 Kasım 1979 tarihlerinde düzenlenen I. Tür-kiye Halk Ozanları Semineri’nde doğrudan tanıdım.

Üç gün devam eden Seminer’de iki kuşaktan yazarve araştırmacılar bulunuyordu: Halkbiliminin gele-nekçi yönünü temsil eden eski kuşak ile halkbiliminindinamik boyutunu temsil eden yeni kuşak. Eski kuşağıdaha çok Nejat Birdoğan, yeni kuşağı ise Halk Edebi-yatı ve Tiyatrosu Şube Müdürü Güner Sernikli davetetmişti.

Genç kuşaktan seminer katılımcısı gazeteci- yazar(sonradan milletvekili ve Ecevit döneminde DSPGenel Sekreteri) Süleyman Yağız, o dönem kaleme al-dığı bir yazıda; özetle şu bilgilere yer vermekteydi:

“Ankara’da Kasım 1979’un ilk haftasında KültürBakanlığı Milli Folklor Araştırma Dairesi adınaNejat Birdoğan, Hikmet Dizdaroğlu, M. Adil Özder,Yrd. Prof. Dr. Seyfi Karabaş, Dr. Nevzat Gözaydın,Hüseyin Kanyılmaz ve Hüseyin Çırakman’dan olu-şan sekiz kişilik bir Komitenin düzenlediği KültürBakanlığı Türkiye Halk Ozanları Semineri yapılmış-tır. Seminer, toplam üç gün sürmüştür. (...) Semi-nerde dokuz bildiri sunulmuş ve bir açıkoturumyapılmıştır. Seminer süresince bir de Sergi açılmış-tır.” (Bkz. S. Yağız: Türkiye Halk Ozanları Semineri,

Eleştiri gaz. 15 Aralık 1979).Yazar, sunulan bildiriler konusunda bilgi ver-

dikten sonra, sözü bizim sunduğumuz bildiri ile yan-kıları konusuna getirerek şunları aktarıyordu:

“Seminerin ikinci gününde, Yazar Mehmet Bayrakile Dr. Nevzat Gözaydın söz almışlardır. Uzunluğuneden gösterilerek tümünü okumasına izin verilme-yen Mehmet Bayrak (Halk Şiirinde Toplumsal Olaylar)konulu bildirisinde, (Osmanlı toplum yapısı ve yöne-tim mekanizması)’ndan devinimle özetle şunları söy-lemiştir: Tüm sınıflı toplumlarda olduğu gibitoplumumuzda da insanların tarihi, sınıfsal mücadele-ler tarihi biçiminde gelişiyor. Bu, son derece açık birolgu. Bu sınıfların içinde yer alan ve onlara sözcülükeden sanatçılar da değişik boyutlarla, temsil ettikleriinsanların yaşam mücadelesini yansıtmışlardır. Bugerçeğin en belirgin biçimde yaşatıldığı ürünlerse,halkın yarattığı ürünler, en başta da halkın türküsü veşiiridir... Alın Osmanlı toplum düzenini. Hangi ürün, şuanonim dörtlükteki kadar güzel ve çarpıcı biçimdeyansıtıyor bu düzeni:

Şalvarı şaltak OsmanlıEğeri kaltak OsmanlıEkende yok, biçende yokYiyende ortak Osmanlı.” (Agy)

Alanının ilk seminerine TRT ilgisizliğiBenim dışımda seminere katılanlardan Hüseyin

Kanyılmaz ve Tevfik Yılmaz da TRT’ciydi ve Halk Şair-leri ve Müziği üstüne proğram yapıyorlardı. Buna rağ-men TRT’nin bu seminere tamamen bigâne kalmasıilginçti ve dikkat çekiyordu. Nitekim, 1981’deki TRTtasfiyesi sırasında, burada adı geçenlerin yanı sıraFatma ve Ateş Köyoğlu, Mehmet Koç, Hüseyin Öğret-men, Saffet Uysal ve Nuri Erkal gibi Türkiye radyo vetelevizyonlarında bu alanda proğram yapanlar daişten uzaklaştırılmışlardı.

Biz de daha 1979 yılında kaleme aldığımız bir ya-zıda, adeta sonraki tasfiyeleri görürcesine, kimi Ba-kanlık yetkililerinin ve TRT’nin bu sansürüne dikkatçekiyor ve özetle şu hususları vurguluyorduk.

Sözkonusu seminer aşamasında ilginç gelişme-lere tanık olundu. Ankara Radyosu Proğram Bö-

lümü bir yana bıra-kılırsa; TRT, Haberi ve Televizyo-nuyla tamamen es geçti bu semineri. TRT, nedenboykot etti Kültür Bakanlığınca ilk kez düzenlenenböyle bir semineri, bilinmez. Türkiye’nin çeşitli yö-relerinden gelen 100’ü aşkın halk ozanının ve çe-şitli halkbilimi uzmanlarının katılımıylagerçekleştirilmişti bu seminer. Bir Bakanlık ilk kezbu nitelikte bir seminer düzenliyor ve solcusu-sağcısıyla bunca halk ozanı ilk kez biraraya geli-yordu.

Hele, daha önceki yıllarda TRT’nin Konya’da bir der-nekçe düzenlenen tek yanlı Konya Aşıklar Bayramı’nayayın ekipleri gönderdiği düşünülünce, bu, seminerekatılanları daha da yadırgatıyor ve öfkelendiriyordu.Çünkü hem halk ozanları hem de katılan halkbilimiuzmanları, onların “halkın duyan kulağı, düşünen ka-fası ve konuşan dili” olduğunda birleşiyorlardı. “Amanerde bunu anlayacak, algılayacak ve benimseyecekkafalar” diye de hayıflanıyordum...

Bir süre sonra (Ocak- 1980) Demokrat gazete-sinde yayımlanan bildirimin genişletilmiş şekli, otarihte Çağdaş Gazeteciler Derneği’nce inceleme-araştırma ödülüne değer bulunmuştu. Ancak gelgör ki, bizim işlediğimiz konudan haz almayıp bil-dirimizin uzun olduğunu ve konu dışına çıktığınıiddia eden Nejat Birdoğan gibiler, birbuçuk saatsüreyle “Şamanlık ve Alevilik gelenekleri arasındakibenzerlikleri” anlatıyorlardı. Rahatsızlık duyanlar-dan Hikmet Dizdaroğlu ise bildirisinde “Dada-loğlu’nun İngiliz casusu olduğunu” söyleyecekkadar sapıtıyordu... Kendisine büyük tepki göste-ren izleyicilere de, kanıt olarak Attila İlhan’ın “BöyleBir Sevmek” adlı şiir kitabının arka kapak yazısınıgösteriyordu.

Aynı zihniyet, bildirilerin kitaplaştırılması aşama-sında da bu tutumunu ortaya koyuyordu. Sonradanödüllendirilen bildirimin uzun olduğunu ve istedikleribazı bölümlerin çıkarılmasını istiyorlardı. Bunun üze-rine, kendilerine şu dilekçeyle itiraz etmiştim:

“Türkiye Halk Ozanları Semineri Düzenleme Komi-tesi Başkanlığına;

Bir seminer ve bir fotoğrafın hatırlattıkları…◗ 5-7 Kasım 1979 tarihlerinde ilk kez düzenlenen "I. Türkiye Halk Ozanları Semineri"nde birçok kişiyi doğrudan tanı-

dım. Bunlardan biri de yazar Nejat Birdoğan idi. Seminere halkbiliminin gelenekçi yönünü temsil eden eski kuşağıdaha çok Nejat Birdoğan, yeni kuşağı ise Halk Edebiyatı ve Tiyatrosu Şube Müdürü Güner Sernikli davet etmişti.

I. TürkiyeHalk Ozan-

ları Semi-neri’nde

S.Yağız Âşık Nesimi

Çimen ve Âşık

MuharremYazıcıoğlu

ile...

Mehmet BAYRAK

Page 13: Bir dengbêj olarak Yaşar Kemal...doğar, hangi koşullarda barış içinde yaşar, bütün bu hususların tespiti savaş ve barış ilkesi kapsamındadır. 2- Birlik İlkesi: Türkiye,

Seminerde sunduğum veuzunluğu bahane edilerektümü okutulmayan "Halk Şii-rinde Toplumsal Olaylar" ko-nulu bildiri daha sonra dayayınlanmadı. Seminer son-rası muhalif katılımcılara yö-nelimler oldu. Bunlardan biri,Bindoğan’ın maarifetiyle bizisunum yapmak üzere daveteden görevli Şube MüdürüGüner Sernikli’yi, kütüphanesibile olmayan Hakkari’ye “kü-tüphane müdürü” olarak sür-mesiydi.

13

Komitenizce bana sözlü olarak bildirildiğine göre,Seminer’de sunmuş olduğum (Halk Şiirinde Toplum-sal Olaylar) konulu bildirimin yayımlanabilmesi içinbirçok bölümünün çıkarılması istenmektedir. Oysa, çı-karılması istenen bölümlerin dışarıda bırakılması du-rumunda, bildirim, hem bütünlüğünü yitirecek hemde özünden soyutlanmış olarak çarpık bir görünümkazanacaktır. Ayrıca, böyle bir isteğin bilimsel ahlaklada bağdaşmayacağına inanıyorum. Durumun bilin-mesini ve sonucun tarafıma yazılı olarak bildirilmesinidilerim. 4 Ocak 1980”.

Dilekçe, resmi kayda girmiş ve bizi davet eden ŞubeMüdürü Güner Sernikli tarafından imza karşılığı tes-lim alınmıştı. Ancak, ogün bugündür hala bir cevapgelmiş değil...

Bildirilerin sonradan teksir yoluyla çoğaltılması dü-şünülüyordu. O aşamada da bizim bildiri Dizdaroğ-lu’nun sansürüne uğramıştı. Dizdaroğlu, Osmanlıtoplum yapısına ilişkin bölümler dahil; Baba İshak,Şeyh Bedreddin ve benzeri ayaklanmaları içeren bö-lümlerin çıkarılmasını istiyordu. Tabii, böylesi bir öne-riyi kabul edemezdim. Bu, tam da bildirinin içiniboşaltmak olurdu. Nitekim, üstteki dilekçeyle daya-

naklarını sordum ancak hiç bir karşılık alamadım...

Alevi yazar Nejat Birdoğan’ın ‘Türkçü’ tutumuNejat Birdoğan’ı, emeklilik sonrası Rıza Zelyut

gibi kimi hempalarıyla Avrupa seferine çıkmış bu-luyoruz. Kendi payıma, 1988 ve 1989 yıllarında,Türkiye’den gelip kimi Avrupa şehirlerinde Alevilikkonusunda sunumlar yaptığım sırada, bu şahısla-rın Alevilik adına yaptıkları saptırmalara bizzattanık olmuştum. Sözgelimi, Şiî ve Azeri kökenli Bir-doğan, Aleviler’in Kürt olamayacağını, kendileriniKürt sananların, sonradan çevre etkisiyle bu diliöğrendiklerini Aleviler’e empoze ediyordu... Bun-lardan biri de, o dönem Almanya Alevi Federas-yonu Başkanı olan Koçgirili Ali Rıza Gülçiçek’di.Babası Mahmut Gülçiçek, yıllar önce WDR TürkçeServisi’nde Kürtçe beyt ve kilamlar söylemiş vebunlar bir kasette toplanmış olduğu halde, Birdo-ğan, bu ailenin “Türkmen” olduğuna kendileriniinandırmıştı. O dönem Almanya’da buna benzerbirçok örnekle karşılaşmıştım...

Zaten, kendisi de bu düşüncelerini o tarihlerdeHamburg Alevi Derneği’nin parasal katkısıyla ya-yımladığı “Anadolu’nun Gizli Kültürü Alevilik” adlıkitapta toplamıştı. Tabii ki, bu kitap o tarihlerdeözellikle Alevi Kürt çevrelerde büyük tepki topla-mıştı. Kendi payıma, ben de bu bilim-dışı tutumuağır biçimde eleştirenlerden biriydim. Nitekim,Nejat Birdoğan 1993 yılında Ankara’daki Yayınevi-mizi ziyaret etmiş ve yaptığı bu yanlışlardan dolayıözür dilemişti. Yanında Musa Eroğlu da bulunu-yordu. Gerçekten de, bir süre sonra yayımladığı “Al-evilik Yol Ayrımında” konulu kitapla adetakendisini tekzip ediyordu...

Vizyontele Tuuba’nın ‘Kütüphane Müdürü’Nejat Birdoğan’ın seminer sonrası bir maarifeti de,

bizi sunum yapmak üzere davet eden görevli ŞubeMüdürü Güner Sernikli’yi, kütüphanesi bile olmayanHakkari’ye “kütüphane müdürü” olarak sürmesiydi.

Sernikli, Hakkari’de yıllarca kaldıktan sonra yenidenAnkara’ya döndüğünde beni aramış ve yöre halkın-dan Kürtçe elyazma kitaplar dahil birçok dokumangetirdiğini bildirmişti. Kendisini, evinde ziyaret etmişve bu dokumanları bizzat incelemiştim. Kendisine de,Arap harfli metinleri yeterince okuyamadığını, heleKürtçe metinleri hiç okuyamayacağını hatırlatarak,bunları kaybolmamaları için konusunda uzman arka-daşlara iletmesini önermiştim. Sernikli, İstanbul’a yer-leştikten sonra aynı öneriyi yazar Muhsin Kızılkaya’yave onun üzerinden bu konuyu filminde işleyen Yıl-maz Erdoğan’a da yapmıştım ancak sonuç alıp- alma-dıklarını bir daha öğrenemedim.

Bu olay üzerine, Kürt halkının bir kadir-şinas özelli-ğine yeniden tanık oluyordum. Yerli halk, düşücele-rinden dolayı şehirlerine sürgün edilmiş bir memur-yazarı sahipleniyor ve çalışma yapması için elindekitek nüsha el- yazma eseri bile vermekten de geri dur-muyordu.

Evet, Güner Sernikli sözkonusu seminere bizlerisunum yapmak üzere davet ettiği için kütüphanesiolmayan Hakkari’ye “kütüphane müdürü” olarak sü-rülmüş ve bu traji- komik durum, yine yönetmen Yıl-maz Erdoğan’a ilham kaynağı olmuştu.

Olayın gerçek kahramanı Güner Sernikli ile burolde oynayan ünlü sinema oyuncusu Tarık Akan İs-tanbul’da biraraya getiriliyor ve bu olay basındabüyük yankı yaratıyordu.

Vizontele Tuuba filmi sonrası Tarık Akan ve Güner Sernikli birarada...

Page 14: Bir dengbêj olarak Yaşar Kemal...doğar, hangi koşullarda barış içinde yaşar, bütün bu hususların tespiti savaş ve barış ilkesi kapsamındadır. 2- Birlik İlkesi: Türkiye,

14

Tüm dünyada yükselen sağ popülizm, görece-cilik karşıtı tutumuyla toplumda “öteki” ola-rak kodlanan insanların yaşamlarını

zorlaştırmaya devam ediyor. Özellikle Amerika Birle-şik Devletleri ve Batı dışında kalan toplumlarda yaşa-yanlar bunun sancılarını daha fazla hissediyor vegündelik yaşamlarında daha fazla “bedel” ödüyor.Haliyle, kadınlar ve LGBTİ+’lar, beyaz erkek dünyayaait görülmeyenler her gün başka bir tehditle karşıkarşıya...

Ve Sonra Dans Ettik (And Then We Danced) yükse-len sağ popülizmin Gürcistan’da nasıl işlediğine vetoplumsal yaşamı nasıl domine ettiğine dair sağlıklıbir tablo çıkarıyor karşımıza. Levan Akin’in yönetmenkoltuğuna oturduğu film, kendini keşfetmeye çalışangenç bir eşcinselin, Merab’ın (Levan Gelbakhiani) hi-kâyesine odaklanıyor. Levan Akin, filmin başrolü içinInstagram’da denk geldiği modern bir dansçı olanLevan Gelbakhiani’ye teklif götürmüş. Gelbakhiani,görünürlük düzeyi son derece az olan ve görünür ol-duğunda da yaşamı tehdit altına girebilecekLGBTİ+’ları temsilin güç olduğunu düşündüğü için -muhtemelen- teklifi başta reddetse de Akin’in ısrarcıtutumu kazanmış ve Gelbakhiani rolü kabul etmiş.

Aşırı sağcılar galayı bastıGürcistan’daki muhafazakâr tutum ise filmin çekim

aşamasından galasına kadar kendini her yerde gös-terdi. Aşırı sağcılar tarafından galası basılan film, Gür-cistan’ı “kötü” göstermekle suçlandı ve yönetmendahil herkes türlü tehditler aldı. Ancak Gürcistan tel-evizyonları bir şekilde, dünya kamuoyunu da düşün-dükleri için olabilir, filme sahip çıkarak tanıtımınıüstlendi. Bu engellemeler nedeniyle Oscar adaylığıdahi engellenmeye çalışılan film, tüm baskılara rağ-men “En İyi Uluslararası Film” Oscar adaylığını da aldı.

Erkek erkek gibi kadın kadın gibi!Geleneksel Gürcü dansı sahneleriyle açılan

filmde Gürcü dansı son derece önemli bir yer kaplı-yor. Ana karakter Merab, bir dans topluluğunun ba-şarılı üyelerinden biri. Merab, bir aile geleneği olandansçılığı hem severek sürdürüyor hem de ileridebu işten para kazanmayı planlıyor. Ancak işler aslaistediği gibi gitmiyor. Dahil olduğu dans grubunaders veren hocası son derece muhafazakâr ve ge-leneksel Gürcü dansını korumaya adeta ant içmişbir adam. Merab’ın uzuvlarını kullanmasıyla epeybir sorunu var ve bu yüzden sürekli onu uyarmakzorunda hissediyor: “Erkek erkek gibi, kadın dakadın gibi dans etmeli; bu sert bir dans, hareketle-rini ona göre ayarla.” Merab’ın derdi ise ne sertlikne de kadınlık/erkeklik. Tek istediği annesi, abisi veanneannesiye yaşadığı; parasızlıktan zaman zamanelektrikleri kesilen gösterişsiz aile evinden artık çı-kabilmek ve istediği yaşamı sürebilmek.

Kendini keşfi Merab’ı zora sokuyorDans grubuna yeni katılan Irakli ise Merab’ın ki-

şisel yaşamı için bir kırılma noktası. Irakli saye-sinde bedenini ve cinsel yönelimini keşfetmeyebaşlayan Merab, Irakli’den sonra bambaşka birinedönüşüyor. Bu dönüşüm Merab ve biz izleyenleriçin her ne kadar keyif verici olsa da maalesef Me-rab’a Gürcistan’ı daha da dar kılıyor.

Merab’ın kendini keşfetmesiyle, LGBTİ+ toplulu-ğunun diğer üyelerini keşfetmesi de bir oluyor vebir Queer mekândan arkadaşlarıyla çıkarken, dansgrubundaki bir arkadaşı Merab’ı görüyor. Bu talih-siz karşılaşma Merab’ın dans grubundan dışlan-masına, fiziksel şiddet görmesine ve akranzorbalığının her haline tanıklık etmesine nedenoluyor. Artık “ibne” diye çağırılan Merab, Gürcis-tan’da barınamayacak duruma geliyor.

Yaşamak için Gürcistan’ı terketmeliFilmdeki en etkileyici sahnelerden biri şüphesiz,

Merab’ın sürekli içki içen ve birileriyle kavgaya girdiğiiçin eve bazen ağzı-burnu kan içinde gelen “zorba”görünümlü abisinin, Merab’ın eşcinsel olduğunu öğ-renmesiyle birlikte onu koruma altına alması. Gele-neksel bir Gürcü düğününde, kendi düğününde,kardeşinin arkasından konuşulduğunu öğrenen abisibu sefer Merab için kavgaya giriyor. Dudağı patlamış,kaşı yarılmış halde Merab’ın yatağına gidiyor ve ya-nına uzanıyor. Düğünde konuşulanların doğru olupolmadığını sorduğunda Merab onaylar bir tavır takı-nıyor. Bizler o an Merab’ın da yüzüne bir yumruk yiye-ceğini sanarken abisi onu şefkatle seviyor ve hayattakalabilmesi, kendi olabilmesi için Gürcistan’dan ayrıl-ması gerektiğini söylüyor. Küçük kardeşini korumakisteyen ve toplumsal rollerin neredeyse hepsinintemsilcisi konumundaki abi, önemli olanın kardeşinineşcinsel olması ve böylece onu “utandıracak” olmasıdeğil; hayatta kalması olduğunun son derece far-kında oluşuyla izleyiciyi ters köşeye yatırmayı başarı-yor. Ve tabii aşırı hüzünlü bir şekilde.

Kendi tarzında icra ediyor dansınıMerab, filmin sonlarına doğru önemli bir gösteri-

nin seçmelerine katılmak için yine yılmaz Gürcüdansı savunucusu hocasıyla karşı karşıya geliyor.Ancak abisinden aldığı onayla da kendinden eminve bu sefer kendi tarzında, kendi bildiği gibi icraediyor dansını. Merab’ın bedenini kendini savun-mak için silaha dönüştürmesine katlanamayan ho-mofobik hocası ise salonu terk etmek zorundakalıyor (Burada bolca sevinç var.)

Sadece final sahnesiyle bile izleyiciyi koltuğunasabitleyen film; gelenek ve yakalanmaya çalışılanzaman-mekân arasında kurduğu bağ, müzikleri vedanslarıyla son dönemde çekilen ve beyaz-Batılı ol-mayan LGBTİ+’ları anlatmayan filmler arasında iyibir yeri hak ediyor.

Koş, arkanda yeni dünya var

◗ Ve Sonra Dans Ettik (And Then We Danced) yükselen sağ popülizminGürcistan’da nasıl işlediğine ve toplumsal yaşamı nasıl domine ettiğinedair sağlıklı bir tablo çıkarıyor karşımıza.

Rewşan DENİZ▼

Koş, arkanda yeni dünya var

Page 15: Bir dengbêj olarak Yaşar Kemal...doğar, hangi koşullarda barış içinde yaşar, bütün bu hususların tespiti savaş ve barış ilkesi kapsamındadır. 2- Birlik İlkesi: Türkiye,

Hikayeni yazmak o kadar zor ki, nerede başlamalı, nasıl anlatmalıdiye kendime soruyorum. Çünkü beraber büyüdük en güzel za-manlarımızı. Beraber adımladık dağları. Sen şimdi gökyüzündebir yıldız oldun ülkemin semalarında. Zaten hep ‘benim evimçatıların birleştiği gökyüzüdür. Yani benim evim yıldızların ül-kesidir’ derdin…

15

Zaman bazen sessizdir, bazen ise yaşamın an-lamına ulaşamayanları oradan oraya savurupduruyor. Bazen ise anlamın özünü yakalama-

yanları keskin bir bıçak gibi kesip biçiyor. Bazen dekarabasan gibi çöküyor ruhlarımızın üzerine. En çokda esen rüzgârın, yağan yağmurun, doğan güneşin,öten kuşun, zifiri karanlıkları aydınlatan dolunayın,dağların, pa#kaların, özlemin, hasre#n, yoldaş gülü-şünün, kendin olmanın güzelliğine erişemeyen ruh-ları sarmalar, kendi sessizliğinde nefessiz bırakır.

Bir kez sana sormuştum zaman nedir diye. Sen iseuzun bir soluk aldıktan sonra; "Zaman yargılayandır,zaman öncesi ve sonrası olmayandır, zaman şahi$rve zaman oluşturandır" demiş#n.

Aslında zaman sendin, bizdik. Deli dolu, asi yüreklimekana sığmayandın. Sen bir başka ak%n zamana.Zaman sende güzelleş#, mekan sende güzelleş#. Sengi$ğinden beri bütün zamanlarımı sen dolduruyor-sun. Nereye baksam sen, ne düşünürsem sen. Sendebir anı, sende bir gülümseme, sende bir bakış görü-yorum.

Biliyor musun kızıyorum. Kime diye cevabını duyargibi oluyorum. Zamana, uzaklıklara, özleme, mekanaen çok da kendime… Senli zamanlarımın içerisine gi-riyor ve her yoldaşta seni görüyorum. Her arkadaşgözlerinde senden bana bir haber alıyorum. Sadecebakıyorum. Biliyor musun o anlarımda dilimde birkelime dökülmüyor. Sadece gözlerimin içi doluyor.Bir türlü cesaret edip bırakamıyorum gözyaşlarımı…

Hep sana derdim ya; "Zilan gözlerin niye herzaman dolu." Bu konuda bana kızmış%n, ancak birdaha gözlerinin dolmayacağı sözünü vermiş#n. Sanasözüm olsun ben de ağlamayacağım. Ama biliyorsunbir yerde okumuştum. ‘Durgun sular derin akar’ diyebir sözdü. Bende yüreğimin derinliğinde akan gözyaş-larıma engel olamıyorum. Engel olmak istesem de.Bunları sana yazarken bile yüreğim, ellerim #triyor.Gözlerim ise senin gözlerin gibi dolu dolu.

‘Evim yıldızların ülkesidir’Hikayeni yazmak o kadar zor ki, nerede başlamalı,

nasıl anlatmalı diye kendime soruyorum. Çünkü bizhiç ayrılmadık ki. Doğduğunuz günden ayrıldığımızgüne kadar aslında semalarda yıldızlaşana kadar se-ninle hiç ayrılmamış%k… Biliyorum can heval bu sanayazdığım geç bir yazı. Onun için affet beni. Belki gidi-şine inanmadığım, inanmak istemediğim içindir. Göz-lerim yolunda, yol yolcusunu beklemekte. Bir dahagelemeyeceğini bile bile gözlerim yolunda. Beraberbüyüdük en güzel zamanlarımızı seninle. Beraberadımladık dağları. Sen şimdi gökyüzünde bir yıldızoldun ülkemin semalarında. Senin her zaman yıldız-larla aranda bir sevda, aşk vardı. Onların sihirli güçle-rine inanırdın. Ve hep onların seni beklediğini

söylerdin. Zaten hep ‘benimevim ça%ların birleş#ği gökyü-züdür. Yani benim evim yıldızla-rın ülkesidir’ derdin. Hani banademiş#n ya bir dağın zirvesindekimsenin uğramayacağı biryerde bir kulübe yapalım. Kulü-benin ça%sı olmasın. Kulübemi-zin ça%sı yıldızların ülkesi olsun.Ayaz gecelerimizi yıldızlar ısıta-cak%. Karanlık geceyi yıldızlar ay-dınlatacak%. Seninle yıldızlarülkesinin al%nda el ele uzanacak-%k. Seninle daha gecenin sesini din-leyecek#k. Dedim ya sen yıldızlarıçok severdin ve sen şu an yıldızlar ül-kesinin parıldayan ve vazgeçilmez mü-cevherine dönüştün.

Maviye sevdalıydın, gök mavisine, maviolacak%k seninle. Seninle Akdeniz’i seyre$-ğimiz günü ha%rlıyorum. Sessiz sessiz kıyıyavuran dalgaları izliyorduk. Haya%mızda ilk defa hır-çın dalgaları görüyorduk. Sessizliği bozmanı bekliyor-dum. Sessizliği bozmayacağını bile bile senibekliyordum. Daima sende sessizliğin asale# vardı.Normal koşullarda sessizliği bozan hep ben olurdum.Ama bu sefer senin sessizliğinde kendimi bulmak is#-yordum. Onun için o gün sustum sessiz sessiz seninledalgaları seyre$k. İlk defa kendimi bu kadar huzurluhissediyordum. Huzur, sevda, aşk, mutluluk sendebuluşmuştu. Sen tüm duyguların birleşimiydin. Ço-cukluğumun, gençliğimin ve özgürlük yolundaki anla-rımın en güzel bileşkesiydin. Dedim ya maviylebirleş#n. Maviye ak%n, maviye karış%n…

Güneşle saklambaç oyunumuz…Aklıma ne geldi biliyor musun. Şu an seninle ço-

cukken oynadığımız saklambaç oynunun anılarımız-dayım. Şu an bunları yazarken Kaf Dağı’nın arkasındaolan Zümrüdü Anka’nın güneşle olan saklambaçoyunu aklıma geldi. Ve hikaye şöyle başlar;

Bu kuşun dünyanın en güzel renklerini kendindebarındırdığı söylenir. Kuyruğundaki renklerin yedirengi var, yani gökkuşağının rengini taşır. Kanatlarınınzümrü)en ve bu kuşun güneşin ışınlarını bile kapat-%ğı söylenir. Bir yanıyla güzelliğiyle dünyayı büyüle-diği ve güneşin koruyucu gücü olduğu söylenir.Gökkuşağına asıl rengi verenin Anka kuşunun oldu-ğunu söylenir. Kaf Dağı’nın ardından güneş doğarkenAnka tüm güzelliğiyle ve gizemliliğiyle onu kucakla-mak için varmış. O doğana kadar onun etra*ndadöndüğü söylenir. Bu yüzden ona Zümrüdü Anka de-nilirmiş…

Ve bizim seninle olan saklambaç oyunlarımız %pkıZümrüdü Anka’nın güneşle olan oyunu gibi. O sak-lambaç oyunlarımızda sürekli gizemli olanın peşin-deydik. Aslında seninle hep gizemliliklerininpeşindeydik. Ve en sonunda bilge insanın mucize ya-

şamına adım a+k.Bak şimdi görüyor musun sonbahar mevsimine gir-

dik. Rüzgar lirik lirik esmekte. Biraz önce yüzümeserin bir rüzgar dokundu. Sanki sen dokundun, senes#n can heval. Hala yapraklar yeşil, birkaç gün sonradökülecekler pa#kalara, toprak yollara. Ne çok sever-dik bu manzarayı. Biliyor musun senden sonra son-bahar yağmurları azaldı. Eskisi gibi yapraklar al%nsarısı çalmıyor pa#kaları ve yolları. Bu sene ilk yeredüşen yaprakların al%nda uzanacağım, ruhuma veyüreğime aksınlar diye. Biliyorum o yapraklarla bir-likte sen geleceksin bana. Ve ilk yağan yağmurun al-%nda gezeceğim sırılsıklam olacağım eskisi gibi.Seninle beraber sonbaharın gizemli sessizliğine şahit-lik edeceğim.

Senden sonra her şeyde sen varsın. Her anımda-sın… Garzan’da yürüdüğün pa#kalardayım. Su iç#ğinçeşmenin başındayım. Gölgesinde dinlendiğin ağacınal%ndayım. Ve Garzan dağlarının zirvesinde seninle,Bahozla, Çekdarla, Mervanla, Mizginle a+ğınız kah-kahalarının ezgisinde buluşuyorum. Bir sonbahar gü-nünde gi$n ve erken gi$n. Yüreğimin yarısını dakendinle götürdün. Hani bir daha buluşacak%k se-ninle dağların zirvelerinde, gece yıldızları birlikte izle-yecek#k. Son görüşmemizde bana demiş#n ya geceyıldızlara bakmaya unutma her yıldızda sana göz kır-pıyor olacağım. Seni yıldızların asale#nde, ayın derin-liğinde görüyorum can heval.

* 11 Ekim 2016 tarihinde Garzan’da şehit düşenLeyla Nas (Zilan Zerdeşt)’in anısına…

Zilan JIN▼

Her şeyde biraz sen varsın

Page 16: Bir dengbêj olarak Yaşar Kemal...doğar, hangi koşullarda barış içinde yaşar, bütün bu hususların tespiti savaş ve barış ilkesi kapsamındadır. 2- Birlik İlkesi: Türkiye,

Li gundekî di nava sirûştaheft reng de, di nava zarokan deem du bûn; yek keç ya din kur.Me xaniyek hebû ji kelpîçan…li zivîstana germ, li havîna hênik.Li demê dibistanêdiya min pênûsa rêjî dikir dujêbir dikir dulênûsk dikir dume li dora wan dikir dîlan,sibehan zûbi cilên pînekirîdi nava dilên çûkan deem diketin rê!

Demhat Dêrikî